Etiket arşivi: Ehl-i Tarik

Zamanlaması çok manidar değil mi?

Bu da bir danışıklı dövüş. Cübbeli böyle konuştuğu için herkes şokta ama uzunca zamandır güven kaybetmiş, ehl-i sünnet ve ehl-i tarik Müslümanların tepkisini çeken, Saray’a soytarılık yapan Cübbeli, şimdi Saray’ın emri ile bu çıkışları yaptı.

Trump yokmuş da işte nefsin varmış. Tamam bir manada bu söz çok doğru ama bu güne kadar niye söylemedi? Neden dine/devlete/millete yapılan her ihanette AKPKK’nin yanında idi? Şimdi cemaatimizin gayreti ve dergimizin yayınları sayesinde oluşan dip dalga ile herkes Trump’ı, Şeytan’ın Konseyi’ni, David Bickham’ı, Mehmet Haberal’ı, o bahsettiği İslam’ı tahrif projelerinde çok etkili olan haham Ben Abrahamson’ı konuşuyor, konuşacak da şimdi mi bu Cübbeli böyle konuşmalı? En büyük hainlerden biri bu… Bahsettiği projeleri AKPKK üzerinden Şeytan’ın Konseyi, 13’ler Meclisi ve 3 Kabalist haham uygulamaya döküyor.

Bu, Cübbeli’nin bu çıkışı, Türk/İslam düşmanlarının çok dara düştüğü şu zamanda bir haince planın parçası:

1- Zaten cemaatimizin ve Akademi Dergisi’nin mücadelesi karşısında, AKPKK ve üstündeki konseyler, söz konusu haince projeleri, İslam’ı içten tahrif etme, Müslümanların itikadını bozma projelerini ileri götüremeyeceklerini gördüler. Artık bu projelerin başındaki haham Ben Abrahamson bile ifşa oldu.

2- Son zamanlardaki yayınlarımızın da gerçek sahibi CIA olan sözde sosyal ağlarda yayılmasına izin vermiyorlar ama yine de korkuyorlar. Bir anda bir şeyler olabilir ve bir iki günde bütün Türkiye bu olağan üstü sarsıcı yayınlarımızı görebilir. Böyle bir ihtimal olursa, işte böyle konuşmaya başlamış Cübbeli’yi kullanarak, ehl-i sünnet hassasiyetindeki Müslümanları karşı bir grupta toplayıp topluca sevk etmek isteyecekler. Çünkü o gün geldiğinde işleri/halleri gerçekten çok zor olacak.

Cübbeli denilen münafığı senelerdir somut deliller ile ifşa edip nasıl bir hain, alçak, yalancı ve piyon olduğunu anlatıyorum. Gık diyemiyor gık. Aramıza yeni katılanlar o yayınlarıma bakmalılar. Şu yukarıda yazdıklarımı daha iyi anlayacaklar.

Herkes bilmeli ki Cübbesi çıkasıca bu hain herifin derdi kadındır, paradır, şöhrettir. İpleri Saray’ın elindedir ve dün alemin önünde “Hain” dediği Erdoğan’a bu gün “Başkomutan” çekmesi de bu sebepledir.

Dikkatle inceleyin, Cübbeli en az altı senedir çok sıkı bir Akademi Dergisi takipçisidir. Dönem dönem millete hoş gelen ve “Yahu bu adam nasıl bildi anladı da önden ikaz etti” denilen konuşmaları hep Akademi Dergisi paralelindedir. Akademi Dergisi’nin halka yayılmasına izin verilmez ama bu gibi piyonları sansürlemezler.

Mesela “Bütün cemaatlere yakında operasyon çekilecek. Sakın ha Süleymanlılar aleyhinde olmayın” çıkışı. O çıkışından birkaç hafta öncesinden başlamak sureti ile cemaatimiz AKPKK ile çatışma ortamına girmişti, cemaatimize operasyon beklentisi zaten herkeste oluşmuştu ve Akademi Dergisi’ndeki yayınlarımız, pes etmeyeceğimizi, çatışmaya gireceğimizi açıkça belli ediyordu. Bu münafık da çıkıp o konuşmaları yaptı. Aylar geçti, türlü hadiseler yaşandıkça herkes döndü o konuşmasındaki o kesiti paylaştı ve “Vay, cübbeli hoca efendi çoktan söylemiş” dedi. Şimdi de bir benzeri yapılıyor ve kritik an geldiğinde kalabalıklkarı toplayıp, etkileyip dar zamanda onlara yani AKPKK’liere yardımcı olabileceği hesaplanıyor.

Şu yayınlarımıza uygulanan sansür bir anda kırılacak, o güne az kaldı. İşte o zaman ak koyun kara koyun hepten belli olacak, herkes her şeyi duyacak. Bozuk saat bile günde iki kere doğru vakti gösterir. Sakın böyle piyonlara aldanmayın, acımayın, kalbi yine istikamete dönmüştür sanmayın.

Mehmet Fahri Sertkaya

Mustafa Sakaryevi…

Bir de bunlar gibi sapıklar her devirde mutlaka olurlar. Sözde ehl-i tariktirler ama şeriat derecesinde bile bu dini bilmezler. Tarikat ehli oldukları iddiası ile “Onlar ölüye rabıta yapıyorlar” diyecek kadar gülünç hallere düşerler. Kendi silsileleri bozuk. Farz-ı muhal hak olsaydı, halka halka Hz. Peygambere (s.a.v.) gidilirken aradaki çok sayıda mürşid de ölü değil mi? Ya da her devirde mürşidleri doğrudan peygamberimize mi bağlı? Dahası da var, haşa bunların kafasından bakarsak hz. peygamber de ölü değil mi?

Mehmet Fahri Sertkaya

Biz Süleymanlılar, İslamcı değiliz, Müslümanız…


Hiçbir siyasi parti liderine kıymet vermiyoruz.

Hiçbir siyasi partiye de kıymet vermiyoruz.

Siyasi partilerle yönetim anlayışına da kıymet vermiyoruz.

Demokrat değiliz, olmuyoruz. Olmak zorunda da değiliz.

Cumhuriyetçi değiliz, olmuyoruz, olmak zorunda da değiliz.

Binlerce ispatla; “Demokratik cumhuriyet rejimleri, insanlık tarihinin en büyük belalarından, zulümlerinden biridir” diyoruz. Sebep olduğu maddi ve manevi felaketleri, acıları, yıkımları, zulümleri, katliamları, haksızlıkları aylarca, yıllarca anlatırız.

İslam’da particilik yok.

Bilen bilmeyen, vasıfları yeterli olan olmayan, kadın erkek herkesin bir arada seçme ve seçilme hakkı yok.

Biz İslam’ı bir hak din, ilahi din olarak kabul ediyoruz.

İslamcı değiliz, İslam’ı illa siyasi partilere entegre etmek gibi bir sapkınlığın içinde de değiliz.

İslam’a, ümmete, millete hizmet etmek için illa siyasi particilik yapmak zorunda değiliz.

Bunu iddia edebilenlerin ifadelerini sert aldık, şimdi sesleri bile çıkmıyor. Hoca geçinen bu zevat, bu hususlarda konuşmaktan artık kaçıyor.Bizim idealini kurduğumuz İslami rejimde, geçmişte ve şu anda siyasi parti liderliği hatta başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı bile yapmış, “İslami partinin müslüman lideri” tanınmış kişilerin bile oy kullanma, seçim yapma ve seçilme hakkı yok.

Şu anki cumhurbaşkanının ve boşbakanın da yok.

Çünkü mevcut vasıfları son derece yetersiz.

Bizim idealini kurduğumuz sistemde seçim sistemi olmayacak. Gerek kalmayacak.

Haydi tam istediğimiz gibi olmadı, idealimize yakın bir sistem oldu ama aksaklıklar oldu ve geçici bir süre için bir seçim sistemi oldu diyelim…

Bu durumda bile 80 milyon insandan azami/maksimum 80 kişi oy kullanabilecek ve bunların arasında hiçbir gayr-i müslim olmayacak.

Müslüman da olsa hiçbir kadın olmayacak. İstisna derecede vasıflı kişiler haricinde kalan, Müslüman erkek yığınlar da olmayacak.

Particilikten kurtulun. İslamcıların tuzaklarına düşmeyin.

İngiliz dayatması ve Sabetaycı ihaneti ürünü mevcut rejimin demokratik cumhuriyet baskılarına boyun eğmeyin.

İslam dini ile demokratik cumhuriyetçi bir zihniyeti karma yapan ahir zaman fitnesi sözde hocalardan, üstadlardan, mürşitlerden, gavslardan, aktivistlerden, köşe yazarlarından kurtulun.

Bu ülkede küfrü bir siyasi parti lideri yıkmayacak. O güzel günlerin kapısını açan kişi partici olmayacak. O güne çıkanlarımız olursa bu yazdıklarımı hatırlasın. Biz Süleymanlılar, İslamcı değiliz, Müslümanız…

Mehmet Fahri Sertkaya

Serdar Tuncer! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…

Elinde sigara, dilinde küfür ile rabıtayı anlatmaya çalışan sözde sofi: Serdar Tuncer

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu…

Rabıtadan, feyz-i ilahiden, manevi lezzetlerden bahsedilen bir sohbette, ihtimal ki hatmi haceganın hemen ardından, elde sigara duman atılıyor ve oradaki birinin sorusuna Serdar Tuncer “s.ktir et” cevabı veriyor.

Ben de bir iki sene öncesinde düşünürdüm ”Bunca hikmet ehli insanın sözlerini anlatan, bunca velinin şiirlerini okuyan, gerektiğinde bu minvalde yorumlar da yapan Serdar Tuncer, bozuk olduğu bu kadar meydanda olan, özellikle son birkaç yıldır türlü rezilliklerini memleketteki herkesin görüp kabullenmek zorunda kaldığı bir yola nasıl aldanıp da tabi olabilir. Sadece bir kaç saat içinde bu yolun ne derecede bozuk olduğunu aklı selim biri nasıl göremeyebilir ve bozuk olduğu, hırsız olduğu, yetim malı çaldığı, devlet malını gasp ettiği, vatana ihanet ettiği bin türlü ispat ile meydanda olan bir hükumete nasıl bu derece yandaşlık yapabilir, bu kadar büyük veballere ortak olabilir” diye..

Kendisinin de, savunduğu ya da sözde tabi olduğu insanlardan hiç bir farkı yok mu ve bütün marifeti dilinde mi. Acaba kendi kalbine, nefsini terbiye edecek hiçbir feyz gelmediği halde, lafta cerbeze mi yapıyor. Yok öyle değilse, bu tezatları kendisi nasıl açıklıyor.

Rabıta bu kadar ucuz değil… Tarikat bu kadar seviyesizce değil.. Rabıta, feyz-i ilahi, zikir, tarikat, İhlas, ihlassızların duman atan ve küfürbaz ağızlarına bırakılacak mevzular değil.

Ehli küfrün bile artık terk etmek için çırpınıp durduğu, her yıl on milyonlarca insanın ölümüne ve sakat kalmasına sebep olan, vücuda hiçbir yararı olmayan ve dolayısıyla verilen para bile haram bir alış veriş olan sigara gibi bir melanet ile maneviyatı bir arada tutmaya çalışmak, en yüksek manevi halleri anlatmaya çalışırken elinden bu melaneti bırakmamak, üstüne küfürler edebilmek, cahillikten öte, samimiyetsizlik midir? Değilse nedir?

Daha önce bin kere ispatları ile yayınladım sigaranın haram olduğunu… Üstelik sigara şeriat ehline bile haram, kaldı ki rabıtalı bir tarikat ehline küllü haram… Zira şeriatta mübah olanlar bile tarikatta haramdır. Şimdi tartışmaya girsen, son nefeslerine kadar tartışırlar. Çünkü gerçeği kendileri de zaten biliyorlar ama işlerine gelmiyor ve herkes birbirine bir oyun oynuyor. Bizlerden de bu tiyatroya seyirci kalmamız hatta bir adım daha ileri gidilerek bu samimiyetsiz tiyatroları alkışlamamız bekleniyor.

Sözüm meclisten dışarı, üstüne alınan alınsın, Serdar Tunceri ya da bu yazıda ismi geçen hiçbir şahıs ya da grubu kastetmiyorum ama o kadar iğrenç bir karanlık devri yaşıyor ki dünyamız, sözde mürşidler, şeyhler, müceddiler, gavslar, müridler, sofiler bile bildiğin SAHTEKAR… Peşlerinden gidenleri ikaz edelim, hakikati ispatları ile meydana serelim diyoruz, üzülüyoruz, onlar adına akıbet endişesi yaşıyoruz, gayret ediyoruz ve bakıyoruz peşlerinden gidenlerin de tamamına yakını bildiğin SAHTEKAR.

Kimsenin lafı, sözü, hareketi, ibadeti, kılık kıyafeti, muttaki görünüşü sizi aldatmasın! Kimsenin ezberine aldığı ilim ve hikmet de sizi aldatmasın! Kimsenin peşine yüz binlerce insanın takılması da sizi aldatmasın. Samimiyetleri sorgulayın! Test etmeye çalışın. Ceza evinde iken onca katilin arasına attılar beni ama en büyük sıkıntıyı havasına, şovuna insan vuran katiller ile değil de sabah akşam ranzasında sözde rabıta yapan, adı hocaya ve sofiye çıkmış, bu bozuk yola mensup, içi dışı başka, dışı şeklen insan ve sofi, içi şeytandan beter bir SAHTEKARLA yaşadım. “Ne sofisi, ne Mülsümanı? Yemin ediyorum bu insan olamaz. Hayvan bile olamaz.” diye bağırdı içimden imanım ve aklım… Az daha hakkından gelecek ve bir daha oradan dışarı çıkamayacaktım.

Mehmet Fahri Sertkaya

Said-i Nursi(Said Okur)’nin Cevşen’in faziletine dair söylediği yazdığı sözler hiç bir kaynağı olmayan uydurma bilgilerdir

Said Nursî ve şakird’leri, Cevşenü’l-Kebîr veya Cevşenü’l-Sagîr’i tanıtırken, “Hazreti Peygamber Salla’llâhu Aleyhi ve sellem’e Cebrail Aleyhisselâm’ın vahiy ile getirdiği ve zırh’ı çıkar bunu oku dediği ve binbir Esmâ-i İlâhiye sarîhan ve zımnen işaret eden gâyet yüksek ve çok kıymettâr bir müncaat-ı Peygamberî’dir ki, Zeyne’l-Âbidîn (R.A.)’den tevâtürle rivâyet edilmiştir,” diyorlar.
Yukarıdaki ta’rif, “Allah tarafından bir melek (Cibril-ü Emîn) tarafından indirilen ve Peygamber’e okunan, “Vahy-i Metlû” (tilâvet olunan, okunan vahiy) ki, bu doğrudan Kur’ân’ın ta’rifidir. Yalnız bir şeyin tam ta’rifi, o şeyin “Efrâdını Câmi, Ağyarını Mâni,” olmalıdır. Nitekim, onu da tamamlıyorlar, “Zeyne’l-âbidîn tarafından tevâtürle rivâyet edilmiştir.” İşte, Kur’ân’ın tam ta’rifi… Ne var ki, Said Nursî ve şakird’ler, İslâmî ilimlere en azından bir mızraklı ilmihâl seviyesinde sahip olmadıklarından asgarî bir hadis usûlünde çakmışlardır. İslâmî ilimlere birazcık vukuf kesbedenler bilirler ki, tek bir kişinin rivâyet ettiği, tevâtür, meşhûr olmaz, ancak Haber-i Vâhid olur. Haber-i Vâhid ile rivayet edilenler, başka delillerle te’yid edilmemiş ise dâima şüpheyle karşılanır.

Kaldı ki, bütün Hadis Külliyatı arasında, “Hadis-i Cibrîl” gibi tevâtürle sabit olan hadis sayısı pek azdır, güvenilir kaynaklar, tevâtürle sâbit olan hadis sayısını 19 adet olarak vermişlerdir.
Tevâtürle sabit olan Hadis-i Şerif’leri inkâr etmek de tıpkı, “Vahy-i Metlû” olan, Âyet-i Kerimeleri inkâr etmek gibi küfrü muciptir.

Hâşâ! Sümme Hâşâ! Said Nursî ve şakird’lerin ifade ettikleri gibi, Cevşenü’l-Kebîr ta’rif ettikleri gibi, Cebrail Aleyhisselâm tarafından getirilmiş ve tevâtürle rivâyet edilmiş olsaydı, elbette Kur’ân’dan bir âyet-i Kerime olurdu.

Kur’ân-ı Kerim’deki âyet’lerden herhangi birisini âyet saymamak, hükmünü inkâr etmek nasıl küfür ise, Kur’ân’da olmayan, âyet niteliği taşımayan herhangi bir metni kutsallaştırmak, ona âyet hüküm vermek de küfürdür.

“Şüphesiz o (Kur’ân), çok şerefli bir Resûlün sözüdür.” (Resûl, elçi, Peygamber veya Cebrail vasıtasıyla tebliğ edildiğinden, “söz” Resûle (elçiye) nisbet edilmiştir.)

“Ve o, bir şâir sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz?” “Bir kâhin sözü de değildir (o), ne de az düşünüyorsunuz!” “O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” “Eğer (Peygamber) bize atfen ba’zı sözler uydurmuş olsaydı.” “Elbette Onu kıskıvrak yakalardık.” “Sonra onun can damarını koparırdık.” (Onu yaşatmazdık) “Hiç biriniz buna mâni olamazdınız.” “Doğrusu o (Kur’ân) takvâ sahipleri için bir nasîhattir (öğüttür)..” (Hâkka Sûresi 69/40-48)…

Doğrudan vahy’e muhatap, Peygamber hakkında, “Allah tarafından vahyedilmediği halde, kendiliğinden tek bir kelime bile uydurmuş olsaydı, onu kıskıvrak yakalar, can damarını koparır hayatına son verirdik” buyuruyor.

İYİ DE BU CEVŞEN NEME NE BİR ŞEYDİR?

Cevşen, Farsça asıllı olduğu kabul edilen Cevşen kelimesi sözcükte “bir tür zırh, savaş elbisesi” anlamına gelmektedir. Şîa kaynaklarınca, İmam Mûsâ el-Kâzım’dan i’tibâren, imamlar tarıkiyle Haz.Peygamber’e nisbet edilen yaklaşık 15 sahifelik bir metindir ki, bu metnin özeti, Said Nursî ve şakird’lerin de iddia ettiği gibi, “Uhud Muharebesinin kızıştığı ve üzerindeki zırh’ın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada Haz.Peygamber, ellerini açarak Allah’a du’a etmiş, bunun üzerine sema’nın kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve “Ey Muhammed! Rabb’in sana selâm ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu du’ayı okumanı istiyor. Bu du’a hem sana hem de ümmetine zırh’tan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır.” demiştir.

Cevşen’le alakalı olarak, ehl-i Sünnet kaynaklarında, Ehl-i Sünnet’in Hadis Külliyatında, en sahih Hadis Külliyatı olarak kabul edilen, Altı Hadis Külliyatında (Kütüb-ü Sitte), herhangi bir rivâyet bulunmadığı gibi, genellikle mevzu kabul edilen, 19. asrın sonlarında ve 20. asrın başlarında yazılan, tergîp ve terhîp için (teşvik ve korkutmak için) yazılan me’vize kitaplarında bile (Ruviye), kimin rivayet ettiği, kimden rivâyet edildiği belli olmayan (rivâyet olunmuştur) tarzında yazılan kitaplarda bile bulunmayan, tamâmen bir Şîa palavrasıdır.

Ayrıca, Cevşen adıyla bir du’â’nın hiçbir ehl-i Sünnet kaynağında bulunmamasının yanında, Şiî hadis Külliyatının ana kaynağı kabul edilen, Kütüb-ü Erbaa’da da bulunmaması, sadece du’a mecmuaları gibi ikinci dereceden Şiî kaynaklarda mevcut olması da şâyan-ı dikkattir.

Kaldı ki, bizzat Said Nursî’nin kendisinin, Cevşen-i Kebir’in faziletleri ve Hazreti Peygamber’e nisbeti hakkında şüpheye düşen bir zata vermiş olduğu cevapta, genel olarak du’â’nın muhtevâsının güzelliğinden bahseder, fakat metnin kaynağı ve Hazreti Peygamber’e nisbeti hakkındaki suallere cevap verememiştir.

Diğer yandan, Cevşen-i Kebîr’in faziletiyle alakalı olarak nakledilenlere gelince, Allah’ın insanlara verdiği imkân ve kabiliyetler, ona bahşettiği haklar, yüklediği vazifeler karşısında, sadece bir du’a okumakla dünya ve âhiretteki bütün şerlerden (kötülüklerden) korunup saadete ermesi, İslâmiyet açısından, hattâ ve hattâ, bütün bâtıl inançlar açısından asla mümkün değildir. Ayrıca, her bölümünde sadece tevhidi vurgulayan ve yoğun kudsî duygularla örülmüş bulunan bir du’â’nın iman etmeyen, hele hele teslis akîdesine sâhip, müşrik Hıristiyanlar için ne anlamı vardır. (Teslis umdesine sahip, müşrik Hıristiyanlardan ba’zıları, ceplerinde Cevşen taşıdıklarını ve Cevşen okuduklarını açıklamışlardı.)

Yine Şîa palavralarına göre, Cebrail Aleyhisselâm Haz.Peygamber’den bu du’a’yı kâfirlere öğretmemesini, sadece mü’min ve takva sahibi kişilere (Said Nursi ve şakird’leri olmalıdır), ta’lim etmesini istemiştir. Fe Süphâne’l-Allah! Bu du’a, mü’min-kâfir herkesin kolayca vakıf olabileceği bir açıklıkta literatüre girmiştir. Böyle olunca, mü’minler ve takvâ sahibi olanların dışında kalan insanlar’dan gizli tutulması ne mümkün…

Bu du’â’ların muhtevası bakımından bir şeyler söylemek mümkün de değil, doğru da olmaz. Zirâ du’a’lardan herbiri Allah’ın isim ve sıfatlarından 10 tanesini ihtivâ eden uzunca du’a’lardır.

Müşkül olan, bu metinlere kudsiyet izafe edilmesi, bu du’â’lara çok büyük faziletler yüklenmesi, bu du’â’lar sâyesinde dünya’da ve âhirette çok büyük sıkıntılardan kurtuluş’a erişilmesi inancıdır. “Hazreti Cibril’in, Hazreti Peygamber’e Cevşen du’â’sının önemi ve faziletleri hakkında geniş bilgi verdiği kaydedilir. Buna göre, Allah, Cevşen-i Kebîr’i dünya’yı yaratmadan 50.000 yıl önce arş’ın direkleri üzerine yazmıştır. Bu du’â’yı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünya’da her türlü belâ’dan, âfet, hastalık, yangın ve soygunlardan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebîr ile Allah’a münacatta bulunan kimseye Bedir şehid’leri derecesinde 900.000 şehid sevabı verilir. Bu du’â’yı kefeninin üzerine yazdıran mü’min ise azap görmez. Bunu okuyan kimse dört kitabı okumuş gibi sevap kazanır. Her harfi için kendisine iki ev ile iki zevce verilir; ayrıca insandan ve cinden bütün mü’minlerinki kadar sevap kazanır; aslâ cehenneme girmez.

Pes doğrusu! Sadece bu du’â’yı okumak insanları bütün ibâdetlerden, evrâd, ezkâr ve her nev’i mükellefiyetten müstağnî kılar…

Said Nursî, adına ister Cevşenü’l-Kebîr desin, isterse Cevşenü’l-Sağîr desin “bu du’â’yı ben tertip ettim” deseydi ya da şakird’ler “bu du’â’yı bizim üstadımız tertip etmiştir,” deselerdi, herhangi bir problem yoktu. Ancak, yukarıda ifade edildiği gibi, dünyevî ve uhrevî bütün belâ ve felâket’lerden, azap’tan kurtuluşu, Cenneti ve Cemalu’llâh’ı sadece bu du’â’ya bağlarsanız, bu du’â’lara kudsiyyet izafe ederseniz. İşte felâket buradadır.

Kaldı ki, du’â’ların Allah tarafından kabul edilip edilmemesi, okunan du’â’ların lafızları, ma’naları, uslubu ve tarzıyla değil, du’â edenlerin huşû’u, huzu’u, zühd-ü takvası, ihlas ve samîmiyetiyle yakından alakalıdır.

Hem sonra, Kur’ân-ı Kerim’de, Allah tarafından Sevgili Peygamber’imize vahyedilen du’â örnekleri vardır. Ayrıca, Peygamberlerden, Haz.Âdem’in, Hazreti Nuh’un, Hazret-i İbrahim’in, Hazret-i Eyyûb’un, Hazret-i Yunus’un Rabbilerinden telakkî ettikleri me’sur du’â’ları da vardır.
Ayrıca, Sevgili Peygamber’imizin sahîh rivâyetlerle bizlere ulaşan me’sûr du’â’ları da vardır. Ehl-i Sünnet Ulemâsı’nın, Turuk-u Âliye kutuplarının tertip ettikleri “Evrad-ı Ezkâr” dururken, Cevşeni, hâşâ, sümme hâşâ Kur’ân-ı Kerim’den de öne çıkarmak neyin nesidir?

Ehl-i Sünnet Uleması’nın, Turuk-u Âliye mensuplarının büyük bir dikkatle tevakkî ettikleri, bir Şîa uydurmasına ve palavrasına, Gümüşhânevî, Ahmed Ziyâeddin Efendi’nin ba’zı edi’yye ve ezkârı bir araya getirdiği, “Mecmuatü’l-Ahzab” adlı du’â risâlesine Cevşen’i de alması düşündürücüdür.
Said Nursî’nin ve şakird’lerin pek sevdiği bir ta’birle, “Ve Fîhi Nazar,”.. Buraya bakılması, buraya dikkat edilmesi gerekir, diyorum. Bakacağız….

Mustafa Akkoca
11 Haziran 2012
oncevatan.com.tr