Kategori arşivi: TARİH

Çok sarsıcı Kabe ve Mescid-i Haram gerçekleri


Deyin ki: “Biz; Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve onların soyundan gelenlere indirilene; Musa’ya, İsa’ya ve diğer nebilere Rabb’lerinden verilenlere, iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Ve biz O’na teslim olanlardanız.”

Bakara suresi, 136. ayet

Yoksa siz: “İbrahim de İsmail de İshak da Yakup da torunları da hep yahudi veya hıristiyan idiler.” mi diyorsunuz? De ki: “sizler mi daha iyi bileceksiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın şahitlik ettiği bir gerçeği bilerek gizleyenlerden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

Bakara suresi, 140. ayet

Onlar, gelip geçen ümmetlerdi (İslam dinine mensup ümmetlerdi ve başka dinlere mensup değillerdi. Onların hepsi müslümandı. Ve siz de müslüman bir ümmetsiniz). Onların kazandıkları onlara; sizin kazandıklarınız sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.

Bakara suresi, 141. ayet

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiği zaman, onlar: “Hayır! Biz, atalarımızdan gördüğümüz şeylere uyarız.” derler. Ya ataları akıllarını kullanmayan ve doğru yolu bulamamış kimselerse?

Bakara suresi, 170. ayet

Dikkatle okuyun:

📎 Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak” anlamındaki ka‘b (كعب) kökünden gelen ka‘be “küp şeklinde nesne” demektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de adı iki defa geçen Kâbe’ye (el-Mâide 5/95, 97) bir kısmı yine Kur’an’da yer alan şu isimler verilmiştir:

Beyt (el-Bakara 2/125, 127, 158; Âl-i İmrân 3/96, 97; el-Enfâl 8/35; el-Hac 22/26; Kureyş 106/3),

Beytullah, el-Beytü’l-atîk (el-Hac 22/29, 33),

el-Beytü’l-harâm (el-Mâide 5/2, 97),

el-Beytü’l-muharrem (İbrâhîm 14/37),

el-Mescidü’l-harâm (el-Bakara 2/144, 149, 150; el-Mâide 5/2; et-Tevbe 9/7, 19, 28),

el-Beytü’l-ma‘mûr (et-Tûr 52/4),

el-Meş‘arü’l-harâm, Beniyye, Devvâre, Kādis, Kıble, Hamsâ, Müzheb

Halk arasında daha çok Kâ‘be-i Muazzama tabiri kullanılmaktadır.

Dikkat ediyor musunuz, konuya giriyoruz yavaş yavaş…


“Temeli yükseltmek” ne demek?

Bakara suresi, 127. ayeti:

“Hani bir zamanlar İbrahim, İsmail ile birlikte Beyt’in temellerini yükseltirken: “Ey Rabb’imiz! Bunu bizden kabul et; kuşkusuz Sen, Her Şeyi İşiten ve Her Şeyi Bilen’sin.”

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Ve iz yerfeu ibrahimul kavaide minel beyti ve ismail rabbena tekabbel minna inneke entes semiul alim.

📎 Sözlükte “oturmak” mânasındaki kuûd masdarından türeyen kāide (çoğulu kavâid) “binanın üzerine dayandığı temel, bir şeyin aslı, esası” anlamına gelir ve bu anlamıyla Kur’an’da iki yerde geçer (el-Bakara 2/127; en-Nahl 16/26).

Bir yapı var, kaideler yani taşıyıcı sistemler üzerine oturmuş ve o yapının oturduğu yükseklik artırılıyor. Böylece yapı, daha düşük yükseklikte iken daha yukarıya, göz önüne çıkartılıyor.

Bu işi, hizmeti, hz İbrahim ile hz İsmail beraberce yapıyorlar. Dikkat edin, o yapıyı yapmıyorlar, temelini, taşıyıcı sistemlerini yeniden ayarlıyorlar. Yükseğe çıkartıyorlar, meydana çıkartıyorlar.

Hatırlayacak mısınız şu aşağıdaki gibi yayınlarımı…


Duydunuz mu, üstlerindeki tavan çökmüş…

Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali

Evet, onlardan evvelkiler hileler kurmuşladı, Allah da kurdukları bünyana kaidelerinden geldi de sekıf, tepelerinden üzerlerine çöktü ve azab kendilerine duyamıyacakları cihetten geldi

Elmalılı (sadeleştirilmiş)
Onlardan öncekiler, tuzaklar kurmuşlardı. Allah da kurdukları binalarına temellerinden geldi (çökertti) de tavan tepelerinden üzerlerine çöktü ve azap onlara farkedemedikleri bir yönden geldi.

Daha önceki yayınlarda, farklı zamanlarda tekrar ederek anlatmıştım. Daha önceki peygamberler zamanında da yer altı şehirlerinin halkları ile mücadeleler yaşandı. Onların şehirlerinin çatıları hiç anlayamadıkları şekilde bir anda başlarına çökertildi.

Hatta hala çatısı çökük halde şehirler bulunduğunu da konu etmiştim. Geçmişte ilgili yayınlar var. Bir taraftan metafizik çatışmalar devam ediyorken, bir yandan da bu konularda birkaç satır yazıyorum. Detaylı ve hazırlıklı bir yayın yapıyor değilim. Geçmiş yayınları isterseniz gözden geçirebilirsiniz.

Yine geçmiş yayınlarda anlatmıştım ki yer altı şehirlerindeki çok yüksek teknoloji seviyesi sayesinde, manyetik alan teknolojisi kullanılarak, çok büyük ağırlıklar taşınabiliyor ya da havada sabit tutulabiliyor. Bu teknikle, devasa bir çatının altına çok yüksek sayıda ve kocaman kolonlar koymak yerine, manyetik alan tekniğine dayalı taşıyıcı kaideler, sistemler kullanılıyor.

Çok uzun ve geniş ve çok sayıda kolonlar yerine, belli aralıklarla manyetik taşıyıcılar konuyor ve böylece çatı taşınıyor. Bu, hem göze daha hoş geliyor. Hem daha hızlı yapılabiliyor. Hem daha ağır yükleri taşıyabiliyor. Hem de yapı malzemeleri kullanılmadığı için sık sık tadilat yapmaktan da kurtulmuş olunuyor.

En doğrusunu Allah biliyor ama Bakara suresi 127. ayetinde gerçek Mescid-i Haram’dan bahsedilirken, onun temelinin sabit olmadığı, yüksekliğinin ayarlanabildiği anlaşılıyor. Çok yüksek teknoloji ile yapılmış bir mescid/kıble olduğu anlaşılıyor. Tıpkı İstanbul’daki gerçek Mescid-i Aksa gibi…

Bünyan sadece yapı, bina demek değil. Bünyan, aynı zamanda boy ve pos demek. Genişliği ve yüksekliği olan şey demek. Yani kocaman bir yer altı şehri de bir manasıyla bünyan demek. Çünkü hem enine geniş hem de boyuna yüksek bir yer…

Detaylara girmiyorum, konuyu çalışacak olanlar, Kayseri’nin “Bünyan” ilçesine neden o isim verilmiş diye de sorgulasınlar. Çok sarsıcı bilgilere ulaşmaları mümkün.

Kabe hz İbrahim’den önce yoktu. Gerçek Mescid-i Haram hz İbrahim’den önce vardı. Şu günümüzdeki küp şeklindeki kabe, gerçek Mescid-i Haram değil.

Gerçek Mescid-i Haram, hz İbrahim’den önce yıkılmamıştı, yok olmamıştı, korunmuştu. Çok yüksek teknolojiye sahip olan ve dünyanın tamamına hükmeden kafir idarecinin yani Nemrud’un devrinde, gerçek Mescid-i Haram’a zarar gelmesin diye, daha da yüksek teknoloji ile korunmuştu. Hz İbrahim ise kafirlerin iktidarını yıktıktan, Nemrud’u da öldürdükten sonra gerçek kıblemizi yani gerçek Mescid-i Haramı yeniden meydana çıkarttı.

Allah’ın beytini/evini yani gerçek Mescid-i Haram’ı İbrahim peygamberin inşa ettiği bilgisi de doğru değil. O sadece yerini tespit ederek ve temelini yükselterek gerçek Mescid-i Haram’ı meydana çıkarttı.


Bir vakit İbrâhim’e Kâbe’nin yerini hazırlayıp göstermiş ve şöyle buyurmuştuk: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma. Evimi, onu tavaf edecekler, huzurumda ibâdete duracaklar, rukûya varıp secde edecekler için her türlü kirden temiz tut!”

Hac suresi, 26. ayet

Nuh tufanından sonra, hz Nuh dünyaya gemisiyle geri döndü. Bu gezegende yeniden insanoğlunun hayatı başladı. Geçmişte tekrarla anlatmıştım ki hz Nuh, tufan sırasında başka gezegenlere de gitti. Gemisi de uzay gemisi gibiydi. Nuh peygamber zamanında da çok yüksek bilim ve teknoloji vardı. O kadar hayvan türünü, yüksek bilim ve teknoloji sayesinde gemiye alabildi. Nuh peygamber kavmine “Görmüyor musunuz, Allah yedi kat semayı nasıl yaratmış” diyordu. Bunu dediği ayet-i kerime ile sabit. Teknolojisi olmayan, uzayı ve sema katlarını görüntüleyemeyen bir kavme böyle bir söz söylenir mi?

Nuh peygamber gezegenimize geri döndüğünde de hala elinde bilim ve teknoloji vardı ve kaldıkları bilim ve teknoloji seviyesinden hatta belki de daha ileri seviyeden başladılar hayatlarına yeniden dünyada devam etmeye…

Yanlarında başka dünyaların insanlarından olan kişiler de vardı.

Onlara Kur’an-ı Kerim’de “ümmetler” deniliyor. Onlar da yardımcı oldular ve dünyada hızlıca yeniden imar başladı. Zaten müslümanlara karşı çıkabilecek, mani olabilecek hiçkimse kalmamıştı.

O halde gezegeni maddeten/fiziken imar ederken bir yandan da manen imar edecekleri için, gerçek kıbleyi ne yaptılar? Bulmadılar mı, meydana çıkartmadılar mı ya da yıkılıp tahrip olduysa tamir etmediler mi ya da yeniden inşa etmediler mi?

Bunlardan birini hemen yapmamalarına ihtimal var mı? Çünkü geldikleri gün bile vakit namazlarını kılmalılar ve kıbleye dönmeliler. Olmayan kıbleye dönülür mü? O halde mecburen daha ilk günlerde bile kıble bulunmuş, meydana çıkartılmış olmalı ya da hemen inşa edilmiş olmalı.

İbrahim peygamber, Nuh peygamberden çok sonra geldiğine göre… Dünyada çoktan beri müslümanların kıblesi olduğunu anlamak mümkün.

Lakin, Nuh tufanı gibi büyük bir afet yaşanmıyor olsa da Nemrud gibi büyük bir bela, dünyanın tek hükümdarıydı. Dünya tek devletti ve tek hükümdar oydu. Azılı bir islam düşmanıydı ve elinde çok yüksek teknoloji vardı. Hz Allah, beytini yani Mescid-i Haramı koruyordu. Nemrud’un işi bitince, o öldürülünce de gerçek Mescid-i Haram’ın yerini hz Allah peygamberi İbrahim aleyhisselama gösterdi ve hz İbrahim’i vesile ederek mescid-i haram yerine konduruldu.

Hz İbrahim ve oğlu hz İsmail, sadece nerede olduğunu bulma, yerine kondurma, yüksekliğini ayarlama, meydana çıkartma kısmına vesile oldular. Mescid-i Haram’ı onlar inşa etmediler.

Hadis-i şeriflerde, Deccal’ın yağmurlar yağdıracağı, kıtlığa sebep olacağı ve daha pek çok şey haber verilmiş. Bu gün o hadislere baktığımızda anlayabiliyoruz ki Deccal, yüksek bilim ve teknoloji sayesinde tabiatın dengelerine müdahale edecek. Elektromanyetik alanlar kullanarak dünyanın tabii manyetik alanlarını yönlendirecek, başka tekniklerle dünyanın gaz dengesine müdahale edecek ve bunun sonucu olarak suni yağışlara, sellere, afetlere, sıcaklara ve kuraklıklara sebep olacak İstediği yerde kuraklığa, istediği yerde berekete vesile olacak. Deccal’ın elinde de Nemrud’da olduğu gibi yüksek bilim ve teknoloji olacağı anlaşılıyor.

Yine hadis-i şeriflerden açıkça anlaşılıyor ki Deccal Mescid-i Aksa’ya ve Mescid-i Haram’a giremeyecek. Buna gücü yetmeyecek.

Lakin görüntüye bakarsak çoktan girmemiş mi? Eğer görünürde olanları gerçek Mescid-i Aksa ve gerçek Mescid-i Haram kabul edersek, çoktan Deccal oralara da girmiş, hakim olmuş, her türlü oyununu oynamış ve oynuyor. Kabe’nin hemen etrafı bile satanist sembolleriyle dolu ama şu andaki kabenin kendisi de zaten İslami bir mana ifade etmiyor.

Deccal, gerçek Mescid-i Aksa ile gerçek Mescid-i Haram’ın yerini bulsa bile o alanlara giremiyor. Yüksek bilim ve teknoloji seviyesi de yetmiyor ve giremiyor. Daha önce tekrarla anlatmıştım ki Deccal, Karun’un hazinelerinin bulunduğu ve yere batırılmış olan o saraya da gidemiyor. Yerin altında hala o saray ve o hazineler ama ona elini süremiyor. Bilim ve teknoloji seviyesi bu gibi yerlere ulaşmasına, girmesine, ele geçirmesine yetmiyor. Çünkü bu gibi yerler çok daha yüksek teknoloji seviyesiyle korunuyor. Etraflarındaki koruma kalkanlarını Nemrud da kıramadı, Deccal da kıramıyor. O Karun’un hazinelerini bile hz Mehdi meydana çıkartacak. Hz Mehdi’deki teknoloji ve manevi tasarruf bunu yapmasına yetecek.

Hep anlattım ki hz Mehdi’nin hayatı, büyük peygamberlerin hayatları gibi olacak. Yani büyük peygamberlerin büyük imtihanları ve yaşadıkları çok sarsıcı hadiseler aynen ya da çok benzeyen şekillerde hz Mehdi’nin hayatında da olacak. O da böyle şeyler yaşayacak. Yine anlatmıştım ki Ye’cüc ve Me’cüc denilen iki uzaylı ümmet yani uzaylı insan türü, dünyamıza kalabalık halde gelerek dünyadaki herkesi katledecekler. Sadece Hz İsa, hz Mehdi ve ayrıca onlara samimiyetle tabi olmuş bir avuç gerçek mü’min sağ kalacak.

Onlar da Tur-i Sina denilen o olağanüstü teknolojili araca girerek hayatta kalabilecekler. Çünkü, saldırganların teknolojileri o araca zarar vermeye yetmeyecek. Burada da koruma kalkanı ve daha başka koruma teknolojileri söz konusu ama bu hadise yaşanınca, hz Mehdi devrinde bir çeşit Nuh tufanı yaşanmış gibi olacak. Çünkü Nuh tufanında olduğu gibi o vakit de dünya insanlığının neredeyse tamamı kısacık sürede yok olacak. Dünya insanlığı bir avuç insan vesilesiyle yeniden dünyada yayılacak, nüfusunu artıracak. Ya hz İsa ya hz Mehdi insanlığın üçüncü babası olacak. Birinci baba hz Adem, ikinci baba hz Nuh, üçüncü baba ise hz İsa ve/veya hz Mehdi olacak.

İşte bunun gibi hadiseler hz Mehdi’nin hayatında hep olacak. Hz İbrahim, uzun bir aradan sonra, Nemrud devri bitince, gerçek beyti yani gerçek Mescid-i Haram’ı nasıl meydana çıkarttıysa, hz Mehdi de öyle yapacak. Ya da hz İsa yapacak ya da ikisi beraber bunu yapacaklar.

Nasıl? Yeniden inşa ederek mi? Hayır… Yeniden Mescid-i Haram’ın temelini yükselterek.

Yeniden inşa etmeyecek, çünkü Mescid-i Haram da tıpkı Mescid-i Aksa gibi şu anda mevcut. Var bunlar, yok olmadılar. Bunlar yok edilemiyorlar. Belki de Mescid-i Haram Adem babamız zamanında hatta daha önceki Adem babalar zamanında bile vardı.

Bunlar varlar, mevcutlar, çünkü peygamberimiz gerçek Kudüs olan İstanbul’daki gerçek Mescid-i Aksaya dönerek namaz kıldı. Sahte Mescid-i Aksa da aynı yönde kaldığı için ona dönerek namaz kıldığı zan ediliyor ve sözde Süleyman tapınağını yani Yahudilerin kıblesini kıble yaptığı zan edilerek kendisiyle alay ediliyordu. “Muhammed’in bir kıblesi bile yok” deniliyordu.

Eğer o dönem boyunca döndüğü o yönde yani İstanbulda gerçek Mescid-i Aksa bulunuyor olmasaydı, oraya dönmezdi. Olmayan bir şeye dönülmez. Olmayan bir şey kıble de olamaz.

Sonra… Kıblenin değiştirilmesini arzu etti, Allah’tan istedi ama uzun zaman sonra beklediği izin/ayet geldi. Yüzünü bu defa ilahi emir/ayet gereği gerçek Mescid-i Haram’a döndü. Lakin insanlar bu defa da Kabe’ye döndüğünü zan ettiler. Oysa gerçek Mescid-i Haram o hizada/yöndeydi. Yani sahte Mescid-i Haram ile aynı yöndeydi.

Eğer gerçek Mescid-i Haram o yönde olmasaydı, peygamberimiz “Mescid-i Harama dön” emrine uyarken, yüzünü o yöne dönmezdi. Olmayan bir şeye dönülmezdi ve olmayan bir şey kıble olamazdı.

Bunlardan anlayabiliyoruz ki o vakit gerçek Mescid-i Aksa da gerçek Mescid-i Haram da mevcuttu ve onlara dönüldü. Şimdi de mevcutlar ve yukarıda anlattığım gibi, vakitleri gelince ikisi de gün yüzüne çıkartılacaklar. Muazzam teknolojili ve sanatsal değeri çok yüksek, etkileyici yapılar oldukları görülecek.

Yani hala “Süleyman mabedi” hedefi peşinde koşan Yahudiler, kandırılıyorlar ya da kendilerini kandırıyorlar. Gerçek Süleyman mabedini yani gerçek Mescid-i Aksa’yı onların beklediği ve hiç gelmeyecek olan bir mesih değil, hz Mehdi meydana çıkartacak. Ya da hz İsa meydana çıkartacak. O da sahte Kudüs’te değil, gerçek Kudüs olan ve şu andaki adı İstanbul olan yerde çıkartacak. Kuvvetli ihtimal şu ki hz Mehdi gerçek Mescid-i Aksa’yı İstanbul’u fethettikten kısa süre sonra meydana çıkartacak, fethin gerçek sembolü de satanist mabedi Ayasofya değil, o gerçek Mescid-i Aksa olacak. Hz İsa da gerçek Mescid-i Aksa’ya inecek. İblis’in hileleri, kandırmaları da son bulacak.

Filistin’deki sahte Kudüs’teki Mescid-i Aksa denilen o iki mescid de gerçek olmadığı gibi o arazi de gerçek Mescid-i Aksa’nın arazisi değil. Yahudilerin zan ettiği gibi Süleyman mabedi de o arazide değildi ve yeniden oraya da inşa edilmeyecek.

İblis türlü türlü oyunlar kurdu, aldattı, aldatıyor. Onun işi bu, Ademoğullarına düşmanlık…

Sadece iki ayet-i kerimede “ka’be” denildi. Yani dört köşeli bir yapı olduğuna işaret edildi ama diğer bütün ayetlerde ya beyt denildi ya da başka isimlerle o yapıdan yani kıblemizden bahsedildi.

“Ka’be” denilen o iki ayet ile de şu günümüzdeki küp şeklindeki sahte beyt değil, şu anda dünyadaki insanların bilemediği, göremediği gerçek beyt, gerçek Mescid-i Haram kastedildi. Çünkü gerçek beyt de dört köşesi bulunan bir yapı.

🖕🖕🖕

Yani o Ayasofya, gerçek Mescid-i Aksa’nın yerine İblis’in sembolleştirdiği bir oyuncaktan, tuzaktan, aldatıcılıktan, oyalamadan başka bir şey değil.

Şu anda Filistin’de bulunan o sahte Mescid-i Aksa da Ayasofya’dan farklı bir şey değil. Aynı şekilde bir oyalama vesilesi, bir oyuncak, bir tuzak…

Ağır konular bunlar…
Yine sakin sakin devam edeceğim. Hızlı gitmeyeceğim. Zamanı geldikçe başka başka şekillerde de anlatacağım, başka sarsıcı gerçeklere de bağlayacağım ve başka dini ve tarihi delilleri de gözler önüne sereceğim. Biraz daha tartışılsın, sindirilsin önce…

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Ad kavminin çoğu da Çingene miydi?


Onlar, atom teknolojisi kullanılan bombalarla mı yok edildiler?

Aklımın yeni yeni başıma geldiği, yeni yeni akil/ergen olduğum zamandı. Sözde İslami radyolar anca açılabiliyor ve yayın yapabiliyorlardı. Etrafımda olan kişilerden sürekli o radyoları açanlar oluyordu. Radyo yayınında çok sık olarak “Filistin, Filistin, sabır et, az kaldı” denilen parçayı çalıyorlardı.

Etrafımda bir şey bilen, bir şey anlatan hiçbir yetişkin kişi de yoktu ama kendi kendime muhakeme ederek, bir yerlerde ciddi sorunlar, yanlışlar olduğunu o yaşımda ve o halimde bile anlamıştım.

Şimdi üzerine kaç sene geçti, arada neler neler gördüm, yaşadım, öğrendim, tecrübe ettim. Kaç yayınımda da anlattım ve anlatmaya devam edeceğim ki Filistin’in İslam’la değil insanlıkla bile bağı çok sınırlı.

Belki de Ad kavmi gibi bir sonları olur. Zaten Filistin’in nüfusunun çoğu da Çingene…

Ayrıca TR’de Filistin gürültüsü yapanların büyük çoğunluğu da Çingene… Çok yüksek sayıda gördüm, tanıdım onlardan ve birinin bile itikadının düzgün olduğunu, davranışlarının normal olduğunu görmedim. Hep samimiyetsizlilk, kabalık, idrak sorunları, cahillik, nezaketsizlik, nefsani tavırlar gördüm. İslami terör denilen şeyi lanetleyenini ve “İslam’ın emir ve yasakları çok açık, anlaşılır. İslam dinine göre masumlara, sivillere, kadınlara, çocuklara, bebeklere, ihtiyarlara, din adamlarına hatta hayvanlarla bitkilere bile zarar verilmez” diyenini hiç görmedim. Hep Filistin’deki sözde İslami örgütleri, vahşet sergileyen o canileri tamamen tasvip eden tavırlarını gördüm.

İHH’nin başındaki dolandırıcı pislik herif de Çingene, aynı bu kafada ve itikatta ve İHH de Hamas gibi, Hizbullah gibi ve benzerleri gibi, İsrail tarafından yönetiliyor. Suriye’deki sözde cihatçılar da hep İsrail’in, İngiltere’nin, ABD’nin ve o bilinen diğer ülkelerin piyonları…

O radyoların ta o vakitte Filistin marşlarını yayınladığı o sözde sanatçılar da hep Çingeneler… Çoğu kendilerini Çingene değil, gizli Ermeni olarak biliyorlar. Lakin Çingeneler… Ermeni diye bir ırk yok.

Şu Filistin de İsrail de yetti artık. 40 sene ya da 70 sene daha bu gürültülerle kafamız şişmek zorunda değil. Bu görüntülerle içimiz cızlamak zorunda da değil. Bu krizlerle dünya siyaseti yön bulmak zorunda değil.

Artık ya İsrail kazansın ya da Filistin kazansın ya da ikisi birden yok olsun ama bir şekilde şu rezillik son bulsun.

“İki devletli çözüm” diyerek de “ateşkes” diyerek de kimse hala insanlığı oyalamayacak. Sadece bu ikisi mi savaşıyor, bunlar sebebiyle bütün orta doğu savaş alanı mı oluyor hatta 3. dünya savaşına mı dönüşüyor, ne olacaksa olacak, bu mesele artık kapanacak.

Ve tekrar ediyorum, Türkiye sadece kendini savunmak için kuvvet kullanacak, çatışacak, savaşacak. Hiçbir yere hiçbir sebeple ordusunu göndermeyecek. TR, kendisini sahaya çekmek isteyenlerin tahriklerine de siyasi manevralarına da meydan bırakmayacak.

TR’yi hala bu adice sahaya çekmek isteyenlere İstanbul, dünyanın hiçbir yerinde hayat hakkı vermeyecek.

Dün, 28 Ekim günü, çok sayıda ülke battı, tamamen çöktü. Ümitleri bile bitti. Önümüzdeki günlerde açıkça savrulacaklar, haber konusu olmalarını da engelleyemeyecekler.

Haberler üst üste geldikçe, TR’ye örnek gösterilen o ülkelerin çok şişirilmiş balonlar oldukları ve İstanbul tarafından patlatılmış balonlar oldukları herkes tarafından açıkça görülecek.

İstanbul, Ankara çetesini arkalayan, destekleyen her devleti, hükumeti, iş grubunu, şirketi, gizli servisi, mafyayı, dini grubu patlatmaya, tarumar etmeye, çökertmeye, yok etmeye devam edecek.

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Bu dünyaya, kıyamet kopana kadar, hz İsa’dan başka bir mesih gelmeyecek


Hz İsa öldürülemedi, Yahudiler onu öldüremediler. Allah onu korudu, Yahudilerin planlarını bozdu. Onları, kendi kazdıkları kuyulara düşürdü. Hz İsa’yı ise semaya yani uzaya kaldırdı. Belki başka gezegenlerden birine belki de sema katlarından birine götürüldü.

Hz Mehdi İstanbul’u fethettikten yani İstanbul’un gerçek fethi gerçekleştikten sonra hz İsa bu dünyaya tekrar gelecek. Açıkça dünya insanlarının arasına karışacak. Hz İsa, İstanbul’a yani gerçek Kudüs’e gelecek.

Belki de beş bin yıl sonra ilk defa gerçek Kudüs, İblis’in hakimiyetinden çıkacak.

İblis’in binlerce senedir elinde oyuncak ederek oynattığı o Yahudiler kahretseler de gerçek bu…

Onların beklediği gibi bir mesih bu güne kadar gelmedi, bu günlerde kendini belli etmeliydi ama ortada yok, bundan sonra da gelmeyecek.

Hz İsa yeniden dünyaya gelince, peygamberlik vazifesi yapmayacak. Siyasi ve askeri lider de olmayacak. Harpten harbe de koşmayacak. Hz Mehdi siyasi ve askeri lider olmaya devam edecek, dünyayı tek devlet haline getirecek ve hz İsa manevi/dini lider olarak hizmetini, cihadını yapacak.

Kur’an-ı Kerim geldiği, hz Muhammed’in şeriatı cari olduğu için, hz İsa da Kur’an-ı Kerime ve hz Peygamberimize tabi olarak hükümler verecek. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in indirilmesiyle birlikte hak olan İncil’in devri bitti. Ona ulaşılmasının bir manası yok. Hak olan İncil’e bir şekilde ulaşılsa bile onunla amel edilmeyecek. Kur’an-ı Kerim’e göre amel edilecek. İsa peygamber de böyle yapıyor ve yapacak. Çoktandır böyle yapıyor. Bu güne kadar bulunduğu yerlerde de İncil’e değil Kur’an-ı Kerime göre amel ediyor.

Hz İsa, dini sahadaki fitneleri, tartışmaları, tuzakları ortadan kaldıracak. Ebu Hureyre’nin nasıl bir sahtekar olduğunu da onun benzeri diğer münafıkları da anlatacak. Ashab-ı Kiram’a nasıl tuzaklar kurulduğunu da anlatacak. Hangi hadisin uydurma olduğunu, hangisinin sahih olduğunu hemen söyleyecek. Çünkü peygamberlik vazifesi yapmıyorsa da hala bir peygamber ve hala Cebrail as ile ve başka başka meleklerle irtibat halinde… Doğruyu, yanlıştan ayırt etmesi ve her meselenin doğrusunu öğrenip bilip bizlere anlatması bu yolla da mümkün. Öyle zan ediyorum ki bu meseleleri çoktan aşmıştır, çoktan doğru hadisleri tamamen öğrenmiş ve yanlışları da belirlemiş, yanlışlarla amel etmemiştir. Çünkü hiç ölmedi, uzun ömür verildi ve bu süre içinde de kitabımız ile peygamberimize zaten tabi oldu. Daha anlaşılır şekilde nasıl yazılabliir bilemiyorum.

Hz İsa, gerçek Mescid-i Haram’ı, gerçek Mescid-i Aksa’yı anlatacak, onların bulunmasını da sağlayacak.

Hala peygamber olduğu için, belki de mucizeler dahi sergileyecektir.

Onun hz İsa olduğunu anlamayan kalmayacaktır.

Zaten hz Mehdi, imkansız görülen o kadar şeyleri yapa yapa yol almış ve nihayet gerçek Kudüs’ü kurtarmış olacak. Üstüne hemen hz İsa da dünyaya gelince, kimsenin itiraz edebileceği şartlar da kalmayacak.

Bu anlattıklarımdan da anlaşılmıştır ki şu sahte Kudüs’ün kurtarılması sırasında Mehdi de Mesih de çıkmayacak.

Gerçek Kudüs’ün yani günümüzdeki adıyla İstanbul’un fethedilmesi sırasında gerçek Mehdi zuhur edecek. O sırada herkes onu bilecek, duyacak, anlayacak. Fetihten hemen sonra hz İsa semadan tekrar dünyaya gelecek.

Kaç kere anlattım. Hz Mehdi’nin sevapları, peygamberlerin birkaçı hariç, diğer hepsinden yüksek olacak.

Mehdi, peygamber olmadığı halde, peygamberlik ilmine de vakıf olmadığı halde, o kadar çok sevaplar kazanacak mücadelesi olacak ki en büyük bildiğimiz peygamberlerin bile bazılarından farkla daha çok sevapları olacak. Lakin onlar gibi peygamberler zümresinden olmayacak, olamaz.

Tıpkı hz. Üzeyir, hz Lokman, hz Zülkarneyn gibi…

Onlar da peygamber değiller ama yüzbinlerce peygamberin isimleri kitabımızda geçmediği halde onların isimleri çok güzel şekillerde geçiyor.

Çünkü sevapları peygamberlerin yüzbinlercesinden yüksek…
Ona göre de manevi yani metafizik tasarrufları vardı.

Hz Mehdi’nin manevi yani metafizik tasarrufu da onlar gibi hatta onlardan bile farkla yüksek olacak. Onlara bile nasip olmamış metafizik başarılar, hz Mehdiye nasip olacak.

Sonunda Deccal’ı da aslında hz Mehdi öldürecek. Lakin o sırada hz İsa da metafizik kabiliyetleri ile hz Mehdi’ye destek verecek.

Hadis-i şerifte “nefesiyle öldürür” denilmesi bundan. Nefes, metafizik kabiliyet manasına… Halk arasında “Nefesi kuvvetli bir hoca” denilegelen şey aslında metafizik kabiliyeti yüksek hoca/kişi demek.

Bunları senelerdir anlatıyorum ve bunları birbirine bağlamak da günümüzdeki hadiselere bağlamak da zor değil.

Şu anlarda devam etmekte olan Kudüs mücadelesi, en çok da İrandaki Şiilerin zan ettiği gibi, Mehdi’nin mücadesi değil. Gerçek Mehdi o sahte Kudüs’e kıymet vermeyecek, orası için mücadele vermeyecek. Ordularını da gereksiz risklere atmayacak.

İstanbul da denilen gerçek Kudüs’ü kurtarmak için çok büyük bir mücadele verecek ve adı/namı da o vakit iyice çıkmış olacak. Dikkat edilsin, o sırada bile hz İsa açıkça gelmiş olmayacak, o fethe açıkça yardımcı olmayacak. Çünkü burası imtihan dünyası. Burada insanlar imtihan oluyorlarsa, peygamberler o imtihanları bozmazlar.

Bu konulara girildiğinde cemaatimizin mensubu olanların aklına, Ali Erol’un Hatıratım isimli eseri geliyor. Acı bir gerçek ki o eser de muteber değil. İçindeki pek çok bilgi isabetli değil.

Şimdi bırakın sahte Kudüs için, sahte Mescid-i Aksa için, sahte Yahudilerin hiç gerçekleşmeyecek olan Mesih inancı/kehaneti için kimler ölüyorsa ölsün. Kimler maddi zararlar ediyorsa etsin. TR oralar için hiçbir şey yapmayacak. Filistinliler de düzgün insanlar değiller, Allah helak etmek istiyorsa eder, ona da karışamayız.

İyice anlaşıldı mı?

Bakın size çok pislik bir herifin, büyük bir münafığın ve FETÖ’cü olduğu halde içeri atılmamış olan bir herifin, Talha Uğurluel’in bir videosunu atacağım. Dün gece metafizik çatışmalar sırasında biraz kulak verdim. Yoğun şekilde Akademi Dergisi tesirinde olduğu belli. Gerçekleri biraz biraz da olsa anlatmak zorunda kalmış. Bazı yerlerde siyaset yaparak anlatmış. Açıkça söylese deprem tesiri olacak şeyler söylemiş.

Sakince herkes izlesin. Filistinliler hakkında, Filistin hakkında, sözde Mescid-i Aksa hakkında söylediklerini değerlendirsin.


Son zamanlarda Akademi Dergisinde, asırlar boyunca Osmanlı devletinin içinde döndürülmüş ihanetlere, kripto hainlerin icraatlarına dair şeyler de yazdım. Ara ara Mimar Sinan da konu olmuştu. İyi biri olmadığını açıkça yazmıştım. Kanuni de iyi biri değildi. Bu kısımda bile günlerce konuşulacak meseleler var ama geçiyorum.

19. dakika diye aklımda kalmış. Şimdi tekrar bakmadım, vaktim yok. Birkaç işi bir arada yaparken yazıyorum. Yaklaşık oralarda bir yerde konu Mescid-i Aksa’nın tam olarak neresi olduğuna gelmiş.

Kurşun kubbeli olan mescidi tarif etmiş. Devamında ise altın renkli kubbesi olan, Kubbetüs Sahra ismiyle bilinen, Mescid-i Aksa zan edilen yapıyı tarif etmiş.

İsterseniz geriye ala ala, sakince, acele etmeden, her ihtimali düşünerek tekrar tekrar dinleyin.

Her seferinde tekrar tekrar anlayacaksınız ki iki mescid de gerçek Mescid-i Aksa değil.

İkisine de Mescid-i Aksa diyemiyor. İkisinin de çok yakın tarihlerde yapılmış alelade mescidler olduğunu açıkça anlatmak zorunda kalıyor. Bu defa gerçek Mescid-i Aksa’nın neresi olduğunu izah etmek zorunda olduğu için…

Tutup siyaset yapıyor ve “Şu kadar dönümlük şu arazinin tamamı Mescid-i Aksa’dır” demeye getiriyor ve hızlıca o konudan çıkıyor.

Kızmıyorum, lüzumsuz bir herif olduğu halde şu yaptığına kızmadım, kızamam. Böyle ağır bir konu, ortalığı karıştıracak bir konu, anca böyle bir siyasetle dile getirilirdi.

Öyle bir şey yok… O arazi Mescid-i Aksa değil, olamaz. Adı üzerinde mescid deniyor. Bir mescid olmalı ama yok. Orada iki mescid var ve ne oldukları tarihçiler tarafından biliniyor. Onların Mescid-i Aksa olma ihtimali bile yok.

İşte bu kadar. Son sesli mesajlarla bilgiler verirken de bunu diyordum. Kaç kere konu ettim bunu. Bütün gerçek tarihçiler, şu anda dünyada gerçek bir Mescid-i Aksa bulunmadığını biliyorlar. En azından gözlerin görebildiği alanlarda yok.

Devamında konuşuyorken, peygamberimizin Mescid-i Aksa’ya dönerek, onu kıble yaparak namaz kıldığını iddia ediyor. Öyle bir şey de yok. Olmayan şeye dönülür mü?

Kaç aydır anlatıyorum, Medine’de peygamberimiz gerçek Mescid-i Aksa’ya dönerek namaz kılıyordu. Gerçek Mescid-i Aksa gerçek Kudüs olan İstanbul’da… Çizerek de gösterdim. Medine’den İstanbul’a dönülünce, sahte Kudüs ve sahte Mescid-i Aksa da o yönde kalıyor. Çizginin altında kalıyor ama peygamberimiz ona dönmedi, gerçeğine döndü.

Sahte Kudüs’teki sahte Mescid-i Aksayı kıble kabul ettiği ve ona döndüğü zan edildiği için de çok rahatsız oldu. Yaklaşık 17 ay bu meselede amel edeceği ayetin nazil olmasını bekledi. Ayet nazil oldu ve yüzünü Mescid-i Haram’a döndü. Artık İstanbul yönüne dönmedi.

Mü’minlerin kıblesi, nazil olan ayet-i kerime ile değiştirildi.

Oyun büyük. İblis binlerce senedir büyük oynamış. Son birkaç bin senedir de Deccal’ı iyi oynatmış. Gerçek Kudüs olan İstanbul’un dini hüviyeti, insanların kabullenişlerinde değiştirilmiş. Burada Bizans tiyatrosu da oynatmış. Ayasofya tiyatrosu da oynatmış. Neler neler yapmış ama aslında burası yani İstanbul, gerçek Kudüs… Gerçek Mescid-i Aksa, en azından peygamberimiz zamanında burada, İstanbuldaymış ki ona dönerek namaz kılmış, kıldırmış.

İşte hz Mehdi, gerçek Kudüs olan İstanbul’u fethedecek. 1453’te İstanbul yani Kudüs fethedilmedi. Hadislerde Fatih Sultan Mehmet diye bildiğimiz kişiye dair tek bir işaret bile yok.

1453’te yaşananlar da İblis ile Deccal’ın tiyatrosu. Osmanlı içindeki kripto hainlerin oyunları…

Fatih denilen o kişi, çok da gizlemeden İslami esasların pek çoğunu ret ediyordu. Gizlemeden hristiyan ayinlerine gidiyordu. Ayasofya’daki sözde hristiyan motiflerini kazıtmaya içi el vermedi.

Neden? Fethetmedi mi İstanbul’u? Ayasofya güya kıymetliymiş, güya sembolmüş? Neden silmedi oradan küfrün hakimiyet sembollerini?

Hatta Ayasofyanın altındaki tünel ağından mı haberi olmadı? O zaman da bu zaman olduğu gibi satanistlerin ve masonları o tünelleri kullandığını, oralarda satanist ayinler yaptıklarını, kaçırdıkları insanları parçaladıklarını mı bilemedi?

Mümkün mü?

Fatih denilen o şahsın oğlu olan 2. Bayezid’i de anlatmıştım. Sefih biriydi. Bütün meşgalesi yemek, içkiler içmek, kadınlarla eğlenmek, büyüler yaptırmak, ayinlere katılmaktı.

Yavuz Sultan Selim onu devirebilene kadar kırk dereden su getirdi.

Sözde Fatih’in oğlu olan 2. Bayezid neden öyle biri oldu? O şeytani hayat tarzının ne kadarını babasından aldı?

Sözde Fatih’ten hemen sonra, o sarayı kolayca o hale çevirmek mümkün mü?

Bize anlatılanlara göre sözde Fatih devrinde ilim adamları doluydu. Devlet adamları doluydu. Halkın hali de çok iyi idi ki o nedenle o halka fetih nasip oldu.

Hadis-i şerifte “Ne güzel kumandan, ne güzel ordu” denilmemiş mi?

O kadar güzel, iyi, asil, maneviyatlı bir kumandan olacak, o kadar değerli ve özel ordusu ve milleti olacak, sonra Osmanlı sarayı aşırı hızlı bir şekilde fuhuş, büyücülük, ayin, zulüm yuvası olacak öyle mi?

Topkapı sarayı denilen yer satanist ve mason mabedi. Orada yapılmış olan satanist ayinleri, parçalanmış olan insanlar, yakın gelecekte çok tartışma konusu olacaklar.

Şato gibi saray… Nerede Buhara, Semerkant izleri? Nerede işlemeler, renkler, nakışlar?

Kimin tarzı o saray?

“Fatih, kardeş katline ulemanın çoğunun cevaz verdiğini iddia etmiş ve bunu yazılı kayda geçirmişti. O alimler kimler?” deseniz, aynı sonuca çıkarsınız.

Yok öyle alimler ve İslam dininde kardeş katli de yok. Kardeş katli denilen vahşete ve hukuksuzluğa cevaz yok.

Eeee, vahşi şekilde, biri sadece 2 yaşında olan masum kardeşlerini katlettiren ve bu usulün kendisinden sonra da hakim olmasını sağlayan yani bu çığırı aslında açan kişi mi hadislerde “Ne güzel kumandan” diye övülmüş?

Babası ikinci Murad “Bu çocuk İstanbul’u fetheden fatih olacak” dediğinde, devrin gerçek alimleri “İstanbul’u hz Mehdi fethedecek. Hadis-i şerifte bu şekilde bildirilmiş” diyorlardı.

Sesli anlatarak bile onlarca saatte özetlenecek meseleler bunlar. Osmanlı hiçbir zaman gerçek Türkleri ve müslümanları desteklemedi, güçlendirmedi, yaygınlaştırmadı, rahat yaşatmadı. Her şey oyundu. Selçuklu’dan zaten bu kültür gelmişti.

Şeyh Edabali, Ertuğrul Gazi, Osman bey denile denile anlatılan şeylerin bile çoğu desteksiz, kaynaksız ve doğrulanamıyor.

Osmanlıyı aslında kimin, kimlerin ve nasıl kurduğu bile belli değil. Kesin bilgilerle bilinemiyor.

Padişahların sürekli cariyerlerle ve/veya gayr-i müslim kadınlarla evlenmelerine “ülke içinden bir ailenin kızıyla evlenirlerse iltimas hadiseleri olur” demişler. Yani padişahın kayın biraderleri, kayın pederi, kayın validesi devlet işlerine karışır diye güya endişe hakim olmuş. Yalan…

Osmanlı padişahlarının Türk olmayan ve gayr-i müslim olan kişilerden doğması kasten istenmiş. Padişahların çoğu kendilerini Türk de görmemiş, müslüman da görmemiş. Rollerini oynamışlar.

Vahdettin denilen pislik herif bile “Türkler birkaç milyonluk başıboş bir topluluktur” manasına sözler söylemiş.

Osmanlı padişahlarının hanımlarının ve kızlarının neden tesettürsüz tablolar yaptırdığı kısmına bile türlü şeylerle güya izahlar yapmışlar. Yok, İslam’a inançları yok. Tesettür emrine de inanmıyorlardı. Kendilerini Türk olarak da görmüyorlardı.

Topkapı sarayının son dönemlerdeki alışverişlerinin evrakları günümüze kadar ulaştı. Bazı tarihçileri yakın geçmişte bunları paylaştılar. Alkollü içkilerin her türlüsü sipariş listesinde çok yüksek miktarda var. Ne gizli, ne az…

Osmanlı hanedanı nasıl oldu da sürgünden kısa süre sonra o kadar batılılaştı hatta nasıl oldu da kripto hainlerden olan ailelerle evlilikler yaptılar diye çok eskiden çok kafa yormuştum. Son yıllarda bildiğim, çözdüğüm pek çok şeyi 20 sene önce bilmiyordum.

Bakıyordum ki hanedandan şu da bu da falanca da aynı sona çıkmış. Soy isimleri bile kripto hainlerin soy isimleri olmuş.

Şaşırtıcı bir şey değilmiş. Zaten asırlarca bu sistem, bu aileler, bağlar, bağlantılar bu şekilde ilerlemiş.

Arkasını karıştırınca Vatikan, Londra, şu, bu çıkıyor ama 25 sene önce bile etrafıma anlatıyor ve “Bu kadar sinsice oyunlar, çok üst bir aklın ve çok üstün bir tecrübenin ürünü. Bunları memleketimizdeki şu çapsız kriptolar, masonlar yapamazlar, düşünemezler” diyordum.

Öyle imiş, zamanla çözdüm. iblis’in belki yüz bin senelik tecrübesinin nirvanaya vardığı bu çağda, bütün hünerini, tecrübesini, sinsiliğini sergilemiş, sergiletmiş.

Bu kadarı Deccal’ı da kat kat aşacak bir şey ve aslında İblis’in işi… Yani Deccal’ın planı ve tuzağı olarak görülen pek çok fikir, aslında İblis’ten çıkma…

Konu çok uzun ve geniş konu. Metafizik çatışmalar devam ediyorken yazdım. Birazdan geriye dönüp yazma hataların düzelteceğim inş. O sırada cümleler de ekliyorum çoğu zaman. Bir iki saat sonra bu gibi yazılarımın tekrar okunmasında her zaman faydalar var

Özetle:

– Dünyada kendini şu anlarda Yahudi zan edenlerin hiç değilse yüzde 99’u Yahudi ırkından değil. Ben-i İsrail yani Yakup peygamberin evlatları değiller.

– Dünyada kendini Musevi dininin mensubu zan edenlerin inançlarının hz Musa ile bağı, bağlantısı yok ve Musevi değiller. Musevilik ve İsevilik diye ayrıca dinler yok. Tek din İslam ve bütün peygamberler İslam dininin peygamberleri.

– Dünyada kendilerini hristiyan bilenlerin inançlarının hz İsa ile bağı, bağlantısı yok.

– Osmanlı ile, Selçuklu ile, İranlılarla bu kadar oynayan İblis ve Deccal, batılı toplumlarla, onların krallıkları ve devletleri ile de hep oynadılar.

– Ayasofya’nın müslümanlar için de hristiyanlar için de hiçbir önemi yok. O yapı sadece İblis’in ve onun yoluna tabi olanların hakimiyet sembolü. Mehdi onu da yıkacak. Gerçek manasıyla yıkacak, öyle bir yapı bırakmayacak. O tünel ağlarını bile tamamen çökertecek. İnsanlığı sarsacak gerçeklerin basında, medyada anlatılmasını sağlayacak.

– Vatikan hristiyanlar için bile dini bir merkez değil, hiç olmadı. İblis ile Deccal’ın oyunlarından biri de Vatikan ve sözde papalar. Dünyadaki bütün kara para işleri, vahşet ve terör işleri, askeri darbeler ve saymakla bitmez şeytanlıklar, Vatikanla bağlantılı şekilde yapıldı, yapılıyor. Vatikan bu işlerde en üst makamlardan biri…

– Dünyada şu anda bir milyon gerçek müslüman olduğuna bile ihtimal vermiyorum.

– Dünyadaki hristiyan nüfusun da bir milyonu geçeceğine ihtimal vermiyorum.

– İsrail denilen yerde gerçekten muharref Tevrat davası güden, o yolda mücadele eden, mücadelesi gerçekten din mücadelesi olan insan sayısının yüz binin bile çok ama çok altında olduğuna eminim.

Siyonistlik, Tevrat mücadelesi değil. O bir ideoloji…
Siyonistlerin de tamamına yakını sahtekar ve asıl hedefleri para, makam, gösteriş, itibar, alkış…

– Hristiyanların ve Yahudilerin, şimdiye kadar gerçekleşmesi gereken dini beklentileri, onların deyişiyle kehanetleri, gerçekleşmedi ve gerçekleşmeyecek.

– Vaad edilmiş topraklar, binlerce sene önce hz Musa zamanındaki gerçek Yahudilere vaad edilmişti, o devir çoktan geçti. O meseleler çoktan kapandı ve sahte Yahudiler hiçbir zaman vaad edilmiş topraklar hedefine ulaşamayacaklar.

Hz Mehdi ile evlatlarına yeryüzünün bütün toprakları ve dünya genelinde hakim tek bir devlet vaad edildi ve onlar o hedeflerine ulaşacaklar.

– İsraildeki sözde/sahte yahudilerin de dünyaya yayılmış olan sözde yahudilerin de kara paracılıktan, tecavüzden, insan ve organ kaçakçılığından, basın ve medya kontrolünden, hükumetleri ellerinde tutmaktan, büyücülükten başka hünerleri yoktu.

Kara para işleri de basın ve medya üstünlükleri de büyücülükleri de çok büyük oranda İstanbul tarafından çökertildi ve dolayısıyla hiçbir şey başaracak halde değiller.

Türkiye’deki gizli Yahudi ve Ermeni piyonları da ifşa oldular ve TR’de siyasi, mali, askeri, dini dengeleri ellerinde tutacak, yönlendirecek şartlarda değiller.

– İsrail hiçbir zaman gerçek bir devlet olmadı. Şu anda da gerçek bir devlet değil. Gerçekten ordu denilecek bir sisteme de sahip değil. Hiçbir tarafla harp edemez. Orta doğunun tamamını değil, bir avuçluk kısmını bile gerçek harple değiştiremez.

– ABD hiçbir zaman gerçek bir süper güç olmadı. Şimdi de değil. Son süreçte sahte Yahudiler çöktükçe, ABD iyice çöktü.

Halkı da devlet sistemi de hazinesi de ordusu da dip seviyede…
Hiçbir tarafla gerçekten savaşamazlar. Ancak danışıklı savaş tiyatroları oynarlar.

– Orta doğuda hususiyle son altı aydır dengeler hep İstanbul lehine değişti ve bu değişme süreci hızlanarak, güçlenerek devam ediyor. İsrail’in ve ABD’nin ve Vatikan’ın safında durmaya devam edecek olanların onlarla birlikte çökeceğini bütün taraflar net şekilde gördü

– İsrail denilen şey, son günlerde bu nedenle de eskiden olduğu gibi destekler bulamadı. Defalarca batılıları İsrail’in yardımına çağıran resmi açıklamalar yapmak zorunda kaldılar. Dün bile böyle bir açıklamaları oldu. Batı alemi İsraille birlikte daha da batmak, çökmek, yok olmak istemiyor. Batı alemi istanbul’un gücünü gördü. Yakın gelecekte neler yaşanacağını da çok iyi anladılar. Buna rağmen, batıdan bazı gruplar ve hükumetler yine de İsrail yanlısı durmak istediler ama güç yetiremediler. Çok aciz, cılız, zayıf, çaresiz bir görüntü verebildileri.

– Şu krizin en başında “Melhame-i Kübraya en az altı sene var. Daha fazla sene de olabilir” demiştim ve bu kesin bilgiydi. Görüldüğü gibi, kriz başından beri herkesin diline doladığı o büyük savaş yaşanmadı ve yaşanmayacak. Çünkü taraflar savaşabilecek hallerde değiller.

Buna rağmen “Bütün orta doğuyu değiştireceğiz” dediler ve rezil oldular. Bunu anca, TR dahil bölgedeki bütün ülkelerin başında kendi adamları olduğu için deneyebilirlerdi. Lakin o dengeleri bozdum. TR’yi bile istedikleri yöne ve sahaya çekemediler, çekemiyorlar ve çekemeyecekler.

– Bu dengeler aslında böyle iken, neler yaşanacağını da yazdım. İyice çaresiz görüntüleri neticesinde, taraflarda ümit iyice yok olacak ki zerre kadar kaldı şu anlarda… Devamında kaçınılmaz olarak onlarca ülkede siyasi ve mali tufanlar esecek. Çünkü çıkış yolları kalmadı. Çünkü ümitleri bile kalmadı. Çünkü mali krizlerini bastıracak, siyasi sorunlarını ve toplumsal sorunlarını bastıracak güçleri kalmadı. Bu da küresel mali kriz ve aynı zamanda küresel siyasi kriz demek. Aynı zamanda onlarca milletin ayaklanması demek, isyan dalgaları demek.

Yani bu, “karaperi” diye geçmiş yayınlarımda konu olmuş şey… Dünyadaki devletlerin çoğunun şu andaki liderleri, hükumetleri bu tufanda savrulacaklar. Devrilecekler ve çok bastırmış oldukları mali krizler o ülkelerin hepsinde ve dolayısı ile küresel çapta yaşanacak.

– Küresel mali kriz en çok da batı alemini mahvedecek. Asya’da en çok Çin’i mahvedecek. Bundan tesirlenmeyen tek bir devlet ve toplum olmayacak. Türkiye de en şiddetli şekilde bu krizi yaşayacak ama sürpriz bir şey olacak. Türkiye, diğer bütün ülkelerden önce bu krizden çıkacak. Sorunlarını aşacak ve dünya lideri de olacak. Bunu TR’nin o çok konuşulan yeni lideri yapacak.

– Borsalardaki, hisselerdeki batışlar, dev şirketlerdeki iflaslar o kadar ileri seviyede olacak ki çok kişi “Keşke bunun yerine 3. dünya savaşı yaşansaydı” diyecek

– Aç kalan pek çok devlet, etrafındaki zayıf gördüğü devleti nakite çevirme, yağmalama kararı alacak. Bölgesel savaşlar çıkacak.

– Pek çok ülke kısa sürede haritadan silinebilir. Çok hızlı şekilde dünya haritasında değişiklikler olabilir.

– Bu gidişata mani olmak için, zavallı haldeki Ankebut Ağı, işler haldeki son sistemleri ile elektromanyetik saldırılar, suni afetler yapabilir. Hatta nükleer silahlar kullanılabilir.

– Batılı ülkelerin beslediği, koruduğu ve kullandığı Kuzey Kore, iyice aç kalınca Güney Kore’yi yağmalayabilir.

– Londra’nın, ABD’nin, İsrail’in, Rusya’nın ve Çin’in dünyanın askeri, mali ve siyasi dengelerine yön verme gücü hiç kalmaz. Halleri açıkça görülür

– Ankebut Ağının emrinde olan pek çok kraliyet ailesi yok edilir.

– Suudi Amerika denilen sözde devlet ve krallığı yok olur.

– Katar, BAE, Kuveyt, Singapur, Danimarka ve benzeri devletçikler, Ankebut Ağının kara para işlerinde maşa yaptığı o devletçikler hızlıca yok olur. Krallar, prensler, prensesler feci şekillerde yok edilirler. Stoklanmış altınlar, hazineler için şiddetli iç çatışmalar hatta savaşlar yaşanabilir.

– Ankebut Ağı dediğimiz sistem dünya genelinde herkesin duyacağı, bileceği şekilde ifşa olur. Kimlerin bu sistemin başında olduğu, kimlerin bu sistemin içinde olduğu… Kaç asırdır dünya genelinde neler neler yaptıkları, günümüzde neler yaptıkları… Vahşi satanistler oldukları… Bütün dünya insanlığına düşman oldukları… İnsan ve organ kaçakçıları oldukları. Sübyancılar, cinsi sapıklar, ibneler oldukları… Dünya insanlığını kendileri gibi şeytanlaştırmak ve sapıklaştırmak için organize faaliyette oldukları… Mason tarikatı üzerinden organize olarak dünyaya bu güne kadar yön verdikleri. Kurdukları ve kullandıkları terör örgütleri, emirlerinde olan hükumetler, siyasi partiler, STK’ler, sözde yardım kuruluşları, Kızılay, Kızılhaç, İHH ve daha neler neler… Her şey kısa sürede öğrenilir.

Dünya genelinde yüz binin üzerinde tanınmış, etkili ve/veya yetkili kişi tutuklanır ya da doğrudan öldürülür. Orada da kalmaz, devam eden safhalarda, öldürülenlerin sayısı on milyonları bulur.

– Dünyanın her yerinde, kimse yönlendirme yapmasa bile, olağan akışta, o sahte Yahudilerin öldürülmesi yönünde akımlar oluşur.

Nerede Yahudi varsa, hemen oracıkta, tutuklanmadan, yargılanmadan, polis çağrılmadan öldürülür.

Cesetlerine tükürürler hatta işerler. Meydan yerlere asarak herkese ibret olmasını isterler.

Masonlara da aynısı yapılır. Yahudi olmayan masonlar da dünyanın her yerinde öldürülür

Dünyayı bu hale getirenlerin ve bu halde tutanların yahudiler, satanistler, masonlar ve Vatikan olduğu anlaşıldığında, insanlığı hiç kimse sakin tutamaz.

– TR’nin yeni lideri, kısa zamanda bütün dünyanın da lideri olur. Muhtelif milletler, kendi devletlerinden daha çok TR’nin yeni liderine güvenirler, inanırlar ve onun yönlendirmelerine tabi olurlar.

– TR’nin yeni lideri, kısa sürede sadece TR’de değil, bütün orta doğuda ve biraz da dünya genelinde reformlar yapılmasını sağlar.

– TR’nin yeni liderini gayr-i müslim topluluklar bile çok severler. Ona çok inanırlar, çok güvenirler. Sözü kanun gibi dinlenir, sayılır. Ondan hep adalet ve iyilik göreceklerini bilirler. Onun sadece suçluları cezalandırdığını bilirler.

– TR’nin yeni liderinin bir tek paylaşımı, dünya genelinde büyük dalgalanmalara anında sebep olur. Tek yayınla devasa çeteleri, siyasi liderleri, mafyaları, şer merkezlerini yok ettirir. İnsanlığa çok faydalı olur.

– Bütün Afrika kıtası, TR’ye bağlanmak talebinde bulunur. TR toprağı olmak isterler.

– Avrupa’dan TR’ye doğru toplu göç dalgaları görülür ama TR’ye girmelerine asla izin verilmez.

– ABD’nin eyaletlerinden epeyi kısmı kısa sürede ayrılır. İlk anlarda bazıları tek başına devam eder, bazıları gruplaşır, ittifak yaparlar. Bu da olunca ABD halkından bir kısmı sorunlarını hafifletir ama çoğunluk yok edici açlığa, yokluğa, hastalıklara sürüklenir.

– Çin halkı da ayaklanır. Çin’in başındakiler isyan dalgalarını bastırırken on milyonlarca kişiyi öldürmekten bile kaçınmazlar. Sonunda yine de devrilirler. Çin parçalanır.

– Tavyan’ın başındaki danışıklı dövüşçüler de yok edilirler. Tayvan’daki akl-ı selim kişiler Çin ana karası ile tek devlet olmak isterler. Sonunda parçalanmış olan Çin’in, hala Çin denilen o büyük parçasını, Tayvandaki akl-ı selim kişiler idare ederler.

– Azerbaycan, İran, Gürcistan, Ermenistan, Irak, Suriye, Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan diye ülkeler olmaz. Kısa sürede bütün bu topraklar TR’ye dahil olurlar. Zaten hemen öncesinde oralardaki bütün mafyalar, masonlar, yahudiler, gizli Ermeniler, kara paracılar, insanlık düşmanları da yok edilmiş olur. Süreç çok hızlı ve şaşırtacak kadar kolaylıkla yaşanır

– Ankebut Ağının olan o dünyaca meşhur o özel bankalar, dev şirketler, maden işletmeleri, limanlar, değerli araziler kısa sürede el değiştirir. Bazıları kamulaştırılır. Bazıları tamamen kapatılır. Bazıları ise yoluna İstanbul ile devam eden başka iş adamlarının eline geçer.

– Dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse çıplaklaştırma, namussuzlaştırma, cinsiyetsizleştirme, evlilik dışı cinsi ilişki, LGBT mücadelesi veremez olur.

– Sadece TR’de, sadece eski ve yeni basın mensupları, medya mensupları, oyuncular, sanatçılar, mankenler arasından en az beş bin, ihtimal ki çok daha üzerinde kişi öldürülür.

Bunların çoğunu halk öldürür. Yargılama yapmak, itiraflar yaptırmak bile mümkün olmaz.

– TR’deki mason, kripto Yahudi, kripto Ermeni, kripto Rum ailelerin topluca göç etme çabaları sonuç vermez. Kaçamazlar, yollarda bile öldürülürler.

Sık sık “Nasıl kaçırdınız o bebekleri? O çocukları, o genç kızları ve o kadınları? Nasıl bunları bilip de akşamları rahatça uyudunuz? Nasıl her gün bizden görünerek, yüzümüze gülerek, Atatürkçülük ve cumhuriyet nutukları atarak bize her kötülüğü yaptınız? Bir de bizden çok Türk ve vatansever göründünüz? Bizi çağdışı, kendinizi çağdaş ilan ettiniz. Bizim devletimizin ve vatanımızın imkanlarıyla bize her şeytanlığı yaptınız. Siz nasıl bir mahluk türüsünüz, nasıl şeytanlarsınız? Türkiye’de insanların kaçırılmasından, organların çalınmasından, fuhşun yayılmasından, uyuşturucunun yayılmasından, aile kurumunun çökertilmesinden, çıplaklığın yayılmasından, vergilerin çalınmasından, halkın fakir kalmasından, Londra’nın sömürmesinden nasıl olur da zevk bile aldınız? Ulan düşman ordusu bile bu kadarını yapmaz şeytanlar” denilecektir.

Kafası ezilenler, kafası kesilenler, işkence ile yol ortasında öldürülenler, arabaların altında ezilenler, yaralı halde arabaların arkasına bağlanarak meydan yerlerde gezdirilenler, neler neler yaşanacaktır.

Şanslı olanların kafaları ya da karınları pompalı tüfeklerle patlatılacaklar. Bu sırada da münafıklar, menfaatçiler olacaktır ve boş durmayacaklardır. Gürültüden, kaos halinden istifade ile ırza tecavüz edeceklerdir. Eşyayı, malı, takıları yağma edeceklerdir. Polisin, askerin yetişmesi mümkün de olmayacaktır ki zaten ilgilenmeyeceklerdir. O sıralarda emniyet ve ordu içindeki kriptolar ve masonlar çoktan öldürülmüş ve hızlıca yeni yapılanma mücadelesi veriliyor olacaktır.

Öncelik devlet sisteminin ve sınırlarımızın muhafaza edilmesine verilecektir.

Ay, bu defa Türkiye’nin yeni lideri için tutuluyor.

Göklerde melekler, yerlerde börtü böcekler, dağlar ve taşlar, her şey yeni lideri biliyor ve çıkmasını bekliyor.

Bu dünyayı “şeytani” ayardan, “rahmani” ve “insani” ayara çevirmesini bekliyorlar.

Yunus balıkları telepati yapıyorlar, onu selamlıyorlar. O geliyor diye suyun içinde üstünde oynaşıyorlar. Kuşlar “Zaman geldi, o geliyor” diye ötüşüyorlar.

İnsan ve cin şeytanları ise, o geliyor diye kahroluyorlar ve mani olmanın yollarını arıyorlar. Hala şanslarını deniyorlar.

Gazze’de ateşkes ilan edilmemeli.
Artık bir taraf diğer tarafı mağlup etmeli.
Artık dünya Filistin-İsrail krizleriyle uğraşmaktan kurtulmalı.

Ölmeyeceğimi hep söylemiştim. Bu sabahı da göreceğim, peşinden binlerce sabah daha göreceğim. Çok uzun süre daha buralarda olacağım.


Hz. Mehdi de hz İbrahim ile İsmail’in soyundan gelecek. O mukaddes diyarı, gerçek Kudüs olan İstanbul’u fethedecek.

Yeryüzüne varis olan salih kullar bir manasıyla da onlar. Tek bir dünya devleti tesis edecek olan hz Mehdi’nin evlatları da Zülkarneyn’in evlatları gibi çok olacak, soyu/geni dünyaya yayılacak.

Onlara yine “Türk” de denilecek. “Oğuz soyu” da denilecek.

Akademi Dergisi takipçisi – Hocam Kur’an-ı Kerim’de maide suresi 21 ve 26 ayetleri ile Enbiya suresi 71 ve 105 ayetlerinde geçen mukaddes yer olarak bildirilen ve anlatılan yer Hz İbrahim as’ın ve Zürriyetlerine verilmiş yer olarak geçiyor ayette bu ayette göre Bu mübarek ve kutsal yer olan bu mukaddes topraklar nereyi kapsıyor hocam birçok âlim bu konuda ihtilaflı ki kimi Mekke kimi mısır kimi Suriye kimi Şuan ki gerçek olmayan Filistin yani Kudüs olarak görüyorlar ama Kuran’daki bu ayetler de geçmiyor Allah’ın bahsettiği ve Hz İbrahim’in as ve kendisinden sonra gelecek olan Zürriyetlerine verilmiş bu mukaddes topraklar nerede ve neresidir Hocam yoksa benim düşündüğüm bir nokta var ki buda gerçek Kudüs olan ve gerçek mescidi Aksa nın da içinde bulunduğu bugünkü günümüz İstanbul mudur asıl mukaddes topraklar gerçek Kudüs olan İstanbul mu oluyor hocam

Hocam aslında bu sorunun sormamın sebebi bu arzı mevud meselesi ile ilgili olarak sordum size böyle bir soruyu ve Kur’an’ı Kerim’de bile böyle isim olarak geçmeyen yani vaadedilmiş toprakları olarak bilinen bu arzı mevud isim Kuran’da yok ve geçmiyor aslında size dediğim gibi bu mukaddes topraklar olarak geçiyor oranın kutsal ve mübarek olması nedeniyle bu toprakların tam olarak neresi ve nerede olduğunu tam bir bilgim yok maalesef ama bu topraklar sadece Hz İbrahim as’ın ve Zürriyetlerine verilmiştir Hocam buda oluyor ki İbrahim as’ın iki oğlundan İsmail ile İshak as soyundan gelecek nesillere verilmiştir Hocam

Mehmet Fahri Sertkaya = Çok iyi, neden devam etmedin? Hz Mehdi de hz İbrahim ile İsmail’in soyundan gelecek ya?

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Asırlardır Türkiye üzerinde yapılan katliamların ve asimilasyonların bedeli ödetilecek


Türk ırkına uygulanan soykırımın bedeli ödetilecek.

Yaptığı, kimsenin, hiçbir tarafın yanına kâr kalmayacak.

İblis, Mehdi’nin Türkler arasından çıkacağını kesin bilgiyle biliyordu. Mehdi’nin Türkler arasında hangi aileden çıkacağını bile biliyordu.

Mehdi’nin doğmasını bile engellemek istedi. Asırlar öncesinden Türkiye’de etnik temizlik başlattı. Yüz bin senelik sinsilik tecrübesiyle, sahada çok şeytani planlar uygulattı. Buralarda tek bir gerçek Türk bırakmamak istedi.

Adıtürk projesi ile bu çabası zirve noktaya vardı. Hep gerçek Türkler katledildi, sürüldü, ezildi ama Türk rolü oynayanlar güçlendirildi, zenginleştirildi, her yere yayıldı.

Bu, hz Musa dünyaya gelmeden önce Firavun’un bütün çocukları katletmek istemesi misali bir davranıştı. Zaten İblis o devirde de iş başındaydı, şeytanlığı yapan ve yaptıran asıl kişi firavunlar değil, İblis’ti…

İblis o devirde de o kutlu doğuma mani olamadı, bu devirde de o kutlu doğuma mani olamadı.

Sahi, Yemen’e neden “Türk mezarlığı” deniyor?

Biz Türkler neden akıl, mantık, strateji dışı şekilde Yemen’de adeta biçildik, kırıldık?

Kimin, kimlerin planıydı bunlar ve hedefleri neydi?

Mehdi’nin doğmasını istemediler. Doğacaksa, yaşamasını istemediler. Yaşayacaksa, akıl almaz acılarla boğuşarak ömrünü tamamlamasını ve beklenen icraatları yapamamasını istediler. Kendi devrinde etrafında gerçek Türklerin bulunmasını ve gerçekten Türklerin kontrolünde bir devletin bulunmasını istemediler. Her kısmı en ince detaylarına kadar hesapladı o İblis…

Satanist ve mason Ankebut Ağı üzerinden dünya siyasetinde buna göre hamleler de yaptırdı.

Dünyanın, hususiyle Türklerin yakın tarihi, “Mehdi’yi çökertme” hamleleri ile dolu. Pek çok savaşın, göçün, katliamın, barış anlaşmasının, sahte kurtarıcının, sahte mürşidlerin arkasındaki asıl gerçek bile bu…

Lotus

Nilüfer cinsinden birçok bitkiye verilen ortak ad

Bataklıkta açan çiçek

Öldükten sonra dirilmek

Zorlu hatta imkansız görülen şartlardan çıkma

Büyük karanlıktan kurtuluş

Yeniden gençleşmek ve güçlenmek

İkinci Zülkarneyn çağı

Yeniden Türk çağı

Lotus çiçeği anlamı; arınma, yeniden doğma, ruhun temizlenmesi olarak bilinir. Bununla birlikte lotus çiçeğinin renk çeşitleri farklı durumları simgeler. Biyolojik açıdan bakıldığında çamurlu ve bataklık bölgelerde yetişip çiçek açan lotus çiçeği simgesel olarak zorlu koşullardan sıyrılmayı temsil eder.

Aynı zamanda bu çiçek Budizm’de “Büyük Karanlıktan Kurtuluş” anlamına gelen Nirvana’ya ulaşmak adına gerekli olan 8 yoldan biri “Doğru Bilgi”nin sembolüdür.

Antik Mısır inancında Lotus çiçeği ölümden sonra canlanmayı, gençliğin yeniden kazanılmasını sembolize eder. Güneş tanrısı Ra’nın lotus çiçeği içerisinden doğduğuna duyulan inanç lotus çiçeğini onlar için kutsal hale getirmiştir. Geleneksel Çin inancında ise lotus çiçeğinin cennette de yetiştiğine inanılmaktadır.

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Mfs – Dünya tabii bir gezegen değil. Celal Şengör bilim adamı değil


Dünyanın manevi yöneticisi

“Sözlükte kutb kelimesi (çoğulu aktâb) “değirmenin mili, eksen demiri, eksen; gökyüzünün kuzey yarım küresinde bulunan yıldız; bir topluluğun yöneticisi” gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise “velîler zümresinin başkanı, dünyanın ve âlemin mânevî yöneticisi olduğuna inanılan en büyük velî” mânasında kullanılmış, onun işgal ettiği makama da kutbiyyet denilmiştir. Ayrıca kutbun yönetimi altında bulunduğuna inanılan çeşitli velî gruplarının her birinin başkanına da kutub adı verilir. Bu durumda birinci anlamdaki kutbu öbürlerinden ayırmak için ona kutbü’l-aktâb denilir.”

“Fakat tasavvufta mutlak olarak kutub denildiği zaman en büyük velî, insân-ı kâmil ve hakîkat-i Muhammediyye anlaşılır. Abdürrezzâk el-Kâşânî kutbu âlemde Allah’ın nazargâhı olan yegâne velî diye açıklamış, kutubların kutbu sayılan bu velînin Hz. Muhammed’in nübüvvetinin bâtını (hakîkat-i Muhammediyye) olduğunu belirterek bu mertebenin ancak Hz. Peygamber’in en kâmil vârislerine ihsan edildiğini ifade etmiştir. Şu halde hâtem-i velâyet ve kutbü’l-aktâb hâtem-i nübüvvetin mânevî hüviyetini temsil eder (Iṣṭılâḥâtü’ṣ-ṣûfiyye, s. 145). “

“Cürcânî de kutbun maddî ve mânevî âlemlerdeki bütün varlıklara ruhun bedene sirayet etmesi gibi sirayet ettiğini söyler (et-Taʿrîfât, “Ḳuṭb” md.). Kutub derecesine eren en büyük velîye kendisinden mânevî yardım istendiği (istigāse) için gavs da denilir. Gavs-ı a‘zam tabiri de kutb-i ekberi karşılar.”

Alemin düzenine o aracılık eder

“Kutub inancına ilk defa Muhammed b. Ali el-Kettânî’de (ö. 322/934) rastlanır. Kettânî, ricâlü’l-gaybdan bahsederken kutub anlamında kullanılan gavsın bir tane olduğunu söyler (bk. Şa‘rânî, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 95). Kettanî’den sonra kutubdan daha açık ve geniş olarak Hücvîrî bahsetmiştir. Hücvîrî’ye göre kutub zâhir ve bâtın, maddî ve mânevî bütün varlıkların eksenidir, yani her şey onun üzerinde ve çevresinde döner, ona dayanır. Onun her şeye feyiz veren bir özelliği vardır. Allah âlemi ve âlemdeki düzeni onun aracılığı ile devam ettirir (Keşfü’l-maḥcûb, s. 249, 329, 346).”

“Kutub konusu en geniş ve kapsamlı bir şekilde Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve izleyicileri tarafından işlenmiştir. İbnü’l-Arabî el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’de kutub meselesine geniş yer ayırdığı gibi ayrıca Menzilü’l-ḳuṭb, Risâle fî maʿrifeti’l-aḳṭâb ve er-Risâletü’l-ġavs‌iyye adıyla eserler de yazmıştır. Ona göre her eksen, çevresinde dönen şeylerin kutbudur. Bu anlamda kabile şefi ve aşiret reisi kabilesinin ve aşiretinin kutbudur. Çünkü yönettiği toplum ona dayanır, onun etrafında döner. Tasavvuftaki kutub da böyledir. İbnü’l-Arabî bir işin erbabı ve ustası olan, herhangi bir nitelik veya yetenek kendisinde en mükemmel şekilde tecelli eden kişilere de kutub nazarıyla bakar. Meselâ bir çağda en mükemmel mütevekkil kim ise o çağda tevekkül ehlinin kutbu odur. Buna göre kutub bir tür prototiptir, belli bir zümrenin veya mesleğin ideal temsilcisi ve pîridir. İbnü’l-Arabî kutub görüşünü “Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz” (Buhârî, “Cumʿa”, 11; Müslim, “İmâre”, 20) meâlindeki hadisle, “Her birimizin belli bir makamı vardır” (es-Sâffât 37/164) ve, “Onlardan on iki nakib göndermiştik” (el-Mâide 5/12) meâlindeki âyetlere dayandırır.”

İbnü’l-Arabî’ye göre diğer varlıklar gibi kutbun da ruhu ve sûreti vardır. Ruh eksen, sûret ise onun çevresinde dönendir. Resûl-i Ekrem’e vahiy gelmeden önce ve sonra olmak üzere iki kısım kutub vardır. Peygamberlerden oluşan önceki kutubların sayısı 313, sonrakilerin sayısı on ikidir. Mektum kutublar olan Hz. Îsâ ile Mehdî bu sayıya dahil değildir. On iki kutubdan her biri Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İlyâs, Lût, Hûd, Sâlih, Şuayb olmak üzere bir peygamberin meşrebi üzere bulunur. Bunlardan her birinin kendine has bir zikri ve virdi vardır. Bu virdler peygamberlerin yukarıdaki sıralarına göre Yâsîn, İhlâs, Nasr, Feth, Zilzâl, Vâkıa, Bakara, Kehf, Neml, En‘âm, Tâhâ, Mülk sûreleridir. Meselâ Nûh’un meşrebi üzere olan kutub Yâsîn sûresini, İbrâhim’in meşrebi üzere olan kutub İhlâs sûresini okur (Tehânevî, II, 1167). Umumi velâyetin hâtemiyle hususi velâyetin hâtemi olan iki kutub daha vardır. Hususi velâyetin hâtemi olan kutub Hz. Muhammed’in kalbi (meşrebi) üzeredir, onun gönüldaşıdır. İbnü’l-Arabî her biri bir iklimde bulunan yedi kutba “abdâl”, yine her biri bir yönde bulunan dört kutba “evtâd” adını verir. İster kâfirlerle, ister müslümanlarla meskûn olsun her yerleşim biriminin mutlaka bir kutbu vardır. Allah bu beldeyi o kutub vasıtasıyla korur (el-Fütûḥât, IV, 76; Tehânevî, II, 1167).

İbnü’l-Arabî ayrıca tasavvufî makamların sahibi olan kutublardan bahseder. Ona göre her çağda tevekkül, muhabbet, mârifet gibi makam ve hallerin her biri için mutlaka bir kutub vardır. Resûl-i Ekrem’in mânevî bir özelliğine en yüksek derecede vâris olan bir velîye Muhammedî kutub dendiği gibi yine Hz. Peygamber vasıtasıyla önceki peygamberlerden birinin özelliğini güçlü bir şekilde temsil eden velîye de meselâ İbrâhimî kutub, Mûsevî kutub gibi adlar verilir.

Kutbü’l-aktâb çeşitli işlevleri itibariyle kutb-i âlem, kutb-i cihân, kutb-i ekber, kutb-i irşâd, halife, kutb-i zamân, kutb-i vakt, vâhid-i zamân, sâhib-i vakt, hicâb-ı a‘lâ, mir’ât-ı Hak, kutb-i medâr ve gavs adını alır. Mâna âlemindeki adı Abdullah olan kutbü’l-aktâbın biri solunda, diğeri sağında olmak üzere iki imam vardır. Soldakinin mâna âlemindeki adı Abdülmelik olup melekût âlemini, sağdakinin mâna âlemindeki adı Abdürrab olup mülk âlemini yönetir. Kutub vefat edince yerine derecesi daha yüksek olan halifesi Abdülmelik geçer ve Abdullah adını alır.

Bütün kutublar kutbü’l-aktâbın emri altındadır. On iki kutubdan yedisine iklim kutubları, beşine velâyet kutubları denir. İklim kutublarının her biri bir iklimi kontrol eder. Diğer velîler velâyet kutublarından feyiz alır. İbnü’l-Arabî ayrıca, velâyet yolunda ilerleyen bir sûfînin ulaştığı çeşitli kutbiyet mertebelerinden söz eder. Ona göre kutbü’l-aktâb için de kendine has dereceler vardır. Kutbü’l-aktâb yükselince ferdâniyyet mertebesine ulaşır. Bu mertebede bulunan kutbun irade ettiği her şeyi Hak da irade eder. Bu derecedeki kutub bir velîyi veya kutbu azletme, yerine başkasını tayin etme yetkisine sahip olur. Alâüddevle-i Simnânî’ye göre irşad kutbu güneş velîliğine sahip olup bütün âlemi aydınlatır. Abdal kutbu ise ay velîliğine sahiptir; yedi iklimde sözü geçer (el-ʿUrve, s. 528). Ferdâniyyet mertebesindeki kutbü’l-aktâb yükselince vahdet kutbu mertebesine ulaşır. Bu mertebe mâşuk olma makamıdır. Bâyezîd-i Bistâmî, Şiblî ve Abdülkādir-i Geylânî’nin bu dereceye ulaştığına inanılır. Ferdâniyyet mertebesinde mekân söz konusu olmaz. Kutubları halk göremez, fakat derecesi yüksek olan kutublar alt makamlardaki kutubları bilirler.

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya