Etiket arşivi: Kamal Adıtürk

İki kürek kemiği arasındaki bakır tel | Rüya tabiri

2 Mart 2022 tarihinde, yakın gelecekte yaşanacak çok mühim hadiseleri haber veren çok sarsıcı bir rüya görmüş ve uyanınca not etmiştim.

Yaşanacak tarihi hadiselerin akışı/gerçekleşmesi bozulmasın ve rüyada haber verilenler gerçekleşsin diye rüyamı anlatmamayı tercih etmiştim. En azından iki sene anlatmayacaktım. Lakin, şimdilerde sahaya bakıyorum da artık bu rüyanın haber verdiği çok mühim hadiselerin, gelişmelerin, kırılma noktalarının engellenmesine ihtimal kalmadı. Zaten baş kısmında haber verilen bazı hususlar da yaşandı, yaşanıyor.

Rüyamın başında üniversiteden mezun oldum. Diplomamı çok net gördüm ve matbu şekilde teslim aldım. Çok çileler çekmişim. Üniversite ortamı çok bozukmuş, ahlaksızlık, dinsizlik almış yürümüş. “Bu insan şeytanlarının arasında ben kendimi nasıl koruyacağım” diye hep tedirgin olmuşum. Bir yandan ahlakımı ve dinimi korumak için mücadele ederken, derslerime yeterince odaklanamamış ve gayret edememişim. Bir iki derste eksiğim varmış ama yine de mezun olabilmişim. Diplomamı da verdiler. Kimse bir şey demiyor ama ben içimden sıkıntı ediyorum ve kendi kendime “Eksik kalan dersleri de daha sonra kesinlikle veririm” diyorum.

Diplomalar verildikten sonra üniversitenin bütün öğrencileri (ki hiçbiri iyi kişiler değiller) hemen üniversite binasından ayrılıyorlar. Ben ise acele etmiyorum ve yavaş yavaş terk edeceğim orayı. Çıkıp giden üniversite öğrencilerinin yerlere atmış oldukları kağıtlar var. Onları görüyorum. Elimi uzatmadan, yere doğru eğilerek yerdeki kağıdın birine dikkatle bakıyorum. Onun bir karne olduğunu anlıyorum. Eskiden bizim ilkokulda, ortaokulda aldığımız, elle yazılan karneler vardı. Onun abartılı şekilde büyüğü. Bir anlıyorum ki bu çok eski bir karneymiş. Elime alıyorum. Rüya bu ya, meraklanıp iyice odaklanıyorum ve o anlarda karne gazeteye dönüşüyor. Çok eski bir gazeteye… Ya 1934 ya da 1933 yılına ait haberler var. Senesinden tam emin değilim ama 1934 olma ihtimali daha yüksek. O anda fark ediyorum ki gazetenin kağıdının tamamı nemlenmiş. Nerede ise ıslak denecek kadar nemlenmiş ama kağıt da üzerindeki baskılar da bozulmamış.

Gazetede 1934 yılının haberlerini görünce “Hala Sabetaycı gizli Yahudi Kamal Adıtürk’ün devri… Var birkaç sene daha…” diyorum. Resmi tarih anlatımına göre 1938 yılında milletçe ondan kurtulduğumuzu hatırlıyorum.

Üniversitenin o odasından çıkıp koridora geçmek istiyorum, o yolla üniversite binasından çıkacağım ama o odada bir de asa olduğunu görüyor ve asayı da alıyorum. Kapıya gelince bir bakıyorum ki kapının diğer tarafında Sabetaycı gizli Yahudi hainlerin atası ve İngiliz casusu Kamal Adıtürk var. Karşıma geçmiş, oradan çıkmamı istemiyor ama güç de yetiremiyor. Yolumu cesurca kesemiyor. Çekinceli bir şekilde kesmeye teşebbüs ediyor. Bedenen zaten kısa boylu, çelimsiz olduğu gibi ayrıca hasta, takatsiz görünüyor.

Bana bir bakıyor, ağırlık/yetki hala kendisinde olan biri gibi davranmak istiyor. “İyice bitmiş bu, uğraşmaya, karşılık vermeye bile değmez” diyorum içimden ve bana göre sağ yandan, ona göre sol yandan geçip çıkıyorum o odadan.

O üniversite, ikamet ettiğim mahallenin çok üst tarafında, rakımı daha yüksek olan bölgede ve E5 yoluna yakınmış. Ben üniversite binasından da ayrılıyorum. Mahallenin aşağısına, ikamet ettiğim eve doğru yürüyorum.

Gerçek hayatta tanıdığım, son on yıldır pek denk gelmediğim Emin isminde bir arkadaşım vardı. Sık sık denk gelebildiğimiz zamanlarda ona ve yanındaki diğer arkadaşlara nasihatlar ederdim, severdi, dinlerdi, ona iyi gelirdi. Aileden ve etraftan bir şey duymamış, öğrenmemiş, çok genç yaşta bir başına gurbete İstanbul’a gelmiş ve burada ikamet etmiş, yerleşmiş bir arkadaşımdı.

Rüyamda yoldan aşağı doğru yürürken, çok güzel ve açık bir havada, sol tarafta, bir kahvehanenin önünde o Emin’i yıllar sonra görüyorum. “Ne yapacak şimdi bunca yıl sonra, tepkisi nasıl olacak” diye düşünürken “Hocam!” diye sesleniyor. Ben de seviniyorum. Yanına doğru, yolun soluna doğru yanaşıyorum. İki elimi uzatarak musafaha (tokalaşma) ediyorum. Çok samimi şekilde musafaha ediyor, başını eğiyor, hürmet gösteriyor. Ben de aynı samimiyetle karşılık veriyorum ona ve yavaşça çekiyorum elimi.

Etrafında birkaç arkadaşı var. Onlar iyi kişiler değiller ve üniversiteden mezun olmadan daha önce atılmış kişiler olduklarını biliyorum. Emin’le samimiyetimizi görünce içten içten rahatsız olduklarını hemen seziyorum.

Aralarından birine nezaketen/siyaseten tek elimi uzatıyorum, tokalaşıyorum ve “Nasılsın” diyorum. “İyi” diyor. Onun yanındakine bakıyorum, tanıdık gibi geliyor ama çıkartamıyorum. Onun bir yanındaki ise duramıyor “Çocuk gibi ya” diyor. Bizim samimiyetimiz, temiz niyetimiz, kardeşliğimiz, hürmetimiz, değer verişimiz, sıcaklığımız ona çok ters geliyor. O kadar taş kalpli olmuş, kabalaşmış, hissizleşmiş bir insan şeytanı… Onu da idare ediyorum, karşılık vermiyorum ve aşağı doğru yürümeye devam ediyorum.

Yürürken biliyorum ki iki kürek kemiğimin arasından yukarı doğru çıkmış ve boynumun sağ yanına doğru yükselmiş bir bakır tel varmış. Birkaç milimetre çapında kalın ve sağlam bir bakır telmiş. Boynumun sağ arka yanında da onun ucunun takılacağı yer varmış. Bakır telin, yakamdan yukarıya doğru yükselen ve havada kalan ucunu tutuyor ve boynumun sağ yanındaki yerine sağ elimle takıyorum. Bir çıtçıt gibi yerine oturuyor. Bir yandan yolda yürümeye devam ederken, bir yandan da bunu yapıyorum ve kendi kendime “Bu yapılmalıydı, şimdi oldu. Biraz geriyor vücudumu ama bu olmalıydı.” diyorum.

Yürümeye devam ediyorum. Uzun zamandır gidemediğim kendi evime doğru gidiyorum ama bir yandan da biliyorum ki ailece oturduğumuz ev de oraya yakın ve oraya da gidebilirim. Rüyamda merhume annem de sağ imiş diye biliyorum. Karar veriyorum ve “Ben tek oturacağım, aile evine gitmeyeceğim, oturduğum yerde devam edeceğim.” diyorum.

Öyle yürüyorken bir anda sahne değişiyor ve sanki zamanda geri gidiyorum. Geniş bir araziye eski bir ahşap masa konulmuş. Üzerine de eski tarz bir masa örtüsü örtülmüş. Basit, değersiz, göze de hoş gelmeyen bir örtü bu… Üzerinde bir mikrofon var. Masanın yanındaki basit ahşap sandalyede ise kırklı yaşlarda ve açık gri takım elbiseli bir adam oturuyor. Takım elbisesi dar, değişik bir model… Ben rüyanın bu kısımlarını gri bir video efekti uygulanmış gibi görüyorum. Renkler yeterince canlı değil. Toprak ve hava bile tabii hallerinden soluk ve gri görünüyor.

Bir anda şaşırıyorum. “Hangi senedeyiz acaba” diyorum içimden. Adamın takım elbisesinin modeline, masa örtüsüne, mikrofonun teknolojisine bakıp 1980’lerin başında olduğumuzu düşünüyorum ama adamın anlattıklarına bakınca 1990’ların ilk yarısında olduğumuzu anlıyorum. Adam öyle güzel ve akıcı bir şekilde Türkçe konuşuyor ki tesirinde kalıyorum ve içimden “Şimdilerde çok iyi şekilde seslendirme eğitimi alanlar kadar profesyonel bir tarzı var. Bu adam TRT’nin haber sunucusu olmalı” diyorum.

Adamın elinde bir A4 kağıdı var ve ondan okuyor. Okuduklarına dikkat kesiliyorum. Sabetaycı gizli Yahudi boşbakan ve mafya anası Tansu Çiller’in pisliğini meydana seren cümleler bunlar. “Bu adamın seslendirdiği bu sarsıcı bilgiler kayıt edilip bana verilse, memleket için çok çok sarsıcı ve faydalı olur.” diye düşünüyorum. Rüya burada bitiyor.

Bu rüyadan iki gün önce ise rüyamda, liseden mezun olmak üzere olduğumu, mezuniyetime sadece bir gün kaldığını görmüştüm.

2 Mart 2022 gecesi başka bir rüya daha gördüm.

Memleketim Afyon’a gitmişim. Orada bir karı-koca varmış. Onlara misafir olmuşum. Kadın mesture (tesettürlü) değil ama öyle çok dağıtmış kadınlardan da değil. Ben o aileye misafirliğe giderken yanımda bir hediye götürdüm. Elektronik/dijital zikirmatik denilen ve parmağa takılan küçücük bir cihaz…

Bunu kadına hediye olarak veriyorum. Kadının bu bozuk zamana ayak uyduramadığını, insanlıktan çıkmaya razı olmadığını ama İslam’a da tam teslim olmadığını, bu nedenle iyice arada kalıp ruhi daralmalar yaşadığını anlıyorum. Kadının kim olduğunu, akrabam olup olmadığını, oraya neden misafirliğe gittiğimi de bilmiyorum.

LCD olmayan, tüplü, eski model bir televizyonu var. Televizyonun çerçevesinin/kasasının ön, alt, orta kısmında kumanda tutulacak bir algılayıcı gözü var. Meğer bu kadının kumandası yokmuş, televizyon izlerken çok sıkıntı çekiyormuş. Ben zikirmatiği ona hediye edince, rüya bu ya, zikirmatiği kumanda niyetine kullanıyor ve o algılayıcı göze tutarak televizyonu rahat rahat kontrol ediyor. Kadın bunu yapınca o kadar seviniyor ve şaşırıyor ki ben de onun o seviyede sevinmesine şaşırıyorum.

Sonra televizyonun arkasındaki duvar bir anda ortadan kayboluyor ve arkasındaki yer görünüyor. Televizyon da ortada görünmüyor. Karşımda Yağmur ormanlarına benzeyen bir yer var. Her yerin yeşil oluşu dikkatimi çekiyor. Ağaçların yaprakları çok sık, çok parlak/canlı yeşil renkte ve aşağıya doğru eğikler… Yerden yukarı doğru da yeşil yapraklı bitkiler yükselmiş ve bu bitkilerin, ayrıca yapraklarının araları da çok sık. İnsan, o tarafa bakınca yeri/toprağı bile göremiyor.

Yerdeki yeşil bitkilerin arkasında bir hareketlilik olduğunu görüyorum. Bir mücadele olduğunu anlıyorum ama kim ya da kimler var, neler dönüyor, bilemiyorum. Ben, baktıkça sallanan yeşil yapraklardan başka bir şey göremiyorum.

Kim olduğunu bilemediğim ve göremediğim, zikirmatik hediye ettiğim kadın olduğunu tahmin ettiğim birinin, sol arka çaprazımda durarak, hareket halindeki o yeşilliklere doğru kısa, küçük bir ok attığını görüyorum.

Hemen birkaç saniye sonrasında bir gorilin o yeşilliklerin arkasından çıkıp benim bulunduğum yöne doğru zorlukla yürüdüğünü görüyorum. O an anlıyorum ki yeşillerin arkasındaki hareketin sebebi iki gorilmiş. Anlaşamıyor ve boğuşuyorlarmış. Atılan ok birine isabet etmiş ve hemen ölümcül darbe vurmuş. Can havliyle kendini benim olduğum tarafa atmış. Gorile bakıyorum ki kalbine yakın yerden girmiş o ok… Hali hiç iyi görünmüyor. Zaten hemen takatsiz kalıp sırt üstü düşüyor.

Bu defa sağ ön çaprazımdan bir adamın hemen hamle yaptığını, gorilin yanına geldiğini görüyorum. Sırt üstü düşmüş olan ve can çekişen gorili, sağ kolundan tutuyor ve sürükleyerek çekiyor. Goril hala sağ ama ben “Bu ölür, yaşamaz bu… Yarası ağır ve ok da öldürücü yerden isabet etmiş” diyorum içimden.

Ömrümde ilk defa böyle yakından goril gördüm diye şaşırıyorum. Adam iyice çekip götürmeden bari bir de temas edeyim diyorum. Gorilin sol eline elimi değdiriyorum. Bana çok değişik geliyor. “Aslında teni, dokusu çok yumuşak, o kadar kaba bir hayvan değilmiş” diye düşünüyorum. Rüya burada bitiyor.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi