Etiket arşivi: Fizik

Güneşin kendisinde ısı ve ışık yoktur. Güneş billur gibidir…

Güneşte ısı ve ışık oluşmasını sağlayan enerji, kendinden değildir. Harici bir enerjidir. 

Şerit led diyotların ışıması

Güneşler aslında, tabii/doğal hallerinde ısı ve ışık yaymayan, billur gibi ve şeffaf bir yapıdadırlar… Aynı bu sağ tarafta gördüğünüz LED diyotlar gibi… Durduk yerde, kendi doğalarından ısı ve ışık yaymazlar, yayamazlar. 

İkisi de hariçten bir enerji çeşidi kendilerine ulaştığında derhal ısı ve ışık yaymaya başlarlar. 

Dünyamız ışığını güneşten alır güneş de ışığını, daha doğru ifade ile ısı ve ışık yaymak için gereken enerjiyi, yedi kat gökten daha yukarıda olan Arş-ı Ala’dan alır ve güneşte nükleer patlamalara eş patlamalar olduğu, bunun da ısı ve ışık yaymasını sağladığı iddiası, sadece isabetsiz bir teoridir. İspat da edilememiştir. 

Geçmişe nazaran bu günümüzde, bu gibi gerçekleri kavramamız daha kolaydır. Zira kablosuz enerji nakli ile çalışan aletler artık günlük kullanıma sunulmuştur. Yine gözümüzün görmediği, duyu organlarımızın his edemediği şekilde kablosuz olarak veri ve enerji nakleden modemler, çeşitli cihazlar, teknolojiler uzun zamandır kullanılmaktadır. Günümüzde gözümüzün görmediği lazer ışıkları ile çok uzak yerlere çok büyük enerjiler ve veriler de nakil edilebilmektedir.
Büyük İslam alimlerinin, güneş sistemlerine dair asırlardır bildiği bu gerçeği bilim hala tam anlamı ile çözememiştir. Dünyamızın ve üzerinde hayat bulunan bütün dünyaların, kıyamet öncesi son mürşid-i kamili olan Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, 20. yüzyılın başlarında bir Alman bilim adamının, güneşlere dair bu sırrı çözdüğünü, lakin bilim çevrelerince bu bilim adamının açıklamalarının kabul görmediğini dile getirmiştir. Günümüzde tartışılmaz bilimsel gerçeklermiş gibi kabul edilen pek çok şey, isabetsiz teorilerden başka bir şey değildir.

Bilim, güneşin ısı ve ışık yaymasına sebep olan ve güneşin kendisinde oluşmayan harici enerji kaynağını çözmek isterken, şimdilerde biraz sırları çözülmüş olan insan vücudundaki çakraların (gerçek mutasavvıfların tabiri ile letaifin yani ruhun organlarının) sırlarını daha fazla çözecek ve neticede, gerçek tasavvuf ehlinin yaptığı rabıta denilen şeyin esrarını da biraz olsun çözebilecek gibi…

Yogalar ile ya da benzeri şeyler ile içlerindeki boşluğu doldurmaya çalışanların, enerjisinde eksiklik olduğunun farkında olanların ama gerçekte aradığını bulamayanların, o eksikliği ne ile dolduracağını bilemeyenlerin asıl aradıklarının rabıta olduğu meydana çıkacak. Dünyanın/dünyaların güneşe rabıta yaptığı, güneşin/güneşlerin arş-ı alaya rabıta yaptığı meydana çıkacak. Ötesi de var tabii ki, arş-ı âlâ da Allah-ü tealaya rabıta yapıyor. 

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi


(Yedi kat semanın üzerinde beş kat daha sema/gök vardır. Arş-ı ala, yedi kat semanın üzerindeki Alem-i Kürs’ün bir kat daha üzeridir. Sema katlarının gerçekliği ayet ile sabittir. Bu hususta bakınız: Sema katları…)

Son Mürşid-i Kamil olan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), yukarıda izah etmeye çalıştığım bu gerçekleri, günümüzden 60-70 yıl önce dile getirmiştir.

Bu hususta, kayıtlara da geçen sözleri şu şekildedir: 

“Güneşte (kendinden bir) sıcaklık ve ziya (ışık) yoktur. O billura benzer bir varlık olduğu için, arşı-alâdan dağılan nuru, alem-i ecsada(cesedler alemine, maddi aleme) aksettirir.

Nitekim Almanya’nın en büyük bir fen alimi, güneşin sudan ibaret olduğunu söylemiştir. Henüz hakikati bulamadılar fakat bulacaklar!..

Kalbin de iki yüzü vardır.
Biri alem-i ervaha (ruhlar alemine) diğeri alem-i cesede bakar.
Kalb, ruhtan aldığı feyzi bütün vücuda dağılan mecraları vasıtasıyla cesede bahşeder. Bu mecralardan biri kalbin feyzinden bir an münkati olsa (kesilse), beden saatinde helak olur.
İşte maneviyatımızı temin eden kalbin de arş-ı alaya nisbeti vardır. Cennet ve Cehennem dahil arş-ı azama, daire-i arş veya avalim-i arş denir.”


Süleyman Hilmi Tunahan (kuddise sirruhu) | www.SuleymancilarCemaati.com

İnsanlığı bilim diye saçma sapan teorilere inandırdılar | Bilim dünyasının karanlık yüzü

HİÇBİRİ KANITLANAMADI. PEKİYİ NEDEN HERKES BUNLARA BİLİM DİYE İNANDIRILDI?

► Güneşte nükleer patlamalara eş bir takım patlamalar olduğu ve bu sayede güneşte ısı ve ışık oluştuğu, sadece bir teori idi ama bütün dünyayı buna inandırmakta bir beis görmediler. Oysa hala bu teori kanıtlanamadı. Bilim, yıldızların enerjisini nereden aldığını hala bulamadı. Tıpkı, hem kan pompalayan hem de aynı anda vücudun ihtiyacı olan elektrik enerjisini üreten kalbin, kendi enerjisini nereden aldığını hiç bulamadığı ve bulamayacağı gibi… 
Ve bu güne kadar hep haklı çıkan Müslüman gök bilimcilere göre güneş ısı ve ışığı başka bir kaynaktan alarak yansıtıyor. Kendisi gerçek bir ısı ve ışık kaynağı değil. Kalpler de enerjisini “madde” olmayan başka bir kaynaktan alıyor, bu enerjiyi bütün bedenin kullanımına sunuyor ve bu kaynağa “ruh” deniyor.

► İşte günümüz bilimi tam da burada takılıyor, sınırlı algılarımız ve tekniklerimiz ile sınırsızı anlamaya, yorumlamaya çalışıyor. Olmayınca da hiçbir bilimselliği olmayan ve çok zaman gerçeğin yakınından bile geçmeyen teoriler üretmekle ve dünyayı bunlara bilim diye inandırmakla yetiniyor. Onlardan biri de “akli ve ruhi rahatsızlıkların beyindeki kimyevi bozulmalar sonucu oluştuğu” iddiası… 
Öncelikle şu soruları sormaları ve somut kesin/bilimsel deliller ile cevaplar vermeleri gerekir iken, bu kadar temel soruları ve sorunları bile sıkıntı etmeyip, bütün dünyayı teorilere inandırdılar. Sorular şöyle:

– Akıl ya da ruh gerçekten var mı? 
– Var olduğunu düşündüğümüz bu şeyler gerçekten akıl mı, ya da ruh mu? Başka şeyler de olabilir mi? 

– Bunlar madde mi değil mi? Şekil, mekan, zaman bağlantısı var mı, yok mu? 

– Vücutta yerleri neresi? Vücut ile bağlantısı ne kadar, nereye kadar?

– Neden bozulurlar, akıl gidince nasıl gider, nereye gider? Uçup kaçar mı, ateş misali söner mi? Sonra yeniden yanar mı? Yok değilse nasıl olur?

– Bilimsel somut veriler ile varlığı kesinleştirilmiş şeylerden başkasını kabul etmiyor iken aklı ve ruhu nasıl var kabul edip, ne olduklarını somut olarak değerlendiremediğimiz bu madde ötesi şeyleri bir de tedavi etmeye kalkarız?

– Üstelik nasıl olur da var olduklarına dair hiçbir somut bilimsel veri bulunmayan akıl ve ruh gibi şeyleri var kabul edip de cin, şeytan, peri, hayalet gibi şeyleri bilimsel olmadığı gerekçesi ile inkar etme tezatı sergileyebiliriz?

Bu kadar temel soruları ve sorunları bile cevaplandıramayıp, teoriler üretip hatta psikiyatri gibi uydurma bilim dalları üretip bütün dünyayı teorilere bilim diye inandırdılar. 
Üstelik kendi teorilerinin neden bilimsel olduğu, başkalarının teorilerinin neden bilimsel olmadığı hususunda bile çok zaman yorum yapamadan, somut veri ortaya koyamadan, kanıtlanmamış kendi teorilerinin neden genel kabul görmesi gerektiği, yine kanıtlanmamış başkalarının teorilerinin neden genel kabul görmemesi hususunda bile hiçbir mantıklı yorum yapamadan böyle bir hareket tarzını sergilediler.

Biliyor musunuz, ilk psikiyatri ilacını bile henüz 1960’larda vereme çare ararken ve tamamen tesadüfen buldular. Bulunan ilaç vereme hiç fayda etmiyor ama hastaları sakinleştirip neşelendiriyordu. Ve bu da, psikiyatrların gözünde bu ilacın psikiyatri ilacı olarak kullanılabilmesine yeterli sebepti. Kimseye reçete yazamayan, hekim olarak kabul edilmeyen ve kimsenin itibar etmediği psikiyatrlar için yepyeni bir dönem bu tesadüfen bulunan ilaç ile başladı. Bunu, ilaç üreticileri ile de sıkı işbirliği halinde fırsata dönüştürdüler.

Bütün dünyayı “akli ve ruhi rahatsızlıkların beyindeki kimyevi bozulmalar sonucu oluştuğu” iddiasına, ilaçların da bu sorunu düzeltebileceği iddiasına inandırmakta bir beis görmediler. Zira gerçek meseleleri bilim değildi ve bu teori işlerine geldi. Bu bahane ile bu güne kadar hiç kimseyi tedavi etmeye yaramamış ilaçlar üretmeye devam ettiler, dünyayı sömürdüler. Hala da korkunç bir sömürü çarkı dönmeye devam ediyor. Bakın etrafınıza, yirmi küsur yıldır psikiyatri ilaçları kullananları ama hala hastalığı tedavi edilmemiş insanları bile göreceksiniz. Üstelik bunların tamamına yakını, bu ilaçların yan etkileri nedeni ile çok ciddi fiziki rahatsızlıklara yakalanmış durumdalar. Yirmi koca yılda bile iyi etmeyen ilaç, tedaviye yönelik bir ilaç mıdır, sömürüye yönelik bir ilaç mı? 

Dev ilaç firmaları bir yılda yüz milyar dolardan fazla parayı ilaç reklamlarına ve eşantiyonlara harcayacak kadar büyümüş ve rahat para kazanır durumdalar. Buna rağmen yaklaşık yarım asırdır akli ve ruhi rahatsızlıkların beyindeki kimyevi bozulmalar sonucu oluştuğu iddiasını kimse somut bilimsel veriler ile kanıtlayamadı. Buna rağmen modern psikiyatrinin akli ve ruhi hastalıkları tedavide kullandığı ilaçların temeli bu teoriye dayanıyor. Bu yüzden olsa gerek, psikiyatrlar kimseyi iyi edemiyor. 

Sadece ilaç firmaları değil, psikolog ve psikiyatrlar da çok kolay ve iyi para kazanıyorlar. Türkiye’nin pek çok ünlü psikiyatri hekimi, özellikle hafta sonunda sözde muayenehanesine Türkiye’nin dört bir yanından gelen insanları ortalama 5 dakikada odasından çıkarıp, sırada bekleyen diğer hastayı kabul ediyor. Bundan da hiç utanmıyor. Yüzlerce lira muayene ücreti alıyor, yüzlerce liralık da ilaç yazıyor. 15 gün sonra kontrole gelenden para almıyor, sonraki 15 günde gelenden aynı kazık tarifeden bir daha tam ücret alıyor. Yani bir ayda on dakikasını ayırarak, sadece bir hastasından birkaç bin lira toplayanlar bile var. Düşünün, sadece bir cumartesi günü yaklaşık yüz hastayı kabul edenler bile var… Bu durum da, bu kadar bedavadan para kazanılabiliyor oluşu da, bu temelsiz sözde bilimin gerçek ve kirli yüzünü insanlığa anlatmanın önündeki en büyük engellerden birini teşkil ediyor. Bu konuların detayları için bkz: www.PsikiyatrininKaranlikYuzu.com

► Işık hızının aşılamayacağı, bilim hırsızı bir Yahudi olan Einstein’in uydurması… Işık hızı yüzlerce kat aşıldı. Dünyada mevcut bulunan onlarca farklı bilim kurumunda son yirmi yıl içinde yapılan yüzlerce deney ışık hızının aşılabileceğini kanıtladı. Işık hızının aşılabileceğini kanıtlamak için CERN’ün kurulması ve kullanılması da gerekmiyordu. Bu da kamuoyunu yanıltma ve yönlendirme taktiğinden başka bir şey değildi.

Işık hızının on milyarlarca katına çıkılabileceğini de günümüzün DÜRÜST bilim adamları kabul etti. Bu husus pek çok belgeselde bile konu edildi. Bu bilim adamları gerçek kimliklerini gizlemeden bu belgesellere konuştular. “Ne var bunda?” demeyin. Bu çok riskli bir hareketti. Zira CERN‘de ışık hızının aşıldığı deneyleri yapıp bir sevinç ile dünya insanlığına duyuran DÜRÜST bilim adamları siyasi baskı altında kalıp kovuldular. Ve bu kovulmaya “istifa” kılıfı geçirildi.

Çünkü böyle bir durum batının çok övündüğü bilimini, onların uydurduğu günümüz Fizik bilimini ve ülkemizde de okuttukları Fizik bilimi öğretim müfredatını temelden yıkıyor. Albert Einstein‘in patent kurumunda çalışırken proje çalan pasaklı bir Yahudi olduğu gerçeği ile yüzleştiriyor bütün dünyayı. Şaşırmayın, zaten günümüz modern psikiyatrisi de anasına karşı cinsi duygular beslemeyi meşru kabul eden ve hiçbir şeyi kanıtlayamamış olup hayatı boyunca tuttuğu bütün notları, en küçük bir notu bile imha eden bir Yahudi olan Sigmund Solomon Freud‘a dayanıyor ki, ölümü için intiharı tercih edecek kadar kafası ve ruhu bozuk bir arkadaştı kendisi. Ha bu arada Darwin’in, Lenin’in, Stalin’in ve daha diğer yüzlercesinin de hep aynı Yahudi teşkilatlanmasının fertleri olduğunu ayrıca yazmaya gerek yok, zira artık bunları herkes duydu. Bu hususun ayrıntıları için bkz: www.SpaceExplorer.TV ve ayrıca bkz: www.icimizdekiisrail.com

► Işık hızının aşılması durumunda maddesel formumuzu kaybedeceğimiz iddiası da kanıtlanmamış bir teori idi. Şimdi ise dakika itibar edilmeyecek bir yanılgı durumuna dönüştü. Zira ışık hızının aşıldığı testler bunun böyle olmadığını, maddesel formun bozulmadığını ve zamanda ileri ya da geri gidilemediğini kanıtladı. Dünyanın önde gelen bir gök bilimcisi de uzayda ışık hızından çok çok hızlı hareket eden gök cisimlerini keşfetti. Bunları o meşhur ve övünülen dev teleskopları ile görüntüledi. Işık hızından bile kat kat hızlı yol alan bu cisimlerin, maddesel formalarını korudukları meydanda idi ve bu gerçekleri “NASA’nın açıklanamayan dosyaları” isimli belgeselde izah etti. Youtube’da bu gerçekleri ve belgeselleri Türkçe içerikle bile bulabilirsiniz. Söz konusu kısmı izlemek için bkz:

http://spaceexplorertv.web.tv/embed/iv7yclqcqxa/0/0
– C vitaminin soğuk algınlıklarına çok iyi geldiği teorisinin kanıtlanamamış ve aksinin kanıtlanmış olması, yine kolesterol konusunda dönen dolaplar, bilim adamlarının içinde de çok sayıda art niyetli, namussuz, dürüst olmayanlarının bulunduğu ve bütün dünyayı kandırabildikleri gerçeği ile yüzleşmemizi sağladı. 

Daha saymakla zor bitecek kadar çok yalana bilim diye inandırdılar insanları. Bütün bunların anlatıldığı “Dünyayı aldatanlar” ve “Neden aldattılar” isimli kitaplar yayınlamak dürüst araştırmacıların bir an evvel yapması gereken bir insanlık hizmeti. 


Mehmet Fahri Sertkaya

Fizik bilimi çöktü. NASA dakikalar içinde Ay’a gidecek uzay araçları yapıyor. Işık hızının aşılabileceği genel kabul görüyor.

NASA, Işık Hızına Ulaşarak Ay’a Birkaç Saniyede Ulaşmayı Hedefliyor

NASA yaptığı son deneylerle birlikte ışık hızına ulaşarak Newton’ın kabul ettiği kuralları hiçe saymış olabilir.

NASA ve diğer uzay bilimiyle ilgili çalışmalar yapan bir çok kurum için belli başlı bazı hayaller vardır. Örneğin, Dünya dışında yaşam bulabilmek ya da ışık hızına ulaşabilmek. Bugün gelen yeni haberlere göre bu iki hayalden bir tanesi belki de önümüzdeki yıllarda gerçekleşebilir.

NASASpaceFlight.com’a göre uzay yolculuğu ile ilgili yapılan testlerde NASA, başarıya ulaşmış gibi gözüküyor. Bu testler sayesinde belki de önümüzdeki yıllarda ışık hızına çok yaklaşıp belki de geçebilecek özel motorlar üretebilirler. 

Dünya tarihinde ilk defa ulaşılabilecek olan bu hız, bir çok fizikçi tarafından imkansız olarak gözükse de, NASA bu konuya kafayı takmış.

Elektromanyetik sürücü teknolojisi kullanılarak yapılan deneylerde kullanılan bu teknoloji oldukça karmaşık. Elektriksel enerji, propellant’e (Uzay gemisi yakıtı) çevriliyor. Basit olarak bu şekilde anlatabileceğimiz teknoloji, bilimsel veriler ışığında imkansız olarak kabul ediliyor. Çünkü bu uygulamalar, momentum kanunlarını hiçe sayıyor. 

Kanuna göre momentum sadece Newton’ın tarif ettiği bazı hareket kanunlarına göre değiştirilebilir. 

Eğer elektromanyetik sürücü teknolojisi çalışırsa ve ışık hızına ulaşılabilirse, bildiğimiz çoğu fizik kanunu değişime uğrayacak. Ay ile Dünya arasındaki mesafe de sanki komşu ülkeler arasında uçakla gidiliyormuş gibi gidilecek yani birkaç saatlik bir süreye inebilecek. Diğer bir çok galaksiler arasında da yolculuklar yapılabilecek.

Kaynak: CNet

Işık hızına ulaşılabileceği hatta ışık hızının aşılabileceği yönündeki çalışmalar da yeni değil. Son 15 yıldır çeşitli ülkelerdeki saygın bilim adamları, yaptıkları testlerde ışık hızına ulaştıklarını hatta ışık hızının yüzlerce katına çıktıklarını açıkladılar. Aşağıdaki yayınlarımızı da incelemelisiniz!

http://www.dailymotion.com/embed/video/x39xw9s
Kim demiş “Hiçbir şey ışıktan hızlı gidemez…par akademidergisi

***

NASA UFO’ların teknolojisine ulaştı. Yakıt gerektirmeyen mikrodalga iticiler test edildi.

Işıktan hızlı giden tanecik Einstein’i aşan bir devrim.

Nature, Farklı zaman kavramları, Lijun Wang, Berkeley Üniversitesi, Işık hızı, Işıktan hızlı yolculuk, Işınlanma,

Işık hızının 300 katına çıkıldı.

Warp motorları, Işık hızı, Işıktan hızlı yolculuk, Albert Einstein, NASA, Uzay yolu, Kuantum fiziği, Solucan delikleri, Karanlık Madde, Kara delik, Antimadde, Videolar,

NASA’dan ışık hızından daha hızlı uzay aracı projesi

Işıktan daha hızlı uçabilmek hedefine doğru önemli bir adım daha: yeni füzyon roketleri...

Işıktan daha hızlı uçabilmek hedefine doğru 
önemli bir adım daha: yeni füzyon roketleri…

Uzay Yolu’ndaki çekici ışın gerçek oldu. 
Cisimleri iten ve çeken lazer ışın geliştirildi.