Venüs, dünyaya en yakın gezegen… “Dünyanın ikiz kız kardeşi” olarak anılmış hep… İlk defa Venera adını verdikleri uzay araçlarını Venüs’e gönderen Sovyet Rusyası oldu. Ama elde ettikleri bilgileri dünya kamuoyu ile yeterince paylaşSmadılar.
Bundan çok daha sonra NASA da gönderdiği uzay aracı ile Venüs’ü keşfe başladı. O gün bu gün de Venüs’ü inceliyor. Bu güne kadar pek çok saygın bilim adamı, özellikle de Sovyetler parçalandıktan sonra daha özgür bir ortama kavuşan Rus gök bilimciler, Venüs’te hayat olduğunu iddia etmelerine rağmen, NASA, Venüs’teki aşırı sıcaklıkta ve aşırı basınçta asla hayat olamayacağını-barınamayacağını iddia etti.
Şimdi ortaya çıkan yeni projesinde, Venüs’te insanlar için yerleşim alanı kuracakmış, bu yerleşim zeplinlerle ısının 70 küsur derecelerde olduğu yükseklikte olacakmış. Buna çocuk bile inanmaz. 440 küsur günde Venüs’e gidilecek, Venüs dünyanın basıncından kat be kat yüksek bir basınca sahip olacak, yüzlerce derece sıcaklıkta olacak, yüzeye inen araştırma sondası bile çok kısa sürede basınçtan iki büklüm olacak ve sıcaktan yanacak ama böyle bir gezegene hem de havada, hem de insanlar için yerleşim alanı kurulacak… Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, Rus bilim adamlarının onlarca yıldır iddia ettiği ve pek çok ABD’li eski yetkilinin desteklediği iddialar gerçek. Öyle anlaşılıyor ki, kainatın-evrenin en istisna güneş sistemlerinden biri olduğu da meydana çıkan güneş sistemimizde, sadece dünyamızda değil, Mars’ta, Venüs’te, Jüpiter ve Satürn’ün okyanuslarla dolu uydularında, cüce gezegen Ceres’te hayat var. Şimdi insan soruyor kendi kendine, acaba gerçekten Jüpiter ve özellikle Satürn bir gaz devi mi? Yoksa Venüs’te olduğu gibi o gezegenler hakkında da NASA’nın maksatlı-aldatıcı bilgileri ile oyalanıp duruyor muyuz?
NASA, dünyanın dışında on binlerce gezegende de hayat olduğunu gizlemek için bu kadar inanılmaz emek harcadı ve riske girdi, ne için? “Dünya insanlığı bu gerçek ile yüzleşmeye hazır değil.” diyenlere gülüp geçin siz… Onlar da NASA ile aynı dünya görüşüne sahip kişiler. NASA, uzayda hayat olduğunu gizlemek için harcadığı emeğin ve paranın binde biri ile, onlarca yıldır dünya insanlarını bu gerçeğe hazırlardı. Asıl mesele, dünyanın siyasi,dini, ekonomik, askeri güç yapısını bir anda tersine çevirebilecek bir gerçek… NASA, dünya dışı varlıkların da insan olduklarını, onların da İslam’a tabi olduklarını, bu yetmezmiş gibi korkunç bir teknolojik üstünlüğe sahip olduklarını yeterince gizlemeye çalıştı. Daha fazla gizleyemeyeceğinin farkında ve bu güne kadar söylediği yalanları yavaş yavaş, tepki çekmeden düzeltmek zorunda…
Yıllık arşivler: 2014
Gerçek Man in Black (Siyah Giyen Adamlar) kimler?
Siyah Giyen Adamlar filmi hayali bir senaryo üzerine çekilmedi.
Gerçek hayattan gelen bir takım bilgilerin üzerinde oynanarak bu film çekildi.
Hep aynı fiziki özelliklerdeki Siyah Giyen Adamlar, yüzlerce farklı insan ile temasa geçtiler. “Gördüklerini unutur ve kimseye anlatmazsan senin için daha iyi olur.” dediler.
Pekiyi de kimdi bunlar? Filmde görüldüğü gibi şen şakrak insanlar değildiler. Hatta onlar insan değildiler. Evet, onlar dünya dışı başka insan ırklarının geliştirdiği çok gelişmiş robotlardı. Kâr amacı ile çekilen film bunu anlatmadı. İşte sarsıcı gerçekler…
An itibari ile yapılan araştırmalar, gezegenimizdeki insanların yüzde ellisinin uzaylıların varlığına, uzaylıların dünyamızı ziyaret ettiklerine ve ABD’de gizli uzaylı üsleri bulunduğuna inandığını gösteriyor.
Üstelik ABD gizli servislerinin ve ABD’yi içeriden yöneten Siyonistlerin, ve Siyonistlerin tam kontrolündeki Hollywood‘un, uzaylılara inanmayı delilik gibi gösteren sayısız radyo ve TV yayınına ve filmlerine rağmen…
Ülkemizde, içtiği çorbada, bastığı otta ve giydiği kotta bile illuminati arayan, “Galiba babam illuminati” ayarına gelen ve bir iddiada bulunurken duvardan başka bir şeye dayanmayan çok sayıda ruh hastasının iddia ettiğinin aksine, ABD ve Siyonistler dünya insanlığını UFO’ların gerçek olduğuna inandırmadılar. İnandırmaya da çalışmıyorlar. Böyle oyunlarla dünya işgaline gitmek gibi bir niyetleri de güçleri de yok. Tam aksine, UFO ve uzaylı konularını hep sulandırdılar. Hep alay mevzusu haline getirdiler. Hep üzerini örttüler.
Bir taraftan da 1941’de, 1947’de ve 1950’lerde düşen UFO’lardan, tersine mühendislik ile teknoloji çaldılar. Neler döndüğünü kendileri de tam olarak anlamaya çalıştılar. 1950’lerde sırf bu iş için 51. bölgeyi kurdular. Dünya dışı insanların ulaştıkları teknoloji ile dünyamız üzerindeki teknoloji arasında korkunç bir uçurum olduğunu gördüler. Tam bu sıralarda “Uzun Beyazlar” olarak isimlendirilen dünya dışı bir insan ırkının “Beraber çalışalım” teklifini kabul edip zamanın ABD başkanı Eisenhower liderliğinde, uzun beyazlar ile anlaşma masasına oturdular. Burada emin olamıyoruz, belki de uzun beyazlar, ABD’li yöneticileri bir şekilde buna mecbur bıraktılar. (Bknz: Uzaylı ABD anlaşması)
Bu yaşananlara İran’ın resmi makamlarının iddia ettiği gibi “ABD’yi uzaylılar yönetiyor.” denilebilir mi, işte meselenin bu yönü çok tartışılır. Ama kesin olan bir şey var ise, uzun beyazlar denilen ırkın 51. bölgede çalışmakla kalmayıp ABD’nin sivil ve askeri kurumlarının pek çoğuna sızdıkları.. (Bu arada, Acaba UFO’ları araştırdığı iddia edilen bir teşkilat, aslında UFO’ları gizliyor olabilir mi?Buraya da bir bakın!)
SpaceExplorer.TV olarak “gerçektir” ya da “gerçek değildir” deme imkanımız bulunmasa da, “gerçek olması çok muhtemel” diyebileceğimiz daha sarsıcı iddialar var. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki ciddi araştırmacılara, hatta Rus’ların eski devlet yetkililerinin iddialarına göre,Uzun Beyazlar denilen dünya dışı insan ırkının, ABD başta olmak üzere dünyanın idaresini ele geçirme gayreti çok üst düzeyde… Daha da sarsıcı olanı ise bunun için çok ileri seviyedeki teknolojilerini kullanırken, tamamen insansı gözüken robotlar kullanıyor olmaları. İşte zurnanın zırt dediği yer de tam burası… Dünya üzerinde binlerce kişinin gördüğü, konuştuğu ve en nihayet Man in Black filmine ilham veren Siyah Giyen Adamlar, aslında uzun beyazların ürettikleri ve bizim aramızda bizim gibi gözükebilen gelişmiş insansı robotlar. Hepsi de aynı fiziki özelliklerde, aynı boyda, aynı beden ölçülerinde, aynı tip kıyafette: Siyah ayakkabı, siyah pantolon, siyah ceket, siyak şapka ve beyaz gömlek…

Şimdilerde Japonların dünyaya duyurdukları insansı (onlarca farklı insan yüz mimiklerini bile yapabilen, duyguları taklit edebilen) süper robotlarını, çoktan geliştirmiş olan ve bu robotlara karşısındaki gerçek insanı(yani biz biyolojik yapıdaki dünya insanlarını), gönderdiği bir takım dalgalar ile etkileme (ağrılara sebep olma, kısmi felce sokma, geçici felce sokma, bayıltma, hafızasına erişme, zihnini okuma ve yapacağı hareketi tahmin etme ve hafızasını silme) kabiliyeti kazandırmış olan uzun beyazlar, meşhur Siyah Giyen Adamlar (Man in Black) filmine de konu olan kişilerin ta kendileri olabilirler. İddialara göre, Siyah Giyen Adamlar aslında, gerçekte ilk bakışta dünya insanlarından farklı oldukları anlaşılan ve bu yüzden aramıza karışamayan uzun beyaz uzaylı ırkının, dünya insanları arasında kullandığı robotlardan başka bir şey değildi.
Önümüzdeki haftalarda bu konuları, iddialar, kaynaklar, şahitler ve kıyaslamalar ile daha derinlemesine incelemeye çalışacağız…
İşte bu da dünya insanlığının ulaştığı insansı-gerçekçi robot teknolojisi…
Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi
..
ABD’nin Ay’ı atom bombaları ile bombalamak istemesinin gerçek sebebi neydi?
Yazar: Unknown
Ne kadar çabuk inanıyoruz…
“Sovyetler Birliği Sputnik adı verilen ve bir basketbol topu büyüklüğünde olan, dünyanın ilk yapay uydusunu uzaya çıkartmayı başarınca, ABD de buna karşılık Sovyetler’e gövde gösterisi yapmak için Ay’a nükleer füze gönderip yok etmeye çalıştı.”
Cümle ve iddia aynen böyle…
Sovyetler uzaya uydu fırlatmış ama resmi tarihe göre daha hiç kimse Ay’a gitmemiş ya da Ay yakinen incelenememiş, mahiyeti-yapısı anlaşılamamış ama nükleer füze gönderilip Ay üzerinde bir yerler ya da tamamen Ay imha edilmek isteniyor, öyle mi? Gövde gösterisi yapılacak ise “Sen top kadar bir uyduyu uzaya göndermiş olabilirsin. Ama biz de Ay’a gideriz, bak gör” dersin ve hiç beklemeden Ay’a gider gelirsin…
Aslında mevzu öyle değil… Yaygın kanaatin aksine, ilk UFO kazası 1947’de yaşanmadı. Daha bin dokuz yüzlü yıllara girilmeden kaza yapıp düşen ve enkazda dünya dışı insanlar bulunan UFO’lar oldu. 1947’ye kadar başka oldu mu bilmiyoruz ama nihayet FBI’ın da resmi itirafı ile artık biliyoruz ki 1947’de de bir kaza oldu. Ve bu kazada sadece ölü uzaylılar değil, diri uzaylılar da ele geçirildi. Ve bunlardan hem uzayın sırlarına dair hem de Ay’a dair çok şeyler öğrenildi daha 1947’de… İşte ondan sonra Ay’ın yapay olduğu, içinin boş olduğu, Ay’ın binlerce senedir dünya dışı başka insan ırkları tarafından kullanıldığı ve daha da fazlası öğrenildi. Yani ABD Ay’a ve Mars’a gitmeden önce Ay ve Mars hakkında ve daha pek çok gezegen hakkında, dünya kamuoyu ile paylaşsa büyük sarsıntılara sebep olacak bilgilere sahip oldu.
Ay’da askeri üsler kuran dünya dışı insanları, kendisine bir tehdit olarak gören ABD buna bir çare arama yolunu tuttu. İşte Ay’ı nükleer füzeler ile vurup imha etme projesi bunun için oluşturuldu. Tabii olarak sonuca gidilemedi. Birincisi ABD’nin bunu yapabilecek teknik gücü yoktu. İkincisi, Ay’ı üs edinenler bu kadar kolay hedef değildi. Mutlaka kendilerini savunacaklar ve mutlaka karşılık da vereceklerdi. Zaten meşhur ve orijinal bir görüntü olan, 1952 yılında Beyaz Saray üzerinde usulca ve filo halinde uçan UFO’ların görüntüsünü mutlaka görmüşsünüzdür. Çok sıkılıp daralmış olmalılar ki boy gösterme gereği his etmişler gibi…
İşte bu yüzden ABD Ay’a gidince astronotlar Ay üzerinde çok kısa süre kaldılar. Derhal geri döndüler ve sonra da Ay’a bir daha kırk yıl gidilmedi. Ve Ay’dan getirilen taşlar bile sırra kadem basıp kayboldular… Neden mi? Çünkü ay taşlarına yapılacak bir karbon testi dünyayı şoka sokacaktı. Ay taşları dünyadan dört kat daha yaşlıydı. Bu da Ay’ın dünyadan kopan bir parça olmadığı ve dünyamızdan milyarlarca yıl önce bile Ay’ın var olduğunu gösterecekti. Ay’a yapılan gizli Apollo 18, Apollo 19 ve Apollo 20 uçuşlarında elde edilen bilgiler ve bulgular da kimse ile paylaşılmadı. Ay’da şehirler kurulu olduğu, her tarafının askeri üslerle dolu olduğu, orada kullanılan teknolojinin dünyamızdan belki binlerce sene ileride olduğu görüldü. Dahası da var, dünyamızdan birilerinin, binlerce sene önce Ay’a gittiği ve oralarda izini-işaretini bıraktığı da görüldü. Evet bundan binlerce yıl önce Hz. Süleyman peygamber zamanında dünya insanlığı, şu günümüzden daha ileri teknolojiye sahipti ve yıldızlar arası seyahat yapabiliyordu.
Yahudiler tarafından kurulmuş ve gerçekte Yahudiler tarafından yönetilen ABD’nin ve kurumlarının bu gerçekleri açıklama lüksü yoktu, olamazdı. Zira elde edilen her yeni bilgide, korkunç boyutta ileri teknolojiye sahip olan dünya dışı insanların büyük kısmının Müslüman oldukları bilgisi daha da netleşiyordu. Tam aksi olsa idi, uzaylılar denilen o farklı insan ırkları da Hristiyan ya da Yahudi çıksalardı, ABD ve NASA bunu bütün dünyaya davul zurna ile duyururdu.
Artık elimizde olan yüzlerce kesin ve somut delil, ABD’nin ve NASA’nın onlarca yıldır binlerce konuda, bütün dünya insanlarını aldattığını ispat ediyor.
Her şeye, en başta alıntıladığım cümlede olduğu gibi ancak ahmakları inandırabilecek bahaneler bulundu. Şöyle olmuştu da böyle yaptık denildi. “Ay’a kırk yıl bir daha neden gitmediniz?” diye sorun, “Ne gerek var bu kadar masrafa, zaten her şeyi öğrendik Ay hakkında?” diyecekler.
1947 Roswell UFO kazasını yarım asır gizleyip inkar edip sonra itiraf ettiler, bakalım bu gerçekleri daha ne kadar gizleyip de sonra itiraf edecekler. Gerçi geçtiğimiz günlerde “Uzayda hayat olup olmadığını önümüzdeki 20 yıl içinde anlayacağız.” şeklinde bir yalan daha söyleyip önceki on binlerce yalan açıklamlarına bir yenisini daha eklediler ama… Bu dünya, bu iletişim teknolojisi ile, gerçekleri meydana çıkartmak için o kadar uzun seneler beklemez…
Bir anda yok olan, şehirleri yıkılmadan toprağın altında kalan uygarlıkların sırrı ne?
Yazar: Unknown
Günümüz arkeologları, kazılar sonrası buldukları, nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde bir anda toprak altında kalmış ve buna rağmen şehir düzeni bozulmamış, yıkılıp mahvolmamış yerleşim alanlarının sırlarını çözmek isterken, şu bilgileri de göz önünde bulundurmalılar.
“Beni Hak ile gönderen(Allah)e kasem ederim(yemin ederim) ki; Bu dünya tükenmez(yok olmaz), ehline(insanlara) yere batmak, suret değiştirmek ve taş yağmadıkça…
“Bu ne vakit olacak ya Rasulallah” dediler. Buyurdu ki; ne vakit kadınlar eğer üstüne oturacak(erkekler gibi söz ve idare sahibi olacak), çengiler artacak, yalan şehadetler(yeminler) yapılacak. İçki aşikare olacak, namaz kılanlar ehli şirkin(Allah’a ortak koşanların) kapları olan altın ve gümüşten kaplarla su içecekler, ve erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla iktifa edecekler(cinsi ilişkiye girip, karşı cinslerine ihtiyaç duymayacak hale gelecekler). Bu günlerde siz kendinizi çekin(koruyun) ve başınıza taş yağmasına hazırlıklı olun ve korkun.” Hadis-i Şerif, Ramuz el ehadis
İnsanlık tarihi boyunca, sayısız kavim, hak yoldan ayrılıp azgınlığa vardıkları için bir anda helak edildiler. Bunların kimisi bir anda toprak altında bırakıldı/yere geçirildi. Kimisi bir sebepten, bir anda topluca öldüler ve yüzleri maymunlara ve domuzlara döndürüldü. Kimine taş yağdı.
Kimine bulaşıcı hastalık ile kimine de başka bir kafir kavim saldırıları ile toplu ölüm geldi. Neticede, kendisini sebeplerin ardına gizlemeyi murat eden Hazreti Allah, yoldan çıkan kavimleri bir sebeple helak eyledi. Hazreti Allah sebeplerle yaratma adetini çok nadiren bozdu ve bu hallerin adına mucize, keramet ya da sihir denildi. Sebeplerle yaratmayıp harikulade, fevkalade bir şekilde, sebepleri aradan çıkararak, bir peygamberin elinde yarattı ise mucize oldu. Bir velinin-dostunun elinde yarattı ise keramet denildi. Bir kafirin elinde ise istidraç-sihir denildi.
Arkeologlar bilmeliler ki, Allahü Teala bir kavmi bir anda helak edip yerin dibine geçirirken bile araya sebepler koydu. Sünnetullah bozulmadı. Belki de başka kavimlerin sahip oldukları ileri teknoloji silahları vesile etti. Artık hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde meydana çıktı ki Nuh aleyhisselam, Süleyman aleyhisselam ve Hz. Zülkarneyn dönemlerinde bizim şu anda ulaştığımızdan çok daha yüksek teknoloji vardı. Öyle görünüyor ki, o dönemlerin insanları, günümüz insanlarının geliştirdiği HAARP isimli iklim kontrol ve deprem silahlarından daha da güçlüsünü geliştirmişler. Hz. Allah ayet-i kerime’de(Nuh suresi, ayet:15) Nuh aleyhisselamın, kavmine hitaben “Görmüyor musunuz, Allah yedi kat semayı nasıl yaratmış?” diye sorduğunu haber veriyor. Bir takım teknik aletler ile dünya semasını(uzayı) aşıp birinci kat semayı ve daha da yukarısını, ta yedinci kat semaya kadar görmüş, izlemiş ve belki de incelemiş olmasalar, neden onlara böyle sorulsun? “Görmüyor musunuz?” denilsin? Zaten inkarcı olup iman etmemiş bir kavme, bir vesile ile görebiliyor olmasalar, yedi kat sema için “Görmüyor musunuz?” diye sorulur mu?
İyi bilinmeli ki;
– Bu dünyada bizden önce de teknoloji çağı ya da çağları yaşandı.
– Teknoloji çağlarında yaşayanlar, başlarında peygamberleri bulunmasına, kendilerini ikaz etmesine, mucizeler göstermesine, belaların geleceğini haber vermesine, bu belalar önce ufak ufak gelmeye başlamasına(geçim sıkıntısı, kıtlık, kazalar, iç savaşlar, terör, bulaşıcı hastalıklar v.s.) rağmen yine de iman edip istikamete girmediler, teknolojik güçleri ve imkanları, onları daha da yoldan çıkarttı. Sonuçta helak edildiler.
– Bu yüksek teknoloji, Süleyman aleyhisselam zamanında yeryüzünden kaldırıldı. Süleyman aleyhisselam yeryüzünden fen ilimlerini kaldırma vazifesini veziri Asaf’a verdi.
– Piramitler ve geçmişten izleri kalmış ve bulunduğunda açıklanamayan daha pek çok şeyler bu dönemde yapıldı. Süleyman aleyhisselam bir günde ordusundan 300 bin askeri havadan naklediyordu. Emrine rüzgarın verilmesi, uçan devasa vasıtalar yapıp kullandıklarına işaret ediyor. Nuh aleyhisselamın gemisi ise muhtemelen halen daha ulaşamadığımız bir teknoloji ile yapılmış, korkunç büyüklükte ve sağlamlıkta bir gemi…
– Teknolojik imkanlara sahip olunan dönemlerde insanlar, bu imkanları hayra kullanıp cennet misali bir hayat yaşamak yerine, şerre kullanıp hayatı cehennem azabına çeviren, akıl almaz zulümler yapılan bir dünyada yaşamayı tercih ediyorlar. Diğer dönemlere kıyasla çok daha çabuk yoldan çıkıyorlar, çok daha tarifsiz zulümler yapıp, kul hakkına giriyorlar. (Zihin kontrolü, uzaktan sinir sistemi denetimi, cinnete sokma, sanal karanlıklara sokma, psikolojileri ve akıl sağlığını bozma, hafızayı silme, programlanmışcasına üretilebilen özel virüslerle bir şahsa ya da topluma saldırma, nükleer silahlar ile bir anda, kadın, çocuk, bebek, ihtiyar, masum ve sivil diye ayırt etmeden bir kaç şehri yok etme, bir toplumun gıdaları ile oynayıp tamamını hasta etme, çok ucuza kürtajlar yapıp hemen her gün binlerce masum bebeği katletme, başka insanların en mahrem sırlarını gelişen cihazlarla dinleme ve hatta izleme ve daha benzeri yüzlerce büyük cürüm, ancak yüksek teknoloji çağlarında yapılabilir ya da bu derece yaygınlaşabilir.)
– Ve en kötüsü ise, tarih tekerrür ediyor ve dünyamız yeniden toplu helake ve sonrasında teknolojinin kaldırılmasına doğru gidiyor.
– Hadis-i şerifler, Amik ovasından(Türkiye Suriye sınırından) patlak verecek 3. dünya savaşında da çok sayıda YERE GEÇİRİLME hadisesi yaşanacağını haber veriyor.
(Öyle görünüyor ki, çoktan başlamış olan 3. dünya savaşında savaşacak taraflardan biri ya da her ikisi de, bu tür silahları çoktan geliştirdiler. ABD eski başkanı George Walker Bush, beklenmedik şekilde Rusya Devlet Başkanı Putin’in ayağına gidip “Startejik silahları kullanmama antlaşması” yaptıktan sonra, neden kimsenin “Bu stratejik silahlar nedir? Nükleer silahlara dair zaten bir gizlilik yok ve çeşitli antlaşmalar var. O halde nedir bu gizli silahlar?” diye sormadığını düşünüyor musunuz?)
– Bu dünyanın kuralı budur: Ne kadar küfür ve isyan-günah, o kadar bela, musibet, savaş, kaza, iç savaş, terör, bulaşıcı hastalık ve bütün bunlar yetmez ise dünya savaşı, stratejik silahlar, binalar sapasağlam dururken yapılan elektromanyetik silah saldırıları ile bütün bir toplumun bir anda cansız yere düşmesi, dünyanın doğal dengesini bozan elektromanyetik silahlar ile bir bölgede yer yüzünün toprağının okyanusun dalgaları gibi dalgalanıp üstündeki yapıları altına alması ve sonuçta ne sebeple olursa olsun helak…
Arkeologlar, daha çok soru sormalı… Daha çok cevap aramalı.
Biri “Sanat Güneşi” mi dedi?
Ve bunu mu kastetti? Zeki Müren gerçekte kimdir?
Biri “Sanat Güneşi” mi dedi? Ve bunu mu kastetti?
Zeki Müren gerçekte kimdir? ‘Zeki Müren bir başbakanla birlikte oldu!’
Zeki Müren’in 18 yıl boyunca en yakınındaki dostu Göksenin Çakmak, Zeki Müren’in bilinmeyenlerini anlattı…
Müren’in 18 yıl boyunca en yakınındaki dostu Göksenin Çakmak, “Zeki Müren’in bir Başbakan’la birlikte olduğunu ancak isim veremeyeceğini” öne sürdü. “Bu sır benimle birlikte gömülecek” diyen Çakmak, söz konusu başbakan hakkında “Çapkın olduğu da doğru” ifadesini kullandı.
Yurt gazetesinden Ahmet Çınar’ın sorularını yanıtlayan Çakmak’ın açıklamalarından öne çıkan bazı bölümler şöyle:
‘ZEKİ MÜREN HALEN ÇOK ÜNLÜ BİR POP STARI DÖVDÜ’
Şu kitaba yine dönelim. Madem yayınlamıyorsunuz biraz içindekilerden konuşsak…
İşte yine aynı konuya geldik, anılar tehlikeli. O kadar çok isim geçiyor ki içinde… Örneğin Zeki Müren’in, halen hayatta olan çok ünlü bir kadın pop starını nasıl dövdüğünü anlatıyorum.
Bunu bana defalarca anlattı. Zeki Bey, kendi erkek sevgilisiyle, o sözünü ettiğim ünlü pop starını otel odasında basıyor. İzmir Efes Oteli’nde. Zeki Müren’in sevgilisi meteoroloji mühendisi. Zeki Bey’in eğitim masraflarını ödediği, okuttuğu bir delikanlı.
Aynı zamanda sevgilisi. İzmir’de şimdi Swissotel olan Efes Oteli’nde bir haftalık bir program var. Zeki Müren sevgilisi Mustafa’yla beraber gelmiş. Bir ara Zeki Bey’in dikkatini çekiyor, o ünlü pop starımız ile Mustafa pek fingirdeşiyorlar.
El şakaları filan. Şüpheleniyor Zeki Bey. Erol’un Yeri diye Kordon’da bir mekana gitmiş numarası yapıyor Zeki Müren. Gitmeden de resepsiyona tembih ediyor, bir büyük zarf içinde bahşişle beraber, ‘ Haber bekliyorum,
Erol’un Yeri’ndeyim” diyor. Erol’un Yeri’ne ulaşıyor, 10 dakika sonra telefon geliyor. Mustafa’nın o ünlü pop starının odasına girdiğini öğreniyor. Hemen arabaya atlayıp otele gidiyor. Kapıyı çalıyor açılmıyor. ‘Ben Zeki’yim aç kapıyı’ diyor. ‘Ay paşam bir dakika banyodayım’ diye ses geliyor içeriden, birkaç dakika sonra bornozlu pop starımız kapıyı açıyor.
Zeki Bey içeri giriyor, Mustafa’yı arıyor, banyoda yok. Hiçbir yerde yok. Balkona çıkıyor. Mustafa üstünde bir örtü, kendini kamufle etmiş. ‘Ne arıyorsun sen burada’ diyor. İşte ‘bir şey almaya geldim’ filan diyor. Bir vuruyor Zeki Bey. Çok kuvvetliydi o konuda. İki tokat Mustafa’ya atıyor, ünlü pop starımızı da saçından tutuyor iki tokat da ona atıyor. Ağzı kanıyor pop starımızın. Şimdi ben bunu isim vererek anlatırsam, ünlü pop starımız halen hayatta olduğu için beni hemen mahkemeye verir. İki ceza avukatı inceledi, ikisi de aynı konuya işaret etti. İsimleri vermeden yayınlamam lazım.
‘BUNLARI SÖYLERSEM BÜLENT BEY MAHKEMEYE VERİR BENİ’
Kamuoyunda Zeki Müren ile Bülent Ersoy arasındaki gerilimden de söz edilir zaman zaman. Buna ilişkin anılar da var mı kitapta?
Bunların gerçek nedenlerini biliyorum. Ama yazıp da yayınlarsam, Bülent Bey mahkemeye verir beni. O nedenle anlatamıyorum. Size burada anlatabilirim ama yazılmamak kaydıyla. Bülent Ersoy ile Zeki Müren’in arasındaki gerilim, Ankara ‘da Çankaya saunada yaşanan bir olaydan dolayı. Bu kadarını söyleyebilirim.
‘ZEKİ MÜREN VE SEVGİLİSİ İNTİHAR GİRİŞİMİNDE BULUNDU’
Zeki Müren’in başka bir sevgilisiyle birlikte intihar girişiminde bulunduğundan söz etmiştiniz anlatır mısınız?
Evet kitaba da yazdım. Meşhur bir şarkısı vardır ya Zeki Bey’in, ‘Hayat bazen tatlıdır / Sevenler kanatlıdır’ diye. Sevenler kanatlıdır derken anlatılan Zeki Müren’in pilot üsteğmen sevgilisidir. Her ikisi de, hayatlarını bu şekilde sürdürmelerinin mümkün olmadığını düşünerek, mutluluklarını yaşayamadıkları gerekçesiyle intihara karar veriyorlar. Şile’de arabayı uçuruma sürerek intihar etmek istiyorlar. Direksiyonda pilot üsteğmen sevgili var. Arabayı uçurum kenarına kadar sürüyorlar. Ve son anda frene basıyorlar, intihar gerçekleşmiyor. Bu kamuoyuna pek yansımamış bir olaydır.
‘ZEKİ MÜREN BİR BAŞBAKANLA BİRLİKTE OLDU’
Sizin Zeki Müren’e dair pek çok tanıklığınız, çok özel anılarınız var, ama sizi konuşturmak da çok zor hakikaten…
Zeki Müren’i ele almak demek, asırları ele almak demek. Duygusal dünyası ayrı, sinirlendiği şeyler ayrı, toplum karşısındaki hayatı ayrı. Kocaman bir ansiklopedi yazabilirim Zeki Bey’le ilgili. 18 yıllık birikim bu. Daha önce de söylediğim gibi hukuki nedenler var.
Pek çok ismi zikredemem bu anılarda. İşadamları, siyaset adamları devlet adamlar var bahsetmek istediğim. Dolayısıyla onlarla ilgili bir ifşaatta bulunduğum takdirde gerçekten başım derde girebilir. Bir örnek veriyorum, bir dönemin çok ünlü erkek mankenlerinden ve aynı zamanda oyunculuk da yapan bir isimle Zeki Müren’in nişanlandığını söyleyebilirim.
İsim veremiyorum ama o mankenle üç ay nişanlı kaldıklarını, sonra da ayağı kokuyor diye onu evden kovduğunu bilmiyorsunuz. Bir dönem sosyetesinin jönü, birlikte olmadığı kadın ve erkek yok. Biseksüel bir manken. Belki de şimdilerde, geçmişinden pişmanlık duyan biridir o kişi.
Belli ki epey çapkınmış Zeki Bey. Hayatına hiç siyasetçi girdi mi?
İsim vermeden söylemem gerekiyor. Zeki Müren, bir başbakanla da birlikte oldu. İsim veremem gerçekten. Bunu yapamam. Bu sır benimle birlikte gömülecek. İsim sormayın lütfen. Çapkın olduğu da doğru. Bakın çok enteresan bir olaydır. Antalya’da Derya Motel’de kalıyor. Evi var beşinci katta, zor geldiği için çıkmıyor eve, motelde kalıyor. Bir gün oturuyor Zeki Bey. Bir gelin ve damat halayına gelmiş otele. Odalarına çıkıyorlar. Zeki Bey de mutluluklar diliyor çifte. Kendisi de ay ışığında oturuyor.
Bir ara tül perde aralanıyor ve damat ‘Zeki Bey bugün benim gerdek gecem. Ben size hayranım, sizinle birlikte olmak istiyorum. Yarın buradan gideceğiz, sizi bir daha bulamam, lütfen diyor. Zeki Bey, o damatla yattığını anlattı. Hakikat bunlar. Ama bunları anlattığımızda, heteroseksüel bir kültür ağırlığı içinde ters karşılanıyor. Bunların da olabileceğini kimse düşünmek istemiyor.
‘ADAMIN CİNSEL UZVUNU TUTTU’
Balayına gelmiş bir damatla bile birlikte olduğuna göre, Zeki Bey tuttuğunu koparırdı gibi geliyor bana, öyle değil mi?
Her zaman olmazdı ama. Öyle bir örnek de var. Zeki Müren bunları zaten hiçbir zaman saklamadı, herkesin gözü önünde gerçekleşen olaylardı. Bardakçı’da oturuyoruz. Adamın biri plajda slip tarzı bir mayoyla yatıyor. Karısı da kenarda yün örüyor. ‘Bakın napacağım şimdi’ dedi. Ayağa kalktı, yatan adamın yanına gitti.
Adamın cinsel uzvunu tuttu mayonun üzerinden. Adam şaşırdı, bir baktı Zeki Müren. Zeki Müren kahkaha atıyor, adam da gülmeye başladı. Ve Zeki Bey döndü dedi ki, Türkiye ‘de bunu bir tek bana yaptırırlar, başkasına izin vermezler.’ Döndü adama ‘Beyefendi kızdınız mı’ dedi. Adam ‘Yooo’ dedi. Karısına dönüp ‘Hanımefendi siz kızdınız mı’ diye sordu. Kadın da, ‘Yok Zeki Bey ben her gün tutuyorum, ara sıra siz tutun’ dedi. Fıkra gibi bir olay. Ama bunlar hep yaşandı. Çekinme diye bir duygusu yoktu ki Zeki Müren’in… (Radikal, 06/10/2014)