Etiket arşivi: Geçmiş teknoloji devirleri

Belde-i tayyibe ne demek ve neresi

Sebe suresinde bahsedilen “Belde-i tayyibe” yani temiz, pak, çok güzel belde, çok yaklaşık olarak burası…

Günümüzde bazı kesimlerin “mezopotamya” dedikleri sınırlara da çok yakın bir sınır bu…

Binlerce sene önce, yüksek bilim ve teknoloji çağı yaşanan o devirde, sarı ile işaretlediğim bu yer, çok ama çok gelişmiş bir yerdi. Yüksek teknoloji ile yapılmış cihazlar, evler, arabalar, ziraat ve hayvancılık sistemleri, havadan su ve yakıt elde etme sistemleri, teknoloji ile desteklenmiş nehirler, bol rızık, bol su… Şu anda bile görsek şaşıracağımız bir yüksek teknoloji ve hayat standardı vardı. Hayat çok kolaylaşmıştı ama bu, o insanlara da yaramamıştı.

Sonra hep olduğu gibi oradaki insanlar da azdılar, yoldan çıktılar, İblis’e ve hatta bazı uzaylı kişilere uydular. Peygamberlerini yalandılar, alaya aldılar, meczup dediler, “Haber verdiğin azabı getir de görelim” dediler. Mühlet verildi, azdılar, alaya aldılar, saldırganlık yaptılar ve derken topluca helak oldular. Neredeyse taş üzerinde taş kalmadı. Topraklar bile yandı. Zaten sadece oralar değil, aşağıya, Yemen’e kadar her yerde yüksek teknoloji, yemyeşil arazi, cennet misali şehirler vardı. Oralar da hep yandı… Ad kavminin lideri Şeddad bir Ad’in suni cenneti bile o bölgedeydi.

Bu meselenin de farklı farklı yanları var ama merkezde yine uzaylı türler var. Sebe suresinde pek çok ayet-i kerimede uzaylılara ve yüksek teknolojiye işaret var.

Uzun zaman ayrılarak anlatılması gereken meseleler bunlar. Lakin şu bilinmeli ki Sebe suresindeki 15. ayet-i kerime, ahir zamanda bu bölgenin yeniden ihya edileceğine, o eski haline geri döndürüleceğine işaret ediyor. O bölge yine dünyanın en nadide bölgelerinden biri olacak. Yine yüksek bilim ve teknoloji insanlığın faydasına olacak şekilde kullanılacak. Bir zaman geçecek, yine yoldan çıkılacak ama sonrasında düzelme olmayacak, kıyamet kopacak.

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

..

Musa aleyhisselam zamanındaki firavun çingeneydi

Musa aleyhisselam zamanındaki firavun çingeneydi. Firavun soyu aslında çingenelerden gelmiyordu. Firavunlar çingene kadınlarla evlendikçe çingenelik firavun soyuna karıştı ve sonra hakim oldu. Sonraki nesillerin firavunları kendilerini çingene kabul eder oldular. Çingeneler Mısır’da türediler ve Hindistan’dan dünyaya yayıldılar. Zaman zaman Mısır’dan Hindistan’a, Hindistan’dan Mısır’a göçüp yerleşen çingene toplulukları da oldu. Çingeneler, dünyalı insanlarla, uzaylı insanların cinsi münasebeti neticesinde dünyaya gelmiş, var olmuş insan türlerinden biri… Yani çingeneler dünyalı/uzaylı melezi bir tür… En baştan beri genetik uyumsuzluk oldu, bazı zamanlarda genetik mühendisliği ile müdahaleler yapıldı, kısmi düzeltmeler mümkün oldu ama genetik kod sorunları hep devam etti, ediyor.

Kaderi değiştirmeye kalktılar

Firavunlar önceden Kıpti idiler. Mısır’ın eski halkı olarak bilinen Kıptilere sonradan çingenelik de bulaştı ve aralarında çingene genleri yayıldı.

Musa aleyhisselam devrinin firavunu, bir gece sarsıcı bir rüya gördü. Kudüs’te çıkan bir ateş Mısır’a geliyor, Kıptileri yakıyor ama Israiloğulları’nı yakmıyordu. Bunu tabir ettirdi. İsrailoğulları arasından çıkacak bir peygamberin, firavunun saltanatını yıkacağını anladılar. Kaderi değiştirmeye kalktılar. O vakitler Kudüs de Firavun’un devletine bağlıydı, hakimiyeti altındaydı.

Zan edildiği gibi doğan bütün erkek çocuklarını öldürtmedi. O firavunun devrinde metafizik, büyücülük, sihirbazlık çok çok yaygındı ve mümkün olabilecek en ileri seviyelerdeydi. Bilim ve teknoloji, günümüzde olduğundan çok çok daha ilerideydi. Yaklaşık yirmi sene kadar, doğan bütün erkek çocukları incelendi. Nüfus sistemine kayıt edilen ya da edilmese de varlığı fark edilen her erkek bebek hem ileri teknolojiyle hem de metafizik tekniklerle kontrol edildi.

Firavunun metafizikçileri, Musa aleyhisselamın yaklaşık olarak fiziki görünüşünü, özelliklerini bile metafizik tekniklerle öngörmüşlerdi. Günümüzde robot resmi ya da üç boyutlu canlandırma denilen tekniklere benzer teknikler de kullanarak, yaklaşık bir çizim/görünüş elde etmişlerdi. Ellerindeki teknoloji, bir bebeğin birkaç fotoğrafını kullanarak, onun kaç yaşında nasıl görüneceğini canlandırıp çizebiliyordu. Bunun haricinde, her erkek bebeğin video görüntüleri ve fotoğrafları alınıyor, firavunun çok kabiliyetli metafizikçilerinden oluşan heyete gönderiliyordu. Heyet bunları inceliyor, görüntüdeki bebeklerin ileride büyük bir zat olup olmayacağını anlamaya/sezmeye çabalıyor ve buna göre kararlar veriyordu. Şüpheli görülen bebekler öldürülüyordu. Yirmi yıl boyunca, her erkek bebek öldürülmediği ve sadece bu tetkiklerden sonra şüpheli görülen bebekler öldürüldüğü halde, yine de çok yüksek sayıda erkek bebek öldürüldü.

En çok metafizik tekniklere itibar edilerek icra edilen bunca faaliyet, bunca cinayet, kaderi değiştirmedi. Musa aleyhisselam, kendisini koruyamayacak yaşlarda/şartlarda olduğu zamanlarda da Allah tarafından hep muhafaza edildi. Allah bu muhafazaya hep kullarını vesile etti.

Firavun, her şartta asıp kesebilen biri değildi

Firavunun keyfi yasaklarına, zulümlerine ve bebek cinayetlerine karşı duranlar da öldürülmeye başlandı. Firavun, bu yolla da çok sayıda masum kişiyi öldürttü.

İyice zulmünü artıran, iyice haddini aşarak şeytanlaşan Firavun’a haklı olarak isyan eden, itaat etmeyen gruplar hep hedef oldular. Firavun, öncelikli olarak da bunların önderlerini, söz sahibi olanlarını öldürttü. Bu sırada da astığım astık, kestiğim kestik tarzı davranmaktan geri durdu. Metafizik sinyallerle, çok ağır büyülerle bu insanları öldürttü. Bu saldırılara rağmen hayatta kalabilmiş istisna sayıdaki kişileri de sinsice zehirleterek ve çok ileri teknolojilerle saldırılar yaparak öldürttü. İnsanların beyinlerine çok uzaktan sinyal göndererek öldürebilen cihazları, araçları vardı. Bunlarla, insanları topluca öldürmek de mümkündü. Aslında firavun, bu safhaya gelmeden önce, bu toplulukların yaşadığı yerlerde suni tekniklerle afetler yaşanmasını da sağladı. Rüzgarlar, yağışlar, depremler, günümüzde olduğundan daha kolay ve isabetli şekilde kontrol edilebiliyor ve suni şartlarla sanki tabii gibi görünen afetlere sebep olunabiliyordu.

Musa aleyhisselam, peygamberlik vazifesi verildiğinde devrin çok ileri seviyedeki iletişim teknolojilerini de kullanıyordu. Günümüzdeki internet ağı benzeri haberleşme sistemi üzerinden, bütün herkesi aynı anda ikaz edebiliyordu. Hepsine aynı anda nasihatlar edebiliyordu. Peygamberlik vazifesi henüz verilmediği zamanlarda da yayınlar yapıyor ve kitleleri yönlendiriyordu. Bu nedenle de firavun tarafından sevilmiyordu ve yayınları mümkün olduğunca sansürleniyordu.

Musa aleyhisselamın öz annesi, onu bir sandığın içinde Nil nehrine bırakmadı. Sandık diye bilenen o şey, devrin gelişmiş teknolojisinde imal edilmiş, piyasada bol bol bulunan ve satılan, elektronik özellikleri de olan bir nevi bebek aracıydı. Onun içinde Nil nehrine bıraktı.

Hazret-i Musa’nın mucizelerinden ikisi…

Musa aleyhisselam, bir Kıptinin bir adamla kavga ettiğini gördü ve ayırmak isterken, göğsüne hafifçe dokunup ittiği halde o Kıpti şahıs öldü.

Zan edilenin aksine, o Kıpti kişi yere düşerek ölmedi. Ölüp de yere düştü. Çünkü, Kıptinin göğüs hizasında, metafizik çatışmalara/saldırılara karşı koruma maksadıyla taktığı/taşıdığı bir elektronik cihaz vardı. Musa aleyhisselam devri, çılgınca büyücülük ve metafizik saldırılar yapılan, sihirbazlığın da son noktasına ulaştığı, ayrıca elektronik cihazların yaydığı sinyallerle de çok sayıda insanın öldürüldüğü bir devirdi.

Daha önce yazmıştım. Musa aleyhisselamın çok ileri seviyede metafizik kabiliyetleri/güçleri vardı. Hiç temas etmeden, uzaktan uzağa bile insan ya da cin şeytanlarını çarpıp öldürebiliyordu. Uzaylı insan türlerinden olup da şeytanlaşan insanları da çarpıp öldürebiliyordu. Ayrıca, çok çok ileri teknoloji seviyesinde imal edilmiş olan araçlarla cihazları da metafizik sinyallerini göndererek çarpıp bozabiliyor, düşürebiliyor, patlatabiliyordu. Bu vakada, Musa aleyhisselamın eli, Kıptinin göğsündeki bu cihaza temas edince ya da çok yaklaşınca cihaz birden bozuldu, koruma kalktı, o Kıpti sinyale girdi ve daha ayakta iken öldü. Bütün bunlar birkaç saniye sürdü.

Bu vakada Musa aleyhisselamın onu öldürme kastı yoktu ama o Kıpti bir yandan resmi yetkileri olan, bir yandan da ileri seviyede metafizikçi ve büyücü olan, çok çok şerli bir insan şeytanıydı. Daha genç yaşta çok canlar yakmıştı. Müstahakını bulmuş oldu.

Hazret-i Musa, bu nedenle Firavunun şerrinden çekindi ve Medyen’e gitti. Çünkü çarpılarak ölen o Kıpti, firavunun mühim adamlarındadı. Yine daha önce yazmıştım. Musa aleyhisselamın elini koynuna sokup çıkarınca, elinin bembeyaz olup ışık yayması mucizesini… Işık diye bilinen şey de çok güçlü seviyedeki metafizik kabiliyetiydi. Bu konuda gücü, mucizevi seviyedeydi. Elinden çıkan metafizik sinyallerle, yakınındaki ya da uzaktaki düşmanlarını tek tek ya da topluca çarpıp öldürebiliyordu.

Bu mucizevi kabiliyeti ve bir de mucizevi hususiyetlere sahip olan asası, Kur’an-ı Kerim’deki Kasas suresinde, 32-33. ayet-i kerimelerinde mevzu edilmiştir:

“Bu iki mucize firavun ve adamlarına karşı rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.”

Mehmet Fahri Sertkaya

Stratejik ehemmiyete sahip

Yıllardır yazıyorum, Göbekli Tepenin etrafında, yine yer altında çok sayıda başka maden ocakları da var. Yüksek teknoloji ile yapıldıkları daha net anlaşılabilecek kısımlar da var. Gelişmiş teknolojilerle yapılmış odalar da var.

Çok yıllardır Göbekli Tepenin gerçek değerinin ve ehemmiyetinin anlaşılabilmesi için yazılar yazdım, yönlendirmeler yaptım. Akademi Dergisine uygulanan bütün sansürlere rağmen bu yazılar her yere ulaştı. Son iki senedir ise Akademi Dergisi’nin tesir gücü dünya genelinde iyice arttı. Eski ve yeni bütün yazılarım, dünyanın dört bir yanından etkili ve yetkili kişilerce, kurum ve kuruluşlarca incelenir, üzerinde tartışılır ve çalışılır oldu. Bu çerçevede, bölgeye turist kafileleri gibi görünen ama casuslardan ve araştırmacılardan oluşan ekipler de gönderilir oldu. Son zamanlarda Ruslar da bunu yapıyorlar.

Satanistlerce dünya insanlığına dayatılan saçma sapan dünya tarihi kabullenişini ve evrim safsatasını, tek başına Göbekli Tepenin bile çökertebileceğini, çok yakında bütün dünya görmüş olacak. Lakin, o bölgede öncelikli olarak, geniş bakış açısıyla, hakkını vererek, gerçekten uzman kişilerle çalışmalar yapanlar, diğerlerinden çok önde olacaklar. Stratejik ehemmiyete sahip çok şeyleri önden çözebilecekler.

Yazmıştım, orada bütün dünyanın uğruna savaşa girişebileceği kadar mühim bir maden yatağı var. Hadis-i şeriflerde Fırat nehrinin altından çıkacağı ve uğruna harp edileceği haber verilen şey de tam olarak bu maden… Orayı, sadece bir millet ya da bir dönem/devir/nesil insanları kullanmadılar. Nesiller boyu, uzaylı insanlar da dahil olmak üzere farklı taraflarca kullanıldı orası ve tahmin edilebilenin çok üstünde sarsıcı gerçekler var o bölgede…

Orada taşların T şeklinde olması, manyetik alan teknikleriyle alakalı… Orada çok sarsıcı manyetik alan gerçekleri var. Oraların ibadethane/tapınak olduğu iddiası/tezi çoktan çöktü. Hala bunu iddia edenler de çoğunlukla Ankebut Ağı mensubu insan şeytanı kişiler. Yüksek teknoloji ile yapılmış bir yerin, bir sebeple terk edilmiş olması ve o teknoloji seviyesinde olmayan bir millet tarafından daha sonraki nesillerde kullanılması, sonraki neslin oraya kendi kıt imkanlarıyla eklemeler ve müdahaleler yapmış olması, kabullenilemez bir gerçek mi? Piramitlerden Göbekli Tepeye kadar dünyadaki binlerce tartışmalı mekanda bu gerçek var. Nesiller boyunca, farklı bilgi, teknoloji ve kültür seviyesindeki insanlar, oralarda farklı izler bıraktılar.

Mehmet Fahri Sertkaya

Ahid Sandığı

Haydi toplanın, metafizik çatışmalar tat vermiyor, geceden beridir anca vakit kaybı… Biraz sonra size Ahid Sandığı da denilen Tabut-u Sekine hakkında sarsıcı gerçekleri anlatayım. Vaktimiz değerlenmiş olsun…

18 bin alem ittifak etse bile onu bulamaz

Onu mehdi bulacak, alacak…

Tabut, Tabut-u Sekine, Mukaddes Emanetler, Ahid Sandığı, Şahadet Sandığı da denilen ve Musa aleyhisselam zamanından beri bilinen ve Kur’an-ı Kerim’in ayet-i kerimelerinde konu edilen şey, aslında bildiğimiz manada sandık ya da tabut değil.

Yıllardır anlatıyorum, geçmişte, şu günümüzde olduğundan çok çok daha ileri bilim ve teknoloji vardı. Ve geçmişteki hak peygamberlerin bazılarının devrinde de böyle yüksek bilim ve teknoloji vardı. Musa aleyhisselam devri de böyleydi. Musa a.s. bir yandan peygamber olmak hasebiyle, bilimsel izahı asla yapılamayacak olan mucizeler de gösteriyor ama bir yandan da devrin çok uçuk seviyedeki bilim ve teknolojisini de kullanıyordu. Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresinde “Tabut” denilen bu şey de hem peygamberlerin mucizlerinin ve ayrıca emanetlerinin/bıraktıklarının ve hem de yüksek bilim ve teknoloji ile imal edilmiş bazı şeylerin bir araya gelmiş halidir.

Söz konusu tabut imal edilirken, dünyamızda bilim ve teknoloji, uzaydaki başka hiçbir gezegende olmadığı kadar ilerideydi. Uzaydaki başka gezegenlerden teknoloji aktarması hiç yapılmadığı halde dünyamızda kendi olağan akışıyla gelişen bilim ve teknoloji, o kadar ileri seviyedeydi ki bilim ve teknolojide ulaşılabilecek son sınıra ramak kala bir seviyedeydi ve bu tabut işte böyle bir devirde imal edildi.

Dünyanın çekirdeği döndükçe oluşan manyetik alandan istifade ederek böylelikle daimi/kesintisiz olarak enerjisini alabilen bu teknoloji harikası tabut, aynı zamanda çok gelişmiş yapay zekaya da sahip.

Bu tabutta ayrıca görünmezlik kalkanı da mevcut. Günümüzde UFO ya da uçan daire denilen araçlardakinin çok daha ileri seviyesinde bir itki gücüne de sahip olan, bildiğimiz manada motorları, kanatları, ayakları, tekerlekleri bulunmayan, hiç ses çıkartmayan, havada, suda, yeraltında hiç zorlanmadan gidebilen bir araç/tabut bu…

O kadar ileri seviyede bir yapay zeka teknolojisine sahip ki günümüzdeki dünya insanlarının yerlerine geçmekte kullanılan o mükemmel biyonik robotların yapay zekaları, onun yapay zekasının yanında çok çok zayıf kalırlar.

Söz konusu yapay zeka, tabutu tehlikede görünce mükemmel şekilde vaziyeti analiz edebiliyor, ne yapması gerektiğine de tam isabetle karar verebiliyor ve kararlarını uygularken hiç hata yapmıyor. Bu tabutta, bu yapay zekanın kullandığı savunma sistemleri de mevcut.

Ye’cüc ve Me’cüc’ün yani yeşiller ile grilerin elindeki bilim ve teknoloji ile de bu tabutu bulmak mümkün değil. Çünkü tabut, onların elindeki arama, tarama cihazlarına da yakalanmıyor. Kendini, çok gelişmiş aletlerin sinyallerinden de koruyabiliyor. Onlara karşı da bir görünmezlik özelliği var. Görünmezlik özelliği, insan gözü için de var. Yüzlerce, binlerce insanın arasından ve sokaklarla caddelerdeki gelişmiş kameraların önünden geçip gidebilir ama asla fark edilmez. Bu kadar görünmezlik özelliği sayesinde zaten görünmüyor ama bir şekilde gafil avlanmış olsa, görünse, bulunsa bile sorun olmuyor. Çünkü açılamıyor. Sadece yapay zekaya önceden tanımlanmış kişiler açabiliyor. Bu kişilerden olmayan biri tabutu ele geçirse ve açmanın yollarını denese, tabut sinyaller yayıyor ve bu kişileri çarpıyor ama öldürmüyor. Kişi ya da kişiler tabutu açma mücadelesine devam ederlerse bu defa onları ağır çarpıyor. Gözlerinden giren bir enerji ta beyinlerini bile yakıyor ve oldukları yerde öldürüyor.

Tabut, zihin kontrolüyle çalışıyor. Lakin, kimlerin zihinlerinden talimat alacağı önceden kodlanmış, tanımlanmış vaziyette. Kodlanmamış kişilerin zihinlerinden gelen talimatları kabul etmiyor.

Türkiye’de en çok Konya civarında ve ayrıca dünyanın başka başka yerlerinde görülen obrukları, günümüzden çok çok ileri bilim ve teknoloji ile imal edilmiş maden araçlarının açtığını, uzaylı insan türlerinin dünyamızdaki bor da dahil olmak üzere muhtelif madenleri çaldığını yıllardır anlatıyorum.

İşte bu araçların kullandığı, toprağın atomlarını oynayarak yakan ve böylelikle hafriyata gerek kalmadan yerin altını kazan teknolojinin çok daha ilerisi bu tabutta da var. Böylelikle bu tabut, yerin altından çıkmadan bulunduğu yeri değiştirebiliyor. Okyanusların, denizlerin içinde gidebiliyor. Şu yeşillerin ve grilerin uçan dairelerine yaklaşsa, onları da bozabiliyor. Yani, dünyamızda mevcut bulunan bilim ve teknolojiden on binlerce sene ileri seviyede teknoloji ile yapılan araçlar bile onun yanında savunmasız kalıyor. Nerede kaldı ki ona zarar verebilsinler. Öyle mükemmel bir araç ki bu tabut, okyanusun en derin yerlerine inse, basınçtan zarar görmüyor.

İşte yeşillerin ve grilerin ya da an itibariyle uzaydaki hiçbir gezegenin teknolojisiyle bulunamayacak ve açılamayacak olan bu tabuta, son defasında verilen talimatlar var. Tabutun yapay zekası, ahir zamanın ne olduğunu, nasıl olduğunu ve o zamanda mehdinin kim olduğunu bilebilecek ve ona teslim olup açılabilecek şekilde kodlandı. Bu kısımda mucizevi yönler de derinlikler de var ama böyle yapay zeka kodlaması kısmı da var.

Bu tabutu İsrailoğullarının hükümdarlarının birbirlerine bıraktığı söylenir. Bu bilgi de doğru değil. Hristiyanların ve Yahudilerin dini kaynaklarında bu tabuta dair anlatılanların çok az bir kısmı doğru. Bu tabut, hükümdardan hükümdara değil, peygamberden peygambere bırakıldı.

Bir zaman geldi, bu tabut peygamber olmayan birine de verildi ama Yahudiler bunu kabullenmediler. Bu kısmı anlamak için, Bakara suresinde bu tabuttan ve ayrıca hazret-i Talut ile hz. Davud’dan da bahsedilen ayet-i kerimelerin meallerini okuyalım:

Ayet 247: Peygamberleri onlara: “Allah, size hükümdar olmak üzere Talût’u gönderdi.” demişti. Onlar: “Ona bizim üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir.” dediler. Peygamberleri de “Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir.” dedi. Hem Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir.

Ayet 248: Peygamberleri, onlara şunu da söylemişti: Haberiniz olsun, Onun (Talut’un) hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir sekine (sükûnet, gönül rahatlığı), Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye (kalıntı) vardır. Onu melekler getirecektir. Eğer iman etmiş kimselerden iseniz, bunda sizin için kesin bir ibret, bir alâmet vardır.

Ayet 249: Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: “Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır).” Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. “Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir.”

Ayet 250: Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!”

Ayet 251: Derken, Allah’ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut’u öldürdü ve Allah, kendisine (Hz. Davud’a) hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden (peygamberlere has ilimden) de öğretti. Eğer Allah’ın, insanları birbirleriyle savması (savaştırması, yok etmesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur (insan şeytanlarıyla dolar) giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.

Zamanın Yahudileri, hak peygamberlerden biri olan Yuşa aleyhisselama “Allah bize hükümdarlık yapacak birini seçsin, biz de ona tabi olalım. Eskiden olduğu gibi iyi hallerde olalım, her yerde hakim olalım.” dediler. Yuşa a.s. da onlara “Allah size hükümdar olarak Talut’u seçti, Talut’a tabi olun” dedi. Lakin İsrailoğulları (Yahudiler) bunu istemediler. Irkçılık yaptılar, İslam peygamberlerinin çoğu ben-i İsrail arasından çıktığı için bunlar kendilerini üstün bir ırk olarak görüyorlardı. Yahudi olmayan, ayrıca zengin olmayan birine tabi olmamayı seçtiler. Çünkü… ilimce ve bedence çok ileri bir halde olan, muazzam bir ilmi derinliğe, askeri dehaya ve pek çok sahada üstünlüklere sahip olan Talut bir Türktü… Görünüşü de çok heybetli olan, son derece yakışıklı da olan Talut, Zülkarneyn diye de bildiğimiz kişinin ta kendisiydi.

Boşuna yorulmayın.

En gelişmiş süper bilgisayarlarla, en gelişmiş arşivlerinizde bile aratsanız, bu bilgileri bulamazsınız. Bunlar daha önce hiçbir kitapta, makalede, internet sitesinde, sosyal medya hesaplarında, televizyon programlarında veya herhangi bir yerde paylaşılmadı. Bunlar, sadece Akademi Dergisinde bulabileceğiniz sarsıcı gerçeklerden… Siz şu anlarda şoklara girmişsinizdir. Halinizi anlıyorum, kolay değil. Din diye ve dava diye inandığınız şeylerin temelleri yıkıldı, hiç bu kolay değil. Bir kez daha anladınız ki o İblis çok yalancı, çok fitneci, çok kandıran biri… Siz şokları biraz atlatın. Ben bir çay içip geleceğim. Devam ederiz. Dediğim gibi, zaten metafizik sahanın tadı yok.

Haydi devam edelim…

Hz. Musa ve hz. Harun henüz alemi değişmemişken, dünya hayatları bedenen de devam ederken yani ölüm denilen şeyi yaşamamışlarken, Allahü teala İsrailoğullarına arz-ı mev’ud u vaat etti. Filistin’i ve çevresini zalimlerden temizlemelerini, Allah yolunda harp etmelerini emir etti. Musa a.s. bu emri İsrailoğullarına bildirdi. Musa a.s. ın akrabası olup henüz genç yaşlarda olan ve peygamberlik vazifesi de verilmemiş olan Yuşa a.s. da İsrailoğullarının arasındaydı. Aralarında Yuşa a.s. da bulunduğu bir grup, bölgeyi incelemek ve gözlemlemek için gönderildi. İsrailoğulları, Filistin ve civarına gittiklerinde gördüklerine inanamadılar. Ortalama bir insanın iki hatta iki buçuk katı boyunda olup o nispette geniş/kalıplı olan kişileri gördüler. Kalplerine korku düştü ve çok çekinerek aceleyle geri döndüler. İsrailoğullarına “Sakın oraya gitmeyin, gitmeyelim. Yok oluruz. Esir düşeriz.” gibi sözler söylediler ve o kişilerin dev gibi olduklarını, çok güçlü olduklarını anlattılar. Aralarından Yuşa a.s. da dahil olmak üzere, sadece birkaçı bu hale düşmediler ve o anlarda henüz peygamberlik vazifesi verilmemiş olan Yuşa a.s. İsrailoğullarına nasihatlar etti:

“Ey İsrailoğulları! Cebbarların (zâlimlerin) şehrinin kapısından hemen girin (onların vücutlarının büyüklüğünden korkmayın. Biz onları gidip gördük ve öğrendik. Onların bedenleri büyük ve kuvvetli fakat kalpleri zayıftır. Sizinle harp etmeye rûhî metânetleri yoktur). Bir defâ kapıdan girdiniz mi (Allahü teâlânın vâd ettiği yardımın size gelmesiyle) elbette siz gâliblerden olursunuz. Siz gerçekten inanan, Allahü teâlânın vâdini tasdik eden kimseler iseniz, (Allahü teâlânın kudretine, size yardım edeceği hakkındaki vâdine, Musâ aleyhisselamın peygamber olduğuna inanıyor, îmân ediyorsanız, düşmanların boy ve cüsselerine bakarak aldanmayınız. Onlardan korkmayınız. Size ilâhi yardımın geleceği husûsunda ve bütün her hâlinizde) Allahü teâlâya tevekkül ediniz. (O’na îtimâd ediniz. Yalnız O’na güveniniz ve cihâddan geri durmayınız.)” (Mâide sûresi: 23)

İsrailoğulları bu nasihatı dinlemedi. Musa a.s. ın nasihatlarını ve emirlerini de dinlemediler. Aralarında olup korkusuzca ve samimiyetle davranan Yuşa a.s. ve birkaç kişiyi daha taşladılar. Öldürmek de istediler.

Siz bakmayın dünya tarihi boyunca peygamberlerin çoğunun ben-i İsrail’e gönderilmiş olmasına… Dünya tarihi boyunca, peygamberlere en çok itaatsizlik eden, onlara en çok eza ve cefayı çektiren, en çok peygamber katleden kavim de ben-i İsraildir.

O gördükleri dev kişiler aslında bu dünyanın insanlarından değildiler. Aslında onlar insan da değildiler. Dünyada bulunan uzaylı türlerin gelişmiş teknoloji ile ve dünya insanı suretinde yaptıkları biyonik robotlardı onlar.

İsrailoğulları bu kadar korkaklık, itaatsizlik edip bir de üstüne Allah’ın peygamberlerine ve veli kullarına karşı bu kadar ileri gidince, Allah onları cezalandırdı. Arz-ı Mevud a girmeleri haram kılındı. En doğrusunu Allah bilir ama yaklaşık olarak kırk sene Tih sahrası sürgününde yaşadılar. Çok şaşkın, çok kötü ve acınacak hallerdeydiler. Çok zor şartlarda hayatta kalmaya çalıştılar ama zaman geçtikçe hep sefil hallerde öldüler. Bir nesil gitti ve onların evlatlarının yetişkin olduğu başka bir nesle/devre çıkıldı. Bu süre içinde Harun ve Musa aleyhimesselam da alemi değiştiler, vefat ettiler. Ve onlardan sonra peygamberlik vazifesi Yuşa bin Nun aleyhisselama verildi.

Yuşa a.s. arz-ı mev’ud (vaad edlen topraklar) denilen yerleri peş peşe fethetti. Arz-ı mev’ud, Yuşa a.s. zamanında gerçekleşmiş oldu. Yuşa a.s. bu süre boyunca sık sık mucizeler de gösterdi. Zalim ve kafir hükümdarları öldürüp de o diyarları İsrailoğulları arasında taksim etti. Musa aleyhisselama indirilen hak Tevratı okudu, ondaki hükümlerle hüküm verdi. (Günümüzdeki muharref/bozulmuş Tevratı değil, tahrif olmamış haliyle hak Tevratı…)

Yuşa a.s. bu kadar yerleri fethederken tabut-u sekine de kendisindeydi ve ondan da istifade etti.

Zamanın Yahudileri, arz-ı mev’ud denilen yerleri küçük görür ve tarihteki ihtişamlı halleri gibi dünyada çok geniş yerleri fethetmek ister oldular. Firavunların saltanatı devri gibi şartlar ister oldular.

Lakin dünyanın siyasi ahvali buna pek müsait değildi. Dünya üzerinde, o zamanda da şu zamanımızda olduğu gibi pek çok devletin idarecilerinin yerlerine biyonik robotlarla uzaylı türler geçmişti ve bu ülkeleri, milletleri uzaylı insan türleri yönetiyorlardı. Bu gerçekleri bilmeyen İsrailoğulları, yukarıda da anlattığı gibi, Yuşa aleyhisselama “Allah bize hükümdarlık yapacak birini seçsin, biz de ona tabi olalım. Eskiden olduğu gibi iyi daha iyi, daha ihtişamlı hallerde olalım, dünyanın her yerinde hakim olalım.” dediler. Yuşa a.s. da onlara “Allah size hükümdar olarak Talut’u seçti, Talut’a tabi olun” dedi.

Talut, Oğuz Kağan ya da Zülkarneyn diye de bildiğimiz kişi olduğu için ona tabi olmadılar, onun hükümdarlığını çoğunlukla kabul etmediler.

İşte, istikamette kalan, müslümanlıkta kalan, itaat halinde kalan İsrailoğulları da dahil olmak üzere, dünyadaki bütün müslümanların ve mazlumların kurtarıcısı olacak Talut ya da diğer isimleriyle Oğuz Kağan, Zülkarneyn devri böyle başladı.

Talut/Zülkarneyn, Calut’un ordusunu yendi. Calut ve ordusundaki pek çok kişi de dev insanlar olarak bilinen biyonik robotlardı. Calut’a son darbeyi, Talut’un kumandan olduğu orduda bulunan ve henüz peygamberlik vazifesi verilmemiş olan Davud aleyhisselam vurdu. Ölümü onun elinden oldu.

Mecmau’l-bahreyn (İki denizin birleştiği yer)

Yıllardır yazarım, bilirsiniz. İstanbul boğazı suni bir boğaz. Cebel-i Tarık boğazı da öyle… Bu iki boğazı da Zülkarneyn a.s. açtı. Bizim İslami kaynaklarda çok uzun zamandır yazılır, anlatılır. Zülkarneyn a.s. İstanbul boğazını açarken, o sıralarda büyükçe bir göl olan karadenizi denize çevirirken, ona en çok yardımcı olan kişilerden biri de hz. Yuşa’dır. Hz. Yuşa’nın kabri yakın geçmişte veli zatların kerametiyle tespit edilmiştir ve İstanbul’un hakim tepelerinden biri olan Anadolu Kavağı tepesinde bulunur. İddia edildiği gibi 17 metre boyunda da değildir. Ortalama boylardadır. Ve hz Yuşa, halen boğazın hakimi ve koruyucusu olarak kıyamet sabahına kadar ruhaniyetiyle hizmetine devam etmektedir. İstanbul boğazı çok yüksek teknoloji ile açılırken hz. Zülkarneyn’e en büyük desteği veren kişilerden biri de Hızır aleyhisselamdır. Hz. Musa ile Hz Hızır’ın buluştuğu ve “iki denizin birleştiği yer” denilen yer de bu günkü adıyla İstanbul’dur, İstanbul boğazıdır. O buluşmanın bir kısmına kadar orada bulunan üçüncü kişi de Yuşa aleyhisselamdır.

Tarih tekerrürlerle dolu…

Bundan yaklaşık yedi bin sene önce Oğuz Kağan, Talut, Zülkarneyn ve daha başka isimlerle bilinen o mübarek zat İstanbul’un da hakimiydi. İki denizi suni tekniklerle birleştirdi. Bütün dünyanın da hakimiydi. Yanında ona sadakatla bağlı olup korkusuzca Allah yolunda cihad eden temiz ve asil bir millet, Türkler vardı. En çok da Türk kavminin desteğiyle hz. Zülkarneyn dünya hakimiyeti tesis ederek dünyayı imanla, huzurla, mutlulukla, adaletle ve hayırdan yana her ne varsa onlarla doldurdu.

Daha önce anlattıklarımdan biliyorsunuz. Dünyada şu ana kadar dört kişi, dünyanın tamamına hükmeden devletlerin idarecisi olabildiler. Beşinci bir kişi de dünya hakimiyeti tesis edecek. Bu kişi mehdi olacak. Lakin bu kişi mehdi de denilen, hakiki mehdinin evladı/talebesi olan Cehcah olacak.

Nasıl ki tarih boyunca tabut-u sekine sadece olması gereken kişilerin elinde olduysa, ahir zamanda da mehdinin yani Cehcah’ın elinde olacak. Cehcah, dünya hakimiyeti tesis ederken tabut-u sekineden, onun içindeki mukaddes emanetlerden, çok değerli notlardan/bilgilerden çokça istifade edecek.

Olmaz ya, bir şekilde tabutu sekine başka bir ele geçmiş ve bir şekilde açılabilmiş olsun… O halde bile, tabutun içindeki notları çözemeyecekler. Çünkü o notlarda anlatılanları peygamberler ve bir de peygamber olmasalar da zülkarneyn gibi, Üzeyir a.s. gibi, Lokman a.s. gibi, Hızır a.s. gibi çok çok yüksek manevi derecede ve yüksek ilim/hikmet seviyesinde olanlar anlayabilirler. Bir de ahir zamanda zuhur edip ikinci Zülkarneyn olacak olan Cehcah anlayabilecek. Tabutun içindeki Süleyman mührü, Musa’nın asası gibi mukaddes emanetler de mucizevi hususiyetlere sahipler. Yanlış ellere geçmezler, geçseler de yanlış ellerde o mucizevi halleri görülmez.

Cehcah da birinci Zülkarneyn gibi dünya insanlığını tek bir toplum yapacak. Irkçılık olmayacak, haksızlık olmayacak, zulüm olmayacak, katliamlar olmayacak. Bir süreden sonra hastalıklar bile olmayacak. İnsanlara saldıran hayvanların bile genetik kodları normal/eski hallerine getirilecek ve bu saldırganlık bile olmayacak. Ye’cüc ve Me’cüc Cehcah zamanında ikinci kere dünyamıza taarruz edecekler ve Cehcah yani ikinci Zülkarneyn sayesinde dünya insanlığı bu iki uzaylı kavmi yenebilecek. Hz. İsa’nın yeniden yer yüzüne indirilişi de Cehcah zamanında olacak ve hz. İsa Cehcah’ın sürekli danıştığı bir ruhani/manevi lider olacak. Yeniden peygamberlik vazifesi yapmayacak. Hükümdarlık da yapmayacak, siyasi lider de olmayacak. İmam- Azam’a da tabi olmayacak. Ehl-i sünnet üzere yeni bir ameli mezhep tesis edecek. Kendi içtihatlarıyla amel edecek ve isteyenler onu mezhep imamı olarak da görüp tabi olacaklar. Öyle hakikatler gün yüzüne çıkacak ki duyan ve gören insanların hepsinin müslüman olması gerekecek. Artık aksine bir duruş sergilemek mümkün olmayacak. İşte o anlarda hz. İsa içtihat edecek ve “Ya iman ya da ölüm” diyecek. O derece inatla inkarcılık yapanların dünya üzerinde yaşamalarına ve dünyayı maddi ve manevi tehlikelere sürüklemelerine izin vermeyecek. Cehcah da hz. İsa’nın bu emrini yerine getirecek. Lakin o gün gelene ve o şartlar oluşana kadar dünyadaki milletlerin, cemaatlerin din/vicdan ve ibadet hürriyetlerine karışmayacak.

Öyle, hazırlıksız bir şekilde, çalakalem yazdım bunları… Biraz düzensiz oldu ama yeterince anlaşılır oldu. Vakit buldukça ve aklıma düştükçe bu konuda küçük eklemeler de paylaşırım.

Dünyanın etrafını sarmış olan ve günümüzde Van Allen kuşağı da denilen koruma kalkanının nasıl yok edileceğini ve oradan zarar görmeden nasıl geçileceğini çözmenin yolu da tabut-u sekinede var.

Mehmet Fahri Sertkaya

Deniz kızının hakikati

Saatlerce anlatmak gerekir ama kısaca izah edeceksek, şöyle izah edilebilir;

Dünyamızda binlerce senedir yarı insan, yarı balık olan canlıların çizimleri, heykelleri yapılıyor. Afrikanın son derece ibtidai/ilkel kabilelerinde bile böyle tasvirlere ve efsanelere denk gelinebiliyor. Hatta Şi’ra yani Sirius yıldız sisteminden bahsedilirken söz hep balık insan denilen canlılara, yarı insan ve yarı balık gibi görünen acayip şeylere çıkıyor.

Bunun iki sebebi var.

1- Dünyamızdaki sayısız hayvanların vücutlarında nasıl farklı farklı özellikler varsa, onları andıran, onlara benzeyen farklı farklı özelliklerde uzaylı insan türleri de var. Uzayda en azından kat trilyonlarca insan türü var ve bunların fiziki şekilleri çoğunlukla başka başka… Dış görünüş itibariyle birbirine benzeyen insan türü sayısı az. Bazı uzaylı insan türlerinin kanatları var ve havada kolayca uçabiliyorlar. Bazılarının ise çok kalın ve sürüngenlerdeki gibi pullu derileri var. Bazılarının kolları ve başı olsa da ayakları yok ve karınları üzerinde sürünerek yol alıyorlar. Bazılarına arkadan baksanız, dünyamızdaki uğur böcekleri gibi sırt kısımları var. Bazıları ise, ayaklarının haricinde ellerini de yere koyarak yürüyorlar. Epeyi karanlık bir yerde onlardan birini uzaktan görseniz, dört ayaklı hayvanlara benzetebilirsiniz. Bazılarının ise denizde, gölde yaşamaya müsait derileri, iç organları ve solungaç sistemleri var. Daha önce yazmıştım, Issık gölün altında ve etrafında gizlice yaşayan tür de söz konusu türlerden biri ve su altında hiç zorlanmadan uzun süre durabiliyorlar. Söz konusu balık derili, balık gibi pullu, ayakları olmayan ama akıllı, irade sahibi, teknoloji kullanan uzaylı insanları gören dünya insanları hep oldu. Neticesi olarak bunların varlığı hep tartışma konusu oldu ve yer yer çizimleri yapıldı.

2- Dünyamızda gizlice yaşayan ve fiziki özellikleri bize çok benzeyen ve çok yüksek bilim ve teknoloji seviyesinde olan bazı uzaylı insan türleri, biyonik robotlar yaparken, dünyamızın tabiatında gördükleri pek çok hayvanın birebir özelliklerde biyonik robotlarını binlerce senedir yaptılar. Bunlar, bazen de dünyamızdaki birkaç hayvanın özelliklerini bir arada taşıyan biyonik robotlar da yaptılar. Yarı insan, yarı balık gibi görünen biyonik robotlar da yaptılar. Zaman zaman bunlar da dünya insanları tarafından görüldüler ve bunlara “deniz kızı” denildi.

Daha önce birkaç tekrarla kısa kısa konu etmiştim. Kurt adam efsanesi bile durduk yerde çıkmadı, yayılmadı. Binlerce senedir bazı dünya insanları gerçekten de kurt adam denilecek şeyler gördüler. Bunlar da biyonik robottan başka bir şey değiller.

İslami ilimlerden uzak olan, başlarında hakikati bilip öğretecek mürşidleri/hocaları olmayan bazı kabileler/topluluklar, bir de İblis’in ve cinlerin bitmek bilmeyen müdahaleleri, yönlendirmeleri de üstüne geldikçe, fiziki şekilleri değişik ve yüksek teknoloji kullanan uzaylıları ve bir de bunların yaptıkları biyonik robotları tanrı gibi görür oldular.

Bütün hikaye bu, başka bir şey değil… Süleyman aleyhisselamın meşhur Hüdhüd kuşu ve Kabe’yi Ebrehenin ordularından koruyan ebabil kuşları bile biyonik robotlar olabilirler mi?

Bu anlattıklarımdan sonra Yunan mitolojisindeki Medusa’ya da bu gözle bakabilirsiniz.

Gözlerine bakanı taşa çeviren, yılan gibi saçları ve vücudu olan, keskin dişli dişi canavar şeklinde tasvir edilen o şeyin de bir biyonik robot olduğunu kabullenmek zorunda kalacaksınız. Medusa’yı öldürdüğü söylenen Perseus’un bir ayna kullandığı, bu şekilde Medusanın gözlerine bakmadan onu öldürebildiği anlatılır. İşte bunlar hep bizden çok ileri bilim ve teknoloji seviyesindeki uzaylı türlerin biyonik robotlarının gelişmiş özellikleriydi.

Yunan mitolojisindeki Medusanın çok benzeri Anadolu da ara ara görülmüş ve ona Şahmeran denilmiştir. Şahmeran da efsane değil, mit değil. İnsanlar hep böyle tuhaf şeyleri gördükleri için bunlar dilden dile anlatılır oldu.

Sentorların hakikati

Yunan mitolojisindeki yarı insan, yarı at suretindeki sentorlar (Kentaur) da biyonik robotlardı. Bunlar, çok ileri bilim ve teknoloji kullanılarak, mükemmel kalitede yapılmışlardı. Yeterli bilgiye ve tekniğe sahip olmayan bir insan, bunların arasında yıllarını geçirse bile robot olduklarını anlayamazdı. Sentorlar yiyorlar, içiyorlar, vücutları terliyor, dışkılıyorlar, uyuyorlar, yapay zekaları sayesinde mantıklı şekilde konuşuyorlardı. Boyları üç buçuk, dört metreyi buluyordu. Dönem dönem kanatlı olanları da imal ediliyordu. Sentorlar, insanlarda da atlarda da bulunmayan kabiliyetlere de sahiplerdi. Bunlarda lazer silahları bile vardı. İnsan gözünün görmediği frekanslar yayarak bastıkları yerleri titretebilirlerdi. İçine uzaylı insan da girebiliyordu, uzaylı insan olmasa da sahada sorunsuz çalışabiliyorlardı. İnsanlar onlara dokunsalar bile robot olduklarını anlayamazlardı.

Yeşiller ve griler, binlerce senedir dünyamızda çok oyunlar kurdular. Bunları da o İblis’le paslaşarak yaptılar. En büyük hedefleri, bütün dünya insanlığını İslam’dan, ahlaktan, namustan, sağlıklı yaşamaktan, mutlu ve emniyetli yaşamaktan uzaklaştırmaktı. Bu dünyanın insanlarının maddi ve manevi felaketlere sürüklenmesi, onlar için en öncelikli şeydi. Böyle türlü türlü robotlar geliştirerek, bunlara, o zamanda olağanüstü gibi görünen teknolojik kabiliyetler vererek, insanların manevi dünyalarını ve bu yolla da her şeylerini yönlendirdiler. Böyle şekil şekil imal edilen ve tanrı diye gösterilen biyonik robotların çoğunda insanların zihinlerini kontrol edebilen cihazlar da vardı. Sinyaller yayarlar ve insanları halden hale çevirirlerdi.

O zamanın insanları şimdi mezarlarından kaldırılsalar, hayatın içine bırakılsalar, şu dünyamızın teknolojisini biraz görüp anlasalar, kimsenin bir şey anlatmasına gerek kalmadan “Eyvahh. Hepsi teknolojik hile imiş” derler.

Şimdi, bunlar anlatılıyor diye, birileri seferberlik ilan ederek topluca metafizik saldırılar yapıyor ya, bana hiçbir şey olmuyor, daha çok anlatasım geliyor.

Dünya insanlığına, güneş sistemini bile gerçek haliyle anlatmadılar

Güneş sistemimizde, üzerinde hayat bulunan başka gezegenler de var. Bunların tamamı cüce gezegen ve sayıları yetmişten fazla… Çok azı Mars ile Jüpiter arasındaki asteroid kuşağında bulunuyor. Büyük çoğunluğu ise güneş sistemizin en dış halkası olarak görülen ve Kuiper kuşağı da denilen kısımda bulunuyor.

Bunların bazılarında eskiden beri hayat vardı, var. Bazılarına sonradan başka gezegenlerden gelenler oldu. Bazıları askeri üs gibi kullanılıyor. Birkaçında da önceden hayat vardı ama şimdi yok. Yine de kullanılıyorlar.

Söz konusu cüce gezegenlerin farklı farklı yapıları, atmosferleri, bitki örtüleri, insan türleri, hayvan türleri var. Bazılarında elleri, kolları, başları olsa da ayakları olmayan, ayakları yerine balık kuyruğu gibi kuyrukları olan ve daha çok suda vakit geçirerek yaşayan akıllı, irade sahip insan türleri de var. Cüce gezegenlerin bitki örtüleri de farklı farklı… Bazılarında bitki örtüsü yeşil, bazılarında sarı, bazılarında kahverengi, bazılarında mavi renkte. Allah’ın kudreti sonsuz. Tekrar edeyim. Dünyamızdaki hayvanlarda binbir türlü farklı renkler, uzuvlar, iç ve dış vücut özellikleri olduğu gibi, uzaydaki kat trilyonlarca insan türleri de hep benzeri şekilde birbirlerinden farklılık gösteriyor. Kelebek kadar güzel kanatları olan, mavi ışıklar yayarak uçuşan insan türleri bile var.

| Mfs –Ezberbozan– Akademi Dergisi

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

..