Mahmud Efendi’nin asrın müceddidi ilan edildiği toplantıdan düzenbazlık sahtekarlık fışkırıyor.


“Hâfıza-i Beşer Nisyan ile ma’lüldür,”

“İnsanlar arasında ilk unutan, şüphesiz ilk insandır“,“Evvelü’n – Nâsî, Evvelelü’n-Nas,”


Tam da yukarıdaki gerçeklere tıpa tıp uyan bir durum var, ortada..
Diğer pek çokları gibi, 1990’lı yılların sonlarında Avrupadaki gurbetçilerden yüksek seviye’de kâr payı vereceğini söyleyerek önemli miktarlarda para toplamış, otomobil pazarlama işine girmiş beş-altı ülkeden parçaları tedarik edilerek Malezya’da montajı yapılmış, Malezya yollarına göre dizayn edilmiş, toplama bir otomobil ithali gerçekleştirmiş, İslâmî hassâsiyeti olduğu iddia olunan çevrelerin kulaklarına şöyle fısıldanmış, “Yahûdî Sermayesi’nin ürettiği, kârları yurtdışına çıkarılan otomobiller yerine, bir İslâm ülkesinden ithal edilmiş, müslüman bir kardeşimizin otomobillerini tercih ediniz!”

Bu propagandaya aldananlar, ellerindeki Türkiye, Anadolu şartlarına uygun üretilen ve montajı Türkiye’de yapılan araçlarını yok pahasına satıp,”Müslüman Kardeşimizin” ithal ettiği araçları, peynir-ekmek alır gibi aldılar. Bu araçların yeterince yetkili servisleri, yedek parçası yoktu. Üstelik, bu araçlar bırakınız; Anadolu yollarını, Büyükşehirlerin nisbeten kasisli yollarında bile hareket edemez durumdaydı.
Müslüman Kardeşimizin” ithal ettiği bu araçları aldıkarı için fena halde pişman olmuşlardı, delikten zehirli bir akrep tarafından sokulmuşlardı. 
İnşaat işine girmişti. Topladığı paralarla tapusu bulunmayan en azından tapusu kendi şirketleri üzerine geçirilmeyen arsalar üzerine siteler kurdu, bu sitelerdeki daireleri çoğu dargelirli vatandaşlara topraktan maket üzerinden sattı. Bazılarına dairelerini teslim ettiyse de tapularını veremedi, bazılarına ise hiç teslim etmedi.
Güneydoğuda bir ilimizde yüzde 100 Türk sermayeli otomobil fabrikasını kuracağını yüzde 100 Türk malı otomobil üreteceğini reklam etti, hatta kendinde markalaştırdığı otomobilin protetipini televizyonlarda canlı yayınlarda tanıttı. Memleketine 10 bin kişilik istihdam sağlayacağını, ürettiği otomobilleri bütün islam alemine ihraç edeceğini, döviz girdisiyle memleketine milyarlarca dolarlık ekonomik katkı sağlayacağını söyleyerek, 2002’de milletvekili seçildi. Memleketine geldiği sırada dolandırıcılıktan tutuklandı.
Milletvekilliği düşürüldü. Hakkında; 494 ilâ 1255 yıl hapis cezası talep edildi. 1,5 yıl hapiste tutulduktan sonra 150 bin TL kefâletle salıverildi. 
Muhakeme neticesinde, 4 yıl 2 ay hapis cezası aldıysa da ceza evinde kaldığı müddet dikkate alınarak serbest bırakıldı. Hakkındaki da’va Mürûr-u Zaman nedeniyle 2008’de düşürüldü.bir müddet kendisini unutturdu. Yukarıda ifade edildiği gibi, “Hafıza-i beşer nisyanla ma’lüldür,” genel kuralından cearet alarak, İstanbul’da yeni ve söylendiğine göre pek büyük bir proje’ye baylamıştır.
Çok şükür; Memleketimizde tam bir teşebbüs hürriyeti mevcuttr. Elbette her Türk vatandaşı gibi bu zâtın da proje üretmek, diğer bütün proje sahibi vatandaşlarımız ibi projelerini tanıtmak hakkı da vardır.
Ancak, hiç bir kimsenin Dinimizi, dinimizce mukaddes kabul edilen mefhumları siyâsete ve ticârete çirkin bir şekilde âlet etme hakkı yoktur. 
Hâlen, çok çirkin iddialarla mevkûf bulunan bir zatın öncülüğündeki bir dernek ile reklâm ve illizyon dâhisi ve zât,“Uluslararası İnsanlığa Hizmet Sempozyumu,” adıyla sözümona, Uluslararası bir toplantı tertip etmişler. Toplantı, İstanbul’da, 5 yıldızlı bir otelin süperlüx salonlarında yapılmış, Toplantıya katılabilmek için erkeklerin, mutlaka cübbeli-sarıklı, kadınların çarşaflı gelmeleri talep edilmiş, sözde 42 ülke’den İslâm âlimleri katılmış. 
Daha önceleri bu kabil tanıtma toplantılarına frak giyerek, papyon takarak katılan ma’lûm zatın da, başına beyaz sarık takarak, simsiyah bir cübbe, baştan-ayağa simsiyah bir kisve giymiştir. Seksenli yaşlarında, şeker hastalağından fevkalâde muzdarip, iyi göremeyen, iyi duyamayan, yürüme güçlüğü çektiği için tekerlekli sandalye ile dolaştırılan bir hocaefendi’de, bu ticârete âlet edilmiş bu Lüks Otelin salonlarında dolaştırılmış, İslâm Âlimi oldukları, sadece kendilerinden menkûl, ya da mevkuf zât ile asıl tertibin sahibi zât tarafından pompalanan, 300’ü aşkın sözde ilim ve tasavvuf adamı “Hocaefendiye” İslâm’a Üstün Hizmet Ödülü vermişler.
İslâm Üstün Hizmet Ödülü’nün verildiği “Hocaefendi” Salonlara; tekerlekli sandalye ile getirilmiş, bu sırada etrafında iki çeşit koruma duvarı oluşturulmuş, korumalardan ba’zıları, sakallı, sarıklı ve cübbeli, ba’zıları ise takım elbiseliymiş…
Hocaefendi salona alındığında kargaşa olmuş, müridler arasında arbede yaşanmış…42 İslâm Ülkesi’nin hangi ülkeler olduğu mevzu’unda herhangi bir bilgi verilmiyor. 300 kadar âlim deniyor, fakat bunların kimler oldukları, ihtisas sahaları verilmiyor.
Şarlatan ve standupçu birisi tarafından sık sık, mürşid ve müceddid olduğu iddiası ortaya atılan “Hocaefendi” bu toplantıda bal gibi ticarete âlet edilmiştir. Hocaefendi, dünyada İslâm için ne yapmıştır ki, İslâm Âleminde 300’den fazla âlim ve mutasavvıf bir araya gelmişler, uzun uzun müzakere etmişler de, “Hocaefendi’yi, “İslâm’a Üstün Hizmet Ödülüne” lâyık görmüşler..Hadi Canım Sende! Siz âlemi kör ve sersem mi sandınız?Hani, “Kendin pişir, Kedin ye! derler ya!
“Âlim kisvesi giydirilmiş olanlar da bizden, ödülü hazırlayanlar da bizden, ödülü veren de bizden, ödülü alan da bizden. Biz, çok becerikliyizdir, Kendin pişir, kendin ye, formülünü dünya’da en iyi tatbîk eden de biziz…
Madem ki, “Hocaefendi’ için mürşid ve müceddid’dir, diyorsunuz, öyleyse kendisini niçin ve kimden koruyorsunuz? Etrafı Palankalarla, Elektrikli teller, köpekler ve silahlı muhafızlarla korunan “Şato”da oturtuyorsunuz?
Niçin dünya’nın en pahalı, Zırh’lı aracına bindiriyorsunuz?Dışarıya çıkardığınız zaman, niçin etrafında etten duvarlar örüyorsunuz?İrşada muhtaç, hidayete tâlip mü’minlerle, mürşid ve müceddid olduğunu iddia ettiğiniz birisi arasına bunca mania’yı niçin koyarsınız?
Yoksa, birileri sinsi sinsi, “Hocaefendi’yi enterne ederek onun adına malı mı götürüyor?Bu toplantıdan sonra meydana gelen vak’a’lar sonuncu ihtimali kuvvetlendirmekte, te’yid etmekte, isbat etmektedir.
İstanbul’da, Bayrampaşa’da, Otogar ve Hal Binası manzaralı, 7 yıldız’lı masallardaki saraylar gibi bir otel’in temeli atılmış ve Devremülk sistemi ile topraktan satışı için reklâm’lara başlanılmış.. Ama, nasıl Reklâm!? Bilgisayar oyunlarıyla, Petrodolar Milyarderi arap şeyh’lerini kıskandıracak Altın kaplamalı saray salonları, saray odaları gösteriliyor, reklâm’lar Televizyon kanallarında gösterilirken, Temel Atma Merasiminde, şimdilerde çok ağır ve çirkin iddialarla mevkûf bulunan bir zâtın okuduğu du’a kendi sesinden sık sık veriliyor.
Şehr’in en merkezî yerlerindeki Reklâm Pano’larında, “Dünya Âlim’lerinin Saygı Duyduğu Büyük Bir Âlimin Du’alarıyla 20 Mart’da Yükselmeye Başladık.” tarzında, devasa reklam yapılmıştır. Cübbe sarığın, ödül törenlerinin enhâsı, minhâsı anlaşılmıştır.
50 yıldır, bu işlerin içerisindeyim, bugüne kadar böylesine hoyratça, böylesine kabaca din, ilim, âlim, dinen mukaddes kabul edilen değerler siyasete, ticarete alet edilmemiştir.Mademki, dini, din ulemasını, dince mukaddes kabul edilen nesneleri ve değerleri böylesine siyasete ticarete alet ediyorsunuz, yaptığınız bu işin Yüce İslâm diniyle asla bağdaşmadığını da biz sizlere hatırlatalım.
İslâm hukukunda, olmayan bir mülkü, olmayan bir malı satmak “Bey-i Fasid’dir.Denizde balık, hasadı yapılmamış tarladaki ürün, ağacında meyve satılamaz.Tarlayı gösterip bu tarla üzerine yıllar sonra inşa edeceğini iddia ettiği daireleri, otel odalarını satmak da dinen Beyi Fâsid’dir.
Esas i’tibâriyle halen mevcut olmayan, ileride yapılması mutasavver, hayali daireler, otel odaları satmak en hafifinden dolandırıcılık olur.
Bütün bunlara rağmen, Saray’dan birer oda, birer karsoniyer almaya niyet edenler, aynı delikten bilmem kaçıncı def’a olarak Kral Kobra’nın sokmasına hazır olsunlar! Allah, şifalarını ihsan eylesin… Amiiiiiiiiin…


Mustafa Akkoca

13 Şubat 2012

Uluslararası İnsanlığa – İslama Hizmet Sempozyumu bahane, reklam şahane | Tam bir saat Caprice Gold reklamı yapıldı.

Vatan Gazetesi’nde Arif Taşkın imzası ile yeralan haber şöyle;

Geçen pazar günü İstanbul Yeşilköy’deki WOW Otel’de 3 gün süren Uluslararası İnsanlığa Hizmet Sempozyumu’nun ödül töreni yapıldı. 42 ülkeden yaklaşık 300 İslam aliminin katıldığı törende, İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’na İslam’a Üstün Hizmet Ödülü verildi. Doğal olarak törene, cüppeli ve sarıklı üç bini aşkın kişi katıldı.

Buraya kadar her şey olağan görünüyordu. Ancak bu cübbeli ve sarıklıların arasında öyle bir isim vardı ki, gazetecilerin ağzı açık kaldı. Bu, ‘Jet Fadıl’ adıyla bilinen Fadıl Akgündüz’den başkası değildi. Sempozyumda cübbe ve sarığıyla boy gösteren Jet Fadıl, gazetecilerin şaşkınlığına “Asıl bu kıyafetleri giymemek garip” diye cevap verdi.

Cüppe bahane, reklam şahane

Ancak sempozyum ilerledikçe Fadıl’ın asıl niyeti de anlaşıldı. Zira sempozyumun ana sponsorlarından biri, Akgündüz’ün son projesi Caprice Gold Otel’di. Yaklaşık 1 saat boyunca sinevizyon ekranlarında İstanbul Bayrampaşa’daki olacağı söylenen ve henüz yapımına başlanmayan Caprice Gold’un tanıtımı yapıldı. Konuşmaların çoğunlukla Arapça yapıldığı törende katılımcılara Caprice Gold’u tanıtan Arapça broşürler dağıtıldı. Broşürlerde sadece maketi olan projenin tanıtımına yer verildi.

Atalarımızın tarzı bu’ dedi 

Akgündüz, “Yeni pazarınız için mi böyle giyindiniz?” sorusunu ise, “42 ülkeden gelen İslam alimleri bu şekilde giyiniyorlar. Bunlar burada konuşulacak şeyler değil. Bu bizim özümüz. Atalarımıza bakınca, geçmişimize bakınca, bu giyim tarzı bir cemaatin giyim tarzı değil. İslam alimlerinden gelen kıyafetlerin hepsi aynı ise burada da giymek normal” diyerek geçiştirmeyi tercih etti.

33 milyon TL toplamış  

İstanbul Bayrampaşa’da Haziran 2010’da temeli atılan projeyle ilgili olarak 5 yıldızlı otel yapacağını söyleyen Akgündüz, daha kazık bile çakılmadan 1557 daireden 15 günlük devre mülkler halinde 1553’ünün satıldığını belirterek 33 milyon TL’nin üzerinde gelir elde edildiğini ve 2 yıl sonra projenin tamamlanacağını söyledi.

Yanıltma ilana ceza gelebilir   

Yurt dışında yatırımlarını anlatarak kendisine ortak aradığı toplantılara katılan bir vatandaşın suç duyurusu üzerine Fadıl Akgündüz, geçen Eylül’de İstanbul Mali Şube ekiplerince gözaltına alınmıştı. Akgündüz ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılırken, sahip olduğu Jetpa Holding’in ticaret sicil gazetesinde yayınlanan bir genel kurul ilanında faaliyette gösterdiği şirketlerinden ikisinin yıllar önce iflas ettiği ve bu nedenle hakkında işlem yapıldığı, Akgündüz’ün bu nedenle 6 aydan 3 yıla kadar ceza alabileceği öğrenildi.

750 lirası yok, otel yapıyor  

Fadıl Akgündüz, bir süre önce bir Jetpa mağdurunun icra takibine ilişkin icra müdürlüğüne sunduğu yazıda borcuna karşılık mal beyanı olarak arabasını bildirmişti. Mal varlığına ve banka hesaplarına ihtiyati tedbir konulan Akgündüz, “750 lirayı ödeyecek param yok” demişti. Ancak şimdi otel pazarlıyor.

Yenişafak OKUYOR   

Cüppeli Ahmet Hoca’nın, sempozyumda oturduğu koltuğunun altında Yenişafak gazetesini bulundurması dikkat çekti. Yenişafak, 29 Ekim’de Ataköy’deki bir spor salonunda ‘cüppeli-sarıklı’ bir sohbet programı yapmaya hazırlanan Cüppeli Ahmet’i manşetten provakatör ilan etmişti. Cüppeli bunun üzerine programı iptal etmişti.

Rusya’da tesettür mağazasından sadece Müslüman kadınlar değil, Ortodoks Hristiyan ve Musevi kadınlar da alış veriş yapıyorlar. Onlar da tesettürlüler.

Rusya’da Müslüman kadınlar için tesettür giyim mağazası açtılar ama Rusya’daki diğer din mensupları tarafından da büyük ilgi gördüler.
Çünkü tesettür emri sadece biz Müslümanlarda değil, Ortodoks Hristiyan ve Ortodoks Yahudilerde de var. Dahası, son bir buçuk asırdır memleketimizde hızla yayılan kara çarşaf bile, müslüman kadınlara Ortodoks Hıristiyan kadınlarından geçti.
İşte ilgili haber:

Moskova’daki tesettür mağazası ”Irada”
Bayan tesettür giyimi konusunda faaliyet gösteren Rus giyim markası Irada’nın Moskova şehir merkezindeki yeni mağazası geçtiğimiz günlerde hizmete açıldı.
Kurucuları tarafından ilk etapta Müslüman bayanlar için hizmet vermesi için kurulan firma, zamanla Rusya’nın en önemli giyim üreticilerinden biri haline geldi. Bugün Irada firması sadece Müslüman bayanlar tarafından değil, aynı zamanda diğer dinlere mensup bayanlar tarafından da en çok tercih edilen markalar arasında yer almaktadır. Irada markasının yaratıcısı olan Amina Şabanova, Rusya’nın Sesi Radyosu muhabiri ile yaptığı sohbette, sadece Müslüman hanımlara yönelik olarak tasarlanan markanın nasıl bir anda farklı dinlere mensup bayanlara da hitap eder hale geldiğini anlattı:
➥ ”Markamız sadece Müslüman bayanlara yönelik olarak üretim yapma politikasını artık bırakmıştır. Şimdi ürünlerimizi tarif ederken; ”Tüm inançlara mensup kızlara ve hanımlara yönelik tesettür giyim” tabirini kullanıyoruz. Bu değişikliğe gitmemizin altında yatan en önemli sebep, Moskova’daki ilk mağazamızı açtığımız günden bu yana geçen 4 yılda sadece Müslüman değil, aynı zamanda pek çok Ortodoks Hıristiyan ve Musevi bayan müşterimizin olması ve bu hanımların bizim ürünümüz olan elbiselerin tamamını olmasa bile, büyük bir kısmını memnuniyetle taşımalarıdır.”
Irada markasının Moskova’da faaliyete geçen yeni mağazasının açılış törenine davetli olan şeref konukları arasında Rusya Müftüler Kurulu Başkan Yardımcısı Ruşan Abbyasov vardı. Abbyasov açılış sebebiyle yaptığı konuşmasında, ”mütevazılığın önemli bir dindarlık emaresi olmasının yanı sıra, günümüz toplumunda bir takım ahlaki değerlere de ihtiyaç duyulduğunun inançlı insanlar tarafından artık idrak edildiğinin” altını çizdi.
Rusya’nın Sesi Radyosu ile yaptığı sohbetin devamında, Moskova’nın merkezinde hizmete giren yeni mağazanın açılış tarihinin tesadüf eseri kararlaştırılmadığını belirten Amina Şabanova, 1 Şubat’ta Uluslararası Tesettür Günü’nün kutlandığını, uluslararası takvimde çok yeni olan söz konusu etkinliğin Dünya çapında giderek daha popüler hale gelmekte olduğunu da sözlerine ekledi:
➥ ”Bu özel günde sadece Müslüman değil, aynı zamanda farklı inançlara sahip olan bayanlar da bir şal yardımı ile örtünmek sureti ile inançlı hanımlar açısından örtünmenin önemini göstermekte ve toplumu dini açıdan hoşgörüye çağırmaktadırlar.”
Irada Şirketi’nin Rusya’nın Moskova, Kazan, Tümen ve Ulyanovsk şehirlerinde yer alan toplam 6 adet mağazası bulunmakta. Ayrıca markadan bayilik alan pek çok mağaza, ülkenin farklı bölgelerinde hizmet vermekte. Her yıl Rusya’da düzenlenen uluslararası Moscow Halal Expo Fuarı’na katılan firma, ‘‘en iyi helal şirket’’ unvanını da sahip. Söz konusu unvan, sadece ürün kalitesini değil, aynı zamanda çalışma koşullarında sahip olunan ahlaki prensipleri de yansıtmakta. Amina Şabanova, şirketin elde ettiği bu başarıları doğru marka seçimine bağlıyor:
➥ ”Kuruluşumuzu temsil eden markamızı seçerken son derece hassas bir çalışma yürüttük. 
‘Al İrada” Yaratıcı’nın niteliklerinden biridir. Ayrıca İrada, benim annemin adı. 6 çocuk annesi, sevgi dolu bir eş, mutlu, pozitif ve sempatik bir kişi olan annem, benim için ”ideal kadın” modelidir. Irada markasını giyen bayanları da tıpkı annem gibi sosyal açıdan aktif, sevecen ve samimi olarak görmekte ve nitelendirmekteyiz.”
Bu yılın Haziran ayında düzenlenecek olan prestijli Moscow Halal Expo 2014 Fuarı’na yeniden katılacak olan Irada Şirketi, yeni tasarımı olan ürün ve koleksiyonlarını burada tanıtacak.


| Rusya’nın Sesi Radyosu

Bir okumuş cahil daha: İhsan Şenocak (Türkiye İslam devleti mi? Dar’ül harp mi?)

Bir okumuş cahil daha: İhsan Şenocak (Türkiye İslam devleti mi? Dar’ül harp mi?)

Edebiyatçının tekinden, allame bir hoca efendiye acayip bir cevap…

Ben ne alimler gördüm, cahilin önde gideni idiler.

Bu kadar cehalet, ancak tahsille mümkün olur.

“Cehaleti ilmine galip gelen cahil alimlerden olmayınız.” diye buyurmuş ya Hz. Peygamberimiz (s.a.v.), bu hadisi ilk duyduğunda şaşıran ve manasını idrak edemeyen müslümanlar, hoca geçinen bu arkadaşımızın içinde bulunduğu hale bakarak manayı çok daha kolay kavrayabilirler diye düşünüyorum.

Şu satırdan sonrasını kendisine hitaben yazıyorum. (Mevzuyu doğru anlamak için önce videoyu izleyin)





Sevgili hocam!

Öncelikli olarak ifade etmeye kendimi mecbur görüyorum ki yaklaşık sekiz ay kadar önce, bir arkadaşımın gönderdiği bir mesaj ile senin varlığından haberdar oldum.

“Ağabey bir bakar mısın, hem ehli sünneti savunuyor hem de Seyyid Kutub’u? Bu nasıl tezattır? Ben işin içinden çıkamadım. Hem ehli sünnet olduğunu iddia edecek, hem de Hz. Osman’a hırsız diyen, hiç yetkisi olmadığı halde tefsir yazmaya kalkıp küfre sebep olacak yanlış yorumlar yazan Seyyid Kutub’u savunacak? Bu nasıl bir hoca?” diye not düşmüştü mesaj içerisinde gönderdiği videonun üzerine arkadaşım. 

Seni orada ilk gördüğümde arkadaşımın izah ettiği tezatların kadar, beden dilindeki tuhaflık-sorun da dikkatimi çekmişti. İç dünyanın perişan ve hastalıklı hali, emin ol, iki bakışta kesinlik arz edebilecek kadar yüksek şiddette kendisini belli ediyor.

O gün, senin ruh dünyanın sağlıklı olamayacağına dikkat çeken yorumlar yazmıştım o mesaja cevap olarak. O gün bu gün ise senin videolarını her nerede görsem, tek bir saniyemi bile heba etmemiş, es geçmiştim.

Lakin, bu gün yine bir arkadaşımın gönderdiği bu videonu görünce, mecburen izledim. Geçenlerde ses getiren “Türkiye darül harpdir.” isimli paylaşımım sana sorulmuş ve sen de “Edebiyatçı ya da makale yazarı olan kişilerin” yorumlarına takılmayın tarzında cevaplar vermişsin. Ben senin yerinde olsaydım, muhatabımı açıkça belirten yorumlar yapmayı tercih ederdim. Şimdi emin olamıyorum kastettiğin edebiyatçı ben miyim, değil miyim.

Şayet kastettiğin, profilinde “Darül Fünun-u Şahane’de Edebiyat okudu” yazan ve dar’ül harp hususunda çok ses getirmiş ben isem, bu benim için bir cevap hakkı doğurur. Yok eğer kastettiğin ben değilsem, yine de bu aşağıda yazacaklarımı okuman belki senin için faydalı olur.

Pek şaşkın hocam!

Belki seninle yüz yüze karşılaşmak ve tanışmak nasip olmadı bu güne kadar. Ama şu genç yaşımda, senin onlarca kopyan ile, senin döndüğün çarkta döndürülmüş onlarca sözde ilim ehli ile yakinen tanışmak ve ciğerlerine kadar tanımak imkanı bulmuş birisiyim.

Öncelikle ifade etmek isterim ki ben edebiyatçı değilim. Profilimin müstear olduğunu, bu profildeki pek çok bilginin doğru olmadığını, başka müstear isimlerle de yazdığımı defalarca sayfamda ilan ettim. Gerçek ismimi ve kimliği mi de…

Şimdi, buyurmuşsun ki “Türkiye darül harp değildir. Çünkü bu kadar müslüman var. Türkiye’de islam’ın alametleri var. Ezan-ı Muhammedi de okunuyor.”

Sen de çok iyi biliyor ama bu videonda her nedense temas etmiyorsun ki, bir devletin darül harp olması hususunda, o devlette yaşayan insanların ne kadarının müslüman olduğunun, orada ezan okunup okunmadığının hiç önemi yoktur. Hanefi mezhebine mensup bir müslüman ilim adamının başvuracağı bütün muteber kaynaklar, darül harp meselesinde İmam-ı azam ile İmameyn arasında ictihad farkı olduğunu izah eder. Bu izahları verirken de senin uydurduğun gibi bilgiler sunmaz. Hatta “nüfusun ne kadarının müslüman olduğunun önemi yoktur.” der. Senin de mutlaka okuyup bildiğin ve uzunca yer ve zaman işgal edecek şeyleri burada tekrar yazacak değilim. İmam-ı Azam’a göre bir devletin darül harp olmasının şartı üçtür. İmameyne göre ise tektir. İmameyn “O devlette şeriat tatbik ediliyorsa orası darül islamdır. Edilmiyorsa darül harptir.” demiş ve başka da bir şeye bakılmayacağına hükmetmiştir. Bu güne kadar da muteber fakihlerin çoğu imameynin ictihadına göre fetva vermişlerdir. Zaten benim son paylaşımımda alıntı yaptığım Diyanet vakfı İslam ansiklopedisi de bu hususta aynı bu şekilde izahat yapmış.

Bütün bunlara rağmen, yaklaşık dört senedir onlarca kere darül harp meselesine temas eden yayınlar paylaşmış olmama ve bunların bir kısmında yukarıda özet geçtiğim hususları şer’i kaynakları ile izah etmiş olmama rağmen, “Bir edebiyatçı bozuntusunun uydurmalarına takılmayın” demeye gelen taktik sözlerinle, meseleyi şahsi algılarına ve nefsi çıkarlarına indirgeyerek ve net gerçekleri/fetvaları gizleyerek hareket etmiş olman, Seyyid Kutub meselindeki soru işaretleri kadar büyük soru işaretleri oluşturuyor, samimi bir Müslümanın kafasında…

Şimdi hocam, pek çok batı ülkesinde, Türkiye’de olduğundan çok daha serbest olarak ezan okunabiliyor, namaz kılınabiliyor, cuma günleri cemaati caddelere taşacak surette cuma namazları kılınabiliyor, Kur’an kursu talebeleri için yaş sınırı konulmuyor, hatta bilgin dahilinde mi bilmem, İngiltere’de yaşayan Müslümanlar kendi aralarındaki davalarda Şeriat hükümlerine göre yargılanabiliyorlar. İngiltere devleti bundan hiç sıkıntı duymuyor. Memureler başörtülü çalışabiliyor. Memurlar sakal bırakabiliyor. Orduları içindeki Müslümanlar, inançlarından ve ibadetlerinden yana hiçbir baskıya ve sıkıntıya maruz kalmıyorlar.

Bu Türkiye’de ise hala daha işçisi ve memuru, dini kimliğinden dolayı, namaz kılmak istediğinden dolayı, cuma’ya gitmek istediğinden dolayı sıkıntı çekiyorlar ama oralarda kimse kimsenin dinine ve ameline/ibadetine engel olamıyor.

Biliyor musun hocam, o gavur memleketlerindeki imamlar rahatça “şeriat” ya da “şer’i ahkam” gibi kelimeleri telaffuz edebiliyorlar. Bütün samimiyetimle söylüyorum, ben Türkiye’deki hiçbir cami imamının ne cuma namazından önceki sohbetinde, ne cuma hutbesinde ne de cami içerisinde başka bir zamanda, ağızlarından şeriat kelimesinin çıktığına denk gelemedim. Hem yine biliyor musun hocam, o gavur memleketlerinin hiçbir devlet büyüğü, Türkiye’deki bir takım devlet büyükleri gibi “Kur’an’ın iki yüz küsur ayetinin hükümleri sonlanmıştır” gibi açıklamalar yapma cesaretini kendilerinde bulamadılar. Ya da oraların polisleri Kur’an kursu talebelerinin peşlerine takılarak sırf Kur’an okudular diye, hiçbir terör eylemine katılmadıkları halde, onları göz altına alıp sorgulamadılar. Ama benim, Türkiye’nin büyük bir şehrinde okuduğum kur’an kursunu, daha çok yakın bir tarihte kaymakam, polis ve jandarma beraber bastılar. Sakalım var diye de beni göz altına aldılar. “O sakallıyı alın, alın hemen” diye talimat da verdiler.

Şimdi bu şartlar dahilinde Türkiye darül islam ise bu gavur ülkeleri nedir?

Bir de meseleye tersinden bakalım. Sadece İslam’ın emirlerinin tatbiki noktasında meydana çıkan engellere değil, İslam’ın yasaklarının serbest oluşu hususuna bakalım. Farkında mısın bilmiyorum, Türkiye şeriat ile yönetilmiyor ve anayasasında “İslam devletidir.” yazmıyor.

Bak, senin hayal dünyanın dışında nasıl bir Türkiye gerçeği var

Okumuş cehaletin nedeni ile ve terbiye edemediğin nefsinin yüzünden bir türlü göremediğin, görmek istemediğin ya da belki de ruh dünyandaki sorunların senin görüp kabullenmene mani olduğu nasıl bir gerçek Türkiye var:

– Bir islam devletinde asla olmayacak şekilde Türkiye de gayri müslimler de vatandaş. Oysa islam devletinde gayri müslimler vatandaş değil tebadır. 

– Türkiye’de gayri müslimlerden cizye alınmaz. Oysa bir islam devleti gayri müslimlerden ya cizye alır ya da onlarla harp eder.

– Türkiye islam devleti olmadığı için ordusu da hukuken bakıldığında islam ordusu değildir ve gayri müslim vatandaşların(!) orduda askerllik yapması çok doğaldır. Halk da çoktan bunu kabullenmiştir. Hatta geçenlerde bunlardan bir asker ölünce en yetkili bakanlardan biri onun için de “şehit” demiştir. Düşünebiliyor musun hocam, İslam ordusu olduğunu iddia edeceksin ve içine gavurları da alacaksın?

– Bir İslam devletinde asla görülemeyecek şekilde, Türkiye’de hayatın her alanında kadınlar ile erkekler hem de tesettürsüz olarak birbirlerine karışabiliyorlar. İslam devleti zan ettiğin devletin, bunda yana hiçbir rahatsızlığı olmadığı gibi, bunu daha da fazla destekliyor ve kadın-erkek eşitliği iddiası ile bunun bir anda önce daha da artması için gece gündüz projeler geliştiriyor. Belki okulları, liseleri, üniversiteleri ve devlet kurumlarını hiç görmedenin. Bilmiyorum hiç minibüse de mi binmedin? Ya da en azından yanından da mı geçmedin? Sen nerede yetiştin hoca?
– Kadınlar seçip seçilebiliyorlar. 

– Erkeklerin cahilleri de idareci olabiliyorlar. 

– Düşünebiliyor musun hocam, gayri müslimler vatandaş olabildikleri gibi devlet memuru da olabiliyorlar. 

– Küfür sistemine tabi olarak kurulan partiler ve küfür üzere kanunlar çıkartan bir meclis Türkiye’yi yönetiyor.

– Küfür sisteminin insanı küfre sokan yeminini etmeyenler seçilmiş de olsalar vekil olamıyor, mazbata alamıyorlar. Sadece bu küfür yemini etmekle de kurtulamıyor vekiller, hemen her gün islam hukukuna zıt yasaları ya da kararları oylayıp onay vermek zorundalar. 


– Her türlü haram, günah ve fuhşiyat serbestçe ve yasa korumaları ile “bir tercih hakkı” ve “Özel hayat” görülerek yapılabiliyor.

– Türkiye’de domuz eti yemek, satmak, hatta kasaplarda satmak bile serbest.

– Türkiye’de içki üretmek, pazarlamak, dağıtmak, satmak ve içmek serbest.

– Türkiye’de zina serbest hocam zina serbest!!!! Ve hiçbir cezası yok.

– Türkiye’de resmi olarak kanunlar da Türkiye’yi bir İslam devleti olarak tarif etmiyorlar. Ticaret hukukundan medeni hukuka kadar, ceza yasalarına kadar hiç bir şey İslami değil. (Son şeyhülislamlardan Mustafa Sabri efendi bu hususa dikkat çekerek “Medeni kanunun kabulü ile Türkiye darül harp olmuştur” diye yazmış. Bunu da daha önce kaynağı ile yayınlamıştım.”

– Türkiye halkının yüzde doksan sekizinin müslüman olduğu da bir masalsı söylem. Yüzde doksan sekizinin Müslüman olduğu ve İslam’ı bildiği bir ülkede küfür üzere ve felaketlere götürücü isyanlar üzerine bir yaşam ve rejim iki gün ayakta duramaz. 

– O hastalıklı ruh halinden sıyrıl, nefsinin elinden kurtul ve sokakları, esnafı dolaş biraz. Sokaktaki insan amentüyü, islamın şartlarını, imanın şartlarını, dört büyük meleği sayamıyor. Geçelim bunları koca koca anneler, babalar doğru düzgün gusül abdesti almayı bilmiyor. Bunlardan çok daha büyük bir kitlenin ise gusül abdesti diye bir derdi bile kalmamış. 

– Hayatın her anı, her mekanı günah ile dolu. Her an bir faiz reklamı. “Şeker bayramı kredisi” bile geleneksel olmuş. En sağlam molla görünümlü esnaf bile günde yüz kere kredi kartından cırtlatıyor. “E ne yapalım?” diye bir bahane türemiş, kendilerini kandırıyorlar. 

– İçki içmeyen, kızlarla flört edip zina etmeyen gençlere “sorunlu” diye bakılıyor. Anneler babalar kızlarını oğullarını bilerek ve isteyerek zinaya, harama, şatafatlı ve isyan-küfür üzere bir hayata sevk ediyorlar. 

– İstatistik yapanlar, liselerden bakire olarak mezun olanların oranını yüzde on olarak tahmin ediyorlar. Üniversiteleri zaten mevzu etmeye değmez. Kantinlerde prezervatif satıyorlar.

– Resmi bir araştırma bu kadar dinsizlik, maneviyatsızlık, isyan, küfür, nefsaniyet, zulüm, sevgisizlik batakhanesine dönüşmüş olan Türkiye’nin vatandaşlarından dörtte üçünün ruh hastası olduğunu tespit etmiş. Bir bak etrafına, ne kadar çok insan yeşil reçeteli ilaç kullanıyor.

– 22 yaşında olan, adı bir peygamber adı olan esnaftan bir kişiye “gusül abdestinden” sordum da “O ne abi?” dedi..

– Ailesi mutaassıp bilinen 18 yaşındaki lise mezununa “İmam-ı Azam’ı duydun mu?” diye sorarken yanımdaki arkadaşım böyle bir soru sormama bir an şaşırmıştı ama ben o gencin “duymadım” cevabını vereceğine emindim ve öyle cevap verince arkadaşım bir daha şaşırdı. 

– “İnancım var. Müslümanım” diyen emekli bir TSK subayına İslam’ın şartlarını sorarken de doğru cevap veremeyeceğinden emindim ve “Dokuz muydu, on bir miydi” diye mırıldandıktan sonra doğru cevabı veremedi.

– Herkes biliyor ki askerin çoğunun guslü yok. Ve bu rejim onlara harami olsunlar diye bilerek haram yediriyor.

– “İmam nikahı”nın bir tercih hakkı olduğunu düşünen, hakkında hiçbir şey bilmeyen milyonlarca sözde müslüman var bu ülkede. 32 farzı bilemeyeceklerini bildiği için geline de damada da bunları sormayan binlerce sözde hoca da var…

İstersen çevrendeki çok küçük bir azınlığın arasından sıyrıl ve gir bi gençlerin ve halkın arasına ve sor bakalım,
Mihrap Ne?
Minber ne?
Fıkıh ne?
Tefsir ne?
Mekruh ne?
Müstehap ne?
Dört melek hangileri?
Gusül ne?
Guslün farzı kaç?

Sana iddia ediyorum, ispat da ederim, bu memleketin yarısı bile Müslüman değil. Yarısı bile müslüman olsa ekranlar, gazeteler, dergiler, sokaklar, caddeler böylesine iğrenç olamazdı. Çünkü müslümanlar bunca rezalete kayıtsız kalamaz ve düzeltirdi.

En sakin caddelerde bile 8-10 güzellik salonu var ve bunların bir kısmı sırf fuhuş için açık. 13 yaşındaki kızlar haftada iki kere güzellik merkezine gidiyorlar ki bunlar sosyete kızları değil, herhangi bir mahallenin sakinlerinin kızları. Her taraf cinsiyet değişimi yapan merkezlerle dolmuş. Kestiren sokaklarda terör estiriyor. Bizim mahalle karakolundaki hemen her polisi tanırım. Çoğu yakın arkadaşım. Onların yaptığı tesbite göre sadece bizim mahallede (dikkat semtte değil mahallede) tam 68 tane fuhuş evi var. Buralarda 190 küsur kadın çalışıyor. Bu kadınlardan Yaklaşık üçte biri evli ve çocukları var ve kocalarının rızası ile bu köpekliği yapıyorlar.

Hala diyanet kadrosunda mı hizmet veriyorsun ya da Haseki‘de okurken yeyip içtiniz mi bilmem ama bu İslam devleti(!) sizin masraflarınızı da maaşlarınızı da genel evlerden topladığı vergilerle ödedi-ödüyor

Manukyan‘ın aldığı vergi ödülünü hatırlatmaya gerek yok, zaten zihninde çakmıştır o hatıra şu anda… Ama sakın miden bulanmasın, her İslam devletinde böyle sızmalar olabilir değil mi hocam? Zaten sen ve senin gibiler devlet yetkilisi olmadığınız için size bir vebal yok değil mi hocam? Ya da ne bileyim yine bir şeyler bul ve uydur da kendini bu yükten kurtar be hocam?

Buraya daha yüzlerce belki binlerce madde ekleyerek hem devletin uygulamaları hem de halkın hali açısından bakıldığında Türkiye’nin diğer darül harp devletlerinden hiçbir farkı olmadığının, ZERRE KADAR farkı olmadığının ve pek çoğundan daha bozuk, daha adaletsiz, daha sapkın bir halde olduğunun daha geniş izahlarını yapabilirim ama anlamak isteyene bu yazdıklarım da kafi..

Fıkhi açıdan da nereleri bir daha okuyup kabul etmen ve ayak sürtmemen gerektiğini eminim benim kadar iyi biliyorsun.

Sana en vahim olan gerçeği de söyleyeyim ve çok dar vakitte, acele ile yazdığım bu savunma hakkımı sonlandırayım:

“Bu memleket ta 150 senedir senin gibi asalak ve ahmak tipler yüzünden, sözde hocalar ve İslamcılar yüzünden bu halde ve yüz elli senedir doğru düzgün islam alimi yetişmediği, senin gibi imalat hataları yetiştiği için, haramla beslenen hocalar yetiştiği için bu küfrü yıkamıyor.

Düştüğü halde, kendisinin ayakta olduğuna inanan birisini kim nasıl tekrar ayağa kaldırabilir? Ya da lağımın ta içinde, en dibinde dünyaya gözlerini açıp dünyanın normal halini bu lağım çukuru gibi zan etmiş birilerine kim çiçek bahçelerini, gül kokularını anlatabilir?”

NOT: Bu yazı çok aceleye geldi. sana tavsiyem ben edebiyatçı müsveddesinin bu hususlarda daha önce kaleme aldığı onlarca yazıyı bulup istifade etmen.

Mehmet Fahri Sertkaya|Akademi Dergisi

  Edebiyatçının teki
  AkademiDergisi.com

Milli Görüşçülük evcilik oyunudur.

Şeriat İran değil Kur’an’dır. Sünnettir. Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) örnek hayatıdır. Onu örnek alan mübarek sahabelerin, başta da dört halifenin hayatları, uygulamalarıdır. Sahabeleri örnek alan Tabiin ve tebe-i tabiin devri müslümanlarının örnek yaşamları ve uygulamalarıdır.

Şeriat siyasi parti değildir.

Şeriat felsefe, ideoloji değildir.

Şeriat İran ya da Mısır ya da Şiilik değildir.

Şeriat Suudi Arabistan ya da Vehhabilik ya da el Kaide değildir.

Humeyni, Ali Şeriati, Mevdudi, Seyyid Kutub, Cemalettin Afgani, Reşit Rıza, Muhammed Abduh, Necmettin Erbakan ve diğerleri… Bunların hiçbiri gerçek İslam alimi de, gerçek İslam mücahidi de değildir. Özellikle Erbakan boş adamın tekidir. Hatta kendini devasa göstemek için bir ömür İslam davasını perişan etmiş zavallının tekidir. Milli Görüşçülük evcilik oyunudur. 

İslam’da bilen bilmeyen herkesin seçim yapma hakkı yoktur. Bu gün bilinen ve kabullenilen şekli ile bir seçim sistemi de yoktur. Dolayısıyla İslam’da siyasi parti de yoktur. İslami Parti tabiri ve gayreti, cahilce ve çocukça bir oyundur. Müslümanların siyasi partilere ihtiyacı da yoktur. İlim, amel ve ihlasın olduğu bir yerde huzur içinde idare edilmek için bir partiye ve parti liderine ihtiyaç yoktur. İlim, amel ve ihlasın olmadığı bir yerde bin tane parti de olsa, İslamı parti zan eden bin tane parti lideri de olsa boştur. Kendini kurtaramaz bu kadrolar ki, ilimsiz, amelsiz ve ihlassız bir milleti nasıl kurtarsınlar.

Bizim, faydasız, boş siyasi mücadelelere ve şovmenliklere heba edilecek vaktimiz yok.


Mehmet Fahri Sertkaya