Bir anda yok olan, şehirleri yıkılmadan toprağın altında kalan uygarlıkların sırrı ne?

Yazar: Unknown

Arkeoloji, Yere batırılan kavimler, Kavimlerin helakı, Geçmiş teknoloji devirleri, Armagedon, Süleyman aleyhisselam, Vezir Asaf, Zihin kontrolü, Elektromanyetik savaş,

Günümüz arkeologları, kazılar sonrası buldukları, nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde bir anda toprak altında kalmış ve buna rağmen şehir düzeni bozulmamış, yıkılıp mahvolmamış yerleşim alanlarının sırlarını çözmek isterken, şu bilgileri de göz önünde bulundurmalılar. 
“Beni Hak ile gönderen(Allah)e kasem ederim(yemin ederim) ki; Bu dünya tükenmez(yok olmaz), ehline(insanlara) yere batmak, suret değiştirmek ve taş yağmadıkça…
“Bu ne vakit olacak ya Rasulallah” dediler. Buyurdu ki; ne vakit kadınlar eğer üstüne oturacak(erkekler gibi söz ve idare sahibi olacak), çengiler artacak, yalan şehadetler(yeminler) yapılacak. İçki aşikare olacak, namaz kılanlar ehli şirkin(Allah’a ortak koşanların) kapları olan altın ve gümüşten kaplarla su içecekler, ve erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla iktifa edecekler(cinsi ilişkiye girip, karşı cinslerine ihtiyaç duymayacak hale gelecekler). Bu günlerde siz kendinizi çekin(koruyun) ve başınıza taş yağmasına hazırlıklı olun ve korkun.” Hadis-i Şerif, Ramuz el ehadis
İnsanlık tarihi boyunca, sayısız kavim, hak yoldan ayrılıp azgınlığa vardıkları için bir anda helak edildiler. Bunların kimisi bir anda toprak altında bırakıldı/yere geçirildi. Kimisi bir sebepten, bir anda topluca öldüler ve yüzleri maymunlara ve domuzlara döndürüldü. Kimine taş yağdı.
Kimine bulaşıcı hastalık ile kimine de başka bir kafir kavim saldırıları ile toplu ölüm geldi. Neticede, kendisini sebeplerin ardına gizlemeyi murat eden Hazreti Allah, yoldan çıkan kavimleri bir sebeple helak eyledi. Hazreti Allah sebeplerle yaratma adetini çok nadiren bozdu ve bu hallerin adına mucizekeramet ya da sihir denildi. Sebeplerle yaratmayıp harikulade, fevkalade bir şekilde, sebepleri aradan çıkararak, bir peygamberin elinde yarattı ise mucize oldu. Bir velinin-dostunun elinde yarattı ise keramet denildi. Bir kafirin elinde ise istidraç-sihir denildi.

Arkeologlar bilmeliler ki, Allahü Teala bir kavmi bir anda helak edip yerin dibine geçirirken bile araya sebepler koydu. Sünnetullah bozulmadı. Belki de başka kavimlerin sahip oldukları ileri teknoloji silahları vesile etti. Artık hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde meydana çıktı ki Nuh aleyhisselam, Süleyman aleyhisselam ve Hz. Zülkarneyn dönemlerinde bizim şu anda ulaştığımızdan çok daha yüksek teknoloji vardı. Öyle görünüyor ki, o dönemlerin insanları, günümüz insanlarının geliştirdiği HAARP isimli iklim kontrol ve deprem silahlarından daha da güçlüsünü geliştirmişler. Hz. Allah ayet-i kerime’de(Nuh suresi, ayet:15) Nuh aleyhisselamın, kavmine hitaben “Görmüyor musunuz, Allah yedi kat semayı nasıl yaratmış?” diye sorduğunu haber veriyor. Bir takım teknik aletler ile dünya semasını(uzayı) aşıp birinci kat semayı ve daha da yukarısını, ta yedinci kat semaya kadar görmüş, izlemiş ve belki de incelemiş olmasalar, neden onlara böyle sorulsun? “Görmüyor musunuz?” denilsin? Zaten inkarcı olup iman etmemiş bir kavme, bir vesile ile görebiliyor olmasalar, yedi kat sema için “Görmüyor musunuz?” diye sorulur mu?

İyi bilinmeli ki;

– Bu dünyada bizden önce de teknoloji çağı ya da çağları yaşandı.
– Teknoloji çağlarında yaşayanlar, başlarında peygamberleri bulunmasına, kendilerini ikaz etmesine, mucizeler göstermesine, belaların geleceğini haber vermesine, bu belalar önce ufak ufak gelmeye başlamasına(geçim sıkıntısı, kıtlık, kazalar, iç savaşlar, terör, bulaşıcı hastalıklar v.s.) rağmen yine de iman edip istikamete girmediler, teknolojik güçleri ve imkanları, onları daha da yoldan çıkarttı. Sonuçta helak edildiler.

 Bu yüksek teknoloji, Süleyman aleyhisselam zamanında yeryüzünden kaldırıldı. Süleyman aleyhisselam yeryüzünden fen ilimlerini kaldırma vazifesini veziri Asaf’a verdi. 

– Piramitler ve geçmişten izleri kalmış ve bulunduğunda açıklanamayan daha pek çok şeyler bu dönemde yapıldı. Süleyman aleyhisselam bir günde ordusundan 300 bin askeri havadan naklediyordu. Emrine rüzgarın verilmesi, uçan devasa vasıtalar yapıp kullandıklarına işaret ediyor. Nuh aleyhisselamın gemisi ise muhtemelen halen daha ulaşamadığımız bir teknoloji ile yapılmış, korkunç büyüklükte ve sağlamlıkta bir gemi… 

– Teknolojik imkanlara sahip olunan dönemlerde insanlar, bu imkanları hayra kullanıp cennet misali bir hayat yaşamak yerine, şerre kullanıp hayatı cehennem azabına çeviren, akıl almaz zulümler yapılan bir dünyada yaşamayı tercih ediyorlar. Diğer dönemlere kıyasla çok daha çabuk yoldan çıkıyorlar, çok daha tarifsiz zulümler yapıp, kul hakkına giriyorlar. (Zihin kontrolü, uzaktan sinir sistemi denetimi, cinnete sokma, sanal karanlıklara sokma, psikolojileri ve akıl sağlığını bozma, hafızayı silme, programlanmışcasına üretilebilen özel virüslerle bir şahsa ya da topluma saldırma, nükleer silahlar ile bir anda, kadın, çocuk, bebek, ihtiyar, masum ve sivil diye ayırt etmeden bir kaç şehri yok etme, bir toplumun gıdaları ile oynayıp tamamını hasta etme, çok ucuza kürtajlar yapıp hemen her gün binlerce masum bebeği katletme, başka insanların en mahrem sırlarını gelişen cihazlarla dinleme ve hatta izleme ve daha benzeri yüzlerce büyük cürüm, ancak yüksek teknoloji çağlarında yapılabilir ya da bu derece yaygınlaşabilir.)

– Ve en kötüsü ise, tarih tekerrür ediyor ve dünyamız yeniden toplu helake ve sonrasında teknolojinin kaldırılmasına doğru gidiyor.

– Hadis-i şerifler, Amik ovasından(Türkiye Suriye sınırından) patlak verecek 3. dünya savaşında da çok sayıda YERE GEÇİRİLME hadisesi yaşanacağını haber veriyor. 

(Öyle görünüyor ki, çoktan başlamış olan 3. dünya savaşında savaşacak taraflardan biri ya da her ikisi de, bu tür silahları çoktan geliştirdiler. ABD eski başkanı George Walker Bush, beklenmedik şekilde Rusya Devlet Başkanı Putin’in ayağına gidip “Startejik silahları kullanmama antlaşması” yaptıktan sonra, neden kimsenin “Bu stratejik silahlar nedir? Nükleer silahlara dair zaten bir gizlilik yok ve çeşitli antlaşmalar var. O halde nedir bu gizli silahlar?” diye sormadığını düşünüyor musunuz?)

– Bu dünyanın kuralı budur: Ne kadar küfür ve isyan-günah, o kadar bela, musibet, savaş, kaza, iç savaş, terör, bulaşıcı hastalık ve bütün bunlar yetmez ise dünya savaşı, stratejik silahlar, binalar sapasağlam dururken yapılan elektromanyetik silah saldırıları ile bütün bir toplumun bir anda cansız yere düşmesi, dünyanın doğal dengesini bozan elektromanyetik silahlar ile bir bölgede yer yüzünün toprağının okyanusun dalgaları gibi dalgalanıp üstündeki yapıları altına alması ve sonuçta ne sebeple olursa olsun helak…

Arkeologlar, daha çok soru sormalı… Daha çok cevap aramalı. 


Mehmet Fahri Sertkaya

Biri “Sanat Güneşi” mi dedi?

Ve bunu mu kastetti? Zeki Müren gerçekte kimdir?

Biri “Sanat Güneşi” mi dedi? Ve bunu mu kastetti?

Zeki Müren gerçekte kimdir? ‘Zeki Müren bir başbakanla birlikte oldu!’

Zeki Müren’in 18 yıl boyunca en yakınındaki dostu Göksenin Çakmak, Zeki Müren’in bilinmeyenlerini anlattı…

Müren’in 18 yıl boyunca en yakınındaki dostu Göksenin Çakmak, “Zeki Müren’in bir Başbakan’la birlikte olduğunu ancak isim veremeyeceğini” öne sürdü. “Bu sır benimle birlikte gömülecek” diyen Çakmak, söz konusu başbakan hakkında “Çapkın olduğu da doğru” ifadesini kullandı.

Yurt gazetesinden Ahmet Çınar’ın sorularını yanıtlayan Çakmak’ın açıklamalarından öne çıkan bazı bölümler şöyle:

‘ZEKİ MÜREN HALEN ÇOK ÜNLÜ BİR POP STARI DÖVDÜ’

Şu kitaba yine dönelim. Madem yayınlamıyorsunuz biraz içindekilerden konuşsak…

İşte yine aynı konuya geldik, anılar tehlikeli. O kadar çok isim geçiyor ki içinde… Örneğin Zeki Müren’in, halen hayatta olan çok ünlü bir kadın pop starını nasıl dövdüğünü anlatıyorum.

Bunu bana defalarca anlattı. Zeki Bey, kendi erkek sevgilisiyle, o sözünü ettiğim ünlü pop starını otel odasında basıyor. İzmir Efes Oteli’nde. Zeki Müren’in sevgilisi meteoroloji mühendisi. Zeki Bey’in eğitim masraflarını ödediği, okuttuğu bir delikanlı.

Aynı zamanda sevgilisi. İzmir’de şimdi Swissotel olan Efes Oteli’nde bir haftalık bir program var. Zeki Müren sevgilisi Mustafa’yla beraber gelmiş. Bir ara Zeki Bey’in dikkatini çekiyor, o ünlü pop starımız ile Mustafa pek fingirdeşiyorlar.

El şakaları filan. Şüpheleniyor Zeki Bey. Erol’un Yeri diye Kordon’da bir mekana gitmiş numarası yapıyor Zeki Müren. Gitmeden de resepsiyona tembih ediyor, bir büyük zarf içinde bahşişle beraber, ‘ Haber bekliyorum,

Erol’un Yeri’ndeyim” diyor. Erol’un Yeri’ne ulaşıyor, 10 dakika sonra telefon geliyor. Mustafa’nın o ünlü pop starının odasına girdiğini öğreniyor. Hemen arabaya atlayıp otele gidiyor. Kapıyı çalıyor açılmıyor. ‘Ben Zeki’yim aç kapıyı’ diyor. ‘Ay paşam bir dakika banyodayım’ diye ses geliyor içeriden, birkaç dakika sonra bornozlu pop starımız kapıyı açıyor.

Zeki Bey içeri giriyor, Mustafa’yı arıyor, banyoda yok. Hiçbir yerde yok. Balkona çıkıyor. Mustafa üstünde bir örtü, kendini kamufle etmiş. ‘Ne arıyorsun sen burada’ diyor. İşte ‘bir şey almaya geldim’ filan diyor. Bir vuruyor Zeki Bey. Çok kuvvetliydi o konuda. İki tokat Mustafa’ya atıyor, ünlü pop starımızı da saçından tutuyor iki tokat da ona atıyor. Ağzı kanıyor pop starımızın. Şimdi ben bunu isim vererek anlatırsam, ünlü pop starımız halen hayatta olduğu için beni hemen mahkemeye verir. İki ceza avukatı inceledi, ikisi de aynı konuya işaret etti. İsimleri vermeden yayınlamam lazım.

‘BUNLARI SÖYLERSEM BÜLENT BEY MAHKEMEYE VERİR BENİ’

Kamuoyunda Zeki Müren ile Bülent Ersoy arasındaki gerilimden de söz edilir zaman zaman. Buna ilişkin anılar da var mı kitapta?

Bunların gerçek nedenlerini biliyorum. Ama yazıp da yayınlarsam, Bülent Bey mahkemeye verir beni. O nedenle anlatamıyorum. Size burada anlatabilirim ama yazılmamak kaydıyla. Bülent Ersoy ile Zeki Müren’in arasındaki gerilim, Ankara ‘da Çankaya saunada yaşanan bir olaydan dolayı. Bu kadarını söyleyebilirim.

‘ZEKİ MÜREN VE SEVGİLİSİ İNTİHAR GİRİŞİMİNDE BULUNDU’

Zeki Müren’in başka bir sevgilisiyle birlikte intihar girişiminde bulunduğundan söz etmiştiniz anlatır mısınız?

Evet kitaba da yazdım. Meşhur bir şarkısı vardır ya Zeki Bey’in, ‘Hayat bazen tatlıdır / Sevenler kanatlıdır’ diye. Sevenler kanatlıdır derken anlatılan Zeki Müren’in pilot üsteğmen sevgilisidir. Her ikisi de, hayatlarını bu şekilde sürdürmelerinin mümkün olmadığını düşünerek, mutluluklarını yaşayamadıkları gerekçesiyle intihara karar veriyorlar. Şile’de arabayı uçuruma sürerek intihar etmek istiyorlar. Direksiyonda pilot üsteğmen sevgili var. Arabayı uçurum kenarına kadar sürüyorlar. Ve son anda frene basıyorlar, intihar gerçekleşmiyor. Bu kamuoyuna pek yansımamış bir olaydır.

‘ZEKİ MÜREN BİR BAŞBAKANLA BİRLİKTE OLDU’

Sizin Zeki Müren’e dair pek çok tanıklığınız, çok özel anılarınız var, ama sizi konuşturmak da çok zor hakikaten…

Zeki Müren’i ele almak demek, asırları ele almak demek. Duygusal dünyası ayrı, sinirlendiği şeyler ayrı, toplum karşısındaki hayatı ayrı. Kocaman bir ansiklopedi yazabilirim Zeki Bey’le ilgili. 18 yıllık birikim bu. Daha önce de söylediğim gibi hukuki nedenler var.

Pek çok ismi zikredemem bu anılarda. İşadamları, siyaset adamları devlet adamlar var bahsetmek istediğim. Dolayısıyla onlarla ilgili bir ifşaatta bulunduğum takdirde gerçekten başım derde girebilir. Bir örnek veriyorum, bir dönemin çok ünlü erkek mankenlerinden ve aynı zamanda oyunculuk da yapan bir isimle Zeki Müren’in nişanlandığını söyleyebilirim.

İsim veremiyorum ama o mankenle üç ay nişanlı kaldıklarını, sonra da ayağı kokuyor diye onu evden kovduğunu bilmiyorsunuz. Bir dönem sosyetesinin jönü, birlikte olmadığı kadın ve erkek yok. Biseksüel bir manken. Belki de şimdilerde, geçmişinden pişmanlık duyan biridir o kişi.

Belli ki epey çapkınmış Zeki Bey. Hayatına hiç siyasetçi girdi mi?

İsim vermeden söylemem gerekiyor. Zeki Müren, bir başbakanla da birlikte oldu. İsim veremem gerçekten. Bunu yapamam. Bu sır benimle birlikte gömülecek. İsim sormayın lütfen. Çapkın olduğu da doğru. Bakın çok enteresan bir olaydır. Antalya’da Derya Motel’de kalıyor. Evi var beşinci katta, zor geldiği için çıkmıyor eve, motelde kalıyor. Bir gün oturuyor Zeki Bey. Bir gelin ve damat halayına gelmiş otele. Odalarına çıkıyorlar. Zeki Bey de mutluluklar diliyor çifte. Kendisi de ay ışığında oturuyor.

Bir ara tül perde aralanıyor ve damat ‘Zeki Bey bugün benim gerdek gecem. Ben size hayranım, sizinle birlikte olmak istiyorum. Yarın buradan gideceğiz, sizi bir daha bulamam, lütfen diyor. Zeki Bey, o damatla yattığını anlattı. Hakikat bunlar. Ama bunları anlattığımızda, heteroseksüel bir kültür ağırlığı içinde ters karşılanıyor. Bunların da olabileceğini kimse düşünmek istemiyor.

‘ADAMIN CİNSEL UZVUNU TUTTU’

Balayına gelmiş bir damatla bile birlikte olduğuna göre, Zeki Bey tuttuğunu koparırdı gibi geliyor bana, öyle değil mi?

Her zaman olmazdı ama. Öyle bir örnek de var. Zeki Müren bunları zaten hiçbir zaman saklamadı, herkesin gözü önünde gerçekleşen olaylardı. Bardakçı’da oturuyoruz. Adamın biri plajda slip tarzı bir mayoyla yatıyor. Karısı da kenarda yün örüyor. ‘Bakın napacağım şimdi’ dedi. Ayağa kalktı, yatan adamın yanına gitti.

Adamın cinsel uzvunu tuttu mayonun üzerinden. Adam şaşırdı, bir baktı Zeki Müren. Zeki Müren kahkaha atıyor, adam da gülmeye başladı. Ve Zeki Bey döndü dedi ki, Türkiye ‘de bunu bir tek bana yaptırırlar, başkasına izin vermezler.’ Döndü adama ‘Beyefendi kızdınız mı’ dedi. Adam ‘Yooo’ dedi. Karısına dönüp ‘Hanımefendi siz kızdınız mı’ diye sordu. Kadın da, ‘Yok Zeki Bey ben her gün tutuyorum, ara sıra siz tutun’ dedi. Fıkra gibi bir olay. Ama bunlar hep yaşandı. Çekinme diye bir duygusu yoktu ki Zeki Müren’in… (Radikal, 06/10/2014)

http://bit.ly/2Bpaeke

Kıyametin kopmasına insanlar mı sebep olacak?

– Bütün canlılarda hücresel bir elektromanyetik sistem ve alan mevcuttur. Canlıların hücreleri birbirleri ile elektromanyetik alanlar sayesinde iletişim kurar. Son yapılan tetkiklerde hastalıklı hücrelerin sağlıklı hücrelere hastalığı elektromanyetik alanlar ile ilettiği tespit edilmiştir.

– İnsan vücudunun kullandığı elektrik enerjisi kalpte üretilir. Kalp, ruhtan güç alarak atar ve kalbin bu atışı sırasında, kalpteki bir kesecik vücudumuzun kullandığı elektrik enerjisini üretir.

– Beyin ve beyincik bu enerji ile bütün vücudu sinir sistemi ağı üzerinden kontrol eder.

– Bu, şu anlama gelir; bir yerde hastalık varsa, beyin orayı gerektiği gibi kontrol edemiyor ya da hiç kontrol edemiyor demektir. Bu da oraya elektrik sinyallerinin gitmediği, o bölgedeki hücrelerin manyetik alan yapısının ve enerji yapısının bozulduğu anlamına gelir. Ve bu da o bölgeden yayılan elektromanyetik alanımızın bozulduğu anlamına gelir… İşte MR (Manyetik Rezonans) cihazları da bunu tespit içindir.

– Anlaşıldığı üzere vücudumuz da dahil, bütün canlıların bedenlerinin temel yapısında elektrik sistemi ve elektromanyetik alan dengeleri mevcuttur. Hatta bir canlılığı olan gezegenimizin ve sair gezegenlerin yapılarında da elektromanyetik enerji ve alan sistemi mevcuttur. Zaten alemde cansız hiçbir şey yoktur. Günümüzde artık sıradanlaşan elektromanyetik alan hususu,  hastalıkların teşhisi ve tedavisinde kullanıldığı gibi tam aksine olarak insanların hasta edilmesi için de kullanılabilir.

– Bu tam olarak şu anlama gelir; Başka yapay bir elektromanyetik alan üreticiden vücudunuza gönderilen manyetik alanlar, vücudunuzun çok kısacık sürede dengesini bozabilir. Yorgunluk, Halsizlik, baş ağrıları, mide bulantıları, asabiyet, hücre yapılarında bozulmalar, organ yetmezliği ve kanser yapabilir.

– Sadece bu kadar mı? Hayır, çok daha gelişmiş bir merkezin saldırısına maruz kalırsanız, size, kulaklarınız devre dışı bırakılarak sadece sizin duyduğunuz sesler ve gözleriniz devre dışı bırakılarak sadece sizin gördüğünüz görüntüler gönderilebilir. Bu, doğrudan beyninizin işitme ve görme merkezlerine gönderilen sinyaller sayesinde yapılır.

– Zihin kontrolü yapılabilir. Duygularınız, siz hissedemeden oynanabilir. Hiç sebepsiz yere sinirlenmeniz, neşelenmeniz, gülmeniz, ağlamanız, gamlanmanız, duygusallaşmanız, sevmeniz, nefret etmeniz sağlanabilir. Var olan bütün duygularınızla olumlu ve olumsuz (pozitif ve negatif) yönde oynanabilir. Zaten insanlık tarihi boyunca sihir ya da büyü denilen şey de budur. Bütün bunları insanlara cinler de yapabilir.

– Çok daha ciddi bir kasıt söz konusu ise, bunu yapanlar, size kendi kurguladıkları rüyaları gösterebilir. Gördüğünüz doğal rüyaları izleyebilir. Çok önceden yaşadığınız ama hatırlamadığınız acı olayları sürekli zihninizde tutabilir. Oturduğunuz yerde zaman ve mekan algılarınızı da bulandırarak sanki oradaymışsınız gibi, sanki o tarihte ve o olayın içindemişsiniz gibi hayaller görmenizi temin edebilir. Ya da uykuda, geceleri sabahlara kadar tekrar tekrar bunları izletip yeniden acı çekmenizi sağlayabilir. Sinir sisteminizi perişan edebilir. Bütün bu ağır yüklere aralıksız günlerce, aylarca ve yıllarca maruz bırakabilir. Bu da bir kaç yıl içinde bedeninizin çöküntüye uğramasına, dişlerinizin çürümesine, cildinizin bozulmasına, saçlarınızın dökülmesine ve ağarmasına, gözünüzün ferinin kaybolmasına, beden dilinizin-mimiklerinizin bozulmasına sebep olabilir.

– Hafızanızı silebilir. Gerçekte yaşamadığınız sanal hatıraları bunların yerine koyabilir. İnsanın yapısı öylesine mükemmel yaratılmıştır ki asla gördüğü ve duyduğu şeyi unutmaz. Sadece istediği an istediği hatıraya ya da bilgiye ulaşamaz. Her şey, her an, her saniye, her görüntü, her ses, her his, her hatıra kalıcı olarak kayıt edilmiştir. Ama buna ulaşamamaya unutmak denilmiştir. İşte ulaşılan söz konusu kıyamet teknolojilerini kullanan bir merkez,  bir gece tertemiz bir insan olarak uykuya girdiğinizde gerçek hatıralarınızın tamamını “ulaşılamaz” yapabilir ve sizi sanal yüklemeler ile, kırk yıllık ayyaş ya da uyuşturucu müptelası birinin şuurunda uyandırabilir.

– Yüzlerce kilometre uzaktaki bir tesisten gönderilen bir takım dalgalar, vücudunuzun hayatiyetini sağlayan ve enerjisinin üretildiği merkez olan kalbinizi durdurabilir. Doğal ya da sonradan üretme olsun, bir enerji alanı varsa eğer, aynı hususiyetlerde fakat çok daha kuvvetli bir enerji alanı ile mutlaka bu alana müdahale edilebilir. 

– Sonunuzun gelmesini isteyenler, beyninizi-zihninizi tam kontrol altına alarak, iradenizi devre dışı bırakarak, bedeninizi bir yüksek binadan atabilir, hayatınızın bir trenin altında son bulmasını ya da bir uçurumun dibinde son bulmasını sağlayabilir. Daha da kötüsü var. Sizin bedeninizden önce aile fertlerinizin, eşinizin, çocuklarınızın, o an yanınızda bulunan insanların sizin eliniz ile öldürülmesini temin edip sonra oracıkta kendinizi de öldürmenizi temin edebilir. Zaten binlerce yıldır cinler bunu insanlara yapabiliyor ve adına cinnet deniliyor.

– İnsan, hayvan ya da bitkilerin doğal yapısına, yapay enerji alanları ile yapılabilecek bu nevi saldırılar, gezegenimizin ve başka gezegenlerin doğal dengelerine karşı da yapılabilir.

– Dünyamızın merkezindeki magma dolu çekirdeği, dünyamızın uzaydaki dönüş yönünün tersi istikamete döndüğü için, çok muazzam bir eletkromanyetik alan üretilmesine sebep oluyor. Kocaman vücudun hayatiyetini sağlayan ve enerjisini üreten kalpteki kesecik misali, devasa dünyamızın enerjisi de bu çekirdeğin hareketi sayesinde temin ediliyor.

– Nükleer santraller bağlanılarak üretilecek çok çok büyük elektromanyetik alanlar sayesinde, bu enerjinin doğru yere yönlendirilmesi sayesinde yapay yağışlar, yapay fırtınalar, yapay depremler oluşturulabilir. Oluşturulmaktadır. Bir adım daha ileri gidildiğinde dünyanın çekirdeğinin dönüşü yavaşlatılabilir hatta durdurulabilir. Bu, dünya üzerindeki bütün canlılığın dengesinin yok olması anlamına gelir. Kuşlar, bütün hayvanlar, insanlar, bitkiler, kutuplar her şey ama her şey bir anda en temelden ölümcül darbe alır. Ve bu, dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinden çıkıp savrulmasına, doğrudan güneşe doğru çekilmesine ya da güneş sisteminin dışına doğru serbestçe uzaklaşmasına bile sebep olabilir.

– Dahası, hızla ve büyük gayretler ile atom altı parçacıkların sırlarının çözülmeye çalışıldığı şu günümüzde, bu sırları çözecek olan Siyonist kafası, dünya hakimiyeti kuracağım takıntısı ile, zincirleme olarak kıyameti kopartacak ve her şeyi ama her şeyi zincirleme olarak atomlarına ayıracak bir yöntem bulabilir.

– Asırlardır büyük İslam alimleri “Her şeyi sebeplere bağlayarak varlığını gizlemesi Allah Teala’nın adetlerindendir. Bu nedenle kıyametin kopuşuna bile ademoğullarını ve bulacakları bir tekniğini vesile etmesi mümkündür.” demişlerdir.  


Mehmet Fahri Sertkaya

Uzaylıların Allah inancı var mı? Haktan Akdoğan’ın bu soruya verdiği cevabın arkasındaki sarsıcı gerçekler: Gizli Yahudilik, Kabalacılık, New Age tarikatlar, Vahdet-i Vücud sapıklığı…

Haktan Akdoğan’ın bu soruya verdiği cevabın arkasındaki sarsıcı gerçekler: Gizli Yahudilik, Kabalacılık, New Age tarikatlar, Vahdet-i Vücud sapıklığı…

Bir insan anayasal bir hak olarak fikir ve vicdanında, dininde ve görüşlerinde özgürdür. Yahudi, Hristiyan, Ateist, Komünist, Deist ve diğer bütün inançlardan ya da inançsızlıklardan birine tabi olabilir. Bu onun en temel anayasal haklarından biridir.

Lakin bir insan, yüzde doksan küsuru Müslüman olan ülkemizde, kendisini Müslüman tanıtarak, uzay ve uzaylı konularında İslami referanslarla milletimizin gönlünü hoş ederek, güven kazanarak, başka bir dine ya da başka bir devletin ülkemiz ve devletimiz üzerindeki hedeflerine hizmet edemez. 
Memleketimizde resmen 25 bin civarında Yahudi vatandaşımız var. Hiçbirinin kafasına silah dayayıp “Müslüman ol! diye baskı yapan yok. Hepsi de ülkemizde, biz müslümanlardan daha fazla din, ibadet, fikir ve vicdan hürriyetine sahipler. Müslümanların Cuma’sı resmi tatil değil ama Hristiyanların Pazar’ı ve Yahudilerin Cumartesi’si bile resmi tatil. Bu kadar rahatlar…

Ülkemizde 25 bin kadar kimliği açık Yahudi varsa da, bir buçuk milyon kadar da kendini Müslüman gösteren ve her sahada müslüman milletimize tuzaklar kuran kadrolar var. Kimseyi suçlamıyor ve zan altında bırakmıyorum. Yasalara da saygım var. Lakin her geçen gün Sirius grubu ve Haktan Akdoğan konusunda başta ben olmak üzere milletimizin kafasında soru işaretleri oluşuyor. Üstelik kendilerine yöneltilen bu tarz sorulara ve şüphelere karşı sadece sessiz kalışları, tartışmaya girmeyişleri de soruları ve şüpheleri daha da artırıyor. 

Sirius’un resmi web sitesinde, nereden elde ettikleri bilinmez, uzaylıların ağzından, biz dünyalıların merak ettiği sorulara bir takım cevaplar veriliyor. Bu yapılırken, günümüzde bazı kripto Yahudi (Aslen Yahudi ırkından ve dininden olup, kendini Müslüman ve Türk gösteren) teşkilatlanmaların sıkça yaptığı “toplum yönlendirmesi” ya da “içeriden vurma” ya da “Tesir ajanlığı” diyebileceğimiz hareketlere benzer açıklamalar/iddialar ile karşılaşıyoruz. 

Bu sözde uzaylı cevaplarına baktığımızda, Uzaylıların Allah inancı var mı?” sorusunun cevabında ”Tanrı içimizdedir. Biz onun bir parçasıyız. Tüm evren ve sonsuzluk onun bir parçasıdır.” gibi şaşkınlık verici iddialarla karşılaşıyoruz.

Büyütmek için görsele tıklayınız

Biz çok iyi biliyoruz ki, Türkiye’de İslam cemaati kılığına girmiş, on milyonlarca ücretsiz CD, milyonlarca ücretsiz kitap dağıtmış ve son yıllarda iyice deşifre olmuş, kendisinin de, etrafındaki binlerce arkadaşının da gizli Yahudi oldukları ispat edilmiş bir grup da benzeri hareket tarzlarını sergiliyor ve benzeri iddialarda bulunuyor.  Aynı Haktan Akdoğan gibi, bu sözde İslami cemaatin sözde lideri de asılları, bozulmamış halleri kimsenin elinde bulunmayan bozulmuş Tevrat ve Bozulmuş İncil de sanki hak kitaplarmış algısı oluşturacak taktik açıklamalarda bulunuyor. Yazının uzun olmasını istemediğimden ve benzeri bir çok yazı yazdığımdan sadece şunu ifade etmek istiyorum; bozulmuş Tevrat, insan eti yemeyi, insan kanı içmeyi, milletlere bulaşıcı hastalık yaymayı, kız kardeş ile cinsi münasebette bulunmayı “ibadet” olarak gösteriyor iken, bu arkadaşlar bize ne anlatmak, ne mesaj vermek istiyorlar da bu bozulmuş kitaplardaki sözde ayetleri, ”Kutsal kitaplarda da bu bilgiler geçer”diye söze başlayarak bizlere okuyorlar? Hangi kutsal kitap bu saydığım vahşetleri ve sapıklıkları ibadet olarak emir edebilir? Hangi dürüst insan bu tarz uydurma kitapları bu memleketin dini hususlarda eğitimsiz ve bilgisiz bırakılmış Müslümanlarına bu şekilde sunabilir?

İnsanların ve eşyanın(maddi-cismi olan her şeyin) da haşa Allah’ın bir parçası olduğu şeklindeki sapkın inançlara,  Yahudilerin Kabalasında, bozulmuş Tevrat’ta ve diğer büyük dini kitaplarında çok sık olarak denk geliyoruz. Yahudiler, kendilerini ve eşyayı haşa Allah’ın bir parçası olarak kabul ediyorlar. Zaten “İsrail” kelimesine de haşa ”Allah ile savaşıp yenen”manasını veriyorlar. Bu kadar sapkın inançları var. Bu inanç şekline Vahdet-i Vücut deniliyor ki, buna inanan ve kapılan bir Müslüman, şüphesiz dinden çıkıyor ve ebedi cehenneme düşüyor. Gerekli ilmi birikime sahip hangi Müslümana sorsanız, Allah’ın yarattıklarını haşa Allah’ın bir parçası kabul eden (dolayısıyla kendilerini haşa Allah kabul eden) bu sapkın Yahudi akımının küfür olduğunu, dinden çıkardığını size ilmi gerekçeleri ile birkaç on dakika içinde izah ve ispat eder. (Daha önceki yazılarımda bunları delilleri ile mevzu ettiğim için bu yazıda bunlara temas etmiyorum.) 

Bakıyoruz Hak-tan Ak-doğan isimli, ismi ve soy ismi sanki bir denge ile, bir şifreleme yöntemi ile kurulmuş, kulağa hoş gelen ve sık denk gelinmeyen ve İzmir’li bu arkadaşımızın sosyal medya profiline, uzayı ya da uzaylıları anlatan bir profil ya da kişilik olmanın ötesinde, sanki bir Kabalacı Yahudi tarikatının ya da Amerikan New Age tarikatının öğretilerini yavaş yavaş şu Müslüman milletin özellikle de Müslüman gençlerin beyinlerine empoze etmeye çalışan bir tarikat mensubu görüyoruz. Rahatsızlığımız had safhaya gelmiş durumda.

En başta dediğim gibi, gerçekte Haktan Akdoğan ve çevresi Yahudi ve Kabalacı ise, bunu çıkıp açıkça ifade etsin, inandığı gibi açıklasın, inandığı gibi yaşasın. Bundan yana bir sıkıntımız yok. Ama kimse bu memlekette İsrail’in, ABD’nin ve Kabalacı Siyonistlerin işine gelecek bunca art arda hataları(!) müslüman kimliğinde yapmasın. 

Haktan Akdoğan’dan ve Sirius UFO ve Uzay Bilimleri grubundan “ciddiye alınacak” ve “içi dolu” açıklamalar bekliyoruz. 

SpaceExplorer.TV

Mehmet Fahri Sertkaya
 

HAARP: Bir kıyamet teknolojisinin anatomisi. HAARP ile neler yapılabilir?

Yazar: Unknown

ASLINDA iyonosferde çalışmalar yapan ve “İyonosferik ısıtıcıları” araştıran sadece Amerikan ordusu değildi. Ruslar da, Amerikalı ünlü fizikçi Eastlund’un teknolojisine dayanarak kendi benzer sistemler kurmuşlardı. Prof. Eastlund, Tesla’nın kuramlarından yararlanarak birçok yeni patent geliştirmişti. Ayrıca Norveç, Brezilya ve Porto Riko’da benzeri araştırmalar yapılıyordu. Bununla birlikte, Rusya’nın “büyük daha iyidir” adıyla bilinen programları, dev miktardaki elektromanyetik enerjiyi iyonosfere gönderip, başarıyla tekrar dünyaya geri döndürmeyi başarmıştı. Bu yüksek güç seviyesinde, yıkıcı etkiye sahip enerji ışınlarını kullanarak, depolama, güç arttırma ve deşarj etme kabiliyetine sahip güçlü bir pil rolü oynayan iyonosfer istenilen mesafedeki hedefi bir-kaç saniye içinde yok edebilirdi. Oysa o sıralarda Ruslar, bu enerji ışınını yönetip, kontrol etmesi gereken kuvvetli hesap imkanlarına sahip değildi.

Kuşkusuz bu enerji ışınlarının gönderilme aşamasında doğru bir hesap yapabilmek için dünyanın dönüşü, yansıtma açısı ve daha birçok kompleks dinamik faktörler de hesaba katılmalıydı. ABD ise, CRAY ve EMASS bilgisayar sistemlerinin gücüne sahip olmasına rağmen, Rus ısıtıcılarının verimli güç özelliklerinden yoksundu. HAARP ise kuşkusuz bu durumu değiştirecekti.

1995’te Amerikan Ordusu, Rusya’nın çok daha verimli çalışan ısıtıcılarını aşabilecek “süper ısıtıcı” için Kongre’den fon istedi. Fakat ortada hiç beklenmedik bir engel bulunuyordu. Amerikan halkına ‘Star Wars’ programının “koruyucu bir silah” olduğu duyuran Başkan Reagan, sonsuza dek nükleer artışı dizginleyecek “barış perdesi” kurmak için diğer ülkelerle bu teknolojiyi paylaşmayı bile önermişti. Fakat acaba Amerikan halkı, birkaç saniye içinde dünyanın herhangi bir noktasına “ilk vuruşu” gönderebilecek bu “ölüm ışını”nı finanse edecek miydi? Ordu bile bunun basit bir alışveriş olması konusunda kuşkuluydu.

Pentagon, HAARP’ı, tartışmalı ELF (düşük frekanslı) vericilerinin temsilcisi olarak tanıtmaya çalıştı ilk başlarda. Eastlund’un araştırmaları, ısıtılan “lens”in ELF radyo sinyallerini oluşturup, yansıttığını gösteriyordu. Böylece Wisconsin ve Michigan’daki büyük ELF anten sistemleri, daha küçük ve verimli olan HAARP antenleriyle değiştirilebilirdi.

Bu donanım inşa edildiğinden beri, ELF sinyalleri hassas bir konu haline gelmişti. Araştırmalar ELF radyasyonunun aşırı derecede zararlı olduğunu gösteriyordu. New Mexico Kirkland Hava Kuvvetleri Üssü’ndeki, Phillips Laboratuarı Elektromanyetik Etkiler Bölümü’nde, biyolojik etkiler grubu başkanı olan Dr. Cletus Kanavy, “insanın elektromanyetik radyasyonla olan etkileşiminin dev bir ulusal sağlık sorunu ortaya çıkaracağı”nı belirtmişti. (Mikrodalga Radyasyonun Biyolojik Etkileri: Beyaz Sayfa, Mikrodalga Haberleri (Microwave News) 12 Eylül/Ekim 1993) Dr. Kanavy, hem hayvan deneylerinin hem de insanların klinik raporlarının, kronik, ısıya bağlı olmayan etkilerin varlığını desteklediğini vurguladı. Bu etkilerin arasında davranış bozuklukları, sinir ağı rahatsızlıkları, fetal (embriyonik) doku hasarları (doğum bozukluklarının nedeni), cataractogenesis (katarakt), kan kimyasının bozulması, metabolizmanın değişime uğraması, salgı ve bağışıklık sisteminin sindirilmesi bulunuyordu. Ayrıca ELF donanımlarının radyasyon alanı içerisinde bulunan farelerde ve vahşi hayatta ani ve açıklanamayan mutasyon örneklerine de rastlanmıştı. Kongre, ELF vericilerinin engellenmesiyle ilgili olarak yapılan halk protestolarının farkına vardı. Fakat HAARP, karşı kamuoyu çabalarında geç kalmadı. Pentagon, Kongre’yi ELF programlarının zayıflatılıp, yerini “zararsız” olan HAARP’ın “yüksek frekans”ıyla değiştirileceği yönünde ikna etmeye çalışırken, HAARP için ayrılan fon birdenbire ertelendi. ABD Kongre si HAARP’ın başlangıç büyümesi için sadece 16 milyon dolar ayırmaya karar verdi. Fakat HAARP gerçekten de ELF radyasyonunu kullanmayacak miydi? (104. Kongre, 1. oturum, 190’da 104-24 no’lu rapor, 28 Temmuz 1995) Ordunun kendi hazırladığı HAARP Yürütme Raporu’nda, ELF dalgalarına olan güven açıkça belirtiliyordu. Bu dalgalan yerde kurulu olan vericilerden göndermek yerine, HAARP, HF (yüksek frekanslı) enerji ışınlarını “vuruşlu” iletim haline çevirerek kullandı. Bir başka deyişle, HAARP aslında, ELF sinyallerini belirli oranda (saniye 30-3000 devir) açıp kapatarak, onun gücünü iki kat arttırdı. Sonuç şuydu; istenildiği taktirde ELF radyasyonu gezegenin yüzeyinde belirli bir alana yöneltilebilecekti.

Savunma Bakanlığı’nın en önemli iletişim sistemleri ELF/VLF’ (30 Hz – 30 kHz) radyo dalgalarını kullanıyordu. Bunların arasında “Minimum Gerekli Acil iletişim Ağı” (Minimum Essential Emergency Communications Nettfork-MEECN) da yeralıyor ve denizlerin derinliklerindeki deniz altılara mesaj göndermek için kullanılıyorlardı. Ayrıca 70-150 Hz aralığındaki frekanslar özellikle çok güçlü olmalarına rağmen bunları zemine kurulu anten sistemleriyle gerçekleştirmek oldukça zordu.

İyonosferin ısıtılması için gerekli olan benzeri dalgalar zemine kurulu sistemler tarafından da potansiyel olarak üretiliyordu. Isıtıcı, iyonosferin alt kısımlarının iletkenliğini ayarlamak için kullanılıyordu. Bu şekilde aynı zamanda İyonosferik akımlar da değiştirilebiliyordu.

Değiştirilen bu akımlar bir tepki olarak radyo dalgalarının radyasyonu için iyonosferde görsel bir anten üretiyorlardı (Bu teknik halihazırda batı’da ve Sovyetler Birliği’ndeki birkaç dikey HF ısıtıcısında ELF/VLF sinyalleri oluşturmak için kullanılıyor). Bununla birlikte bütün bu çabalar bugüne kadar başlıca birkaç araştırma ve benzer ELF/VLF üretiminin verimini arttırarak iletişim kullanımlarını daha çekici hale getirme yönünde birkaç girişimle sınırlandırılmıştı. Bu çerçevede ELF üreten ısıtıcı, eğer halihazırda ordunun Wisconsin ve Michigan’da varolan anten sistemlerinde kullanılanlardan daha güçlü sinyallersağlayabilseydi, kuşkusuz çok daha etkileyici olacaktı.

Günümüzdeki teorik araştırmalar bunun mümkün olduğunu, HF ısıtıcı olanağının bu imkanı sağlayacağını gösteriyordu. Çünkü bu araştırma alanının geleceğinin parlak görünmesi ve ABD Savunma Bakanlığı’nın ELF ve VLF gereksinimi nedeniyle, bu, tasarlanan araştırma programının halen en önemli itici gücüydü.

Zararlı etkileri olan tüm bu çalışmaların Amerikan hükümetinin kendi “Çevre Koruma Doktrini”yle çatıştığı gözlerden kaçmıyor. Kongre, NEPA vasıtasıyla federal hükümetin politikasının “insanın ve doğanın üretken bir harmoni içinde varolabileceği koşullar yaratmak ve korumak” olduğunu ortaya koydu. (42 U.S.C. Seç. 4331 (a)). Bugüne kadar ProfesörEastlund’un orijinal çalışmasından elde edilen on bir ayrı patent bulunuyor. Bu patentler, “radyasyonsuz nükleer ölçekli patla-malar”, “güç yayan sistemler”, “ufuk-ötesi radar sistemleri” ve “‘nükleer füze bulma veya yok etme sistemleri” gibi kullanımlar için iyonosferin yansıtıcı değişkenliğinden faydalanılabileceğini açıkladılar. Ayrıca bu patentler, şu anda, Savunma Sanayii’nin önemli isimlerinden Raytheon tarafından satın alındı ve diğer askeri patentlerle birleştirilerek savaş alanı uygulamaları için kullanılabilecek durumda.

Eastlund’un orijinal araştırmaları, icatlarının askeri alanda f kullanımı için önemli bir adım oldu. Patentlerinin kullanımıyla ilgili yapılan bir eleştiri, bu teknolojinin nasıl kullanılabileceğini gösteriyordu;”… yerkürenin atmosferine belirli stratejik mevkilerde olağanüstü miktarlarda enerji depolama becerisi ve güç enjeksiyon seviyesini elde tutma…”

“… sadece üçüncü parti haberleşmeleri engellemekle kalmaz aynı zamanda, dünyanın kalan kısmının iletişimi bozulsa dahi, bir veya daha çok ışının avantajını kullanarak kendi iletişim ağını sağlar. Öte yandan diğerlerinin haberleşme ağını bozan sistem, aynı Zamanda bu icadı bilen birisi tarafından bir haberleşme ağı olarak kullanılabilir.”

“… atmosferin geniş bölgeleri beklenmedik yüksekliklere kaldırılabilir. Böylece füzeler, hiç beklemedikleri şekilde ansızın geride kakın kuvvetlerle karşı karşıya kalabilirler…”

Ayrıca yapılan araştırmalar fonun 1996’daki tomografik tarama cihazını geliştirmek için onay verdiği gerçeğini ortaya çıkardı. Dünyanın derinliklerinde, mağara, cephanelik ve potansiyel düşman sığınağı tarama kabiliyetine sahip bu cihaz, fon anlaşmasının bir parçası olarak belirlenmişti. Fakat bu tomografik tarama cihazında kullanılan dalga boyları aynızamanda güçlü birer ELF radyasyonuydu. Ve bir kez yerleştirildikten sonra, frekansı ve yönlendirilmiş ışının gücü değiştirilerek stratejik hedefler vurulabilirdi. Kısaca, 104. Kongre “ölüm ışını” fonu oluşturulması konusunda kandırıldı. Şu anki bütçe taleplerinde özellikle anti -füze teknolojilerinin üzerinde durularak fondan büyük bir ayrım yapılması istendi. Ordu, Nevada’da olduğu gibi gizli yerlerde-konuşlandırılmış yüksek irtifak hedefe kitlenebilen araçlar geliştiriyor. Bu yeni teknolojiyle bağlantılı olarak benzer bir projeye de “Aurora” adı verildi. Bu elektromanyetik ışın sisteminin halen kullanıldığı biliniyor.

Acaba Amerika’nın, dünyanın jandarması olabilecek nitelikte tek süper güç olduğu iddiası, doğanın bu tehlikeli kullanımı konusunda biraz olsun rahatlamamızı sağlayabilir mi? Aslında böyle ölümcül bir gücün, Libya veya Irak gibi bir devlet tarafından kontrol edilmesi ile ABD’nin kontrolünde olması arasında bir fark yok. Ülkenin rejimi ne olursa olsun iktidarınen büyük destekçisi, çağlar boyunca hep silah olmuştur.

Aslına bakılırsa teorik olarak HAARP benzeri bir donanımı çok küçük bütçelerle inşa etmek mümkün. Çünkü bilindiği gibi bu donanım nükleer yakıt içermiyor. Dolayısıyla gizlice inşa edilebilmesi de mümkün. Tahmin edilen gücü ise şu anda görsel olarak sınırsız. Bu yeteneğe ilk olarak sahip olan ülke, diğer benzeri donanımları bulup yok edebilir ve böylecegüç dengesi sağlayarak yeryüzünün tek hakimi olabilir.

HAARP teknolojisi şu anda, dünya çapında birçok bili-madamı tarafından şüpheyle karşılanıyor. Hassas yüklü parti-küller “balonu” olarak tarif edilen iyonosferin, ozon tabakası gibi güneşten dünyaya sürekli olarak gelen yüksek enerjili partiküllere karşı bizi koruyan ince bir deri rolü üstlendiği söylendi hep. Belki de bir gün, bu iyon sahasında oluşabilecekherhangi bir delik veya yırtık, genetik ve biyolojik moleküllerimizle, oradan gelen partiküllerin çarpışmasına neden olacak ve bu da mutasyon ya da ölümcül sonuçlar doğuracak. Bazı bilim adamları iyonosferin elektriksel dengesizlikten çökebileceğini bile söylüyorlar ve özellikle şu soruyu soruyorlar:

“Henüz kendisini tam olarak anlayamadığımız bir şeyin neden olabileceği bir felaketle başa çıkabilir miyiz? Öyle ki bu felaket sadece insanları değil, gezegendeki tüm hayatı kapsamaktadır.”

Bilindiği gibi HAARP çevresel vandalizmle bile suçlanmıştır. Dünyanın, katı metalik bir çekirdeği ve mantoya benzetilen elektrik ileticisi sıvı bir katmanı bulunuyor. Bu, dünyanın yüksek manyetik alanla birlikte dev bir dinamo gibi hareket etmesini sağlıyor. Kuşkusuz her gezegen böyle bir şeye sahip değildir. Manyetik alan veya magnetosfer, bildiğimiz kadarıyla hayati bir öneme sahip. Yüksek enerji partiküllerini dünyaya gönderirken, etkileyici bir şekilde solar rüzgarı da yönlendirir. Bu manyetik alanlar ekvatorda dünyaya en uzak iken Arktik bölgelerde gezegenin yüzeyiyle karşı karşıyadırlar. ikinci fenomen ise İyonosferik “ısıtıcılar”ın, doğal olmayan etkilere karşı çok daha etkili ve hassas olabilecekleri dünyanın kutupsal bölgelerine yerleştirilmesidir.

Solar rüzgar, o kadar kuvvetlidir ki magnetosferi değiştirerek, güneşe bakan (sol) kısmı sıkıştırır ve aksi istikamette (sağ) kuyrukluyıldızların kuyruğuna benzeyen bir “kuyruk” oluşur. Alt iyonosferle birlikte bu yüklü atmosferler gezegenimizin serbest radyasyon çevresini oluşturmak için gereklidirler. Ozon tabakası gibi kırılgandırlar. Ekosistemleri etkileyen bu hasar, HAARP’ı tamamen yok edici bir silah haline dönüştürebilir. Solar rüzgar ve bu periyodik karışıklıkların yeryüzündeki hayata verdiği olumsuz etkiler hakkında Amerika’da yayımlanan Viewzone adlı dergide “Güneşteki Fırtınalar” adlı birmakale yer almış ve büyük gürültü koparmıştı.

Viewzone, bu hikayenin hazırlanması sırasında web sayfası aracılığıyla HAARP’la bağlantı kurdu. Dergide yer alan ifadeler şöyleydi:”İlk olarak araştırmalarımız basitçe ele alınmıştı. Biz HAARP’ın hiçbir özelliği olmayan basit bir araştırma programı olduğuna inandırılmaya çalıştırılmıştık. Bu hikayede referans olarak gösterilen bazı noktalan ileri sürdüğümüz zaman ise bize, HAARP’ın Gakona merkezinde böyle bir aktiviteyi gerçekleştirebilecek temeli olmadığı söylendi. Bize HAARP’ın halka açık bol resimli bir web sayfası olduğu hatırlatıldı. Ayrıca ‘Ordunun gizli bir operasyonu hiç bu şekilde tanıtılır mı?’ diye sorular sorularak şüphelerimiz gideriliyordu.

Kongrenin kendisine ait yazısında, tasarlanan HAARP faaliyet alanının Alaska Poker Flat’da, Fairbanks’ın 30 mil kuzeyinde yer alacağı belirtildi. Yürütme Raporu’nda bu tundra bölgesinin neden ideal bölge olduğuna dair birçok sebep açıklandı. Bununla birlikte, HAARP’ın web sayfasında gösterilen Gakona, Poker Flats’ın 260 mil güneyinde yer alan Alaska Range’in engebeli dağlık bölgesiydi. Bir yanlışlık mı vardı yoksa ‘halka açık’ HAARP Gakona’da yer alırken, önceden planlanan gizli projeler Poker Flats’ta mı inşa edilmişti?”

Bu soruyu açık bir şekilde HAARP’a yönelten Viewzone her zamanki alışılmış dürüstlüklerinin yerine şu cevabı alıyordu:

“Viewzone: e-mail’imde alıntı yaptığım 104. Kongre açıklamasında bildirilenlerin bir yorumunu yapar mısınız?

HAARP: Hayır, yapamam. Bir yönetici olarak eminim ki hiçbir hükümet görevlisi hükümetin diğer dallarında yorum yapmayacaktır. Uzun süreli bir nezaket protokolüdür ve hiçbir zaman önem verilmemiş’ tir. Maalesef bu politikayı, birtakım komplo teorilerine zemin hazırlamak için kullanan bazı insanlar vardır. Size bir çok kereler belirttiğim gibi bu e’mailhesabı HAARP programıyla ilgili teknik soruları cevaplandırmak amacıyla açılmıştır. Anti-HAARP iddiaları teknik zeminde kolaylıkla çürütülmektedir. Nitekim size de daha önce gerekli açıklamalarda bulunmuştuk. Alt satır HAARP’ın teknik açıdan, hem özel sektör hem de DOD için yararlı olan yüksek performanslı haberleşme sistemlerini oluşturabilecek kapasiteye sahip olduğunu açıklamaktadır. HAARP ancak Hawai’deki Keck Rasathanesi veya New Mexico’daki Geniş Kompleks kadar öldürücü etkisi vardır.

Saygılarımla,(HAARP) Webmaster

Viewzone ayrıca mucit Dr. Bernard Eastlund’a da teknolojisi hakkında sorular sormuştu. Dr. Eastlund, patentlerinin daha önceden kendisinin belirttiği her şeyi yapabilecek kapasitede olduğunu söylüyordu:

“İtalya-Sardunya-Cagliari’de 1998 yılı 20-22 Ekim’de, ‘Workshop on Space Exploration and Resources Exploitation’da, ‘Yüksek Güçlü Elektromanyetik Radyasyon’ kullanarak yapılan ‘Hava Değişikliklerinin Sistem Düşünceleri’ başlıklı bir yazım yayınlandı. Sistem çalışması, gerçekleşmesi muhtemel bir çalışmadan bahseder fakat aynı zamanda güvenlikten ve fırtınanın davranışını önceden bilip, denetleyecek kapasitelerden bahseden yayınlar da yapar. Eğer bu başarılı olursa, yıkıcı etkisi olan tornadoların oluşumunu engellemek mümkün olabilir. Bu benim orijinal çalışmamın pozitif bir sonucu olacaktır. Teknolojinin ileri araştırmaları fırtınaları hafifletmekte yararlı olabilir. Güvenlik konusuna gelince… En önemli konunun bu olduğunu düşünüyorum. Bu uygulamaların güvenli olduğu gösterilmedikçe, hiçbir deney başlatılmamalıdır. Benim şirketim, NASA tarafından global ısınmayı azaltma deneylen için hazırlanan noktalar da dahil olmak üzere birtakım güvenlik esaslarını ve yine bu sistemlerin askeri amaçlar için kullanılmayacağını garanti etmeyi kabul etti. Bu esaslar dün, 19-21 Ocak 1999 tarihleri arasında George Washington Üniversitesi’nde düzenlenen Uzağa Duyarlı Uygulamalar ve Felaket Yönetimi için GIS’ konulu konferansta verdiğim notlarda da vardır. Kopyası ilişiktedir. Dikkat edin; esaslarda uluslararası kontrol için etkili bir tavsiyede bulundum.”

Gelecekte, Prof. Eastlund’un projeleri belki de gezegenimizi değiştirecektir. Elektriksel enerji, artık iletim hatları olmadan her yerde bulunabilecektir. Fırtına ve tornadolar sonucu oluşan afetlerin etkisi minimuma indirilebilecek, iklimler daha yumuşak olacak; besin üretimi, güneşli gökyüzü ve bol yağışlar sayesinde arttırılacaktır. Global iletişim ucuz olacak,kritik ozon yeniden doldurulacak ve en önemlisi, düşman donanımlarını tespit edip, yok edebilecek kabiliyete sahip nükleer silahların modası geçecektir. Ayrıca terörizm çok daha zor yapılacaktır. Kısaca, Eastlund’un icatları ucuz enerji sağlayacak ve açlığa ve susuzluğa son verecek. Kuşkusuz bunlar ihtimal dahilindedir.

Fakat bu insancıl uygulamalar hâlâ geleceğe yöneliktir. Eastlund’un patenti hâlâ askeri endüstriyel komplekslerin kontrolü altındadır. Eastlund’un icatlarının, dünyanın daha rahat yaşanabilir bir hale getirilmesi için kullanılmasından önce, anlık “ölüm ışını” veya dev “zihin kontrol” mekanizmaları için kullanılma ihtimali çok daha yüksektir.

Doğrusu bir cümleyi hatırlatmadan geçemeyeceğim:

“insanların gözü önünde gökten yeryüzüne ateş yağdıracak kadar büyük mucizeler yapıyordu.” (incil, Esinlemeler 13:13)

HAARP ve Hava Yolculuğunun Tehlikeleri

“…tasarladığın her şey mümkündür; ki teknoloji onu gerçeğe dönüştürecektir.”

Sabah gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu’nun bahsettiği “Angels Don’t Play This HAARP” kitabının yazarı Dr. Nick Begich’e, kitabıyla” ilgili görüşleri için başvurduk. Dr. Nick Beigich son zamanlarda bilinmeyen nedenlerle düşen uçakların HAARP yüzünden düşebileceği ihtimalini üzerinde duruyor ve son derece ayrıntılı bilgiler veriyor. Yazar 2 Şubat 1996tarihinde Güney Amerika’da 70 kişinin ölümüyle sonuçlanan Amerikan Havayollarına ait boeing 757 tipi uçağın şaibeli bir şekil-de düşmesini, HAARP’IN kontrol edilemeyen etkilerine bağlıyordu.

Hava Seyahatinde Ciddi ELF Tehlikesi

Gizli ELF silahlarının ve Alaska’daki HAARP projesinin, dünyanın dört bir yanında yapılan ticari jet uçuşları için ciddi bir tehlike teşkil ettiği son derece aşikardır. Aslına bakılırsa, bu ELF elektromanyetik silah sistemleri ve/veya HAARP çoktan, yüzlerce masum insanın hayatına mal olan uçak kazalarına yol açmış da olabilir; tıpkı Kaptan Schreiber’in Aeroperu 757’sinin içinde yolculuk eden 70 kişinin hayatına mal olduğu gibi.

HAARP’DA, güçlü vericilerin yaklaşan bir hava aracını algıladığı anda otomatik olarak kapandığı söylenmektedir. Gerçekte ise, HAARP tarafından yayınlanan ELF dalgaları üst atmosferin ‘ayna’ yansıtıcısına zıplamakta ve sonra da yeryüzüne geri dönerek HAARP vericilerinden binlerce mil ötedeki yerlere çarpmaktadır. Düşünün bir kere: PACE (Temiz Enerji için Dünya Çapında îş Birliği Derneği)’nin, ELF dalgalarının uçaklara tam olarak nasıl etki ettiğini tarif eden 12/81 yayınında ELF’nin tehlikeleri hususunda şu ikazlar bulunuyordu:

“Uçuş güvenliği ‘kritik’ görülen başlıca havacılık malzemelerinin Boeing firması tarafından yapılan derinlemesine testi, seyir ve iletişim cihazlarının yapay ELF manyetik ve voltaj sahalarının etki-sinde kaldığında fonksiyonlarının bozulduğunu ortaya çıkarmıştır… Bunun başlıca sorumlusunun da ‘gyrosyn sistemlerinde yer alan katot ışın tüpleri ve manyetikdeğişim sübapları olduğundan şüphelenilmektedir. Diğer kritik havacılık malzemeleri de belirli ELF frekanslarından ve şiddetlerinden etkilenmektedir. Hatta (radar kullanan) yerde kurulu hava trafiği kontrol sistemleri dahi etrafı saran ELF sahaları sebebiyle kullanılamaz hale gelebilmektedir. Otomatik pilot (bilgisayar tarafından idare edilen) uçuş sistemlerinde de, amplifikatör zayıflamaktadır. Bu zafiyet, hava aracı bu alanlardan ters tarafa doğru geçerken, yerküre-iyonosfer arasında yankılanan sabit ELF dalgalarının frekans ve şiddet değişimleri geçirdiği yerlerde, olağanüstü zararlıdır. Çünkü bu koşulda, otomatik pilot modu, ‘değişim modundan gelen kafa karıştırıcı bilgileri’ göz ardı edecek ve aktif olduğu halde kilitlenecektir.

(Uçuşta) sapma tipik (yaklaşık) olarak 40 derece kadardır. Bu hassasiyet de uçağın, ELF verici antenlerinin yakınına ve uzaktan yayılan sabit ELF dalgalarının civarına yaklaştığı yerlerde başlıca kaygı sebebidir.

Yağ miktarı göstergesi, fren sıcaklık göstergesi, EHF alıcı vericisi, ADF alıcısı, işaretleyici alıcısı, uzaklık ölçüm aygıtı, havadan Loran sistemi, hava sistem radarı ve iç seyir sistemi ELF voltajından etkilenmektedir.

Bilgisayar hem frekansta hem de şiddette ELF’e bağlı, algılanabilir ufak sapmalar gösterebilir.

HAARP ve diğer ELF silah sistemleri, açık bir şekilde, ticari havacılık endüstrisi ya da bu sistemlerin açığa çıkardığı yerkürenin ELF sahalarında dönüp duran her türlü hava uçuşu için, şiddetli ve potansiyel facia tehlikesi ortaya çıkarmaktadır.”

PACE makalesi yazıldığından beri, modern jet uçaklarının tümü, tamamıyla kompüter donanımına geçti ve kalkışları, belirli bir mesafeye uçuşları ve neredeyse inişleri tam manasıyla otomatik olarak gerçekleşmekte. Bu jenerasyondaki Boeing uçakları, bütünüyle kompüter arabirimler kullanmakta. 747’ler gereğinden fazla olacak şekilde, her biri diğerininyedeği olan ve kendi enerji güç kaynağına sahip, üçlü kompüter donanımına sahipler.

Bu kompüter sistemleri elektromanyetik olarak öylesine duyarlı ve hassas ki, özellikle kalkış ve iniş sırasında, yolcuların dizüstü bilgisayarlar ve portatif kaset çalarlar gibi taşınabilir elektronik cihazlar kullanmaları, havayolları tarafından kesin surette yasaklandı.

Kenya Uçağı Nasıl Düştü?

Batı Afrika kıyılarındaki Fildişi Sahilleri’nin Abidjan kentinden l Şubat 2000 tarihinde gerçekleşen uçak kazasında da HAARP’IN izleri görülüyordu. 169 yolcu ve 10 mürettebatıyla kalkan uçağın yolcuları ölümü 2 dakika boyunca bekleyerek suya gömüldü. Kenya Havayollarına ait Airbus A310 tipi uçağın pilotu, Abidjan’dan havalandıktan yaklaşık l dakika sonra kuleye acil durum sinyali gönderdi. Uçak irtifa kaybetmeye başlamıştı. Yolculara uçağın irtifa kaybı bildirilmiş ve kemerlerini çözmeyip can yeleklerini takmaları talimatı verilmişti. Pilotun tüm çabalarına rağmen uçağın irtifa kaybı sürdü ve 2 dakika sonra da havada patladı. Büyük panik yaşayan 169 yolcunun ölümü bekleyişi 3 büyük patlamanın ardından uçağın sulara gömülmesiyle son buldu.

Kenya’nın başkenti Nairobi’den Nijerya’nın Lagos kentine gitmek için havalanan uçak, Kuzey Afrika çöllerinden gelen şiddetli rüzgarlar nedeniyle Abidjan’a zorunlu iniş yapmak zorunda kalmıştı. Uçak buradan yeniden havalandıktan sonra talihsiz kaza geldi. Yaralı olarak kurtarılan bir yolcu, “Kalkıştan az sonra 3 patlama sesi duyduk sonra parçalara ayrılıp büyük bir gürültüyle sulara gömüldük. Bu 2 dakikalık süre içinde uçaktaki yolcular çığlıklar atıyor ve ağlıyordu” dedi. Kaza sırasında sahildeki görgü tanıklarının söyledikleri ise son derece ilginçti. Tanıklar uçağın yüzeyinde düşmeden önce bazı “ışıklar” belirdiğini belirtiyordu.

New York-Kahire seferini yapmak üzere John F. Kennedy (JFK) Havalimanından kalkan Mısır Havayollarına ait Boeing 767 tipi uçak 214 yolcusuyla birlikte Atlantik Okyanusu’nun sularına gömülmesi de bir dizi soru işaretini gündeme getirmişti. Gerek uçağın kalktığı havalimanı, gerekse düştüğü bölge; son birkaç yıldaki uçak kazaları ile ne kadar büyük benzerlikler taşıdığını gösteriyordu. JFK havalimanı ve New York kenti açıkları sanki lanetlenmiş gibi uçakları adeta yutuyordu. 1996’de JFK’den kalkan TWA-800 uçağı 230 yolcusuyla birlikte Rhode Island açıklarında sulara gömüldü. Lanet, 2 yıl sonra Swissair’e ait MD-11 tipi uçağı da pençesine almıştı. JFK’den havalanan ve Nova Scotia yarımadasının açıklarında arızalanan uçak acil inişe geçmek istedi ancak o da 229 yolcusuyla okyanusa düştü.

Lanet, iki kez kendini gösterdi. 1999 Ağustos’unda John F. Kennedy’nin oğlunun kullandığı özel uçak Martha’s Vineyard açıklarında düştü. Kennedy’nin laneti mi, yoksa bölgenin laneti mi bilinmez; onun da düştüğü yer hemen hemen aynıydı. Bundan bir süre sonra da Mısır Havayollarının uçağı JFK’den kalktı ve Nantucket Adaları’nın 100 kilometre açığında düştü. Aynı bölgede meydana gelen dört kazada da Kennedy ismi geçiyordu.

Yola Gecikmeli Çıktı

Mısır Havayollarına ait 990 sefer sayılı Boeing 767 tipi yolcu uçağı, Los Angeles’tan başladı. İki saat gecikmeli olarak New York JFK Havaalanı’na vardıklarında bölgede yoğun bir sis ve rüzgar vardı. Kötü hava koşullan ve uzun bir gecikmenin ardından uçak, saatler gece yarısı 01.19’i gösterirken Mısır’ın başkenti Kahire’ye gitmek üzere havalandı.

Hava koşulları kötü olmasına rağmen uçağın kalkışı sorunsuz oldu. Ancak JFK’den havalandıktan tam 41 dakika sonra saat 02.00 civarında Amerikan Ulusal Havacılık Dairesi (FAA), uçakla bağlantısını kaybetti. Uçak, Nantucket Adası’nın 100 kilometre güneygüneydoğusu açıklarında 10 bin metre yükseklikte seyrettiği sırada radar ekranlarından kayboldu.

Kulenin bir anda uçakla bağlantısı kesildi. Pilotlardan kuleye ulaşan ne bir arıza sinyali, ne de yardım mesajı bulunuyordu. Alandaki yetkililer ne olduğunu anlayamadan 197 yolcusu ve 17 mürettebatı bulunan uçak, bir anda kayboldu. Kule yetkilileri, uzun süre uçakla tekrar bağlantı kurmaya çalıştı. Ancak bütün çabalan sonuçsuz kaldı. Kalkışından 41 dakikasonra kaybolan uçağa ne olduğu bilinmiyordu.

Sisten mi Düştü?

Bağlantı çabalan sonuçsuz kalınca, derhal arama ve kurtarma çalışmaları başlatıldı. Ancak bölgeye yayılan yoğun sis perdesi ve karanlık, aramalara katılan gemi ve Sahil Güvenlik ekiplerinin işini zorlaştırdı. Çalışmaları yürüten 4 gemi, l uçak ve helikopterler, denizin üstüne kadar inen sis nedeniyle çalışmalarını güçlükle sürdürdü. Yaklaşık 7 saat sonrauçağa ait ilk parça Nantucket açıklarında bulundu.

Kahire’de bir basın toplantısı düzenleyen Mısır Havayolları yöneticisi Muhammed Fehim Rayan, Yolculardan 2’sinin çocuk olduğunu kaydetti. Rayan, yolculardan 62’sinin Mısırlı, 2’sinin Sudanlı, 3’ünün Suriyeli, birinin de Şilili olduğunu, 131 yolcunun ise uyruklarının belli olmadığını kaydetti.

Mısır Havayolları, kaybolan uçak hakkında henüz bir açıklamada bulunmadı. Şirket yetkililerinden alınan tek bilgi ise, pilotun isminin Ahmet El-Habaşi olduğuydu. Pilotun 10 bin saatlik uçuş deneyimi bulunduğu ve kazanın pilotaj hatasından kaynaklanamayacağı da yapılan açıklamalar arasındaydı. Emekli kaptan pilot Art Cornelius, CNN televizyonunayaptığı açıklamada, bu kadar uzun bir sürenin, bu tip zorlu uçuşlar için yeterli deneyimi sağladığını belirtiyordu.

Amerikan Havacılık Dairesi (FAA) basın sözcüsü, uçağın JFK’den iki saat rötarlı kalkmasının sebebinin, Los Angeles’tan geç gelmesi olduğunu bildirdi. Uçak Los Angeles’tan havalandıktan sonra, Mısır Havayolları yetkilileri, JFK Havaalanı’na gelmeden önce California Edwards Hava Üssü’ne indiğini bildirdi. Los Angeles’tan gecikmeli gelmesinin sebebi de buydu. Ancak Pentagon, bu açıklamayı yalanladı.

Boeing Sakladı

Uçakları dünyanın dört bir yanındaki hava yollarının filosunda uçan Amerikan Boeing firması, en popüler modellerinden biri olan 747’le ile ilgili kritik bir raporu tam 19 yıl kamuoyundan sakladı.

Rapora göre, Boeing 747’lerin havalandırma sistemi, kabini soğuturken, merkez yakıt tankını da ısıtıyor. Bu da yakıt tankında buharlaşmaya neden oluyor. Bu buhar da bilinmeyen bir yerden çıkan kıvılcım ile etkileştiği zaman da tehlikeli bir yangına neden olabiliyor. HAARP işte bu kıvılcımı bilerek veya bilmeyerek kolaylıkla sağlayabilirdi.

1996’da TWA-800 uçağı, Paris’e gitmek üzere New York’-tan kalktığı vakitte hava sıcaktı ve klima sistemi uçağı soğutuyordu. Ancak 747 tipi uçak havalandıktan birkaç dakika sonra havada patlayarak Atlantik’e gömüldü. Uçağın düşüş nedeni kesin değil. Ancak yakıt tankına giden kablolardaki kısa devre sonucu yangın çıktığı olasılığı üzerinde duruluyor. Kısadevreye neyin sebep olduğu ise hâlâ bir sır.

Utanç Verici

Boeing firması, 1980 yılında raporun sonucunu almasına rağmen, bu konuda ne Amerikan Federal Havacılık Dairesi’ne ne de TWA kazasını inceleyen araştırmacılara bu rapordan bahsetmedi.

Boeing ise araştırmanın göz ardı edilmesinin utanç verici olduğunu açıkladı. Ancak bir şirket yetkilisi, 1980’de yapılan araştırmanın 747’lerin askeri versiyonu ile ilgili olduğunu ticari yolcu uçaklarını içermediğini belirterek savunma yaptı.

Bomba İhtimali

Mısır Havayollarına ait uçağın düşmesinde çeşitli ihtimallerin üzerinde duruluyor. Bunlardan en güçlüsü de uçağın bombayla havaya uçurulması. JFK Havalimanı kontrol kulesi yetkilileri yerel saatle 01.19’da kalkan 767 tipi uçak ile saat 02.00’da bağlantıyı kaybettiklerini açıkladılar. Ayrıca bağlantı kesilmeden önce uçaktan herhangi bir acil yardım çağrısı gelmemişti. Ne York ve çevresinde yoğun bir sis vardı. Mısır Havayolları uçağı da yoğun sis bulutu altında alandan kalkmıştı ancak uzmanlar “Bir Boeing 767 için sisin önemi yoktur; elektronik cihazları çok ileri düzeydedir, dışarıdaki sisten ya da hava şartlarından fazla etkilenmez” diyordu. Uçakta teknik bir arıza da olsa pilot bunu kontrol kulesine bildirir ve acil iniş için bir havaalanı ayarlanmasını isterdi. Patlamanın olması akıllara önce bomba olasılığını getiriyordu. Mısır uçağına yapılacak bombalama, bir terörist örgütün bugünlerde ivme kazanan Ortadoğu barışını baltalamayı amaçlamış olabileceği sinyalini veriyorsa da bu konuyla ilgili hiçbir somut delil bulunamadı. ikinci olasılık ise Amerika’yı bir numaralı düşmanı ilan eden ve intikam alacağını söyleyen Suudi asıllı terörist Usame Bin Ladin’in bir adamının uçakta intihar saldırısına girişmiş olabileceği. Bu konuyla ilgili de en ufak bir delil bulunamadı.

Sicilinde 2 Kaza Var

1982 Eylül’ünden bu yana yolcu uçağı olarak kullanılan Boeing 767’ler, 2 motorlu ve dünyanın en büyük yolcu uçaklarından biri. Boeing geçen Nisan ayında 767’ler için 865 teklif almıştı. Firma bu uçakların 746’sını da teslim etti. 767’lerin 17 yıllık geçmişinde sadece iki kazası var. 1991 yılında Lauda Havayollarına ait Boeing 767, Tayland’dan kalkışından hemensonra motorlarından birinin arızalanmasının sonucu yere çakılınca 213 kişi öldü. ikinci kazası da 1996’da Comores Adaları’nda oldu. Etiyopya Havayollarına ait uçak havada kaçırıldı ve 127 kişi hayatını kaybetti.

I998’in İlginç Kazaları

Bu arada 1998 yılında bilinmeyen nedenlerle düşen bazı uçak kazaları da acaba HAARP henüz bilinmeyen etkilerinden kaynaklanmış olabilir mi? Bu kazalara şöyle bir göz atalım.

Yıla damgasını vuran kaza, Swissair’in New York-Cenevre seferini yapan MD-11 uçağının Atlantik Okyanusu üzerinde Halifax açıklarında düşmesiydi. Kazada 14’ü mürettebat olmak üzere toplam 229 kişi hayatını kaybetti. Araştırmalar,

Kanada Sivil Havacılık Otoritesi, üretici firma Boeing ve Swissair tarafından ortaklaşa sürdürülüyor. Şu ana kadar enkazın önemli bir bölümü Okyanus’dan çıkarılarak Halifax’da bir araya getirildi. Son bulgulara göre yangın, kokpiti çevreleyen kablolarda başlamış ve uçağın ön tarafını sarmıştı. MD-11’in burun tarafından çıkartılan parçalar üzerinde yapılan testlerde, bumun üst tarafındaki parçalarda ısının 572 dereceye kadar çıktığı saptandı. Yangının, kabindeki elektronik cihaz ve video sistemine giden kablolarda başladığının ortaya çıkması HAARP açısından düşünüldüğünde kuşkusuz daha da çarpıcı. Bir başka büyük kaza ise Filipinler’de yaşandı. Cebu Pacific Air’a ait DC-9-32 tipi yolcu uçağı, 5 mürettebat ve 99yolcusuyla Balatucan Dağı’na çakıldı. Olayda 104 kişi hayatını kaybetti. Kaza nedeni anlaşılamadı.

1998 yılının son büyük kazası ise Tayland’da Surat Thani Havalimanı’nda oldu. Thai Havayollarına ait Airbus A310-200 tipi uçak, üçüncü iniş denemesinde kulenin 700 metre yakınında süratsiz kaldı ve sola doğru dönüşle çakıldı. Ayrıca havalimanına 6 ay önce takılan Aletli iniş Sistemi (ILS) konusunda da bazı şüpheler doğdu. Uzmanlar meteorolojik şartlar ve ayar yetersizlikleri nedeniyle ILS sinyallerinin saparak pilotu şaşırttığını tahmin ediyorlar. Kazada 101 kişi hayatını kaybetti. 45 kişi kurtuldu.1998 Yılının Şüpheli Uçak Kazaları

27.01.1998 F’-27 myanma Havayolları Yolcu sayısı: 4 mürettebat+41 yolcu Ölü sayısı:15 Yer: Mynmar

Kalkış sırasında bilinmeyen bir nedenle 2 numaralı motoru arıza yapan uçak, yandaki pisteinmeye çalışırken bankete Çarparak yandı.

02.02.1998 DC’9-32 Cebu Pacific Air Yolcu sayısı: 5 mürettebat+99 yolcu Ölü sayısı:104 Yer: Cağa de Oro (Filipinler)

Manila’dan kalkan uçak, bilinmeyen bir nedenle seyir sırasında Balatucan Dağı’na çarptı.

16.02.1998 A300-600 Çin Havayolları Yolcu sayısı: 14 mürettebat+182 yolcu Ölüsayısı: 196 Yer: Taipei (Tayvan)

Pas geçtikten sonra yükseliş sırasında suratsız kalan uçak çakıldı. Kaza nedeni anlaşılamadı.

18.03.1998 Saab 340B Formosa Havayolları Yolcu Sayısı: 5 mürettebat+8 yolcu Ölüsayısı: 13 Yer: Hsinchu (Tayvan)

Bilinmeyen bir nedenle çıkan kokpitteki arızaya rağmen uçuşuna devam eden uçak denizedüştü.

19.03.1998 B727-200 Ariana Afgan Havayolları

Yolcu sayısı: 13 mürettabat+32 yolcu

Ölü sayısı: 45

Yer: Charasyab (Afganistan)

Kabil’den kalkan uçak bilinmeyen bir nedenle Kandahar’a alçalırken dağa çarptı.

22.03. J998 A320-200 Filipin Havayolları Yolcu Sayısı: 6 mürettebat+121 yolcu

Ölü sayısı: 3

Bilinmeyen bir nedenle inişte tek motoru reverse açamayan uçak, pistten çıkarak sürüklendi.Evlere çarpan uçak, 3 kişinin ölümüne neden oldu.

05.05. 1998 B737-200 Occidental Hetrokum

Yolcu sayısı: 8 mürettebat+79 yolcu

Ölü sayısı: 75

Yer: Andoas (Peru)

Bilinmeyen bir nedenle çakıldı. Araştırmalar sürüyor.

26.05.1998 Yunshuji Y-12 Mongolya Havayolları

Yolcu sayısı: 2 pilot+26 yolcu

Ölü sayısı: 28

Yer: Erdenet (Mongolya)

Bilinmeyen bir nedenle kalkıştan 13 dakika sonra dağa çakıldı.

18.06.1998 SA.226TC Metro 2 Propair Yolcu sayısı: 2 mürettebat+9 yolcu ölü sayısı:11 Yer: Montreal Mirabel (Kanada)

Pilotlar motor arızası nedeniyle mecburi iniş için alçalırken uçağın sol kanadı infilak ederekayrıldı.

17. 17.07.1998 11-76 Ukranie Transport Co.

Yolcu sayısı: 9 mürettebat+1 yolcu

Ölü sayısı: 10

Yer: Asmara (Bulgaristan)

Asmara’daki piste 7 kilometre kala bilinmeyen bir nedenle düştü.

19. 30.07.1998 Domier 228 Air Allience

Yolcu Sayısı: 3 mürettebat+3 yolcu

Ölü sayısı: 6

Yer: Cochin (Hindistan)

Motor arızası bildirilen uçak, askeri bir tesisin üzerine düştü.

21.08.1998 DHC-6 Lumbini Airways

Yolcu sayısı: 3 mürettebat+15 yolcu

Ölü sayısı: 18

Yer: Ghorepani (Nepal)

Seyir sırasında uçak bilinmeyen bir nedenden dolayı düştü.

24.08.1998 F-27 Mynmar Airways Yolcu Sayısı: 3 mürettebat+36 yolcu Ölü sayısı: 39Yer: Mynmar

Bilinmeyen bir nedenle seyir sırasında Payakha Dağı’na çakıldı.

02.09.1998 MD-11 Svissair

Yolcu sayısı: 14 mürettebat+215 yolcu

Ölü sayısı: 229

Yer: Halifax (Kanada)

New York JFK’den kalkan uçak, kablo yangını nedeniyle Halifax’a inmek istedi. Uçak yakıtboşaltma sırasında okyanusa düştü. Araştırmalar sürüyor.

30.09. 1998 An24 Lion Air Yolcu sayısı: 7 mürettebat+48 yolcu Ölü sayısı: 55

Yer: Manmar (Sri Lanka) Kaza nedeni bilinmiyor.

01.JU998DC-3

Yolcu sayısı: 2 mürettebat +16 yolcu

Ölü sayısı: 11

Yer: Quezaltenango (Guatemala)

Alçalmaya geçen uçak, bilinmeyen bir nedenle dağa çakıldı.

11.1998 Anl2 SakhaAvia

Yolcu sayısı: 7 mürettebat+6 yolcu

Ölü sayısı: 13

Yer: Krasnoyarsk

Kalkıştan 4 dakika sonra bilinmeyen bir nedenle düştü.

1.12.1998 A3 1 0-200 Thai Airlines Yolcu sayısı: 8 mürettebat+138 Ölü sayısı: 101Yer: Surat Thani Nedeni bilinmiyor.

Amerikalı yazara göre ABD Hükümetinin, çalılıklarla dolu taşrası Alaska’da “Star Wars” silahlarına benzer yeni silahı bulunuyor. Bu yeni sistem:
– insanların zihin sistemlerini bozuntuya uğratmak,– Tüm global iletişim sistemlerinde karmaşa sebep olmak,– Dünyanın üst atmosferini doğal olmayan şekillerde etkilemek,– Geniş alanlarda hava şartlarını değiştirmek,– Vahşi hayattaki göç yollarına müdahale etmek,– Sağlığınızı negatif yönde etkilemek… gibi yöntemlerle kendi çıkarları için kullanabilir. |

ABD ordusu bunu tarayıcı HAARP (Yüksek Frekanslı Aktif Auroral Işınlan Araştırma Projesi) olarak adlandırıyor. Fakat bu gökyüzü avcısı aslında kuzey ışıklarıyla ilgilenmiyor. Çünkü HAARP’ ın istenmeyen ışıkları suni olarak yakacak kapasitede olduğu biliniyor. HAARP’ ın ilk hedefi elektro jet gökyüzünde ışını binlerce mil mesafeye iletip, sonra aşağıya kutup buzuluna indirecek bir elektrik sürücüsü. Bu elektro jet, dünyaya yağan elektromanyetik radyasyonu göndermek için titreşen suni bir anten olacaktır. O zaman ABD ordusu dünyayı X ışınıyla tarayabilecek ve deniz altılarla da bağlantı kurabilecek.Fakat HAARP’ la yapabilecekleri daha fazla şey var. işte bu kitap gizli toplantılardaki sürprizleri ortaya çıkarıyor.

Elektromanyetik Hava Kontrolü

“Artık çok fazla yağmur yağmadığını; genelde bu mevsimde yaklaşan hava cephelerinden ne kadar çoğunun dağılıp gittiğini fark ettiniz mi? Ara sıra gökyüzünde yanı başınızdan geçip giden tu/uz şekilli bulutların varlığını hiç fark ettiniz mi? Ve sağanak yağmurların Kuzeyi yine nasıl vurduğunu? Peki ya yüksek basınç sahalarının Güneybatıya nasıl hakim olduğunu?

Bazıları 7 yıl süren kuraklığın ardından bu sene savaların nasıl açıldığını hayretle gözlemliyorlar. Oysa burada açıkça insan müdahalesi ile oynanan bir oyun söz konusu. Geçen yıllarda yaşanan berbat havaların -büyük ölçüde’ hem Rus hem de Amerikan hükümetlerince yönetilen programların etkisiyle ortaya çıkmış kontrollü ve inşa edilmiş hava olayları olduğuna dair son derece güçlü ve ikna edici deliller mevcut. Nicola Tesla’ nın süper zihninin çalışmalarına aşina olan/ar için bundan sonra anlatılanlar çok fazla şaşırtıcı gelmeyecektir.

1976 yılının 4 Temmuz tarihinde, Sovyetler Birliği, dünyanın çevresinde yan mesafeyi aşarak sinyalleri ABD’ye kadar ışınlayabilen, her biri 40’ar milyon watt’lık üç devasa vericiden, dev bir elektromanyetik alan yaymaya başladı. Bu elektromanyetik alan radyo ve televizyon yayını sinyallerini karıştırıp bozarak FFC’ yi kızdırdı ve alçalıp yükselen ritmik ses kesintilerine sebep olduğu için sinyallere vakit kaybetmeden ‘Rus Ağaçkakanı’ diye isim takan sunucu radyo operatörlerini de çileden çıkardı.

O tarihe kadar Ruslar, son derece tehlikeli -Extreme Low Fre cjuency (ELF) yani Aşın Alçak Frekans olarak bilinen- 10 Hertz aralığında sinyal yaymakta olan yaklaşık olarak 30 adet dev vericiyi tamamlamıştı. Bu teknoloji, eşsiz elektrik dehası Nicola Tesia’nın parlak çalışmasının bir eseriydi. Peki ‘Rus Ağaçkakanı’ tam olarak ne yapmaktaydı ve nasıl yapmaktaydı?”

Wiewzone adlı dergide yer alan bu ifadeler, kuşkusuz son l derece ilginçti. Dergi açıkça ABD’de yaşanan ani iklim değişikliklerini Rus’lara bağlıyordu. Peki neydi bu Tesla vericileri?

Aslına bakılırsa bu Tesla vericileri, başlıca, yüksek basınç ‘bloke etme sistemleri’ meydana getiren kuvvetli ‘sabit’ ELF dalgaları yaymaktaydı ki bu da normal yüksek irtifa yağış sahası modellerini değiştirerek bunları kuzeye doğru itiyor ve esasen yaklaşan hava sistemlerindeki yağış modellerini geciktiriyordu. Haber şöyle devam ediyordu:

“Televizyondaki uydu hava fotoğraflarında, kuzeye doğru itilen yağış sahalarını ve Kaliforniya’nın güney yansına doğru yaklaşan neredeyse her yağış sisteminin, büyük sabit bir yüksek basınç sahası ile nasıl bloke edildiğini hiç fark ettiniz mi?…”

Yeniden belirmeye başlıyor gibi gözüken 7 yıllık kuraklığa gelince, Discovery dergisinin 13 Ocak 1993 tarihli sayısında Şöyle deniyordu:

“Bu (yedi yılık) kuraklık konusunda bilim adamlarının öğrenmekten mutlu olacakları tek bir şey var: Kaliforniya sahilinin hemen açığında ortaya çıkan ve trafiğin en sıkışık saatinde iki araçlık park yerine, park etmiş bir tır gibi orada öylece durarak fırtınaları kuzeye iten bu güçlü, yüksek basınç sisteminin oluşmasına sebep olan şey neydi?”

1980’lerin kışlarında da bu tip tuhaf şeyler bildirilmişti:

“Bir yüksek basınç sahası Kaliforniya sahilinin yaklaşık olarak 800 mil açığında yaklaşık olarak iki ay boyunca havada asılı durarak Pasifik’ten gelen olağan nem akışını bloke etmişti.”(Time 1.1981)

2 Ocak 1981 tarihli Washington Post’ ta yer alan ifadeler ise şöyleydi:

“Geçen dört ay boyunca, tek bir hava modeli… kuraklığa sebep olması şimdiye kadar kaydedilen ulusal en olağan dışı yapılar…. böylesine uzun süreli (yüksek basınçlar) merkezler 1977’ye (Sovyetlerin “Ağaçkakan yayınına” başladığı tarih) kadar duyulmuş şey değildi.” (Washington Post 2.2.1981)

Özetle söylenen şuydu: “7 yıllık Kaliforniya kuraklığının 1992-93 kışında bitişi, tam olarak, iyi belgelenmiş şiddetli solar manyetik fırtınaların burada yeryüzünde “Ağaçkakan” da dahil olmak üzere bütün elektromanyetik yayınları altüst ettiği tarihe isabet ediyordu.”

ABD’de “Midwest seli” olarak kayıtlara geçen olay ile ilgili Newsweek dergisi şöylediyordu:

“Yağış sahalarındaki olağandışı yer değiştirme, bir bariyer gibi davranmakta (sellere sebep olmaktadır).”.. (Newsweek, 26.7.1993)

New York Times’ da geçen ifadeler ise aynen şöyleydi:

“Durgun yüksek basınç kuşağı, bir bariyer gibi işlev görerek, normal hava akış seyrinin kuzeyden doğuya akmasını engellemiştir. ” (New York Times, 29.7.1993)

Fırtına

1969 Nisanımda, ABD’de oldukça saygın bir kuruluş olan Elektrik ve Elektronik Mühendisleri Kurumu’nun bir yayınında Seymour Tılson tarafından kaleme alınan bir makalede şöyle söyleniyordu:

“Atmostferik elektrik akımı ve bulutların fiziği sahasında çalışanlar, yerkürenin alçak atmosferindeki elektrik alanlarının kritik bir rol oynadığı, belki de en kritik rolü yağış oluşumunda bulutsal hareketleri yönlendirmede oynadığı konusunda, yeterince delil toplamış bulunmaktalar..”

Tison haklıydı. Rus Ağaçkakanı’nın “doğumundan” tam bir yıl sonra, 4 Temmuz 1978’de ABD hükümeti, Kuzey Wisconsin’in 6’dan fazla bölgesi üzerine muazzam bir sağanak gönderecek olan kendi ELF hava deneyini başlattı.

Bu ELF-ürünü fırtına, saatte 157 millik rüzgara ve 50 milyon dolarlık hasara yol açarak Phillips, Wisconsin’i dümdüz etti ve 350.000 hektarlık orman alanını da harap etti.

Sovyet hava kontrol silahı hususunda, ilk uyarı PACE’den Dr. Andrew Michrowski’den geldi. 1978’de yayınlanan makalesinde, Dr. Michrowski, Kanada boyunca uzanan gözlem istasyonlarında nasıl bulunduğunu ve “Sovyetlerin, (Kuzey Amerika üzerinde) yağış sahalarının akışını engelleyecek ya da yönünü değiştirebilecek şekilde nispeten daha sabit velokalize ELF sahaları oluşturmaya çalıştıkları” sonucuna nasıl vardığını anlatmaktaydı.

Yıllar sonra, Michrowski bir PACE bülteninde (4. sayı) şöyle diyordu:

“ELF sahaları… yere dik olarak yayılır, ‘sabit dalgalar’ oluşturur… bu da kümülüs ısı yayımıyla, (atmosferdeki) enerji ve devinirlik dağılımını yeniden yapabilir. (Sovyet) ELF yayınındaki uyumsuzluğun, 72 saat içinde kuzey yarımküredeki yağış hava sahalarının akış rotasında müteakip değişikliklere yol açtığı tekrar tekrar ifade edilmiştir.”

Ocak 1981 tarihli PACE bülteninde Sovyetlerin Ağaçkakan ELF vericilerinin sinyallerini 1980’de kısa bir süre için kapattıkları rapor ediliyordu: “Bu iki haftalık uyku boyunca Kuzey yarımkürenin yağış sahaları NORMAL’di…Sovyet ELF vericisinin dönüşüyle birlikte yağış sahası, Yukon’dan Arizona’ya kadar uzanan dirençli bir yüksek basınç cephesiyle (tekrar) saptırıldı'”

Dahası da var ancak manzara genel olarak böyle.

“Herkes havadan şikayetçi, ancak hiç kimse birşey yapmıyor” deyişi artık geçerli değildi. Nicola Tesla 1900’de şöyle demişti: “…atmosferdeki nemin bizim müdahalemizle yağmur olarak avucumuza düşmesine çok az kaldı…”

ABD hükümeti acaba kendi ELF mikrodalga vericileri serisini oluşturdu mu? Bu sorunun cevabı; kesinlikle evet. ELF’nin, sadece havayı etkilemek ve yapılandırmak dışında (örneğin insan üzerinde) bir kullanımı var mı? Evet olabilir ve var. Ancak bu başka bir hikaye…
Kaynak: HAARP Kıyamet Teknolojisi, Aydoğan Vatandaş, Timaş Yayınları, 2. Baskı