Etiket arşivi: Genetik bilimi

Ne kadar çok paniklediler

Ne kadar çok paniklediler

Gece yazdığım Nazca çizgilerine ve gerçek dünya tarihine dair yazı, zaten bu sahada yıllardır yazdığım onlarca yazımın üstüne artık tamamlayıcı bir yazı gibi oldu.

Dünya üzerindeki etkili ve yetkili kişiler arasında hemen ilk saat içerisinde büyük bir mevzu oldu. Herkes birbirine farklı lisanlara çevrilmiş hallerini gönderdi. Çok yüksek bir haberleşme trafiği de oldu, görüşmeler yapıldı ve hala yapılıyor.

Dünya üzerindeki müesses nizamın, satanistlerin kurulu sisteminin en büyük taşıyıcı kolonuna da devasa bir bomba koyup patlatmış ve yıkmış bulundum. Bundan sonra satanistler, yahudiler, masonlar, tapınakçılar, evrimciler, sözde bilim adamları, bir bütün olarak Ankebut Ağı, fikir, bilim ve eğitim sahasında da tuzla buz olacak.

Pek çok farklı dinin, tarikatın, cemaatin, ülkenin/milletin ve kültürün mensupları arasında şaşırıp kabullenenler de inanmak istemeyip ısrarla ret edenler de oldu, olacak. Ancak konuşmalardan anlaşılıyor ve akıl, mantık da bunu söylüyor ki kabullenemeseler de çok kısa sürede şu müesses nizam yıkılacak, bunun farkındalar, inatla ret etmenin fayda vermeyeceğinin de herkes farkında… Artık hiç kimse dünya tarihine bu güne kadar olduğu gibi bakmayacak. Dürüst karakterli hiç kimse evrim teorisi safsatasına dönüp bakmayacak ve bunların kitaplarını, belgesellerini ve programlarını izlemeyecek. Bunların okullarda ders kitaplarında bulunmasına da izin vermeyecek.

Bu gidişatın çok yakında bu neticeyi vereceğini gören, bu son yazımla birlikte buna emin olan ve ümitsiz de olsalar her şeye rağmen sabaha kadar uyuyamayıp hemen bir şeyler yapmak isteyen kişiler de çok oldu. Bunların başını da yine Yahudi/Satanist kişiler çektiler.

Türkiye’de de gizli Yahudi Youtuberlara hemen talimatlar verildi. Gizli Yahudi Barış Özcan bu gecenin sabahında “Nazca çizgilerinin sırrı” başlığı ile kuru gürültü bir video paylaştı.

Herkes izlesin, bu video, bu gizli Yahudi ve art niyetli Barış Özcan’ın gerçek yüzünün kısa sürede görülmesinde büyük paya sahip olacak. Çünkü video büyük panikle, dersini çalışmadan, art niyetle, çok sayıda açıklar verilerek ve aceleyle hazırlanmış

https://www.youtube.com/watch?v=4AgrxE11hG0

Satanist Barış Özcan’dan zaten başka bir şey beklenmezdi

İblis’e insan kurban edilen satanist ayinlerine de katılan gizli Yahudi Barış Özcan’ın hazırladığı bu videoda, dördüncü dakikada, şu gördüğünüz görüntü paylaşılmış.

Nazca’da görülen çizgilerin bir benzerinin Kentucy’de, 7 Ağustos 1982 tarihinde, altı kişi tarafından, sadece sopalar ve ipler kullanılarak çizildiği iddia edilmiş. Zaten bakarsanız internette, onlarca farklı lisanda bu iddia hep yazılmış. Lakin iddia edilenler doğru değil, bu hususta da gerçekleri bilenler var ki bu çizimi de dünyadaki uzaylılar çizdiler. O altı kişinin arasında biyonik robotlar vardı, gayet de yüksek teknoloji kullandılar ve o çizim de havadan çizildi.

CIA’ya bağlı olduğunu bildiği Yahudi kişilerden sürekli talimatlar alarak videolar hazırlayan ve on binlerce çok zeki ve bilgili Müslüman Türk Youtuber sansürlenirken CIA’nın Youtube’nda haksız şekilde markalaştırılan Barış Özcan, isterse yanına beş normal insan alsın, biraz da sopalar ve ipler alsın, 350 metreyi bulan Nazca çizimlerinden birini Türkiye’de istediği yerde çizsin. Ben yanlarına, onları gözetleyecek ve hile yapıp yapmadıklarını fark edecek onlarca kişiyi gönderir ve her safhasında video kayıtları aldırırım. Yapabilecekse kendisi bunu yapsın ve biz de sadece ip ve sopa ile yapılabildiğine kani olalım.

Bu hususta zorlanırsa, bu videosuna sponsor olan KAFT’ın kabalacı, büyücü, ayinci ve sadist ekibinden de yardım alabilir. Hatta KAFT’ın bünyesindeki hatta sözde eğitim verdiği bütün Yahudi, Satanist kişileri de yanına alsın, iddia ediyorum ki yine bu şekilleri bu isabetle ve bu büyüklükte çizemezler.

Eskisi gibi değil… Bu oyunu dünya genelinde bitirdik. Bu satanistlerin/yahudilerin her şeyini içlerinden, en derininden biliyoruz. Hepsini tanıyoruz, bütün inanç esaslarını, bakış açılarını, oyunlarını, ihanetlerini, teşkilatlarını ve tarih boyunca da insanlığa ve milletimize neler yaptıklarını da biliyoruz.

Bu yazıyı okuyan herhangi bir kişi, Barış’la gerçek bir görüşme ya da internet üzerinden bir sesli görüşme yapmamızı sağlayabilir. Ben buna şu anda da hazırım ve 10 dakika bile karşımda kale alınır cümleler kuramayacağını, CIA tarafından şişirilmiş bir piyon gizli Yahudi olduğunun tamamen meydana çıkacağını garanti ederim.

Merak edenler çoktur

Çok yıllar önce bu hususa dair paylaşımlar yapmıştım ama şimdi tekrar etmekte fayda var. Ben ömründe bir tek Erich Von Daniken kitabı bile okumadım. O en meşhur kitabı olan Tanrıların Arabası’nı da okumadım. Önsözünü ya da özetini de okumadım. Bir tane bile Daniken makalesi okumadım. Bir tane bile Daniken belgeseli izlemedim. Başka bir belgeselin bir iki dakikasında onun da görüşü sorulmuştu, o kadarını izlediğimi hatırlarım.

Erich henüz beş yaşlarında iken Türkiye’de, İstanbul’da Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, hem geçmişte yüksek bilim ve teknoloji çağları yaşandığını, hem de uzaylıların varlığını anlatıyordu. Bunları açıkça da anlatıyordu. Bu konulara dair giriş seviyesindeki bilgileri camilerde cemaate vaz ederken de anlatıyordu.

Yıllar önceki söz konusu paylaşımlarımda bu hususa temas etmiştim. Bizim cemaatimizin samimi ve gayretli mensupları bu hususları 1940’lardan beri biliyorlar. Hatta benim bu güne kadar anlattıklarım devede kulak misali, azıcık bilgi kırıntıları. Daha neler neler biliyoruz.

Bu mevzulara girilince sözü hemen Daniken’e götürüp onun üzerinden konuyu sulandırmak da ayrıca bir art niyet. Şu sayfalarda, kanallarda, bundan 7-8 sene önce bile, uzaylıların binlerce sene önce dünyamızda bulunduklarına, dünyada pek çok eser bıraktıklarına dair onlarca somut delil paylaştım. Dürüst olan hiçbir insan bunları görmezden gelemez ve tartışma hemen biter. Hem uzaylıların varlığı, hem binlerce sene önce de dünyamızda oldukları hem de dünyanın dört bir yanında izler ve eserler bıraktıkları en somut şekliyle ispatlı…

O halde Barış’ın ve benzerlerinin derdi nedir? Asıl endişeleri nedir? Daha dün bile Meksika hükumetinin bulduğu tabletleri gösteren videoyu bilmem kaçıncı tekrarla paylaştım. Bu Barış Özcan gibilerin şifası yok. Çünkü gerçekleri bilmiyor değiller. Görmüyor değiller. Uzaylıları getirip karşılarında konuştursanız bile inkar etmek zorundalar. Zaten en başından beri gerçek olduğunu bile bile inkar ediyorlar.

Şu kısmının tartışması gerekiyor: Bunlar bu gerçekleri kabul edince dünyada ne gibi değişmeler olacak, neler yaşanacak ve bunlar neler kaybedecekler.

Mehmer Fahri Sertkaya

Dünyalarından kaçtılar, dünyamıza bela oldular

Bundan çok yaklaşık yüz milyon yıl önce, başka bir dünyanın insanları çok büyük bir harp yaşadılar. Bu harpte çok perişan oldular ve çok yüksek sayıda can kaybı yaşandı. Canını kurtarabilenlerden bir grup, çok sayıda uzay aracı ile dünyamıza geldi.

Öncelikle güney Amerika’da yerleştiler. Arkalarından takip edilmek ve saldırıya uğramak endişesi yaşadılar. O zaman dünyamızda bir Adem ile Havva ve bunların evlatları/nesilleri yoktu. Yani dünyada o gelenlerden başka insan yoktu. Böyle olsa da yeraltında yaşamaya karar verdiler. Çünkü bir gün peşlerinden gelineceğine ve saldırıya uğrayacaklarına emin gibiydiler.

Bizden kısa boyluydular, gri renkli derileri vardı. Bilim ve teknolojide uçuk seviyeye gelmişlerdi. Din, namus ve ahlakta ise o nispette gerilemiş, dibe vurmuşlardı. Kural tanımaz, merhamet etmez, utanmaz, sürekli birilerine ya da bir yerlere zarar vermezlerse uyuyamaz hale gelmişlerdi. Adeta kötülükle beslenir, gıdalanır olmuşlardı.

Sığındıkları dünyamızda, daha çok Peru, Bolivya, Şili, Arjantin taraflarında ikamet ettiler. Yer üstünde çok az sayıda bina inşa ettiler. Yerin kilometrelerce altında ise çok geniş yeraltı şehirleri tesis ettiler. Gelirken yanlarında kendi dünyalarından bazı hayvanlar, bitkiler, toprak numuneleri ve sular ve teknolojik cihazlar da getirdiler.

Dünyamıza kurulduklarından bir süre sonra, dünyamızı, üzerindeki hayatı çok ileri teknoloji ile incelediler. Daha sonrasında ise niyetlerini bozdular ve hiç yapmamaları gereken işlere giriştiler.

Kendi dünyalarından getirdikleri hayvan ve bitki türlerinin bizim dünyamızın tabiatına uyum sağlayıp sağlamayacağına bakarak işe giriştiler. Onları tabiata tam olarak salmadan önce bazı yerleri çitlerle çevirdiler ve onları oralara salarak gözetlediler.

Sonra dünyamızın tabiatına uyum sağlayabilenleri tabiata saldılar. Uyum sağlayamayacaklarını düşündükleri hayvanların ise genleriyle oynadılar. Bir zaman geldiğinde bu işte daha da ileri gittiler ve bizim dünyamızın hayvanlarıyla, kendi dünyalarından getirdikleri hayvanların genetik kodlarını birleştirmeye başladılar. Melez hayvan türleri türettiler. Bunları da hemen tabiata salmadılar da etrafı çevrilmiş geniş alanlara bırakarak gözetlediler, incelediler.

Dünyamızdaki hayvan ve bitki türlerini de sınıflandırdılar. Her sınıftaki hayvanları detaylıca incelediler. Bunların hepsinin genetik kodlarını elde ettiler. Sonra Peru Nazca merkezli kurdukları o muazzam tesiste yüzyıllar boyunca hayvanların ve bitkilerin genleriyle oynadılar. Çok ileri seviyede genetik mühendisliği yaptılar.

Uçan daireleri bol miktarda vardı ve bu tesisi havadan da gözetliyor, inceliyorlardı. Çok geniş ormanlık arazide, havadan gözetleme yaparken, hangi hayvan türü için ayrılmış sahanın üzerinde bulunduklarını karıştırdıklarından ötürü, bir süre sonra her sahaya o hayvanın resimlerini çizdiler. Yukarıdan net görülebilmesi için hayvan çizimlerini yüzlerce metre büyüklüğünde ve kusursuz bir şekilde çizdiler.

Toprağa çizdikleri bu şekilleri, uçan daireleriyle çok kolayca ve toprağın kimyasını bozarak, atomlarını yakarak yaptılar. Böylelikle uçan araçlarıyla havadayken, yüzlerce hayvan sınıfından hangisinin testlerinin yapıldığı arazinin üzerinde olduklarını hemen anladılar.

Resimde gördüğünüz sahaya da maymun şekli çizdiler. O zamanlar dünyamızda bu görülen şekle benzeyen üç beş maymun türü vardı. Maymunlar öyle fazlaca insana benzemezlerdi. İşte bu gelen kuralsızlar, başka bir dünyadan cennet misali olan dünyamıza gelen bu başka insan türü, maymunlar üzerinde de çok oynadı.

Yaptıkları genetik mühendisliği çalışmaları sırasında maymunlarla kuş türlerinin, maymunlarla aslanların, maymunlarla mümkün olabilen her türlü hayvanın kodlarını birleştirdiler. Bu denemelerde suni rahimler de kullandılar. Yani taşıyıcı anne bir hayvana bile ihtiyaç duymadılar. iyi netice elde edilmediği hemen görüldüğünde, türettikleri o yeni türleri hemen itlaf ettiler. İlk bakışta sorunsuz görünen hayvanlar türetebildiklerinde ise etrafı çitlerle çevrili geniş sahalara yayarak bir süre incelediler. Bu süreçte bir zaman geldiğinde maymunlara kendi insan genlerinden bile eklediler. O zamanlar orangutanlar da yoktu, bu kadar geniş maymun çeşitleri de yoktu, maymun insanların bu derece benzerliği de yoktu.

Sadece maymun türleri türetmek için çok çalışmadılar. Akıl almaz hayvan türleri türetmek için de çok çalıştılar, çabaladılar.

Bir zaman geldiğinde dünyamızın yırtıcı kuşlarıyla, yırtıcı sürüngenlerinin kodlarını da birleştirmeye başladılar. İşte dünyamıza ve kendilerinden sonra milyonlarca sene boyunca dünyamıza gelecek ve dünyamızda yaşayacak olan dünya insanlarına, en büyük kötülüklerden birini de bu şekilde yaptılar.

Bu kısımda çılgınca sonuçlar aldılar. Kuş denilse değil, yırtıcı sürüngen denilse değil, acayip bir canlı türünü, dinozorları türettiler. Hatta çeşit çeşit farklı kod birleştirmeleri yaparak, çeşit çeşit dinozor türleri de türettiler. Zaten bir süre sonra dinozor çeşitleri de kendi aralarında çiftleşerek ayrıca yeni dinozor türlerinin türemesine sebep oldular. Üzerine tahminen 30-40 milyon yıl geçene ve soyları tamamen kurutulana kadar, bu dinozorlar hep insanlığın başına bela oldular. Çok canlar yaktılar. Tabiata da çok zararlar verdiler. Kendileri de gün yüzü görmediler, rahat etmediler.

Tıpkı timsahlar gibi…

Daha önce yazmıştım. Deniz iguanalarından, ahtapotlara ve timsahlara kadar pek çok hayvan türünün gerçek hikayesi, hiç de zan ettiğimiz gibi değil…

Gelirken yanlarında getirdikleri hayvan türlerinden biri de timsahtı. Lakin onların kendi gezegenlerinden alıp getirdikleri timsahlar, aslında nispeten çok daha uysal, daha az yırtıcı hayvanlardı. Getirdikleri timsahın sonra burada genleriyle oynadılar. Daha vahşi, yırtıcı, zararlı bir hayvana dönüştürdüler. Derilerinin kalınlığını ve doku yapısını bile değiştirdiler.

O günden beri de ne timsahlar rahat ettiler, huzurlu yaşadılar, ne de insanlar ve hayvanlar… O günden beri sayısız dünya insanı bu kasten vahşileştirilmiş timsahlar nedeniyle can verdiler ya da ağır aralandılar hatta uzuvları koptu ve bu hala devam ediyor. O günden beri kilometrelerce yol giderken yol üstünde su bulan hayvan sürüleri, suya korka korka yanaşır oldular. Çünkü timsahlar hep buralarda pusular kurdular, kuruyorlar. Daha da önce de dediğim gibi, timsahlar bu dünyanın tabiatına hiçbir fayda sağlamadılar ve aksine olarak hep zararlı oldular. Şimdi yok olsalar, hem kendileri, hem hayvanat, hem insanlık kurtulmuş olur.

Bu genetik mühendisliği işinde o kadar sınır tanımaz tavırlar sergilediler ki bir süre sonra kendileri üzerinde de ileri seviyede denemeler yaptılar.

Dünyada kuvvetli, bazı yönleri değişik ve faydalı gördükleri hayvanların genlerini kopyalayarak kendi türleri üzerinde denediler. Bir anne ve baba uzaylıya ihtiyaç bile duymadan, suni rahimlerde kendi türlerinin doğmasını zaten sağlayabiliyorlardı. Bunun üzerine söz konusu hayvan kodlarını da eklediler ve neticelerini gözetleyip incelediler. Kendi türlerini bile değiştirmeye, bozmaya kalktılar. Bir süre sonra kanlarının rengi yeşile döndü. Ciltlerinde ise artık grinin haricinde yeşile çalan kısımlar da görülür oldu. Bu denemelere de yüzlerce sene devam ettiler.

Dünyayı her geçen gün daha çok bozuyor, darbeliyorlardı ki saldırıya uğradılar.

Şükür ki bunların düşmanı olan başka bir uzaylı insan türü bunların izini buldu. Hiç beklemeden çok ağır bir saldırı yaptılar. Nükleer bomba teknolojisinden çok çok daha ileri silahlarını, bunların üzerlerine üst üste attılar. Bu insanlıktan çıkmış uzaylı insan türü, nihayet belasını buldu. Aralarından çok çok azı sağ kaldı. Diğerleri cehennemi dünyada yaşarcasına dehşetli saldırılar altında feci şekillerde can verdiler. Saldırı ihtimalini hep göz önünde bulundurarak sığınaklar ve ihtiyaç duyulacak araçlar, cihazlar hep hazırda bekletiliyordu. Buralara sığınarak kaçanları bir avuçtular ama iki farklı gezegene giderek insan şeytanlığı yapmaya oralarda devam ettiler. Bize de çok yaklaşık yüz milyon yıldır bunların şeytanlıklarının sıkıntılarını çekmek kaldı ve hala çekiyoruz.

Peru, Şili, Bolivya ve Arjantin’de bir kısım toprak, bu saldırıda tamamen yanarak çölleşti. Yeraltı üslerinin tamamına yakını imha edildi.

Bu konularda çok daha fazla şeyler yazacağım, anlatacağım.

O zaman o büyük saldırı yaşandığında, Nazca ve çevresinde pek çok yer aniden yandı. İnsanlar, binalar, ağaçlar, hayvanat ve hatta toprak yandı.

Hemen çölleşme olduğu için Nazca çizgileri denilen bu çizgiler, bu izler milyonlarca senedir kaldılar, yok olmadılar. Çünkü güneş hep kuru tuttu, yağış almadı ve öylece kalakaldı.

Aslında oraya sadece çizgi çizmediler. Toprağı lazer benzeri bir teknikle yaktılar, çizgiler boyunca kanal açtılar ama o çizgilerin/kanalların içine bu gün hologram dediğimiz teknolojiye benzer bir teknoloji de yerleştirdiler. Bu kanallardan yukarı doğru lazer ya da hologram diyebileceğimiz ışıklı görüntü verildi. Gökte bile bu hayvanatların şekilleri görülüyor ve bu şekillerin altına düşen kısımda bu tür hayvanların toplandığı, incelendiği hemen anlaşılabiliyordu.

Bu çölleşme bu güne kadar kaldı.

Milyonlarca yıl geçti ama bölge yeşermedi, yeşermiyor. Dünyanın en sıcak ve en kurak çölü de bu bölgedeki Atacama çölü…

Şili, Peru, Arjantin ve Bolivya sınırları içinde yer alan bu koca çöl, bilim adamlarına sorarsınız, Büyük okyanusun yakın kısmındaki soğuk su akıntısı nedeniyle hep çöl olarak kalmış. Su soğuk olunca güneş oralarda okyanus suyunu buharlaştırmamış ve bu da göğe suyun/nemin yükselmemesine sebep olmuş, neticesi olarak da oralar hiç yağmur yağmayan yerler olarak kalmışlar.

Okyanusa bu derece sıfır/yakın bir arazinin/çölün, milyonlarca yıldır hiç yeşermemesi, izah edilebilir şey değildir. Bunun izahı için Humboldt Akıntısı denilen bu soğuk akıntı sebep gösterilir.

Sarsıcı bir gerçek de şudur ki Humboldt Akıntısı denilen şey de suni yollarla ve uzaylılar tarafından sağlanmış bir akıntıdır.

Söz konusu yerlerin hep çöl olarak kalmasını uzaylılar istediler ve istiyorlar. Çünkü milyonlarca yıldır dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, bu bölgede yeraltında da uzaylı tesisleri var. Bölgedeki çok geniş çölleşmiş arazilerin altında, çok geniş yeraltı şehirleri günümüzde de var.

Bunu, oralarda daha rahat yaşayabilmek, geceleri ve gündüzleri uçan dairelerle ya da başka araçlarla yeryüzüne ya da gökyüzüne çıktılarında nispeten daha rahat olabilmek için de yapıyorlar ama bir sebebi daha var. Kızgın kumlar güneşin yakıcı ışınları sayesinde aşırı derecede ısınıp ısıyı daha alt tabakalara geçiriyorlar. Bu alt tabaka kısmında ısıyı, elektrik enerjisine çeviren sistemler var. Yani yerin kilometrelerce altındaki gizli şehirlerin, üslerin sarf ettiği enerjinin bir kısmı bu çölleşmiş sahada oluşan ısı sayesinde elde ediliyor. Bu teknoloji, bizim güneş panelli elektrik üretme teknolojimizden çok çok ileri bir teknoloji…

Söz konusu dehşetli saldırı sırasında, buna karşılık vermeye de çalıştılar. Zaten kuzey Amerika’ya da az çok tesisler kurmuşlardı ve oralara da yayılmışlardı. Saldırı gelince, söz konusu yakıcı bombalardan kuzey Amerika’ya da atıldı.

ABD’deki Nevada Çölü de bu saldırıdan nasibini alıp çölleşen bir arazi. Bu saldırılarda düz zeminli araziler hemen yanıp kavrulup kuru toprak oldular ama dağlık, engebeli yerler de saldıraya maruz kalınca, adeta içten kavruldular. Aslında atılan bu yakıcı bombalar, yerin çok altındaki üsleri, şehirleri de yakması için atıldılar. Tesir güçleri çok fazlaydı. Böyle olunca, yerin üstündeki tepeliklerin ve dağların da sadece yüzeyini değil, iç kısımlarına kadar her yerlerini yaktılar. Dağlar içindeki kayalık kısımlar bile bu saldırıdan nasiplerini aldılar. Onların bile fiziki şekilleri değişti.

Böylelikle Nevada Çölünde ve daha başka çöllerde görülen o tuhaf yanık, kurak, tepelik/kayalık sahalar oluştu.

Bazı bölgelere atılan yakıcı bombaların şiddeti ise nispeten düşüktü. Oralara çok kuvvetli bombalar atmaya gerek görmediler. Hal böyle olunca da oralarda bir süre sonra yeniden yeşermeler oldu. Hiç değilse kısmi yeşermeler oldu. Bir de bombaların atıldığı yerden daha uzak çemberde olan yerlerde, nispeten daha az sıcaklık oluştu, daha az yanmalar oldu ve bu da kısmi çölleşmelere sebep oldu.

Mehmet Fahri Sertkaya|Akademi Dergisi

Su aygırlarına merhamet edilmeli

Su aygırları “ayar tutmamış hayvanlar” dediğim hayvan türleri arasındadır. Milyonlarca sene önce genetik bilimi günümüzden çok daha ileri seviyelere ulaşmışken insanlar tarafından türetilmiş bir hayvan türüdür. Su aygırlarını türetebilmek için timsahların ve fillerin genetik kodları da bu projede birleştirildi. Lakin hiç iyi bir şey yapılmadı.

Çünkü hayvanların genetik kodlarının birleştirilmesi işi, hiçbir zaman istenilen neticeleri vermedi. Su aygırları ve gergedanlar, üzerlerinde oynana oynana bir şekle sokuldular ama “en iyi” dedikleri hali bile ayar tutmadı.


Su aygırları o kadar ayarsız bir halde türetildiler ki milyonlarca senedir eziyet çekiyorlar. Gün başlarken kendilerini suya atıyorlar ve akşam olana kadar sudan çıkmak istemiyorlar. Çünkü bu canlıların ter ya da yağ bezleri bulunmuyor. Bu nedenle güneşin altında kavruluyorlar, çok acı çekiyorlar. Gün boyu güneşten kaçmak için suda durmaya mahkum oluyorlar.

Lakin, bu derece ayarsız türetilmiş bu hayvanlar için su da ayrı bir işkence oluyor. Suda yiyecek bir şey bulamıyorlar, çünkü ot oburlar. Ayrıca solungaç solunumu da yapamadıkları için su içinde rahatça duramıyorlar. Nefes tutmak zorunda kalıyorlar. Tamamen su içinde kısa süre için durmaları gerektiğinde bile önce derin nefes alıp kulaklarını ve burunlarını da tıkıyorlar. Başlarını mümkün olduğunca su dışında tutmak zorunda kalıyorlar. Bunu yapmak istediklerinde ise vücutları, ayakları, parmakları bu işe uygun olmuyor. Yüzerek başlarını/burunlarını su yüzeyinde tutmak onlara sürekli zahmet veriyor. Su kaynaklarının kenar kısımlarında, vücutlarını su içinde tutacak ama başlarını su üstünde tutacak yerlere muhtaç kalıyorlar.

Fil denilse, fil kalmamış ama timsah denilse, timsah da olamamış bir hayvan türü bu… Su hayvanı desek değil, kara hayvanı desek, o da değil. Ağzı ve dişleri bile düzgün değil. Doğru düzgün çiğneyerek beslenemiyor ve bu da sürekli olarak mide/hazımsızlık sorunlarına sebep oluyor.

Timsahlar gibi bu hayvanların da tabiata bir katkısı olmuyor. Bunların nesillerinin yok olması hiçbir tabii dengeyi bozmuyor. Öyle ise sorun kendinize, bu zavallı hayvanlar neden daha fazla bu eziyeti çeksinler?

Mehmet Fahri Sertkaya

Timsahların olmadığı bir dünya…

Şu sıralarda gizli yeraltı üslerinde çok ama çok büyük sorunlar yaşamakta olan, birbirlerine düşen ve çatışan, kendileri için artık bu gezegende gelecek görmeyen ve ümitlerini kaybetmiş olan Yeşilleri (Reptilianları) bu dünyadan tamamen kovduktan sonra, timsahların nesillerinin sonlandırılmasını da sağlayacağım.

Timsahlar bu gezegenin hayvanatından değiller. Yeşiller tarafından başka bir gezegenden getirildiler. Üstelik asıl timsahlar bizdekiler kadar vahşi de değiller. Bizim dünyamıza getirdikten sonra timsahların genetik kodlarıyla da oynadılar. Onların daha kuvvetli, daha sert derili, daha güçlü dişlere sahip ve daha yırtıcı olmaları için DNA’larına müdahale ettiler.

Milyonlarca yıldır dünyamızın insanları, dünyanın tabiatına ve insanlığa hiçbir faydası olmayan, üstüne pek çok zararı olan bu timsahların sıkıntısını çektiler, çekiyorlar. Timsahlar dünyamızda yok edildiğinde hem tabiat, hem de insanlık rahat bir nefes alacak. Tabiatın dengesinde hiçbir eksilme ve bozulma da olmayacak.

Mehmet Fahri Sertkaya

İnsan genleri taşıyan hayvanlara ne olacak

Tuhaf görünüşlü şu zürafalar, dinozorlar zamanında varlar mıydı?

O zamanda da zürafalar vardı ise, o tarihlerden kalan zürafa fosilleri bulundu mu? Bulunan en eski zürafa fosili kaç yıllık?

Zürafaların o boyunları tabii mi? İlk zürafalar laboratuvarlardaki suni rahimlerde mi doğdular? Zürafa türünün üretilmesi için kaç hayvanın genetik kodları birleştirildi? Kodları arasında devenin, leoparın, okapinin kodları da var mı?

Evrim teorisi safsatasını hala ayakta tutabileceğine inananlar var mı? Yazılarımdan/yönlendirmelerimden sonra dünyadaki birkaç ülkede, geçmişte de genetik mühendisliği yapıldığına, hayvan türleriyle oynandığına dair araştırmalar başlatıldı ama araştırmalardan elde edilecek ve dünyayı sarsacak sonuçlar dünya insanlığı ile şeffafça paylaşılacak mı?

Bir gün gelince dünya insanlığı “ayar tutmamış hayvanlar”ın soylarının kurutulmasına karar verecek mi?

Karada da suda da huzur bulamayan gergedanların, su aygırlarının ve benzeri hayvanların çilesi bitecek mi? Bünyelerine insan genleri yerleştirilmiş ve neticesinde ne maymun kalmış ne insan olmuş maymun türlerinin çilesi bitecek mi?

okapi

Kuş türlerinin kodlarıyla atların ve eşeklerin kodlarını bile birleştirerek zebraları türetmenin kime ne faydası vardı? Kuş kodlarıyla bile maymunların kodlarını birleştirmenin kime ne faydası oldu? Bazı iguana türlerinin neredeyse insanlaşacak ve akıllı/zeki bir mahluk zan edilecek kadar kodlarıyla oynamaya ne gerek vardı? Ne gerek vardı bazı iguana türlerine hem dünya insanlarının hem uzaylı insan türlerinin genetik kodlarını eklemeye?

Okapi

Anlatılacak o kadar çok şey var ama önce konunun uzmanlarına bırakacağım. Konunun uzmanları işlerini düzgün ve dürüstçe yapmazlarsa bir yandan gerçek dünya tarihini anlatırken bir yandan da onların çirkin yüzlerini bütün insanlığa anlatacağım.

Ya hayvan genleri taşıyan insanlara ne olacak? Şu yeşiller ya da bilinen adıyla Ye’cüc ya da şu son zamanlardaki isimleriyle reptilianlar ne olacaklar? Ne gerek vardı daha güçlü insanlar olabilmek için kendi genetik kodlarına yırtıcı hayvanlardan, sürüngenlerden ve daha onlarca hayvan türünden kodlar eklemeye? Şimdi yırtıcı hayvanlar kadar saldırganlar. Şimdi kendilerini insana benzemez bir hale getirdiler. Oysa Allah onları da en güzel surette yarattı.

Devlet adamları, din adamları, bilim adamları ahlaklı/namuslu olmayınca sadece insanlık değil, dünya, hayvanlar, bitkiler, her şey bozuluyor.

Mehmet Fahri Sertkaya – http://www.mfs.tv