Etiket arşivi: Sanal ve Çizgi Film Müceddidi

Mahmud Efendi’nin asrın müceddidi ilan edildiği toplantıdan düzenbazlık sahtekarlık fışkırıyor.


“Hâfıza-i Beşer Nisyan ile ma’lüldür,”

“İnsanlar arasında ilk unutan, şüphesiz ilk insandır“,“Evvelü’n – Nâsî, Evvelelü’n-Nas,”


Tam da yukarıdaki gerçeklere tıpa tıp uyan bir durum var, ortada..
Diğer pek çokları gibi, 1990’lı yılların sonlarında Avrupadaki gurbetçilerden yüksek seviye’de kâr payı vereceğini söyleyerek önemli miktarlarda para toplamış, otomobil pazarlama işine girmiş beş-altı ülkeden parçaları tedarik edilerek Malezya’da montajı yapılmış, Malezya yollarına göre dizayn edilmiş, toplama bir otomobil ithali gerçekleştirmiş, İslâmî hassâsiyeti olduğu iddia olunan çevrelerin kulaklarına şöyle fısıldanmış, “Yahûdî Sermayesi’nin ürettiği, kârları yurtdışına çıkarılan otomobiller yerine, bir İslâm ülkesinden ithal edilmiş, müslüman bir kardeşimizin otomobillerini tercih ediniz!”

Bu propagandaya aldananlar, ellerindeki Türkiye, Anadolu şartlarına uygun üretilen ve montajı Türkiye’de yapılan araçlarını yok pahasına satıp,”Müslüman Kardeşimizin” ithal ettiği araçları, peynir-ekmek alır gibi aldılar. Bu araçların yeterince yetkili servisleri, yedek parçası yoktu. Üstelik, bu araçlar bırakınız; Anadolu yollarını, Büyükşehirlerin nisbeten kasisli yollarında bile hareket edemez durumdaydı.
Müslüman Kardeşimizin” ithal ettiği bu araçları aldıkarı için fena halde pişman olmuşlardı, delikten zehirli bir akrep tarafından sokulmuşlardı. 
İnşaat işine girmişti. Topladığı paralarla tapusu bulunmayan en azından tapusu kendi şirketleri üzerine geçirilmeyen arsalar üzerine siteler kurdu, bu sitelerdeki daireleri çoğu dargelirli vatandaşlara topraktan maket üzerinden sattı. Bazılarına dairelerini teslim ettiyse de tapularını veremedi, bazılarına ise hiç teslim etmedi.
Güneydoğuda bir ilimizde yüzde 100 Türk sermayeli otomobil fabrikasını kuracağını yüzde 100 Türk malı otomobil üreteceğini reklam etti, hatta kendinde markalaştırdığı otomobilin protetipini televizyonlarda canlı yayınlarda tanıttı. Memleketine 10 bin kişilik istihdam sağlayacağını, ürettiği otomobilleri bütün islam alemine ihraç edeceğini, döviz girdisiyle memleketine milyarlarca dolarlık ekonomik katkı sağlayacağını söyleyerek, 2002’de milletvekili seçildi. Memleketine geldiği sırada dolandırıcılıktan tutuklandı.
Milletvekilliği düşürüldü. Hakkında; 494 ilâ 1255 yıl hapis cezası talep edildi. 1,5 yıl hapiste tutulduktan sonra 150 bin TL kefâletle salıverildi. 
Muhakeme neticesinde, 4 yıl 2 ay hapis cezası aldıysa da ceza evinde kaldığı müddet dikkate alınarak serbest bırakıldı. Hakkındaki da’va Mürûr-u Zaman nedeniyle 2008’de düşürüldü.bir müddet kendisini unutturdu. Yukarıda ifade edildiği gibi, “Hafıza-i beşer nisyanla ma’lüldür,” genel kuralından cearet alarak, İstanbul’da yeni ve söylendiğine göre pek büyük bir proje’ye baylamıştır.
Çok şükür; Memleketimizde tam bir teşebbüs hürriyeti mevcuttr. Elbette her Türk vatandaşı gibi bu zâtın da proje üretmek, diğer bütün proje sahibi vatandaşlarımız ibi projelerini tanıtmak hakkı da vardır.
Ancak, hiç bir kimsenin Dinimizi, dinimizce mukaddes kabul edilen mefhumları siyâsete ve ticârete çirkin bir şekilde âlet etme hakkı yoktur. 
Hâlen, çok çirkin iddialarla mevkûf bulunan bir zatın öncülüğündeki bir dernek ile reklâm ve illizyon dâhisi ve zât,“Uluslararası İnsanlığa Hizmet Sempozyumu,” adıyla sözümona, Uluslararası bir toplantı tertip etmişler. Toplantı, İstanbul’da, 5 yıldızlı bir otelin süperlüx salonlarında yapılmış, Toplantıya katılabilmek için erkeklerin, mutlaka cübbeli-sarıklı, kadınların çarşaflı gelmeleri talep edilmiş, sözde 42 ülke’den İslâm âlimleri katılmış. 
Daha önceleri bu kabil tanıtma toplantılarına frak giyerek, papyon takarak katılan ma’lûm zatın da, başına beyaz sarık takarak, simsiyah bir cübbe, baştan-ayağa simsiyah bir kisve giymiştir. Seksenli yaşlarında, şeker hastalağından fevkalâde muzdarip, iyi göremeyen, iyi duyamayan, yürüme güçlüğü çektiği için tekerlekli sandalye ile dolaştırılan bir hocaefendi’de, bu ticârete âlet edilmiş bu Lüks Otelin salonlarında dolaştırılmış, İslâm Âlimi oldukları, sadece kendilerinden menkûl, ya da mevkuf zât ile asıl tertibin sahibi zât tarafından pompalanan, 300’ü aşkın sözde ilim ve tasavvuf adamı “Hocaefendiye” İslâm’a Üstün Hizmet Ödülü vermişler.
İslâm Üstün Hizmet Ödülü’nün verildiği “Hocaefendi” Salonlara; tekerlekli sandalye ile getirilmiş, bu sırada etrafında iki çeşit koruma duvarı oluşturulmuş, korumalardan ba’zıları, sakallı, sarıklı ve cübbeli, ba’zıları ise takım elbiseliymiş…
Hocaefendi salona alındığında kargaşa olmuş, müridler arasında arbede yaşanmış…42 İslâm Ülkesi’nin hangi ülkeler olduğu mevzu’unda herhangi bir bilgi verilmiyor. 300 kadar âlim deniyor, fakat bunların kimler oldukları, ihtisas sahaları verilmiyor.
Şarlatan ve standupçu birisi tarafından sık sık, mürşid ve müceddid olduğu iddiası ortaya atılan “Hocaefendi” bu toplantıda bal gibi ticarete âlet edilmiştir. Hocaefendi, dünyada İslâm için ne yapmıştır ki, İslâm Âleminde 300’den fazla âlim ve mutasavvıf bir araya gelmişler, uzun uzun müzakere etmişler de, “Hocaefendi’yi, “İslâm’a Üstün Hizmet Ödülüne” lâyık görmüşler..Hadi Canım Sende! Siz âlemi kör ve sersem mi sandınız?Hani, “Kendin pişir, Kedin ye! derler ya!
“Âlim kisvesi giydirilmiş olanlar da bizden, ödülü hazırlayanlar da bizden, ödülü veren de bizden, ödülü alan da bizden. Biz, çok becerikliyizdir, Kendin pişir, kendin ye, formülünü dünya’da en iyi tatbîk eden de biziz…
Madem ki, “Hocaefendi’ için mürşid ve müceddid’dir, diyorsunuz, öyleyse kendisini niçin ve kimden koruyorsunuz? Etrafı Palankalarla, Elektrikli teller, köpekler ve silahlı muhafızlarla korunan “Şato”da oturtuyorsunuz?
Niçin dünya’nın en pahalı, Zırh’lı aracına bindiriyorsunuz?Dışarıya çıkardığınız zaman, niçin etrafında etten duvarlar örüyorsunuz?İrşada muhtaç, hidayete tâlip mü’minlerle, mürşid ve müceddid olduğunu iddia ettiğiniz birisi arasına bunca mania’yı niçin koyarsınız?
Yoksa, birileri sinsi sinsi, “Hocaefendi’yi enterne ederek onun adına malı mı götürüyor?Bu toplantıdan sonra meydana gelen vak’a’lar sonuncu ihtimali kuvvetlendirmekte, te’yid etmekte, isbat etmektedir.
İstanbul’da, Bayrampaşa’da, Otogar ve Hal Binası manzaralı, 7 yıldız’lı masallardaki saraylar gibi bir otel’in temeli atılmış ve Devremülk sistemi ile topraktan satışı için reklâm’lara başlanılmış.. Ama, nasıl Reklâm!? Bilgisayar oyunlarıyla, Petrodolar Milyarderi arap şeyh’lerini kıskandıracak Altın kaplamalı saray salonları, saray odaları gösteriliyor, reklâm’lar Televizyon kanallarında gösterilirken, Temel Atma Merasiminde, şimdilerde çok ağır ve çirkin iddialarla mevkûf bulunan bir zâtın okuduğu du’a kendi sesinden sık sık veriliyor.
Şehr’in en merkezî yerlerindeki Reklâm Pano’larında, “Dünya Âlim’lerinin Saygı Duyduğu Büyük Bir Âlimin Du’alarıyla 20 Mart’da Yükselmeye Başladık.” tarzında, devasa reklam yapılmıştır. Cübbe sarığın, ödül törenlerinin enhâsı, minhâsı anlaşılmıştır.
50 yıldır, bu işlerin içerisindeyim, bugüne kadar böylesine hoyratça, böylesine kabaca din, ilim, âlim, dinen mukaddes kabul edilen değerler siyasete, ticarete alet edilmemiştir.Mademki, dini, din ulemasını, dince mukaddes kabul edilen nesneleri ve değerleri böylesine siyasete ticarete alet ediyorsunuz, yaptığınız bu işin Yüce İslâm diniyle asla bağdaşmadığını da biz sizlere hatırlatalım.
İslâm hukukunda, olmayan bir mülkü, olmayan bir malı satmak “Bey-i Fasid’dir.Denizde balık, hasadı yapılmamış tarladaki ürün, ağacında meyve satılamaz.Tarlayı gösterip bu tarla üzerine yıllar sonra inşa edeceğini iddia ettiği daireleri, otel odalarını satmak da dinen Beyi Fâsid’dir.
Esas i’tibâriyle halen mevcut olmayan, ileride yapılması mutasavver, hayali daireler, otel odaları satmak en hafifinden dolandırıcılık olur.
Bütün bunlara rağmen, Saray’dan birer oda, birer karsoniyer almaya niyet edenler, aynı delikten bilmem kaçıncı def’a olarak Kral Kobra’nın sokmasına hazır olsunlar! Allah, şifalarını ihsan eylesin… Amiiiiiiiiin…


Mustafa Akkoca

13 Şubat 2012

Said-i Nursi (Said Okur) Gerçekten Müceddid mi?

SANAL VE ÇİZGİ FİLM MÜCEDDİDİ!…

İmâmü’l-Müfessirîn (tefsirci’lerin önde geleni), İmam-u Fahruddîn-i Râzî Hazret’leri Cenab-ı Hakk’ın, Cenab-ı Vâcibü’l-Vücûd’un ispatı hakkında tamı tamına binbir delil bulmuştu. İmam-ı Şa’ârânî Hazret’leri, “Allah’ın varlığının sübûtü için binbir delil’e ne hâcet! Kâinat’da tek bir zerre bile O’nun sübûtuna kâfî’dir” dedikten sonra, “Bu adamın Cenab-ı Hakk’ın vücudu sübûtu hakkında ne kadar şüphesi varmış ki, binbir delil ile ispata çalışmıştır.” diyor..

Risâle-i Nûr şakird’lerinin üstaz’ları hakkında o kadar şüpheleri vardır ki, habire şahid’ler, habire deliller bulmaya çalışıyorlar.

MÜRŞİD-İ KÂMİL VE MÜCEDDİD: 

Cenab-ı Hakk, şirk’le, zulmet’le dolu, kapkara zamanlarda beher bin sene’nin başında birer Ülü’l-Azm Peygamber göndermiştir.

“O halde (Resûlüm) Peygamber’lerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar va’adedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğ’dir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi?” (Ahkâf 46/35) 

Bu âyet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen Peygamber’lerden ba’zılarına Ülü’l-Azm unvanını vermiştir. Bu unvan ile zikrettiği Peygamber’ler gibi, Hazret-i Peygamber’imiz Muhammed-Mustafa’ya “Ülü’l-Azm Peygamber gibi sen de sabret,” buyurmuştur.

Bu Ülü’l-Azm Peygamber’lerin kimler olduğunu da (Ahzâb Sûresi’nin 33/7) âyet-i Kerimesi’nde beyan buyurmuştur:
“Hani biz Peygamber’lerden söz almıştık; Senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da (Evet) biz onlardan pek sağlam bir söz aldık.” Kısas-ı Enbiyâ ile yakından alakadar olanlar, Haz.Nuh’tan i’tibâren, Haz.Peygamber’imiz Muhammed-Mustafa’ya kadar her bir, bin yıl başında bu Ülü’l-Azm Peygamber’lerden birisi gönderilmiştir. 

Sevgili Peygamber’imiz, Hâtemü’l-Enbiya-i ve’l-Mürselîn (bütün nebi’lerin ve Resûllerin sonuncusu olduğuna göre bundan sonra tekrar şirk ve zulmetle dolacak bu dünyada insanları kim hidayete da’vet edecek ve onları irşad edecekti?

Nasıl ki, eski kavimlere ve ümmet’lere zulmete gark olduklarında kendilerine Ülü’l-Azm Peygamber’ler gönderilmişse, ümmetlerin en hayırlısı olan Hâtemü’l-Enbiya-i Ve’l-Mürselî’nin ümmetini kim ihdâ ve irşâd edecektir? 

Buhâri, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn-i Mâceh ve Sahihinde Hâkim’in rivâyet ettiğine göre “Ümmet-i Muhammed’in âlimleri, Peygamber’lerin vârisleridir.” Başka bir Hadis-i Şerif’te, “Şu ümmetin âlim’leri İsrailoğullarının Peygamber’leri gibidir.”

Ümmet-i Muhammed’in âlim’leri arasından her yüz senede bir, birisini Cenab-ı Hakk müceddid olarak ta’yin eder ki, o asır’da ufku kararan, zulmet’le ve küfürle dolan bu âlemde insanları irşad etsin, şerî’atı ihyâ etsin, sünneti ihyâ, bid’at ve hurâfeleri ortadan kaldırsın, diye…

Nasıl ki, Peygamber’ler gönderildikleri kavimleri ve ümmetleri hidayete da’vet eder, ellerinden geldiğince onların hakk yola gelmeleri hususunda büyük çaba harcıyorlarsa, o Peygamber’lerin vâris’leri olan ümmet-i Muhammed’in bütün uleması da içerisinde bulundukları bu ümmeti irşad ve ihdâ için ellerinden geleni yaparlar, fakat bunların hepsinin Mürşid-i Kâmil ve Müceddid olduğu kabul edilemez.

Nasıl ki, Peygamber’ler bütün insanların arasından Âlem-i Ezel’de seçilmiş iseler, “(Allah) Ey Mûsâ! dedi, risâletimle (sana verdiğim görevlerle) ve sözlerimle seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.” (A’raf 7/144)

“Sonra Kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan (insanlar’dan kimisi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için çalışır. İşte büyük fazilet budur.” (Fâtır 35/32)

“İbrahim’in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünya’da (elçi) seçtik, şüphesiz o âhirette de iyilerdendir.” (Bakara 2/130)

Her asır’da bir gelen Mürşid-i Kâmiller ve Müceddid’ler de, tâ ezelden Tensib-i İlâhî ile seçilirler tensip edilirler. Bunların arasından müceddid’ler müceddidi, mürşid’ler mürşidi, bin yılda bir gelen medâr mürşid ve müceddid’ler de vardır.

Nasıl ki, her bin yılın başında Cenab-ı Hakk Ülü’l-Azm bir Peygamber göndermiş ise, Peygamberimiz’den sonra da Hicrî-Kameri takvime göre, yâni, Sevgili Peygamber’imizin Mekke’den Medine’ye hicretiyle başlatılan İslâmî takvim de denilen, Kamerî ve Hicrî takvime göre İmam-ı Rabbânî, Ahmed-ü Fâruk el-Sirhindî, Hazret-i Peygamber’den i’tibâren teselsül eden Sıddık-ı Ekber’den başlayan Silsile-i Zeheb’in, yâni Altın Halka’nın 23. Halkası, bunların arasında Kutbu’l-Aktap (yıldızlar yıldızı) unvanını alanlardan, Ebû Bekr es-Sıddîk, Abdül Hâlık Gucduvanî, Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (K.S.)’den sonra dördüncü Kutbu’l-Aktap ve Medâr Mürşid ve Hicrî-Kameri ikinci binin müceddidir. Onun içindir ki, tam unvanı, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Fâruk el-Sirhindî’dir.

Peygamber’ler “İsmet” sıfatları dolaysiyle günahlardan masûn’durlar. Lihikmetin Peygamber’lerden ba’zılarının elinde “Zelle” denilen ufak-tefek kusurların, ayak kaymalarının vuku’u bir gerçek ise de, Allah isyan ile (günah) Peygamber’ler arasına mania’lar konulmuştur. Zirâ diğer insanlar gibi Peygamber’lerin elinde de kimi ma’siyetlerin zuhuru, onlara karşı kavimlerin ve ümmetlerinin i’timadını sarsardı.

Peygamberimizden sonraki dönem için beher asr’ın başında ta’yin ve tespit olunan mürşid-i kâmiller, müceddid’ler aslâ masûn değillerdir. Peygamber’in ve onun ashabı’nın yolundan aslâ ayrılmayan Ehl-i Sünnet’in temel inançlarından birisi “İmam’ın masûn olmamasıdır.” Burada kastedilen imam hem Müslüman cemaate namaz kıldıran, hem de devlete önderlik eden imam’dır. Ehl-i Sünnet’in bu temel inancı Şî’a, Ca’feriyye ve Ehl-i Sünnet’den ayrılmış bulunan diğer Fırak-ı Dâlle’nin, “İmam Mâsumdur, Gaybûbet-i Kübrâ’da, kaybolmuş, İmam-ı Muhammed-i Mâ’suma niyâbeten hükmettiği için bizim imamız mâ’sumdur, günahlardan masûn’dur,” demelerine kesin bir reddiyedir.

Ancak, mürşid-i kâmil, müceddid ve medâr mürşid’ler, her ne kadar mâ’sum ve ma’sun değilseler de ezel’den Takdir-i İlâhî ve Tensib-i İlâhî ile seçilmiş bulundukları için, Cenab-ı Hakk kendilerini irşad edecekleri Ümmet-i Muhammed’in i’timadını sarsacak vahîm hata’lardan korur. Bırakınız, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ile müceddid’leri, zânirî ilimleri ile Ümmet-i Muhammedi ihda ve irşad eden âlimler bile, “Başkalarına verir telkini, kendisi yutar salkımı” gibi bir duruma düşmemek için çok dikkatli davranmak zorundadırlar.

Hele hele, mürşid-i Kâmil ve mükemmiller, müceddid ve medâr mürşird’ler, ilk gençlik yıllarından i’tibâren bir Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil’in ma’nevî terbiyesine girer. Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil’in gözetimi ve denetimi altında tasfiye ve tezkiyesini tamamlar. Tasfiye, ruh-i melekisini yükselterek, beşerî ve manevî hastalıklar ki, kin, buğuz, hased ve cimrilik gibi hastalıklardan kurtulur. Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil’in himmetiyle Nefs-i Emmâre terbiyesini tamamlar, sırasıyla, Nefs-i Levvâme, Nefs-i Mülheme, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Râziye ve Marziyye ile Nefs-i Nâtıka mertebelerini kat’ederek nefsin tezkiyesini tamamlar.

Bütün bunlardan sonra, Şeyh’inin izniyle ve onun denetimi ve nezâreti altında çilesini çeker. Çile zaman ve mekâna göre değişse de Şeyh’inin uygun bulacağı bir müddet zarfında, ancak bir kişinin dizüstü oturabileceği kadar dar ve alçak bir mekân’da, en az kırk gün, 24 saat zarfında sadece üç tane zeytin veyâ küçük üç tane hurma yiyebilir ve istediği kadar sade su içebilir. Tasfiyesini, tezkiyesini ve bütün bunların taçlandırılması olan çilesini tamamladıktan sonra fiîlen irşad ve ihdâ vazifesine başlayabilir.

Tasfiye, tezkiye ve çilesini tamamlayarak feyizyâp olanlardan ba’zıları öyle makamlara yükselirler ki, kendilerinin mürşid’leri kendisinde olanların tamamını verdikten sonra müridinde istidat ve himmete karşı çok fazla iştah görürse kendisi aradan çekilir, bu istidatlı müridini en son Kutbu’l-Aktap ve Medâr Mürşid olan zât’a nisbet-i ma’neviyye ile nisbet eder.

Dememiz odur ki, hiç kimse “ben müceddidim, ben mürşid-i kâmilim,” demekle müceddid ve mürşid-i Kâmil olamadığı gibi, “Devir tarikat devri değildir. Devir tasavvuf devri değildir. Ben herhangi bir tarikatın mensubu değilim” diyen birisi, üstelik mürşidi ve müridi de bulunmayan bir kimseye şarkid’leri mürşid veya müceddid, diyorsa bunun ciddiye alınır bir tarafı yoktur.
(Devam edecek…)

Mustafa Akkoca
09 Ocak 2012
oncevatan.com.tr