Etiket arşivi: Genetik Mühendisliği

At ve eşek eti yemek haram değildir

Hayır mahzuru yok, eşek eti yemek dahi haram değil mekruh. Mekruh olmasının sebebi de günlük hayatta ve harp esnasında kritik ehemmiyete sahip olması. Hep elde at ve eşek bulunmasının müslümanları güçlü yapmasıydı. Bu nedenle mekruh dediler yenilmesine ama yine de haram denilmedi.

Orta asyada müslüman türklerde at yeniyor çünkü orada aşırıya gitmediler, buralarda fetvada aşırıya gidildi, haram gibi kabullenilir oldu.

At da eşek de inek kadar koyun kadar temiz hayvanlar, etleri de temiz ve dahi artık harp vasıtası ve günlük hayatın vazgeçilmez parçası değiller yani yemek mekruh bile değil, sütleri de haram değil.

Zebra yenir mi, bazı geyik türleri eşekten iri, neredeyse at kadar, yenir mi, onlar yenirse eşek ya da at neden yenmez?

Biyolojik olarak, temizlik olarak bakılınca aralarında bir fark var mı? At ya da eşek eti yediği için ölen oluyor mu? Dermansız bir hastalığın sebebi at ya da eşek eti yemek olarak mı tespit edilmiş ?

Şu anda Türkiyenin ya da dünyanın herhangi bir yanında bir kişi at ya da eşek çiftliği kursa, bunları eti ve sütü için besleyip çoğaltsa ve satsa kimse ona mani olamaz ve “haram iş yapıyorsun” diyemez. Ondan ürün alarak yiyenlere de kimse “haram yiyorsun” diyemez

Devlet sistemi, bu gibi müteşebbislere mani olamaz. Ben devletin başında resmen olsam, hemen at ve eşek çiftliklerinin yaygınlaşmasını sağlarım. Domuz çiftliklerine verilen devlet teşviklerini hemen kaldırır ve o destekleri de at, eşek, zebra, geyik çiftliklerine veririm.

Bu hususta şu da bilinmeli ki dört mezhepte de “haram” diyenler değil “helal” diyenler çoğunlukta.

Hanefi mezhebinde, imam ı azam ın iki büyük talebesi vardı. içtihat makamındaki iki büyük talebeleri olan İmam ebu Yusuf ve İmam Muhammed de haram demedikleri gibi mekruh dahi demediler. Mübah dediler. Bu iki imama “imameyn” denilir ve bir meselede İmam ı azamın içtihadı farklı, imameynin içtihadı farklı ise fetva imameyne göre verilir. Bu kısımları iyice kavrayıp müslümanları her devirde sevk etmek ise “hakiki” müftülerin vazifesidir. Bir de mekruh denildiğinde tenzihen yani helale yakın mekruh mu yoksa tahrimen yani harama yakın mekru mu meselesi var.

At eti için hanefi mezhebinden olup mekruh diyenler tenzihen mekruh demişler yani helale yakın mekruh. Bu hususta mesned/kaynak kabul edilen hadislere bakılınca da hz. peygamberimizin at keserek etini yemeyi harp sırasında men ettiği anlaşılıyor, .sefer/harp sırasında fetvalar başkadır, hazerde yani normal zamanda fetvalar başkadır

Eşek yenir mi kısmında ise herkes daha da bir geri tutmuş kendisini ve hala öyle yapıyo. Bu da ilim adamlarının yapmaması gereken bir şey. Elbette Allahtan korkulacak ve fetva vermede istekli olunmayacak ama onlar vebal endişesiyle fazlasıyla geri durduklarında işler bu kadar karışıyor ve asırlarca doğru fetva ve amel üzerinde ittifak edilemiyor.

Eşek eti de helal ve dahi eşekle atın cinsi birleşmesinden oluşan katırların etini yemek de helal. Çünkü, ikisi de yenmesi helal olan hayvanın cinsi birleşmesinden oluşan hayvanın eti de helaldir.

Şurası da bilinmeli ki pek çok alim evcil at ve eşeklerin etlerinin yenilmesini yasakladı. Baştan yazdığım gibi, müslümanların hayatındaki dengeler hesap edilerek böyle fetvalar verildi ve bir de zaten peygamberimiz (sav) harp sırasında bile evcil olmayan at ve eşeklerin yenmesini yasaklamadı.

On yıldan fazladır aynı hususları anlatıyorum. Müzik konusunda da bizi men eden onca hadis i şerifler ve bunlara dayanarak fetva vermiş alimler var lakin o hadis i şerifler, kadınların hatta yarı çıplak kadınların söylediği, yanında içkilerin içildiği, sözlerinde küfürler hakaretler ya da dinen sakıncalı kısımlar bulunan müzikleri yasakladı.

Koca koca ehl-i sünnet alimlerinden hatta hakiki mürşidi kamillerden, bunları göz önünde bulundurarak, “sınırları gözetilerek müzik çalmaya ya da dinlemeye” helal diyenler çok oldu. Müziğin her türlüsü her şartta haram olmadığı gibi, at ve eşeklerin etlerini yemekten ve sütlerini içmekten de her şartta men edilmedik. Hanefi mezhebinde olanlar için evcil ya da vahşi, tabitta ya da çiflikte yetişmiş at ve eşeklerin etlerini yemek de sütlerini içmek de serbest.

Diğer üç mezhebe gelince… Artık bu hususta da gerçekçi olmak ve ameldeki bu üç hak mezhebin de artık unutulan, yok olan mezheplerden olup olmadıklarını seviyeli şekilde tartışmak lazım.

Zira bu mezheplerin hakiki müçtehid olan imamlarının peşinden giden hakiki alimler asırlardır yok. Maliki ve Hanbeli olanları geçtim, günümüzde Şafii mezhebine tabi olanlar bile bir çıkmazın içindeler, açıkça gözler önündeki bocalıyorlar. Çünkü tabi oldukları o hak mezhebe tabi olmuş hakiki mezhep içi imamlara, fetva makamında müftülere ihtiyaçları varsa da dünya genelinde tarama yapılsa bile söz konusu alimlerin “hakiki” olanından yok. Kendisinin ne kadar eksik vaziyette olduğunu bilse de o makamda imiş gibi gösterenleri var ama onların ise kendilerien bile faydaları yok.

Bu üç mezhebin içtihatlarından kaynaklara/kayıtlara geçen ve elde olan kısmı da bu mezhepleri ayakta tutmaya, var saymaya yetiyor mu, bunlar tartışılmalı.

Elde mevcut muteber kaynaklara göre, Şafii, Hanbeli ve Malikiler için de at eti yemek ya da sütünü içmek mübahtır. Mübah yani o işi/şeyi yapmaya izin verilir, yaparsan sevabı da yok günahı/azabı da yok demektir. Daha açık şekli ile at eti yemenin sevabı da yok, günahı da yok demektir.

Netice olarak, asırlardır dünyanın dört bir yanındaki müslümanlar at, eşek, katır, zebra ve daha pek çok hayvanı yemekten geri durdular, endişelendiler. Oysa bunların yenilmesinde mahzur olmadığına dair mezhep imamları gerekli fetvaları çoktan vermişlerdi ve kayıtlara da geçmişti. Asırlar boyunca bu hususlardaki “hatalı” geri duruş ve “aşırıya kaçma” hallleri, müslümanlara fayda değil, zarar verdi. Pek çok zor/elverişsiz coğrafyada bile at, eşek, katır, zebra ve benzeri hayvanların çiflikleri tesis edilebilirdi, pek çok “zor, yarı kurak” devirlerde bu davranış hayati faydalar sağlayabilirdi. Önümüzde yine zor ve yarı kurak ya da tamamen kurak devirler, coğrafyalar olacak. Bu hususların şimdiden sonra bile doğru anlaşılması çok faydalar sağlayacak.

Bence bu hususta da İblis’in çok “sinsi” oyunları olmuş. Alimlere de çok musallat olunmasını sağlamış, onların vesveselere düşmesini sağlamış. Elinden geleni ardına komamış ve bunca tertemiz, yenilebilir, sağlıklı, eti-sütü faydalı hayvanlar varken bütün dünyanın o pislik ve hastalık kaynağı domuz çiftlikleri ile dolmasını sağlamış.

Bu gün dünya insanlarının başına bela olup duran pek çok fiziki ve ruhi hastalığın kaynağı hep domuzlar ve dolayısıyla domuz çiftlikleri.

Bu kadar temiz hayvanlar varken insanların domuz yemesi için çok sinsi oyunların hem İblis hem deccal tarafından eş zamanlı olarak oynanadığı anlaşılabiliyor. Lakin dünya insanlığının hemen üzerine düşmesi gereken başka sarsıcı gerçekler de var. Dünyada, son zamanlarda genleri ile oynanarak türetilmiş inek ve koyun cinsleri var.

Söz konusu inek ve koyun türlerine türlü isimler konulmuş ve İblis ile deccalin kontrolünde olan batı aleminden doğu alemine doğru bu cinsler büyük bir hızla yayılmış ve hala daha fazla oranda yayılmaları sağlanıyor.

Devletlerin kontrolünü ele geçirmiş masonlar üzerinden de güya bilimsel kararlar ve tıbba uygun, akla ve mantığa uygun kararlar gibi gösterilerek ayrıca oyunlar oynanıyor. Bu sayede de söz konusu sonradan türetilmiş cinslerin hızla yayılması sağlandı, sağlanıyor.

Oysa söz konusu sonradan türetilmiş cinslerde, genetik kodlara sinsice müdahale edilmiş. Bunlara domuz genleri dahi katılmış.

Bir yandan domuzlar gibi pisliğe, kendi gübresine dayanıklı olsunlar, sürekli hastalanmasınlar ve kayıplar azalsın istenmiş ama bir yandan da hala domuz yediremedikleri ve domuz yediremedikleri için insanlıktan çıkartamadıkları insan topluluklarını hedef almışlar

Eş zamanlı olarak bu hayvanlar üzerinden, bunların etlerini yiyen ve sütlerini içen insanların da sağlıklarını bozmaya kastetmişler.

Söz konusu sonradan türetilmiş cinslerden olan hayvanlara da hayatları boyunca türlü türlü sözde aşılar vuruluyor.

Bu sözde aşıların, hayvanların sağlığı için olduğu söyleniyor ama bu hususta mason, yahudi, satanist kontrolünden çıkartılmış, hainlerin elinden alınmış bir devlet idaresinin “hakkaniyetli” bir çalışma yapması gerekiyor.

Bu cinslerden olan hayvanlarla tam olarak neler hedeflenmiş, ne seviyeye kadar kastedilmiş.

Sözde aşılar da üzerine gelince o hayvanların bünyelerinde, etlerinde, genlerinde neler oluyor.

Bunları yiyenlerin, ya da bunlardan sağılan sütleri içenlerin ya da söz konusu sütlerden imal edilen süt ürünlerini tüketenlerin vücutlarında neler oluyor.

Bunların bir an bile kaybedilmeden soruşturulması, araştırılması gerekiyor ki her köşe başının hastahane, her evin hasta dolu olduğu şu “vahşi” zamanın son bulması sağlansın.

Merada ya da tabiatta serbest şekilde yetişen, istediği kadar hareket edebilen, koşabilen at ve zebranın etinde yüksek protein var. Özellikle çocuklara zebra eti yedirilmesi son derece isabetli bir karar olacak. Bağlanmadan, serbest şekilde ve sağlıklı şartlarda yetiştirilen zebraların etleri, inek etlerinden daha sağlıklı, daha besleyici ve daha çok proteine sahip.

Yine tavşan etinin yaygılaştırılması ve merada ya da tabiatta istediği kadar hareket ederek ve sağlıklı beslenerek yetişmiş tavşanların etlerinin öncelikle çocuklara yedirilmesi de bir kırılma noktası oluşturacak. İnsanlığın sağlığını baştan ayağa düzeltmesine vesilelerden biri olacak. Tavşan etinde de yüksek protein var.

Domuz eti ise şimdiye kadar sayısız kere incelendi de temiz olmadığı, sağlığa zararlı olduğu gözler önüne çıktı. Tıpkı eşcinsellerin AİDS yaydıklarının görmezden gelinmesi gibi, söz konusu mason, yahudi ve satanist idarecilerin elinde olan devletler, domuz etinin sağlığa zararlı olduğunu da görmezden geldiler, geliyorlar. Çünkü hem deccal hem de İblis onlardan böyle davranmalarını istiyor. Çünkü tam kadro olarak insalığın düşmanı olan bir teşkilat bu Ankebut Ağı…

Şu geyiklerin, yüksek protein dolu olan etleri tam bir şifa kaynağı… Yine nispeten yüksek proteinli olan geyik sütü ise ayrıca şifa kaynağı. İstenseydi dünyanın pek çok yerinde geyik çiftlikleri dolardı. Eti ayrı, sütü ayrı, derisi ayrı, boynuzları ayrı değerlendirilirdi. Yaygınlaştıkça fiyatları da düşerdi ve bu da insanlığa yararlı olurdu. Kuzey ülkelerinden, yıllık hasılasının epeyi kısmını geyikten elde eden ülkeler olurdu. Yetiştirip de dünyaya bol bol satarlardı. Bunlara hep kasıtlı olarak mani olunuyor. Böyle şeyler yapılıyormuş, serbestmiş gibi gösterilse de gizli gizli, sinsi sinsi önleri kesiliyor. Yaygınlaşmasına izin verilmiyor.

İblis az önce Asya ülkeleri tarafına koştu, gitti. Yazılarım oralardaki ülkelerde bulunan yüksek sayıda kişi tarafından tercüme ediliyor. Üzerinde tartışılıyor, kararlara tesir ediyor yazdıklarım. Bu hususta yazdıklarımı anlayamasınlar, topluca yanlış anlasınlar, idrakleri kapansın, daralıp bunalıp konuyu bıraksınlar diye İblis onlara kendi elleriyle topluca büyüler yapıyor şu anda… Emrindeki cinlerini sevk ediyor İblis o Asyalı insanların üzerine… Çünkü en çok da Asya tarafından gıda/yiyecek hususunda ayarı bozmuş, insana yakışmayan şeylerin yenilmesini sağlamış o İblis…

Ve insan ne yerse yesin, yediklerinin hem bedenine hem de ruhuna tesiri vardır. Manevi/metafizik tesirleri vardır. Vakti gelince, geniş bir zamanım da olursa yenilenlerin metafizik tesirlerini de açar izah ederim

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

IŞİD, Nusra, Kaide militanı olmayı tercih edenler arasında genetik kod bağı var

Afganların büyük bir kısmıyla, Suriye’de ve dünyanın farklı yerlerinde IŞİD, Nusra, Kaide militanı olmayı tercih edenler arasında genetik kod bağı var. Kökleri bir…

Ve gerçekten de çok ciddi seviyede ve bir an önce müdahale edilip düzeltilmesi gereken bir genetik kod sorunu var.

Mehmet Fahri Sertkaya

Yırtıcı hayvanlar insanlara zarar vermeyecekler


Ahir zaman hadislerinde genetik mühendisliğinden bahsediliyor

Bir gün gelecek, genetik mühendisliği ile türetilmiş ve ayar tutmamış hayvanlara, bitkilere hatta insan türlerine ve ırklarına, yine genetik mühendisliği ile müdahale edilecek. Sorunlar çok büyük oranda çözülecek. Sonradan türetilmemiş olsalar ve dünyanın tabiatında baştan beri var olmuş olsalar da sonradan genetik kodları kısmen değiştirilen hayvanlar da düzeltilecekler. Ahir zamanı anlatan bazı hadis-i şeriflerde bunların yaşanacağı da haber verildi ve bizler ahir zamandayız.

Belki de bir kez daha kıyamet kopmadan önce, bir dahaki (bizden sonraki) Adem baba ve evlatlarına çok güzel bir dünya bırakabiliriz. Dünyamızda tabiatı, hayvanatı ve milyonlarca senedir devam eden ve çok can yakan sorunları çözecek kadronun içinde bizler de bulunabiliriz.

Bu güne kadar bu sahaya dair yazdığım onlarca yazımı okuduysanız, şu aşağıdaki hadis-i şerif meallerini bu temele dayanarak okuyunca kastedilen manaları zorlanmadan anlayabilirsiniz:

“(İsa peygamber, kaldırıldığı sema katından ahir zamanda yeniden dünyaya indirildikten) Sonra kırk sene ömür sürecek. Onun zamanında kimse ölmeyecek. Kişi, koyun ve hayvanlarına -haydi gidin, otlayın- diyecek. Onlar gidecekler, ekinin ortasından geçtikleri halde bir başak bile ağızlarına almayacaklar. Yılan ve akrepler kimseye eza etmeyecekler. Yırtıcı hayvanlar kapılarının önünde duracak da (insanlardan) kimseye zararları dokunmayacak… “(İmam Suyuti, Kıyamet Alametleri, Ölüm ve Diriliş, s. 184)


“İnsanlar arasındaki düşmanlıklar ve kin kalkacak. Akrep ve yılanların zehirleri olmayacak, hatta bir çocuk eliyle yılanla oynayacak da yılan onu sokmayacak. Kız çocuğu arslanı kaçmaya zorlayacak da arslan ona ilişmeyecek. Kurt, koyunlar arasında sanki bir çoban köpeği imiş gibi bekleyip duracak. Kabın su ile dolduğu gibi yeryüzü din birliği ile dolacak. Allah’tan başka kimseye ibadet edilmeyecek. Harp, kavga namına hiçbir şey kalmayacak… Yeryüzü gümüş sofrası gibi olacak. Bitkisini Adem’in zamanındaki gibi bitirecek. Bir salkım üzümle bir nefer doyacak. Bir grup insan tek narla doyacak. Bir öküzün fiyatı şu kadar olacak, bir kaç dirhemle bir at satın alınacak.”

Denildi ki:

“Ey Allah’ın Resulü! Neden at o kadar ucuz olacak? “

“Harp olmayacağı için ona pek lüzum kalmayacak.”

“Neden öküz o kadar pahalı olacak? “

“Yeryüzünün tamamı ekileceği için o, çok gerekli olacak..” (Ibn-i Mace benzerini Ebu Ümame’den nakletti, Büyük Hadis Külliyatı, Rudani, 5. cilt, s. 370-371-372)

Şimdi gelelim biraz daha derin kısmına…

Aslında hiçbirimiz bu dünyalara ait değiliz. Gerçek hayat da bu hayat değil. Maddenin, cismin sınırladığı hayat değil…

Biz aslında ahiret aleminden geldik ve yine ahiret alemine geri döneceğiz. Zaten ruhlarımız ölümsüz ve sonsuza kadar var olacağız. Zaten şu anda bir sonsuzluğun içindeyiz. Bu sonsuzluğun içinde, bir safhasında/aşamasındayız. Bu safhaya dünya hayatı ya da imtihan dünyası deniliyor.

İnsanların ruhları “ruhlar alemi” denilen bir alemde hep bir aradaydı.

Ruhlar ahiret aleminde yani yedi kat semanın üzerindeki o koskocaman alemlerden arş-ı ala’daki sema katında, içtima halindeki bir ordu gibi hep bir aradaydılar.

Lakin kimin hangi gezegene, hangi zamanda, hangi devlette, hangi anne ve babadan gönderileceği Allah tarafından takdir edildi. Sırası gelen, bir anne ve baba vesilesiyle dünya hayatına gönderildi, gönderiliyor, doğuyor, imtihan olunuyor, tercihlerini yapıyor ve sonra ölüyor. Ölünce ruh yine geldiği yere, ahiret alemine götürülüyor.

Aslında ruhlar aleminde iken herkes İslam dininin ve yaratılışın hakikatini biliyordu. Ruhlar aleminde topluca bir arada iken herkese her dini gerçek anlatıldı, gösterildi ve herkes hayretle bunları kabullendi. O sırada Allah bütün ruhlara aynı anda “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi ve bütün ruhlar “Evet, Rabbimizsin” dediler.

Lakin… Dünya hayatına gönderilenlerin çoğu, ruhlar aleminde “Evet Rabbimizsin” dedikleri halde dünya hayatında bunu inkar ettiler. Çünkü, Allah insanları bir anne ve baba vesileyle bu cismani/maddi aleme gönderirken bebeklik ve çocukluk çağları yaşanmasını, bu süreçte aklın olgunlaşmasını ama akıl olgunlaştıktan sonra, daha önce ruhlar aleminde gördüğümüz hakikatlerin hatırlanmamasını takdir etti. İnsanlar çocukluktan ergenliğe geçince, akıl tam olunca, ruhlar aleminde yaşadıklarını hatırlamaz halde oluyorlar.

Öldükleri anda uyanıyorlar

Böyleleri, dünya hayatlarında iken İslam dinini, Kur’an-ı Kerimi, hak peygamberleri, peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’yı (s.a.v.) inkar ediyorlar. Helal haram, günah, sevap, iyilik, kötülük diye ayırt etmeden yaşıyorlar.

Hayatları boyunca saymakla bitmez günahlar, isyanlar, zulümler ve türlü yanlışlar, kötülükler yapıyorlar. Sonra bilmedikleri ve beklemedikleri bir vakitte bir kaza, hastalık veya başka bir vesile ile ölüyorlar. Öldükleri anda uyanıyorlar.

Meşhur bir hadis-i şerifte hazret-i peygamberimiz (s.a.v.) “İnsanlar uykudadırlar. Öldükleri vakit uyanırlar” buyurdular. Yukarıda da anlattığım gibi, ruhlar aleminde yani ahiret aleminde iken her şeyi gören, duyan ve anlayan insanlar, dünya hayatlarında bir nevi uyku halindeler. Hatırlamıyorlar, bilemiyorlar ve iradelerine bırakılıyorlar. Tercihlerine bırakılıyorlar. Ya iman edecekler, ya etmeyip sonsuz cehenneme gidecekler. Ya iman ettikten sonra da salih ameller (hep iyi şeyler, sevap olan şeyler) yapacaklar ya da günahlara/yanlışlara batarak yine cehenneme gidecekler. Lakin bu ihtimalde iman etmiş oldukları için, ne kadar kötülük etseler de sonsuz olarak cehenneme değil, günahlarına kefaret olacak azabı çekecek süre kadar cehenneme gidecekler. Sonra da azap bitince cennete geçiş yapacaklar.

Dünya hayatı boyunca ruhlar alemini hatırlamayarak yaşayan insanlar, öldükleri gibi hemen hatırlayacaklar, hatırlıyorlar. Nasıl bir alemde olduklarını, nasıl bir sistem/dengeler/hikmetler olduğunu, kainatın aslında ne olduğunu, ne yaşadıklarını, nereden nereye gidip sonra ölerek geri döndüklerini anında biliyorlar.

Çünkü aslında insanlar Alem-i Arş’taki bir yerde durmaya/yaşamaya devam ederlerken, kısacık bir süre denilecek bir dünya hayatı için dünyaya da gönderiliyorlar. Burada bir beden sahibi oluyorlar, yaşıyorlar, ergen oluyorlar, akılları olgunlaşıyor, tercih haklarına bırakılıp imtihan olunuyorlar, ölüyorlar ve uyanıyorlar. Ölüm gerçekleşince aslında o yerde hep durmaya devam ettiklerini, asıllarının orada olduğunu, bir kopyalarının burada, dünya hayatında olup imtihan olunduklarını fark ediyorlar. Tekrar hatırlıyorlar.

Yani… Şu meşhur Matrix filmindekine benzer şeyler bunlar… O filmin baş kahramanı Neo, gerçek hayattan sanki kopya/sanal olan bir hayata, bir şeyleri başarmak için gönderiliyor ve sonucunda başarılı olup olamayacağı kişinin kendi iradesine, inancına, savaşma azmine göre belli oluyor. Fark şu ki o Matrix filminde gerçek alemden/hayattan sanal/hayali, rüya gibi bir aleme geçiliyor.

Oysa İslam dinine göre ise gerçek hayattan yani ahiret hayatından bu dünya hayatına gönderiliyoruz ve imtihan ediliyoruz ama bu dünya hayatı da yalan/sanal ya da rüya bir hayat değil. Bu hayat da gerçek bir hayat…

Bu dünyaki hayatımız “Kaybedersek de kaybedelim. Ne olur yani, bu bir rüya hayatı/alemi” denilemeyecek gerçek bir hayat… Ya da “Bu dünya hayatında kendimize, insanlığa, hayvanata, dünyaya ne kadar kötülük yaparsak yapalım. Burası gerçek hayat değil, sanal ve burada yaptıklarımızdan sorumlu olmayız” denilemeyecek gerçek bir hayat…

Burada söylediğimiz her sözden, yaptığımız her işten/eylemden sorumluyuz. Hatta söylememiz gerekiyorken söylemediğimiz sözlerden de sorumluyuz.

İblis, Yahudi alimlerini bu kısımda kandırdı

Bu güne kadar, Adem babamızdan son peygamber hz. Muhammed Mustafa’ya kadar gelen bütün peygamberler İslam dinin peygamberleridir. Hepsi de Allah’ın varlığını, birliğini, ahiret hayatını, kıyameti, yeniden dirilmeyi, mahşeri, hesabı, cenneti, cehennemi, azabı ve mükafatı anlattılar.

Davud peygamber de Süleyman peygamber de İsa peygamber de Zekeriyya ve Yahya peygamberler de Nuh peygamber de hepsi bunları anlattılar.

Bu peygamberlerin bazılarına ilahi kitaplar indirildi ki biz Müslümanlar bozulmamış haliyle Zebur’a da Tevrat’a da İncil’e de şüphesiz inanıyoruz. Onlar da hak kitaplar ama İblis onların tahrif olmasını, aslından bozulmasını sağladı. Çok oyunlar oynadı ve hala oynuyor.

Peygamberler insanların akıl/idrak derecelerine göre konuşurlardı. İnsanlara anlayamayacakları şeyleri anlatmanın zulüm/eziyet olacağını söylerlerdi. Kendilerine inanan kalabalık topluluklara dinin temel meselelerini anlatırken, aralarından seçtikleri zeki, samimi, dinine gayretli ve ilim/hikmet peşindeki azınlık kişilere ise İslam dinin derin mevzularını da anlatırlardı.

Şu yukarıda herkesin anlayacağı şekilde özet geçtiğim kısımları ve bunlardan çok çok daha derin kısımlarını böyle seçkin kişilere hep anlattılar. Musa peygamber de anlattı. O zamandaki samimi/salih kişiler bunları iyice kavradılar ve bu kişiler de daha sonraki nesillerden olan samimi/salih bazı kişilere anlattılar. Bu şekilde anlatılarak bu ilimler aktarılırken İblis de oyunlar kurdu.

“O halde bu dünya hayatı gerçek değil. Burası sanal/gölge bir hayat ve kısacık bir hayat. Biz aslında hep ahiret alemindeydik ve hala oradayız. Öyle ise bu dünya hayatında ne yaparsak yapalım sorumlu tutulmayız” şeklinde bir inanca kaymalarına sebep oldu. O günlerden bu güne kadar Yahudi hahamları “Zafere ulaşmak için akla gelen her şey caizdir” dediler ve akıl almaz şeyler yapıp yaptırdılar. Ve bu sözlerinin derinliğini soran Yahudilere de “Çünkü burası gerçek bir dünya değil” dediler. O günlerden bu günlere kadar ve bu günümüzde Yahudiler, bebeklere, çocuklara, kadınlara, masumlara, hayvanlara, ihtiyarlara, ormanlara, su kaynaklarına her şeye kıydılar, kıyıyorlar. Bu yaptıklarından ötürü azap çekmeyeceklerini zan ettiler, zan ediyorlar ama İblis’in oyununa geldiklerinden habersizlerdi, habersizler.

Yedi kat sema neden var. Paralel evrenler…

Hemen her seviyeden herkesin anlayabileceği şekilde ve en özet şekilde izah edeceğim.

Kısacık bir dünya hayatından sonra, ölüm dediğimiz şey yaşanıyor, ruhla beden ayrılıyor, kişi kendisine unutturulan dini gerçekleri öldüğü anda hatırlıyor “Eyvah, ben ne yaptım. Neden iman etmedim, neden doğru tercihlerle yaşamadım” diyor ama iş işten geçiyor.

Çünkü Allah dünya hayatında akıl vermiş, tercih hakları vermiş, peygamberler göndererek ikaz etmiş, ilahi kitaplar indirerek ikaz etmiş ama o kişi hiçbirini umursamamış ya da yalancı peygamberlere ve sahte ya da bozulmuş kitaplara uymuş. Mazereti kalmamış. İtiraz etse de iş işten geçmiş.

Lakin insanların çoğu ölümden sonra hesaba çekilirken “Ey Rabbim, ben çok genç yaşta öldüm. Daha uzun yaşasaydım kesinlikle iman eder iyi şeyler yaparak yaşardım” diyecekler. “Ey Rabbim, ben daha iyi bir anne ve babadan dünyaya gelseydim ya da daha iyi bir zamanda, daha iyi bir milletin arasında dünyaya gelseydim kesinlikle doğruyu bulur, iman eder ve sonsuz hayatımı cennete çevirirdim. Şimdi burada bu halde olmazdım. Bu bir haksızlık değil mi? İşte şu kişi cenneti kazanmış ama onun annesi saliha, babası da salih zatmış. Ayrıca İslam’ın çok yaygın olduğu bir zamanda dünya hayatına gönderilmiş. Benim şartlarım öyle miydi? Bu haksızlık değil mi?” diyecekler. Ve bunlara benzer çok sayıda itirazlarda bulunacaklar.

O büyük mahkeme, öyle bir mahkeme ki kimsenin savunma hakkı engellenmeyecek. Herkes kendini savunacak, sözlerini söyleyecek ama onlara kayıttan bir şeyler izletilecek.

“Ey kulum! Sen iyi bir anneden ve babadan dünyaya gelseydin ve iyi bir zamanda dünyaya gelseydin, yine de kötü bir kul olarak yaşayacak ve ölecektin. Bak, izle” denilecek.

Neyi mi izleyecek? Günümüzde paralel evrenler denilen yerleri…

Küçücük bir uzay var ve onun üzerinde her biri farkla büyük olan yedi kat sema var dedik. Bunlar boş yere yaratılmadılar.

Başka neler var tam olarak bilemiyorum şimdilik ama oralarda paralel evrenler denilen yerler de var.

Yani oralarda insanların kopyaları da yaşıyor. Bu merkez/asıl yerde yani uzay içindeki gezegenlerde/alemlerde yaşayan insanların ve cinlerin kopyaları, yedi kat semanın içindeki alemlerde de yaşıyorlar.

Bu dünyada işte bir mfs var ama yedi kat semanın içinde kalan kısımlarda belki binlerce belki de yüz binlerce mfs daha var. Bu dünya hayatında imtihanı kazanmış ya da kaybetmiş insanlar ve cinler, o paralel evrenlerde/hayatlarda farklı şartlarda dünyaya geliyorlar.

Yani dünyamızda bizlere tam bir irade verilmiyor. Cüzi/kısmi bir irade veriliyor. Annemizi, babamızı, dünyaya geldiğimiz çağı, dünyaya geldiğimiz devleti, akrabalarımızı v.b. birçok şeyi tercih hakkımız yok. Yarın ahirette hesap sırasında türlü bahaneler öne sürecek kullara işte buralarda yaşatılan hayatları izletilecek. Çünkü oradaki her bir kopyada bazı şartlar değişik… Mesela ben iyi bir anne, çok kötü ve zalim bir babadan dünyaya gelmişsem, paralel evrendeki bir yerde hem babam hem annem iyi insanlar oluyor. Bir başka paralel kısımda ise hem babam hem de annem kötü oluyor. Bu hayatta mesela yüksek bir makam ile imtihan olunup bunun hürmetine tepetaklak olup imtihanı kaybedecek şeyleri yapmışsam, paralel kısımda bir yerde de sade bir vatandaş gibi makamım olmadan yaşadığım bir hayat var. Ana kırılma hatları denilebilecek kısımların değiştiği çok yüksek sayıda paralel hayatlar var.

Bütün hayatların sonu ise aynı yere çıkıyor. Burada kaybeden, o binlerce ya da yüzbinlerce değişik hayat şartlarında da kaybediyor. Burada kazananlar oralarda da sonunda kazanıyorlar. Allah o kadar adil ki bunları kulları görsün ve mahkemede itiraz edemesin, etse de netice elde edemesin, haksızlığa uğradığını zan etmesin diye paralel hayatlar da yaşatıyor.

Kimse itirazından sonuç alamıyor

Hal böyle olunca herkes itiraz konusu hayat şartlarının değişik olduğu paralel hayatlardaki halini, kararlarını da biliyor ve kimsenin itirazı bir fayda sağlamıyor.

Kısacık bir dünya hayatında nefsine ve şeytanlara (kafir cinlere) kulak verip onları dinleyen insanlar, sonsuz hayatlarını cehennemde geçirmek zorunda kalıyorlar.

Bu dünyanın hafife alınabilir bir yanı yok. Bu gezegendeki insanlar da cinler de… Diğer kat trilyonlarca gezegendeki insanlar da cinler de imtihan için bu gezegenlere/alemlere gönderildiler. Herkes aklı başına geldiğinde hayatı sorgulayıp, gerçekleri arayarak bulup iman etmekle ve ardından iyi işler yapmakla sorumlu. Kadınlar da erkekler de… Sadece akılsız/deli olanlar sorumlu değiller. Yarın hesap gününde kimsenin bir mazereti fayda vermeyecek. Müthiş bir adaletli muamele yapılacak ve cennetlik cennete, cehennemlik ise cehenneme konacak. Bir daha da hiçbir kul dünya hayatına geri gönderilmeyecek ve sonsuz hayatını değiştirecek şekilde yaşama fırsatı verilmeyecek. Herkes ne yapacaksa şu kısacık dünya hayatında yapacak, yapmalı.

Cennette suretler başka olacak

Bu dünya hayatında pek çok gezegende başka başka suretlerde insan türleri ve cin türleri var ama mahşerden sonra cennete girilirken suretler değişecek. Cennette bütün insan türlerinin sureti aynı olacak. O suret, bizim dünya insanlığının suretine çok benzer olacak. Şu dünya hayatında bazı gezegenlerde bizim bir karışımız boyunda olan ya da bizim iki katımız boyunda olan insan türleri de var ve onlar da bizim dünya insanlarının suretleri gibi olacaklar. Hatta çok daha güzel olacaklar. Cennnette sıkıntı diye bir şey olmayacak. Uyku bile olmayacak. Bedenler bile kirlenmeyecek ve bedeni temizlemek bile gerekmeyecek. Daha neler neler…

Saatlerce sesli anlatmak lazım ama akıl sahibi olanlar bu kadarı ile bile temel tercihlerini doğru yaparlar, yapmalılar. İyice bilinsin ki biz ırkçı değiliz. Biz madde/para, makam, şöhret peşinde koşarak mücadele edenlerden de değiliz. Biz insanların ve cinlerin hidayeti için çırpınan kullarız. Kimseyi kendi sistemimize ya da idaremiz altına çağırmıyoruz. Herkesi İslam dinine çağırıyoruz. Ne kadar çok insanın ve cinin doğru tercihleri yapmasına vesile olursak bize o kadar sevap var ve ahirette ona göre nimetler mükafatlar var ki oranın nimetleri hiç bitmez. Buradakilere de benzemez. Akılların almadığı nimetler ve mükafatlardır onlar…

Bir Yahudi samimiyetle bu hakikatleri kabul eder de iman edip Müslüman olursa sadece kardeşimiz olur. Bizden sadece kardeşlik görür. Bir yargılama değil bir kınama bile görmez. Çünkü İslam’ı tercih etmeleriyle birlikte o ana kadarki bütün günahları silinir ve af olunur. Allah bile af etmişken bize söz mü düşer.

Uzaylı insan türleri ya da uzaylı cin türleri arasından bu hakikatleri duyarak iman edenler de sonsuz kurtuluşa ererler. Onlar da kardeşlerimiz olurlar ve bizden kardeşlik görürler. Onların da iman ettikleri ve Müslüman oldukları ana kadar işledikleri bütün günahlar Allah tarafından af edilir.

Bu, bütün diğer kullar gibi fani bir kul olan mfs’nin, dini manada kainatın merkezi olan dünyadan yazdığı bir yazıdır ve ilmi, gayreti yettiğince yaptığı bir özet izahattır. İnsan olsun, cin olsun, dünyalı olsun ya da uzaylı olsun, bütün akıl sahipleri bunu okuyup tercihlerini zaten yaparlar

Ses Kaydı-17 Haziran 2021

Mehmet Fahri Sertkaya

Hem dev, hem de tembeldi…

Genleri üzerinde çok oynanarak, karmakarışık yapılarak, ayar tutmamış halde türetilen çok sayıda tembel hayvan vardı, var.

“Megatherium” veya “Büyük Yaratık” da denilen, 1788 yılında Lujan nehri kıyısında fosili bulunan bu hayvan türü de bunlardan biriydi. Ağırlığı dört tonu bulabilen, ayakları üzerine dikilince altı metre yükseliğe ulaşabilen bu acayip hayvan, genetik mühendisliği ile türetilmiş çok sayıdaki hayvan türünden biriydi.

Günümüzden milyonlarca sene önce, Nazca çizgilerinin olduğu yerdeki muazzam tesiste, genetik mühendisliği çalışmaları yapılırken dinozorları da türetmişlerdi. Lakin dinozorlardan önce Megatherium denilen bu hayvanı da türettiler.

Temelde atın genlerini değiştirmek üzerinde çalıştılar. Ayıdan, kaplandan, aslandan, parstan, timsahtan, yılandan, pelikandan ve ayrıca bazı yırtıcı kuşlarla sürüngenlerden kodlar alarak ata eklediler. Vücudunun her bir kısmı değişik ve uyumsuz ve aynı zamanda da çok tembel olan bu hayvanı türettiler. Bu kadar sorunlu/kusurlu olan ve “Ayar tutmamış hayvanlar” kategorisinde olan bu tür de bu şartlarda neslini devam ettiremedi ve yok oldu.

Mehmet Fahri Sertkaya

Milyonlarca sene geçti hala ayakları yere basmıyor

Karmakarışık yaptılar

Bilimdeki adı Folivora olan ve “Tembel hayvan” ya da “Yaprak seven” de denilen bu zavallı hayvan türü, uyumasın ve tembellik yapmasın da ne yapsın… Vücudunun nerede ise her kısmı kusurlu. Görme ve duymada bile sorunlar yaşıyor. Ta ki tırnakları bile o kadar ayarsız ki milyonlarca yıldır ayakları yere tam olarak basmıyor.

Milyonlarca sene önce, başka bir dünyadan bizim dünyamıza getirilen hayvan türlerinden biri de Yaprak Seven…

Folivora ya da nam-ı diğer Yaprak Seven, milyonlarca sene önce dünyamıza getirildiğinde şu günümüzde olduğu surette/şekilde değildi. Sureti ve vücudunun özellikleri çok farklıydı. Dünyamıza getirildikten sonra farklı farklı zamanlarda, farklı uzaylı ve dünyalı insanlar, bu hayvan türü üzerinde hep genetik oynamalar yaptılar.

Aslında kendi gezegenlerinde bu hayvan türü uzun ağaçlarda, kendi gezegeninin tabiatına da uyumlu şekilde, huzur içinde yaşıyordu.

Aslında bu hayvan türü üzerinde daha kendi gezegeninde iken de genetik oynamalar yaptılar. Bunlardan birkaçı idare edecek kadar ayar tuttu ve o türetilen alt türleri de dünyamıza getirdiler. Onlar bir süre sonra nesilleri sonlanıp dünyamızda tükendiler. Yaşayamadılar bu dünyanın şartlarında…

Bizim dünyamızda genetik müdahaleler yapılırken maymundan, kokarcadan, ayıdan, köstebekten, yarasa dahil bazı kuşlardan, sürüngenlerden bile genler alıp ona aktardılar.

Üzerinde o kadar oynadılar ki insan geni bile eklemeye çabaladılar ama ayar tutmayan hayvanlar kategorisinden çıkartamadılar. Başarılı olmadı. Kuş genleri bile eklediler ama o bir kuş değil ve uçamıyor. Olmayınca sürüngene çevirmek istediler, sürüngenlerin genlerini çokça eklediler ama o denemede ayar hiç tutmadı ve meydana gelen acayip şeyi tabiata hiç salmadılar.

Genlerinde ayı geni de ağır basan, tırnaklarını ve burnunu bile ayılardan almış olan Yaprak Seven, ayılar gibi kış uykusuna yatmaz ama günün 18 saatini uyuyarak geçirir. Ağaçlarda yaşayan bir tür olmasına rağmen suda çok iyi bir yüzücüdür. Tıpkı ayılar gibi…

Baştan sona kusurlu/ayarsız türetildikleri ve hareket kabiliyetleri çok sorunlu/zayıf olduğu ve günün büyük çoğunluğunu uyuyarak geçirdikleri için hep yağmur altında ve nemli şartlarda kalırlar. Ayılardaki gibi kuvvetli olan tırnaklarını dallara geçirerek, yarasalar gibi çoğunlukla baş aşağı asılı olarak dururlar. Yarasalar gibi onlar da bu halde iken uyuyabilirler. Hatta böyle baş aşağı asılı iken avcılar tarafından vurulduğunda düşmeyenleri bile görülür. Bu kadar uzun süre baş aşağı durduklarından dolayı tüyleri vücuduna ters yönde uzar.

Vücuduna ters yönde olan tüylerinin arasında bu nedenlerle bolca bakteriler birikir ve bu bakterilerden dolayı da hep rahatsızlık yaşarlar. Bazılarında bu bakterilerden dolayı tüy rengi kahverengiden yeşile bile döner. Bu derece sıkıntı çekerler.

O kadar sorunlu bir vücut yapıları vardır ki ağaçlardan yere idrar ve dışkı boşaltmaya yaklaşık olarak haftada bir kez inerler. Çok sorunlu olan midelerinin bir besini öğütebilmesi bir ayı bile bulabilir. Zaten tembelliklerinin ana sebeplerinden biri de bu; midesi, besinleri yeterli hızda ve usulde öğütemeyince vücudunda yeterli enerji oluşmuyor. Bu hayvanlar hareket kabiliyeti sağlayacak yeterli enerjiden bile yoksunlar ve azıcık soğuk şartlara girseler, kısacık sürede telef olurlar.

Dünyalı olsun uzaylı olsun, fark etmez… İnsan, tarihin hangi devrinde tanrıyı oynamaya çalıştıysa, kibrinde sınır tanımayıp haşa kendini ilah zan ettiyse, bunun sonunda insanlık çok büyük felaketler yaşadı ve acılar çekti. Hayvanat da büyük acılar çekti ve çekiyor. Hatta bu sebeple gezegenimiz de çok büyük darbeler aldı.

Dünyamızda çok sayıda “ayar tutmamış hayvanlar” var. Bunların nesillerinin bir an önce sonlandırılması, bu acıların, bu eziyetlerin ve sorunların ortadan kaldırılması gerekiyor.

Mehmet Fahri Sertkaya