Etiket arşivi: Geçmiş teknoloji çağları

Adem babamız zamanında dünyada şimdi olduğundan daha ileri bilim ve teknoloji vardı

Bazılarının kocaman ordular kurarak bana ve ekibime şiddetli metafizik saldırılar yaptığı anlarda, bundan zan ettikleri gibi tesirlenmediğimi ve bu anlarda bile işlerimi yapabildiğimi göstermek için, ayrıca restlerine rest çekerek onları perişan eden yayınlarıma devam etmek için, şimdi hazırlıksız şekilde, irticalen yazıyorum.

illustration of human body with energy beams

Herkesin anlayabilmesi için halk dilinde yazacağım.

Yazdıklarımı, tashih bile etmeden olduğu gibi atacağım. Sonra vaktim olursa döner tashih ederim.

Adem babamız zamanında ya da daha önceki milyonlarca Adem babalar zamanında dünyamızda nasıl olup da yüksek bilim ve teknoloji olabildiğini anlayabilmek için, kıyametin, surun üfürülmesinin ne demek olduğunu, maddeyi, ruhu biraz anlatmak lazım.

İnsan bir ruh ve bir de bedenden oluşur. Ruhun ne olduğunu tam manasıyla bilmemiz mümkün değildir. Bunlar, herkesin okuyabileceği yazılarda anlatılabilecek hususlar da değildir. Beden ise anasır-ı erbaadan yani dört ana unsurdan meydana gelir. Bu dört ana unsur ise ateş, su, toprak ve havadır.

Ateş, su, toprak ve havanın birleşmesinden meydana gelen beden ölümlüdür ama ruh ölümsüzdür. Sonsuza kadar yaşar. Bedenin derinliklerine bakıldığında ise atomlardan oluştuğu görülür.

Ölüm dediğimiz şey yaşandığında ruh bedenden melekler tarafından çıkartılır ve bedende değişmeler başlar. Soğur, rengi değişir ve sonra çürüme başlar. Çürüyüp yok olduğunu düşündüğümüz beden aslında tam manasıyla yok olmaz. Atomlarına ayrılır ki işin sırrı da burada, atomda…

Ölen bir insanın ruhu bedeninden ayrılınca bedeni çürümeye yani atomlarına ayrılıp gayb olmaya başlar. Gayb, gözümüzle göremediğimiz, elimizle temas edemediğimiz, kulağımızla duyamadığımız, burnumuzla koklayamadığımız, dilimizle tadamadığımız yani duyu organlarımızla varlığını bilemediğimiz/ölçemediğimiz şeylerdir. Atomlar gayb olurlar, bu vesileyle madde/cisim gözden kaybolur ama bu, gerçek ve tam bir yok oluş değildir.

Bu gayb olma hali sadece insan bedeni için geçerli değildir. Madde/cisim olan her şey için geçerlidir. Ağaç, elma, toprak, su, hava, hayvanlar, bitkiler, gezegenler, uzay ve daha üstündeki katlar cismani/maddi alemlerden olduklarından atomlarla bir araya gelmiş, var edilmiş şeylerdir. Kıyamet de bu şekilde kopar. Cisim/madde olan her şey bir anda gayb olur yani atomlarına ayrılır.

Close up of colorful atomic particle background science 3D illustration

Hz. peygamberimize (s.a.v.) kıyamet koparken koca dağların halinin ne olacağını sordular. Bu hususta Ta-Ha suresi 105. ayet-i kerimesi nazil oldu ve kıyamet koparken dağların nasıl yok olacağı haber verildi. Bu ayet-i kerimeye “toz duman haline gelecekler” manasını veren alimler de oldu, “Rabbin o dağları kökünden savuracak” manasını veren alimler de oldu. Konuyu özetle anlatacağım için bu gibi kısımlara, detaylara şimdi girmeyeceğim ama bu ayet-i kerimeyi zamanın uleması/alimleri atomu bilmediği için tam tefsir edemeyerek “Rabbin o dağları kökünden savuracak, ufalayıp dağıtacak, un-ufacık edecek” manalarını verdiler. Atom diyemediler ama çok yaklaştılar.

Kıyamet denilen hadise yaşanırken bütün insanlar, cinler ve madde olan her şey atomlarına ayrılacak. Bir anda gayb olacaklar. Yok olacaklar. İkinci sura üflendiğinde ise atomlarına ayrılmış her şey bir anda var olacak. Sadece insanların bedenleri değil, gezegenler/alemler, üzerlerindeki okyanuslar ve denizler… Kıtalar, ormanlar, her türlü eşya yeniden atomları birleştirilerek var edilecek. Kıyamet, yeniden diriliş gerçekleşecek. Lakin birinci sura üflendiği anda nerede ne varsa, yani atomlarına ayrılma sırasında ne nerede ne halde ise, bütün onlar aynı yerlerinde ve aynı hallerinde var edilecekler. İstisnası ise insanlar ve cinler…

Onlar, üzerinde yaşadıkları ve öldükleri gezegenlerinde yeniden diriltilmeyecekler. Tam manasıyla idrak edemeyeceğimiz bir alemde, devasa bir sahada bir araya getirilecekler. Mahşer meydanında…

Birinci surla birlikte, atomlara ayrılma, ikinci surla birlikte, atomların yeniden bir araya getirilmesi suretiyle yeniden vücut bulma, var olma halleri yaşanacak ama cinlerin de insanların da ruhları madde/cisim olmadıkları için atomlarına da ayrılamazlar ve olmayan atomları da birleşmez.

Ruhlar ahiret alemine geçecekler ki şimdi en temel seviyede o kısımları da izah etmeye çalışacağım.

Bir top düşünün ki içinde bir top daha var.

İçteki topun içinde de başka top olduğunu, onun içinde başka top olduğunu, o topun içinde de başka top olduğunu, iç içe toplar olduğunu hayal edin.

En merkezde de küçücük bir top olduğunu düşünün. İşte benzetmek gerekirse uzay dediğimiz alan o küçücük top. Şu andaki teknolojimizle uzayın başını sonunu bulamadık ve tahmin bile edemedik. Trilyonlarca gökada ve her gök adada trilyonlarca yıldız/güneş sistemi, her güneş sisteminde bir ya da birkaç gezegen olduğunu kuvvetle muhtemel olarak bilir olduk. Bunu kabullendik. Belki bunun da çok ama çok ötesinde sayılar vardır da bilemedik ve tahmin bile edemedik. Hatalı bir tabirle sonsuz uzay boşluğu da denildi ama uzay aslında sınırları olan bir alem, sonsuz/sınırsız değil ve alemler arasındaki en küçük alem…

Uzay dediğimiz en merkezdeki topu içinde tutan başka bir top yani alem de var. İşte orası birinci kat sema… Bütün alemler küre şeklinde ve uzay dediğimiz alan birinci kat semanın içinde. Bu kadar büyük bir uzay, birinci kat semanın büyüklüğünün yanında Arap yarımadasındaki bir yüzük misali küçücük kalıyor.

En merkezdeki toptan, en üstteki topa doğru giderken üst üste yedi kat sema var. İkinci kat semanın yanında birinci kat sema da Arap yarımadasındaki bir yüzük kadar küçücük kalıyor. Her sema katı, üstündeki sema katına nispetle bu derece küçük kalıyor. Yani kainatın/evrenin katları/tabakaları üst üste, birbirini kuşatmış şekilde, küre şeklinde ve her biri, içinde tuttuğu alemden akıl almaz derecede daha büyük. Öyle ise uzayı tahmin bile edememiş olan bizler, yedinci katın büyüklüğü hakkında ne diyebiliriz.

Dahası da var…
Yedi kat semanın üzerinde de ayrıca beş kat daha sema var. Yani benzeterek anlatırsak iç içe geçmiş on üç top var. Biri uzay dediğimiz en merkezdeki top ki o birinci kat semadan sayılıyor ve ayrıca bir sema katı olarak görülmüyor. On üç kat içinde yedi kat sema kısmı farklı maksatlarla var ama onun üstündeki beş kat sema katı ise farklı maksatlarla var.

Yedi katın üstündeki beş kattan en içte olanı, yani sekizinci kat diyeceğimiz kat Alem-i kürsidir. Onun üstünde ise Arş-ı Ala dediğimiz bir devasa kat var. İşte cennet ve cehennem orada bulunuyor. Uzaydaki hangi gezegende olursa olsun ölen insan ve cinlerin ruhları dokuzuncu kattaki Arş-ı Ala’ya melekler tarafından götürülüyor. Buraya ışık hızıyla bile trilyonlarca senede gidilemez ama ruh, meleklerin hızında götürülüyor.

Ölümle birlikte kabir alemine geçiliyor. Cesetler kabirlere konuluyor ama ruh bu kadar yüksek bir kata, Arş-ı Ala’ya çıkartılıyor. Cennet orada… Cehennem orada… İlliyyun orada… Siccin orada…

Azap çekecek ve cehenneme konulacak olan ruhlar, kıyamet kopup da hesaplar görülene, mahkeme-i kübra bitene kadar Siccin denilen yere konuluyorlar ve kıyamete kadar da durmaksızın azap çekiyorlar. Bu sırada kabirleri ile bağları da kopmuyor ve kabirlerine gelen kişileri görebiliyor ve duyabiliyorlar.

Azap çekmeyecek ve mükafat görecek olan ruhlar ise kıyamet kopana kadar İlliyyun denilen yere konuluyorlar ve bu sırada dünyadaki kabirlerine gelenleri görüyorlar ve konuşanları da duyuyorlar.

Birinci sura üflenince sadece dünyamızda ya da güneş sistemimizde ya da gök adamızda ya da uzayda değil, bu yedi kat semanın tamamında yani en merkezden dışarı doğru sekiz topta her şey gayb oluyor. Buralarda her kim varsa can veriyorlar, ölüyorlar, bedenleri atomlarına ayrılıp gayb oluyor ama ruhları madde olmadığı için yok olmuyor.

Sonra ikinci sur üflenince sadece bizim dünyamız ya da sadece bizim güneş sistemimiz ya da sadece bizim gökadamız değil, bu yedi kat sema içindeki cisim olan her şey atomları birleştirilerek geri getiriliyor. Lakin dinden mükellef olan akıl sahibi insanlarla cinler hariç… Onlar mahşer yerinde toplanıyorlar ama bu gezegenler/alemler, birinci sura üflenmeden önceki hallerine geri dönüyorlar.

Misal verirsek, dünyamız atomlara ayrışma başladığında her ne haldeyse, o halde tekrar geri geliyor, var oluyor. Nil nehri mi vardı, yine var ve yine aynı yöne akıyor. Kıtalar mı vardı, yine var ve yine aynı şekillerde ve büyüklüklerde duruyorlar. Dağlar, tepeler mi vardı, yine aynı şekilde ve aynı yerlerde var oluyorlar. Ormanlar, okyanuslar, denizler mi vardı, yine hepsi aynı yerlerinde ve şekillerinde var oluyorlar. Amazon ormanları ismini verdiğimiz ormanda bir maymun ya da bir kuş ya da bir karınca ya da bir solucan mı vardı, hep aynı yerlerinde var oluyorlar ama insanlar ve cinler yoklar. Onlara da atomları birleştirilerek bedenleri geri veriliyor, ruhları ile bedenleri yine bir araya geliyor, öldükten sonra dirilme denilen şey bu şekilde yaşanıyor ama onlar hesap vermeye mahşer yerine götürülüyorlar. Daha önce yaşadıkları gezegenlere değil…

Sonra…

Hesap görülüyor, öyle bir adaletli terazi var ki herkes herkesten hakkını alıyor. Cennetlik olanlar bu defa İlliyyuna değil de cennete konuluyorlar. Cehennemlik olanlar bu defa Siccine değil de cehenneme konuluyorlar. Bu arada yedi kat içinde de zaman işliyor. Allah bilir ne kadar süre geçiyor ama sonra Allah bu gezegenlere/alemlere yeni Ademler ve Havvalar gönderiyor. Bunlar, daha önce hiç dünya hayatı yaşamamış yeni Ademler ve Havvalar…

Sonra bunların da nesilleri çoğalıyor, belki yüz bin sene, belki beş yüz bin sene, belki de bir milyon sene… Allah’ın takdir ettiği kadar bir süre dünya hayatları/nesilleri devam ediyor, sonra bunların da kıyametleri kopuyor. Bunlar da nereyi hak etmişlerse oraya konuluyorlar.

Bu, bu güne kadar milyonlarca kez tekrar etmiş. Milyonlarca kere kıyamet kopmuş. Her seferinde yeni Ademler ve Havvalar gönderilmiş ve yeni cin soyları da gönderilmiş. Sadece bizim dünyamıza değil, üzerinde hayat bulunacak bütün dünyalara ayrı Adem ve Havvalar hemen hemen aynı anlarda gönderilmiş. Yani şu anda kat trilyonlarca gezegende hayat var. İnsan türünden ve dinden mükellef, akıl sahibi canlılar var ve insanın olduğu her gezegende ayrı ayrı cin türleri de var.

Kur’an ayetlerinde “Ey insanlar ve cinler!” diye hitap edildiğinde, kat trilyonlarca alemdeki bütün insan ve cin türlerine hitap ediliyor. Ve bütün bunlar aslında bir şey için var: imtihan…

Her kopan kıyametten sonra, belli bir süre geçiyor ve Allah istediği aleme/gezegene istediği Adem ve Havvayı gönderiyor. Lakin… Kıyamet son defasında kopmadan önce, o gezegende çok yüksek teknoloji varsa ne oluyor?

Çok güzel oluyor…

Kıyamet yaşanıyorken atomlara ayrışma kısmına gelindiğinde, dünya üzerinde tamamen erimemiş, bozulmamış, çürümemiş cihazlar, aletler, binalar, tüneller, çeşit çeşit köprüler, yollar, uçaklar, uçan daireler, toprak altında hayvan kemikleri/fosilleri varsa, onlar da ikinci sur üflendiğinde aynı şekilde geri geliyorlar. O insansız ve cinsiz gezegene yeni insan ve cin soyunu başlatacak Adem ve Havvalar gönderilmeden önce geçen uzun sürede de bu kalanlar bozulmamış, çürümemiş ve erimemişse, gelen Adem ve Havvalar bunların da mevcut olduğu bir dünyaya geliyorlar.

İşte bizim dünyamızda son seferinde bu, böyle oldu… Adem babamız ve Havva validemiz cennetten dünyamıza gönderildiklerinde dünyamızda, şu çağımızda olandan bile çok daha ileri bilim ve teknolojiyle yapılmış adeta her şey vardı. Adem aleyhisselam da zaten ilk insan olmanın haricinde, Allah tarafından kendisine her şeyin öğretildiği ilk peygamber olduğu için, bu teknolojik artıkları işler hale getirmeyi meseleden bile saymadı. Zaten içinden çıkartıldıkları cennette, bu dünyada gördüklerinin hepsinin benzerleri vardı ve öyle muazzam bir cennetten çıkıp gelen biri için buradaki en ileri teknoloji bile basit kalırdı.

Evrimcilerin safsatalarının aksine, ilk insan ve ilk peygamber olan Adem aleyhisselam gerçekte işte böyle bir hayat yaşadı. Venüs’e ya da diğer gezegenlere gidip gelinirken bu teknoloji ile imal edilmiş türlü uzay araçları da kullanıldı.

Kaç kere kıyamet koptu…

Yıllar önce bulduğum bir dar vakitte, bana sorulan soruya cevap verirken sesli mesajlar atarak vermiştim.

O mesajları bir araya getirerek de bu videoyu dar vakitte hazırlamıştım. Daha önce denk gelmeyenler, şimdi dinlemeliler.

Mehmet Fahri Sertkaya

Küresel ısınma yalanının arka planındaki çok sarsıcı gerçekler

Eskiden dünyanın kutupları yemyeşildi. Hayvan ve bitki türleri çok fazlaydı. Çiçekler, arılar, böcekler, kuşlar insanlarla bir arada güzelce yaşarlardı. Sonra dünyamıza uzaylılar tarafından saldırılar yapıldı. Bu saldırılar sırasında, iklim silahları diye de bildiğimiz elektromanyetik silahlarla dünyamızın tabii dengesine şiddetli darbeler vuruldu. Dünyanın tabii manyetik alanına, elektromanyetik alanlarla yapılan bu şiddetli saldırılar, en çok da kutup bölgelerine tesir etti. Neticede kuzey ve güney kutuplarında aşırı soğuklar ve buzullar hakim oldu.

Dünyamızın fabrika ayarlarında, kutup bölgelerinde, günümüzde olduğu gibi sürekli soğuk hava şartları ve buzullar yoktu. Küresel ısınma dedikleri şeyin, uzaylıların dünyamızın tabii dengesine vurduğu darbelerin görünür kısımlarını geçiştirmeye dönük bir söylem/kandırmaca olduğunu daha önce de ifade etmiştim. Küresel ısınma diye bir şey yok, çok ileri teknolojilerle ağır saldırılar var. Halen devam etmekte olan saldırılar… Şimdi daha sarsıcı olanı da yazayım ki buzulların hızla erimesi, iddia edildiği gibi dünyanın felaketi olmayacak. Bu konuda anlatılan bir sürü şey ya aldanış ya da kasıtlı aldatma…

Bir an önce dünyanın kutup bölgelerini de fabrika ayarlarına döndürmeliyiz.

Kutuplardaki buzulların erimesi ile okyanuslardaki su seviyesinde, tehlike oluşturmayacak miktarda yükselme olur. Dünyanın farklı yerlerinde yağışlarda artış olur, bazı yerlerinde iklim değişikleri görülür ama bunlar da felaketlere sebep olmazlar. İlk yıllarda okyanuslardaki tuz oranı da küçük bir değişme gösterir ama bu da ciddi sıkıntıya sebep olmaz. Aksine bu yaşanacaklar, dünyamızın tabii dengesi, hayvanat ve de insanlık için çok faydalı olur.

Bir yandan da soğuk iklimde yaşayan o penguenler, foklar, kutup ayıları, kutup tilkileri ve benzeri hayvanlar telef olabilirler ama o koca kutup bölgelerinde yeniden yeşille mavinin kucaklaştığı çok güzel bir saha oluşur. Yeniden oralarda insanlar ve türlü bitkiler/ormanlar, türlü havyanlar yaşayabilirler. Dünyamız derin bir nefes alır.

Kuzey ve güney kutup bölgelerinde, toprağın kilometrelerce altında, çok ama çok büyük uzaylı üsleri var. Kutupların soğuk ve buzul olarak kalmasını, oralarda insanların yoğun olarak yaşanmamasını bu uzaylı insan türleri istiyorlar. Bu maksatla, nüfuz edebildikleri devletlerdeki üniversitelerde bilim adamlarını ve siyaset sahasındaki yetkili kişileri kasten yanlış yönlendiriyorlar. Buzullar eriyince akıl almaz felaketler yaşanacağına inandırıyorlar. Çok parfüm sıkarak ozon tabakasının delindiğine inandırdıkları gibi… Çok sayıda atom bombası denemesi yaparak zayıflattıkları ozon tabakasının o kısmını suni tekniklerle onardılar ama bunu da dünya insanlığına anlatmıyorlar.

Bilinmeli ki o kutup şartlarında yaşayan penguenler ve foklar başta olmak üzere pek çok hayvan türleri genleriyle oynanarak türetilmiş hayvan türleri. Zaten yakın gelecekte bütün insanlık, sonradan türetilen hayvan türlerinin nesillerinin yok edilmesi hususunda ittifak edecek.

İnsanlığa anlatılanın aksine olarak, kutuplardan ne kadar çok buz kütlesi koparsa, dünya ve insanlık için o kadar hayırlı olur.

Hala uzaylı türler, kutup bölgelerinde sürekli olarak soğuk hava şartları ve buzullar olması için, şimdilerde HAARP dediğimiz elektromanyetik silah mantığına benzeyen aletler çalıştırıyorlar. O bölgelerde soğuğu ve buzulları kasten oluşturuyorlar. Kısa süre önce Nazca çizgilerini anlatırken, Güney Amerika ülkelerinin çöl olan kısımlarını kasten çöl halinde tuttuklarını, bunun için okyanus akıntılarına suni tekniklerle yön verdiklerini ve elektromanyetik iklim kontrol tekniklerini kullandıklarını, bunu da çöllerin altında devasa uzaylı üsleri bulunduğu için yaptıklarını ifade etmiştim.

İstedikleri yerlerde sürekli olarak soğuk hava şartları ve buzullar, istedikleri yerlerde ise sürekli sıcak hava şartları ve çöller hakim olsun istiyorlar.

Biz, son zamanlarda dünyamızda yer altındaki gizli uzaylı üslerine çok büyük metafizik saldırılar yaptık. Hem çok çok yüksek sayıda can kaybı yaşadılar hem de oralarda kullandıkları teknolojik aletler, cihazlar da büyük darbeler aldılar. Boşaltmak zorunda kaldıkları yer altı üsleri dahi oldu. İşte bu süreçte kutup bölgelerini kasten soğuk tutmak ve buzul şartlarını devam ettirmek için kullandıkları teknolojik aletler de bozuldular ve bunların başında sorumlu olan teknik adamları da öldüler. Bu krizi aşmaya çalışıyorlar ama öyle kolay değil. Bu süre zarfında buzullardan dev buz kütlelerinin kopması da daha sık görülür oldu, olacak. Daha önce birkaç tekrarla ifade etmiştim ki burası bizim dünyamız ve dünyamıza düşman olan uzaylı insan türlerinin gizlice ve sinsice çevirdikleri bütün oyunları bozacağız. Dünyamıza ve insanlığa düşman olanlara, dünyamızda yer yok.

Mehmet Fahri Sertkaya|Akademi Dergisi

Ne kadar çok paniklediler

Ne kadar çok paniklediler

Gece yazdığım Nazca çizgilerine ve gerçek dünya tarihine dair yazı, zaten bu sahada yıllardır yazdığım onlarca yazımın üstüne artık tamamlayıcı bir yazı gibi oldu.

Dünya üzerindeki etkili ve yetkili kişiler arasında hemen ilk saat içerisinde büyük bir mevzu oldu. Herkes birbirine farklı lisanlara çevrilmiş hallerini gönderdi. Çok yüksek bir haberleşme trafiği de oldu, görüşmeler yapıldı ve hala yapılıyor.

Dünya üzerindeki müesses nizamın, satanistlerin kurulu sisteminin en büyük taşıyıcı kolonuna da devasa bir bomba koyup patlatmış ve yıkmış bulundum. Bundan sonra satanistler, yahudiler, masonlar, tapınakçılar, evrimciler, sözde bilim adamları, bir bütün olarak Ankebut Ağı, fikir, bilim ve eğitim sahasında da tuzla buz olacak.

Pek çok farklı dinin, tarikatın, cemaatin, ülkenin/milletin ve kültürün mensupları arasında şaşırıp kabullenenler de inanmak istemeyip ısrarla ret edenler de oldu, olacak. Ancak konuşmalardan anlaşılıyor ve akıl, mantık da bunu söylüyor ki kabullenemeseler de çok kısa sürede şu müesses nizam yıkılacak, bunun farkındalar, inatla ret etmenin fayda vermeyeceğinin de herkes farkında… Artık hiç kimse dünya tarihine bu güne kadar olduğu gibi bakmayacak. Dürüst karakterli hiç kimse evrim teorisi safsatasına dönüp bakmayacak ve bunların kitaplarını, belgesellerini ve programlarını izlemeyecek. Bunların okullarda ders kitaplarında bulunmasına da izin vermeyecek.

Bu gidişatın çok yakında bu neticeyi vereceğini gören, bu son yazımla birlikte buna emin olan ve ümitsiz de olsalar her şeye rağmen sabaha kadar uyuyamayıp hemen bir şeyler yapmak isteyen kişiler de çok oldu. Bunların başını da yine Yahudi/Satanist kişiler çektiler.

Türkiye’de de gizli Yahudi Youtuberlara hemen talimatlar verildi. Gizli Yahudi Barış Özcan bu gecenin sabahında “Nazca çizgilerinin sırrı” başlığı ile kuru gürültü bir video paylaştı.

Herkes izlesin, bu video, bu gizli Yahudi ve art niyetli Barış Özcan’ın gerçek yüzünün kısa sürede görülmesinde büyük paya sahip olacak. Çünkü video büyük panikle, dersini çalışmadan, art niyetle, çok sayıda açıklar verilerek ve aceleyle hazırlanmış

https://www.youtube.com/watch?v=4AgrxE11hG0

Satanist Barış Özcan’dan zaten başka bir şey beklenmezdi

İblis’e insan kurban edilen satanist ayinlerine de katılan gizli Yahudi Barış Özcan’ın hazırladığı bu videoda, dördüncü dakikada, şu gördüğünüz görüntü paylaşılmış.

Nazca’da görülen çizgilerin bir benzerinin Kentucy’de, 7 Ağustos 1982 tarihinde, altı kişi tarafından, sadece sopalar ve ipler kullanılarak çizildiği iddia edilmiş. Zaten bakarsanız internette, onlarca farklı lisanda bu iddia hep yazılmış. Lakin iddia edilenler doğru değil, bu hususta da gerçekleri bilenler var ki bu çizimi de dünyadaki uzaylılar çizdiler. O altı kişinin arasında biyonik robotlar vardı, gayet de yüksek teknoloji kullandılar ve o çizim de havadan çizildi.

CIA’ya bağlı olduğunu bildiği Yahudi kişilerden sürekli talimatlar alarak videolar hazırlayan ve on binlerce çok zeki ve bilgili Müslüman Türk Youtuber sansürlenirken CIA’nın Youtube’nda haksız şekilde markalaştırılan Barış Özcan, isterse yanına beş normal insan alsın, biraz da sopalar ve ipler alsın, 350 metreyi bulan Nazca çizimlerinden birini Türkiye’de istediği yerde çizsin. Ben yanlarına, onları gözetleyecek ve hile yapıp yapmadıklarını fark edecek onlarca kişiyi gönderir ve her safhasında video kayıtları aldırırım. Yapabilecekse kendisi bunu yapsın ve biz de sadece ip ve sopa ile yapılabildiğine kani olalım.

Bu hususta zorlanırsa, bu videosuna sponsor olan KAFT’ın kabalacı, büyücü, ayinci ve sadist ekibinden de yardım alabilir. Hatta KAFT’ın bünyesindeki hatta sözde eğitim verdiği bütün Yahudi, Satanist kişileri de yanına alsın, iddia ediyorum ki yine bu şekilleri bu isabetle ve bu büyüklükte çizemezler.

Eskisi gibi değil… Bu oyunu dünya genelinde bitirdik. Bu satanistlerin/yahudilerin her şeyini içlerinden, en derininden biliyoruz. Hepsini tanıyoruz, bütün inanç esaslarını, bakış açılarını, oyunlarını, ihanetlerini, teşkilatlarını ve tarih boyunca da insanlığa ve milletimize neler yaptıklarını da biliyoruz.

Bu yazıyı okuyan herhangi bir kişi, Barış’la gerçek bir görüşme ya da internet üzerinden bir sesli görüşme yapmamızı sağlayabilir. Ben buna şu anda da hazırım ve 10 dakika bile karşımda kale alınır cümleler kuramayacağını, CIA tarafından şişirilmiş bir piyon gizli Yahudi olduğunun tamamen meydana çıkacağını garanti ederim.

Merak edenler çoktur

Çok yıllar önce bu hususa dair paylaşımlar yapmıştım ama şimdi tekrar etmekte fayda var. Ben ömründe bir tek Erich Von Daniken kitabı bile okumadım. O en meşhur kitabı olan Tanrıların Arabası’nı da okumadım. Önsözünü ya da özetini de okumadım. Bir tane bile Daniken makalesi okumadım. Bir tane bile Daniken belgeseli izlemedim. Başka bir belgeselin bir iki dakikasında onun da görüşü sorulmuştu, o kadarını izlediğimi hatırlarım.

Erich henüz beş yaşlarında iken Türkiye’de, İstanbul’da Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, hem geçmişte yüksek bilim ve teknoloji çağları yaşandığını, hem de uzaylıların varlığını anlatıyordu. Bunları açıkça da anlatıyordu. Bu konulara dair giriş seviyesindeki bilgileri camilerde cemaate vaz ederken de anlatıyordu.

Yıllar önceki söz konusu paylaşımlarımda bu hususa temas etmiştim. Bizim cemaatimizin samimi ve gayretli mensupları bu hususları 1940’lardan beri biliyorlar. Hatta benim bu güne kadar anlattıklarım devede kulak misali, azıcık bilgi kırıntıları. Daha neler neler biliyoruz.

Bu mevzulara girilince sözü hemen Daniken’e götürüp onun üzerinden konuyu sulandırmak da ayrıca bir art niyet. Şu sayfalarda, kanallarda, bundan 7-8 sene önce bile, uzaylıların binlerce sene önce dünyamızda bulunduklarına, dünyada pek çok eser bıraktıklarına dair onlarca somut delil paylaştım. Dürüst olan hiçbir insan bunları görmezden gelemez ve tartışma hemen biter. Hem uzaylıların varlığı, hem binlerce sene önce de dünyamızda oldukları hem de dünyanın dört bir yanında izler ve eserler bıraktıkları en somut şekliyle ispatlı…

O halde Barış’ın ve benzerlerinin derdi nedir? Asıl endişeleri nedir? Daha dün bile Meksika hükumetinin bulduğu tabletleri gösteren videoyu bilmem kaçıncı tekrarla paylaştım. Bu Barış Özcan gibilerin şifası yok. Çünkü gerçekleri bilmiyor değiller. Görmüyor değiller. Uzaylıları getirip karşılarında konuştursanız bile inkar etmek zorundalar. Zaten en başından beri gerçek olduğunu bile bile inkar ediyorlar.

Şu kısmının tartışması gerekiyor: Bunlar bu gerçekleri kabul edince dünyada ne gibi değişmeler olacak, neler yaşanacak ve bunlar neler kaybedecekler.

Mehmer Fahri Sertkaya

Dünyalarından kaçtılar, dünyamıza bela oldular

Bundan çok yaklaşık yüz milyon yıl önce, başka bir dünyanın insanları çok büyük bir harp yaşadılar. Bu harpte çok perişan oldular ve çok yüksek sayıda can kaybı yaşandı. Canını kurtarabilenlerden bir grup, çok sayıda uzay aracı ile dünyamıza geldi.

Öncelikle güney Amerika’da yerleştiler. Arkalarından takip edilmek ve saldırıya uğramak endişesi yaşadılar. O zaman dünyamızda bir Adem ile Havva ve bunların evlatları/nesilleri yoktu. Yani dünyada o gelenlerden başka insan yoktu. Böyle olsa da yeraltında yaşamaya karar verdiler. Çünkü bir gün peşlerinden gelineceğine ve saldırıya uğrayacaklarına emin gibiydiler.

Bizden kısa boyluydular, gri renkli derileri vardı. Bilim ve teknolojide uçuk seviyeye gelmişlerdi. Din, namus ve ahlakta ise o nispette gerilemiş, dibe vurmuşlardı. Kural tanımaz, merhamet etmez, utanmaz, sürekli birilerine ya da bir yerlere zarar vermezlerse uyuyamaz hale gelmişlerdi. Adeta kötülükle beslenir, gıdalanır olmuşlardı.

Sığındıkları dünyamızda, daha çok Peru, Bolivya, Şili, Arjantin taraflarında ikamet ettiler. Yer üstünde çok az sayıda bina inşa ettiler. Yerin kilometrelerce altında ise çok geniş yeraltı şehirleri tesis ettiler. Gelirken yanlarında kendi dünyalarından bazı hayvanlar, bitkiler, toprak numuneleri ve sular ve teknolojik cihazlar da getirdiler.

Dünyamıza kurulduklarından bir süre sonra, dünyamızı, üzerindeki hayatı çok ileri teknoloji ile incelediler. Daha sonrasında ise niyetlerini bozdular ve hiç yapmamaları gereken işlere giriştiler.

Kendi dünyalarından getirdikleri hayvan ve bitki türlerinin bizim dünyamızın tabiatına uyum sağlayıp sağlamayacağına bakarak işe giriştiler. Onları tabiata tam olarak salmadan önce bazı yerleri çitlerle çevirdiler ve onları oralara salarak gözetlediler.

Sonra dünyamızın tabiatına uyum sağlayabilenleri tabiata saldılar. Uyum sağlayamayacaklarını düşündükleri hayvanların ise genleriyle oynadılar. Bir zaman geldiğinde bu işte daha da ileri gittiler ve bizim dünyamızın hayvanlarıyla, kendi dünyalarından getirdikleri hayvanların genetik kodlarını birleştirmeye başladılar. Melez hayvan türleri türettiler. Bunları da hemen tabiata salmadılar da etrafı çevrilmiş geniş alanlara bırakarak gözetlediler, incelediler.

Dünyamızdaki hayvan ve bitki türlerini de sınıflandırdılar. Her sınıftaki hayvanları detaylıca incelediler. Bunların hepsinin genetik kodlarını elde ettiler. Sonra Peru Nazca merkezli kurdukları o muazzam tesiste yüzyıllar boyunca hayvanların ve bitkilerin genleriyle oynadılar. Çok ileri seviyede genetik mühendisliği yaptılar.

Uçan daireleri bol miktarda vardı ve bu tesisi havadan da gözetliyor, inceliyorlardı. Çok geniş ormanlık arazide, havadan gözetleme yaparken, hangi hayvan türü için ayrılmış sahanın üzerinde bulunduklarını karıştırdıklarından ötürü, bir süre sonra her sahaya o hayvanın resimlerini çizdiler. Yukarıdan net görülebilmesi için hayvan çizimlerini yüzlerce metre büyüklüğünde ve kusursuz bir şekilde çizdiler.

Toprağa çizdikleri bu şekilleri, uçan daireleriyle çok kolayca ve toprağın kimyasını bozarak, atomlarını yakarak yaptılar. Böylelikle uçan araçlarıyla havadayken, yüzlerce hayvan sınıfından hangisinin testlerinin yapıldığı arazinin üzerinde olduklarını hemen anladılar.

Resimde gördüğünüz sahaya da maymun şekli çizdiler. O zamanlar dünyamızda bu görülen şekle benzeyen üç beş maymun türü vardı. Maymunlar öyle fazlaca insana benzemezlerdi. İşte bu gelen kuralsızlar, başka bir dünyadan cennet misali olan dünyamıza gelen bu başka insan türü, maymunlar üzerinde de çok oynadı.

Yaptıkları genetik mühendisliği çalışmaları sırasında maymunlarla kuş türlerinin, maymunlarla aslanların, maymunlarla mümkün olabilen her türlü hayvanın kodlarını birleştirdiler. Bu denemelerde suni rahimler de kullandılar. Yani taşıyıcı anne bir hayvana bile ihtiyaç duymadılar. iyi netice elde edilmediği hemen görüldüğünde, türettikleri o yeni türleri hemen itlaf ettiler. İlk bakışta sorunsuz görünen hayvanlar türetebildiklerinde ise etrafı çitlerle çevrili geniş sahalara yayarak bir süre incelediler. Bu süreçte bir zaman geldiğinde maymunlara kendi insan genlerinden bile eklediler. O zamanlar orangutanlar da yoktu, bu kadar geniş maymun çeşitleri de yoktu, maymun insanların bu derece benzerliği de yoktu.

Sadece maymun türleri türetmek için çok çalışmadılar. Akıl almaz hayvan türleri türetmek için de çok çalıştılar, çabaladılar.

Bir zaman geldiğinde dünyamızın yırtıcı kuşlarıyla, yırtıcı sürüngenlerinin kodlarını da birleştirmeye başladılar. İşte dünyamıza ve kendilerinden sonra milyonlarca sene boyunca dünyamıza gelecek ve dünyamızda yaşayacak olan dünya insanlarına, en büyük kötülüklerden birini de bu şekilde yaptılar.

Bu kısımda çılgınca sonuçlar aldılar. Kuş denilse değil, yırtıcı sürüngen denilse değil, acayip bir canlı türünü, dinozorları türettiler. Hatta çeşit çeşit farklı kod birleştirmeleri yaparak, çeşit çeşit dinozor türleri de türettiler. Zaten bir süre sonra dinozor çeşitleri de kendi aralarında çiftleşerek ayrıca yeni dinozor türlerinin türemesine sebep oldular. Üzerine tahminen 30-40 milyon yıl geçene ve soyları tamamen kurutulana kadar, bu dinozorlar hep insanlığın başına bela oldular. Çok canlar yaktılar. Tabiata da çok zararlar verdiler. Kendileri de gün yüzü görmediler, rahat etmediler.

Tıpkı timsahlar gibi…

Daha önce yazmıştım. Deniz iguanalarından, ahtapotlara ve timsahlara kadar pek çok hayvan türünün gerçek hikayesi, hiç de zan ettiğimiz gibi değil…

Gelirken yanlarında getirdikleri hayvan türlerinden biri de timsahtı. Lakin onların kendi gezegenlerinden alıp getirdikleri timsahlar, aslında nispeten çok daha uysal, daha az yırtıcı hayvanlardı. Getirdikleri timsahın sonra burada genleriyle oynadılar. Daha vahşi, yırtıcı, zararlı bir hayvana dönüştürdüler. Derilerinin kalınlığını ve doku yapısını bile değiştirdiler.

O günden beri de ne timsahlar rahat ettiler, huzurlu yaşadılar, ne de insanlar ve hayvanlar… O günden beri sayısız dünya insanı bu kasten vahşileştirilmiş timsahlar nedeniyle can verdiler ya da ağır aralandılar hatta uzuvları koptu ve bu hala devam ediyor. O günden beri kilometrelerce yol giderken yol üstünde su bulan hayvan sürüleri, suya korka korka yanaşır oldular. Çünkü timsahlar hep buralarda pusular kurdular, kuruyorlar. Daha da önce de dediğim gibi, timsahlar bu dünyanın tabiatına hiçbir fayda sağlamadılar ve aksine olarak hep zararlı oldular. Şimdi yok olsalar, hem kendileri, hem hayvanat, hem insanlık kurtulmuş olur.

Bu genetik mühendisliği işinde o kadar sınır tanımaz tavırlar sergilediler ki bir süre sonra kendileri üzerinde de ileri seviyede denemeler yaptılar.

Dünyada kuvvetli, bazı yönleri değişik ve faydalı gördükleri hayvanların genlerini kopyalayarak kendi türleri üzerinde denediler. Bir anne ve baba uzaylıya ihtiyaç bile duymadan, suni rahimlerde kendi türlerinin doğmasını zaten sağlayabiliyorlardı. Bunun üzerine söz konusu hayvan kodlarını da eklediler ve neticelerini gözetleyip incelediler. Kendi türlerini bile değiştirmeye, bozmaya kalktılar. Bir süre sonra kanlarının rengi yeşile döndü. Ciltlerinde ise artık grinin haricinde yeşile çalan kısımlar da görülür oldu. Bu denemelere de yüzlerce sene devam ettiler.

Dünyayı her geçen gün daha çok bozuyor, darbeliyorlardı ki saldırıya uğradılar.

Şükür ki bunların düşmanı olan başka bir uzaylı insan türü bunların izini buldu. Hiç beklemeden çok ağır bir saldırı yaptılar. Nükleer bomba teknolojisinden çok çok daha ileri silahlarını, bunların üzerlerine üst üste attılar. Bu insanlıktan çıkmış uzaylı insan türü, nihayet belasını buldu. Aralarından çok çok azı sağ kaldı. Diğerleri cehennemi dünyada yaşarcasına dehşetli saldırılar altında feci şekillerde can verdiler. Saldırı ihtimalini hep göz önünde bulundurarak sığınaklar ve ihtiyaç duyulacak araçlar, cihazlar hep hazırda bekletiliyordu. Buralara sığınarak kaçanları bir avuçtular ama iki farklı gezegene giderek insan şeytanlığı yapmaya oralarda devam ettiler. Bize de çok yaklaşık yüz milyon yıldır bunların şeytanlıklarının sıkıntılarını çekmek kaldı ve hala çekiyoruz.

Peru, Şili, Bolivya ve Arjantin’de bir kısım toprak, bu saldırıda tamamen yanarak çölleşti. Yeraltı üslerinin tamamına yakını imha edildi.

Bu konularda çok daha fazla şeyler yazacağım, anlatacağım.

O zaman o büyük saldırı yaşandığında, Nazca ve çevresinde pek çok yer aniden yandı. İnsanlar, binalar, ağaçlar, hayvanat ve hatta toprak yandı.

Hemen çölleşme olduğu için Nazca çizgileri denilen bu çizgiler, bu izler milyonlarca senedir kaldılar, yok olmadılar. Çünkü güneş hep kuru tuttu, yağış almadı ve öylece kalakaldı.

Aslında oraya sadece çizgi çizmediler. Toprağı lazer benzeri bir teknikle yaktılar, çizgiler boyunca kanal açtılar ama o çizgilerin/kanalların içine bu gün hologram dediğimiz teknolojiye benzer bir teknoloji de yerleştirdiler. Bu kanallardan yukarı doğru lazer ya da hologram diyebileceğimiz ışıklı görüntü verildi. Gökte bile bu hayvanatların şekilleri görülüyor ve bu şekillerin altına düşen kısımda bu tür hayvanların toplandığı, incelendiği hemen anlaşılabiliyordu.

Bu çölleşme bu güne kadar kaldı.

Milyonlarca yıl geçti ama bölge yeşermedi, yeşermiyor. Dünyanın en sıcak ve en kurak çölü de bu bölgedeki Atacama çölü…

Şili, Peru, Arjantin ve Bolivya sınırları içinde yer alan bu koca çöl, bilim adamlarına sorarsınız, Büyük okyanusun yakın kısmındaki soğuk su akıntısı nedeniyle hep çöl olarak kalmış. Su soğuk olunca güneş oralarda okyanus suyunu buharlaştırmamış ve bu da göğe suyun/nemin yükselmemesine sebep olmuş, neticesi olarak da oralar hiç yağmur yağmayan yerler olarak kalmışlar.

Okyanusa bu derece sıfır/yakın bir arazinin/çölün, milyonlarca yıldır hiç yeşermemesi, izah edilebilir şey değildir. Bunun izahı için Humboldt Akıntısı denilen bu soğuk akıntı sebep gösterilir.

Sarsıcı bir gerçek de şudur ki Humboldt Akıntısı denilen şey de suni yollarla ve uzaylılar tarafından sağlanmış bir akıntıdır.

Söz konusu yerlerin hep çöl olarak kalmasını uzaylılar istediler ve istiyorlar. Çünkü milyonlarca yıldır dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, bu bölgede yeraltında da uzaylı tesisleri var. Bölgedeki çok geniş çölleşmiş arazilerin altında, çok geniş yeraltı şehirleri günümüzde de var.

Bunu, oralarda daha rahat yaşayabilmek, geceleri ve gündüzleri uçan dairelerle ya da başka araçlarla yeryüzüne ya da gökyüzüne çıktılarında nispeten daha rahat olabilmek için de yapıyorlar ama bir sebebi daha var. Kızgın kumlar güneşin yakıcı ışınları sayesinde aşırı derecede ısınıp ısıyı daha alt tabakalara geçiriyorlar. Bu alt tabaka kısmında ısıyı, elektrik enerjisine çeviren sistemler var. Yani yerin kilometrelerce altındaki gizli şehirlerin, üslerin sarf ettiği enerjinin bir kısmı bu çölleşmiş sahada oluşan ısı sayesinde elde ediliyor. Bu teknoloji, bizim güneş panelli elektrik üretme teknolojimizden çok çok ileri bir teknoloji…

Söz konusu dehşetli saldırı sırasında, buna karşılık vermeye de çalıştılar. Zaten kuzey Amerika’ya da az çok tesisler kurmuşlardı ve oralara da yayılmışlardı. Saldırı gelince, söz konusu yakıcı bombalardan kuzey Amerika’ya da atıldı.

ABD’deki Nevada Çölü de bu saldırıdan nasibini alıp çölleşen bir arazi. Bu saldırılarda düz zeminli araziler hemen yanıp kavrulup kuru toprak oldular ama dağlık, engebeli yerler de saldıraya maruz kalınca, adeta içten kavruldular. Aslında atılan bu yakıcı bombalar, yerin çok altındaki üsleri, şehirleri de yakması için atıldılar. Tesir güçleri çok fazlaydı. Böyle olunca, yerin üstündeki tepeliklerin ve dağların da sadece yüzeyini değil, iç kısımlarına kadar her yerlerini yaktılar. Dağlar içindeki kayalık kısımlar bile bu saldırıdan nasiplerini aldılar. Onların bile fiziki şekilleri değişti.

Böylelikle Nevada Çölünde ve daha başka çöllerde görülen o tuhaf yanık, kurak, tepelik/kayalık sahalar oluştu.

Bazı bölgelere atılan yakıcı bombaların şiddeti ise nispeten düşüktü. Oralara çok kuvvetli bombalar atmaya gerek görmediler. Hal böyle olunca da oralarda bir süre sonra yeniden yeşermeler oldu. Hiç değilse kısmi yeşermeler oldu. Bir de bombaların atıldığı yerden daha uzak çemberde olan yerlerde, nispeten daha az sıcaklık oluştu, daha az yanmalar oldu ve bu da kısmi çölleşmelere sebep oldu.

Mehmet Fahri Sertkaya|Akademi Dergisi

Az önce bu videoyu Youtube’da arattık ve biz bile bulamadık.

Bu video 3 yıldır Youtube kanalımızda bulunuyor. Bu güne kadar 20 adet yorum bile yapılmamış. En son yorum bundan iki koca sene önce yapılmış. Ondan bir önceki yorum üç sene önce yapılmış.

Az önce bu videoyu Youtube’da arattık ve biz bile bulamadık. Arama sonuçlarında en altta gittik ama listelenmemişti.

Böyle bir videonun gerçekten 67 bin kişi tarafından izlenmesi halinde, başka kanallarda konu olmaması, benzerlerinin yapılmaması hatta alınıp başka kanallara yüklenmemesi ihtlmali de yok. Bu videoyu paylaşmamızın ardından olduğu yerde çakılıp kalmasını hayatın olağan akışı içinde izah etmek mümkün değil.

Bütün dünya biliyor ki sosyal mecralar ve Youtube özgür değil. Tıka basa satanistlerle, gizli Yahudilerle, kara paracılarla, insanlık düşmanlarıyla, İslam düşmanlarıyla, Türk düşmanlarıyla dolu…

Bu kadar ileri seviyede hukuksuzluğa artık bütün insanlık isyan etmeli.

Mehmet Fahri Sertkaya