Uyanık olun, dikkatli olun, aldatılmayın
Ben cemaatimize bağlı bir müessesimizde talebe olarak kalırken, orada müessese idarecisi olarak vazife yapan bir Halil Yurtsever vardı.
Aşçılarımıza kadar, müessesede Allah rızası için, milletimizin evlatlarının dünya ve ahiret saadeti için vazife yapan diğer kişilerin hiçbirinin sevmediği, geçinemediği bir kişiydi Halil Yurtsever… En başından beri beni samimi görmüş, farklı görmüş ve desteklemek ister gibi tavırları da vardı. Bu tavırlarının faydasını gördüğüm de olurdu ama sık sık da zararını görürdüm. Çünkü samimiyetini sorgulamama sebep olacak kararları, davranışları, adaletsizlikleri de olurdu.
Onun kararlarının, davranışlarının arka planını o ilk gençlik yıllarımda sorguladığımda bile kendi kendime endişelenirdim. Mü’mince bir tavır görmezdim. Hiç Allah korkusu, hesap endişesi, şeriata tabi olma gayreti, insanlardan haya etme hali göremezdim. Hep insanları ezen, kıran, sadece kendi menfaatlerine odaklanan davranışları olurdu. İdare tarzı da çok kaba, maneviyatsız, kırıcı, yıkıcı tarzdaydı. Zaten bu anlattığım zamandan bir iki sene sonra başka bir yere sürüldü.
Müessesenin bahçesindeki çardakta, kendisi ve vazifeli hocaefendiler varken, beni de yanına çağırtmıştı. Ne için çağırttığını, maksadını, neye ulaşmak istediğini anlamak bile mümkün olmamıştı. Gittim, hiçbir fayda sağlamadım, hiçbir fayda elde etmedim ve hayatım boyunca unutmayacağım rezillikler gördüm. Yanındaki hocaefendiler ona tiksinerek bakarken, o ayakkabısının birini çıkartıp ahşap masanın üstüne koyarak boyamaya, bir yandan da bir eliyle cep telefonunu tutarak konuşmaya, bir yandan da arada bizlere bir şeyler konuşmaya devam etti. Her gün abdest alan, namaz kılan, sohbet programlarına katılan birisi olmasına rağmen yüzünde hiç nuru yoktu. Tavırlarında hiç samimiyet, ihlas, edep yoktu. Hayatımda “Başkasının yerine utanmak” denilen hali en kuvvetli şekilde yaşadığım yerlerden bir yer de orası, o anlar oldu. Bunun benzeri çok kere “Bu adamın nasıl bir iç dünyası var. Nasıl kabullenişleri ve hedefleri var. Nasıl olmuş da tekamül bitirmiş. İlim ve ahlak temelinde yükselen bu yolda nasıl olmuş da barınmış, Hocaefendi olmuş ve sonra bir de bir müessesenin idarecisi olmuş” dedirten hallerini çok gördüm. O sene, o ilçede yeni bir müessese de yapılıyordu. Bazen hafta sonları gider orada Allah rızası için teknik işlere bile yardımcı olurduk. Oraya bir mutfak sistemi yaptırmıştı ki bütün ihvan “Yahu böyle bir yere, böyle bir sistem mi olur” deyip duruyordu. Çünkü Amerikan bar denilen yerlere benzeyen bir tarzı vardı. Müessesenin çok borçlarının ve teknik sorunlarının olduğu ve ihvanın hizmetleri devam ettirmekte, maddi yükü taşımakta çok çok zorlandığı bir zamanda, o idareci Halil Yurtsever, son derece gereksiz, müsrifçe harcamalar yaptırır ve bunlarla çok kişinin mesaisini boş yere harcatırdı. Müessesenin beşinci katındaki terasın üzerini demir doğrama ile kapattırıp, içine son derece masraflı, gereksiz ve müsrifçe bir dekor yaptırmıştı. Çok abartılıydı. Yapımında çalışan ihvan bile söylene söylene çalışıyordu. Pahalı taş döşemeler, ahşaptan gayet özel ve gösterişli masa ve oturaklar ve tabii ki mangal sefası için gereken kısımlar… Müessesenin yemekhanesinde buzdolabının bakıma ve masrafa ihtiyacı varken, konan etler bile heba olup atılıyorken, atık su kısmında sorunlar olup sık sık bodrum kata taşıyor ve rezil bir hal oluşuyorken, daha bir çok acil müdahale gereken kısımlar varken, o hep böyle kararlar da alıyor ve hep ben dahil samimi herkesi “Bu nasıl bir davranış tarzı” diye sorgulamaya sürüklüyordu.
Eksikler, hatalar, kusurlar, millete anlatılamayacak vahim durumlar saymakla bitecek gibi değildi. Bunun baş sorumlularından biri de idareci Halil Yurtseverdi. Talebelerin her gün düzenli olarak görmesi gereken dini dersler bile çoğunlukla yapılmaz, aksatılırdı. Ben aslında orada, tahammül edilemez o kadar samimiyetsizliğin ve adaletsizliğin hakim olduğu o müessesede kalmayacaktım ve o üniversiteyi de okumayacaktım. Bir kişi bu kararımın bozulmasına sebep oldu.
Bana bu hususlarda hiç tavsiye vermediği, nasihat etmediği halde oldu. Herkesin iyi bildiği Behlül Karak Hocaefendi çok şükür ki oralardaydı. O ilin idarecisiydi. Haftada, on günde bir gelip bize sohbetler etmeseydi, bu yola samimiyetle bağlı olmasaydı ve güzel ahlakı, adaleti, ilim sevdası, hizmet sevdası davranışlarından, kararlarından bile akıyor, coşuyor olmasaydı, ben yenice bulduğum bu yolun nasıl büyük bir yol olduğunu bile göremez anlayamazdım. Lakin böyle bir idarecileri bulunmasına rağmen, sorunları çözmek için çok çabalamasına rağmen işte benim kaldığım müessese yine de bu kadar dip hallerdeydi. Çünkü sorunun temelinde çok sarsıcı hakikatler vardı.
Ben, şahsi gayretimle bu eksikliği tamamlamaya çabalardım. Sadece dini hususlarda değil, siyasi, tarihi, fikri hususlarda da adeta yorulmak ve uyumak bilmeden çok çabalardım.
Şimdiki gibi internet, bloglar, sosyal ağlar, video platformları, eğitim siteleri, e-kitaplar ve binbir türlü bilgi kaynağı o zaman yoktu. Sınırlı sayıda kitaplar ve günlük satın alıp takip ettiğim bir gazete ile yoluma devam ederdim. O gazeteyi o civarda bulabilmek de dertti ve her gün onu bulabilmenin çilesini çekerdim. Gazetede ve söz konusu kitaplarda açıkça yazılmadığı halde bile, o yaşta ve o şartlarda bile, bir çok meselenin arkasındaki hakikati çözmüştüm. Üstüne, kripto Yahudileri ve kripto Ermenileri çözmüştüm. Yakın tarihte aslında neler yaşandığını, bize nasıl masallar anlatıldığını da çözmüştüm.
Lakin… Bunların yolumuzun içine dikkate alınacak oranda sızdıklarını çözmeyi geçtim, tahmin bile edememiştim. Sonraki yıllarda imkanlarım genişleyip bu konularda çok daha fazla bilgi edindiğim halde, bunların cemaatimizin içine hatta tepe noktalarına kadar sızmış olduklarını düşünmemiştim. Ne zamanki siyaset ve istihbarat sahasında teşkilatlı bir şekilde mücadele vermeye başladık, o zaman bu sarsıcı gerçekleri acı acı görüp kabullendik. Merhum büyüklerimize neler neler çektirdiklerini, onların ilk bakışta tam anlaşılamayan bazı kararlarının arka planlarını, nasıl bir siyaset izlediklerini hep anladık, bildik.
Bahsettiğim o talebelik zamanımda o Halil Yurtsever’in sürekliliği devam eden tuhaf ve tezat dolu kararlarının, davranışlarının arka planında, Halil Yurtsever’in de kripto olması hakikati bulunduğunu bile çözdük. Yurtsever isminin nasıl bir şifreleme olduğunu da…
Bu şahsın ve benzerlerinin yüzüme karşı çok başka tavırlar sergilerken, arkamdan nasıl kuyular kazdıklarını, sınırsızca atıp tuttuklarını ve hep kötülüğü istediklerini de çözdük…
Şimdilerde cemaatimizin içinde adım, yayınlarım, Türkiye ve dünya siyasetindeki tesirim/gücüm daha çok konuşuldukça, cemaatimizin içinde çok sayıda kripto hain bulunduğunu göz önüne seren yayınlarım konuşuldukça, kripto kimlikli hainlerin çok çok zora düştüklerini de görüyoruz. Hakkımda atıp tuttuklarını, olur olmaz iftiralara sığındıklarını, panikten kontrollerini kaybetmişcesine çırpındıklarını görüyoruz. Biz ise bunları isim isim, cisim cisim biliyoruz. Ayaklarımız da yere basıyor. Çok acele etmiyoruz, merhum büyüklerimiz kadar dahiyane bir siyasetle muamele ediyoruz. Bu hususlarda da istediğimiz ortam iyice oluştu, oluşuyor. Az kaldı ve bunların hepsini birden oyundan düşüreceğiz. Onlar da bunun farkındalar, güç yetiremiyorlar, çıkar yol bulamıyorlar ve panikliyorlar. İftira atmaktan başka şu sıralarda hiçbir şey yapamıyorlar.
Bu nedenle diyorum ki, hakkımda her nereden, her kim, her ne iddialarda bulunursa ispat isteyin, benim savunma hakkımı kullanmamı bekleyin, bizi karşı karşıya getirin ve hakkımda söylenenlere hemen itibar etmeyin.
Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi
..