Kimsenin moralini bozmak istemem ama ben bu gece de çok kötü rüyalar gördüm ve ne yazık ki benim rüyalarım çıkar, gerçek olur.
Rüyamda yine bizim mahalledeyiz. Mahallemiz, tam da Pendik ile Kartal’ın sınırında olan ve iki semti ayıran caddenin de olduğu bir mahalle…
Rüyada bizim bu bölgede hava zifiri karanlık olmuş. Çok kalabalık insanlar var. Sokaklardalar, salmışlar kendilerini, kafalarına bir şey takmıyorlar. Boşa yaşıyorlar. Dahası, benim, buralarda çok büyük deprem olacağını ve ardından büyük tsunami olacağını anlattığımı duymuşlar. Aralarından çoğu inanmadan bir süre beklemişler, sonra beni ayıplıyorlar kendi aralarında…
Aralarından üçü bana gelip “Hani, deprem dedin olmadı, bu nasıl iş” diyorlar. Ben de zaten laf anlatılabilecek halden çıkmış oldukları için kendimi pek yormuyorum. Fazlaca anlatmaya çabalamıyorum.

“Tehlike geçmiş değil, o deprem de tsunami de gerçek olacak, yaşanacak” diyorum.
Sonra devam edip şöyle diyorum:
“Bakın, suni depremler meselesi gerçek. Bu çoktandır var ve biliniyor. 1989 yılında Türkiye’de Turgut Özal da böyle bir şeyin olduğunu etrafına söylemişti ve bu türlü saldırılara karşı hazırlıklar yapılmıştı. Suni depremlere sebep olan elektromanyetik dalgaları sürekli tarayan, bunların arttığını görünce karşı elektromanyetik dalga gönderen bir sistem bu. Türkiye’nin bu sistemi 1999’daki Marmara depremi sırasında da kullanıldı ve deprem çok daha şiddetli olacakken şiddeti nispeten düşürüldü. Şimdi aynı şey yeniden yaşanacak. Ben bu konuda onları (Yetkilileri, ilgilileri ve milleti) uyardım. Onlardan da almak isteyenler, kendilerince tedbirler aldılar. Lakin ne yapılırsa yapılırsın bu millete bu bela gelecek yine de çok insan ölecek.”
Ben bunları söyledikten sonra muhataplarım beni hiç dinlemiyorlar, kale almıyorlar. “Haydi sen konuş, konuş” dercesine tavırlar sergiliyorlar. Ben orada çok kızıyorum ve içimden “Bu kadar çırpınıp ikaz ediyorum, tedbirler alınmasını istiyorum ama şunların verdiği karşılığa bak. Bu milletin büyük çoğunluğuna nasihat tesir etmiyor.” diyorum. Sesli olarak da “Büyük temizlik olacak ama bu millet buna müstahak.” diyorum.

Sonra kendi evimde pencerenin arkasında içeriden dışarıya bakıyorum. Bakıyorum ki insanlar böyle bir anda bile meseleyi ciddiye almak, tedbirler almak, birlikte güç bulmak ve dayanışmak yerine birbirlerine kötülük etmekle, nefsani mücadeleler etmekle, günahlarla yaşamakla meşguller. Zevk, sefa, para, mal, kadın, rütbe, makam peşinde koşmakla meşguller.
“Başlarına neler gelecek ama şunlar ne kadar sorumsuzlar, ne kadar hissizleşmişler” diyorum içimden…

Bir süre içim acıyarak bu manzarayı seyir ettikten sonra ve o zifiri karanlık hava hala devam ediyorken ve kalabalıklar umursamaz şekilde sokaklardayken, bir anda küre şeklinde, mavi renk hakim, sanki enerji yüklü ve kocaman bir şey gökten aşağıya doğru hızla süzülüyor, geliyor. Zemine çok yaklaşınca, bir uçak gibi yere paralel de yön alıyor bir yandan zemine doğru inerken bir yandan da ileriden bizim bu bölgenin üzerine geliyor. Tam da bu bölgenin üzerinde bir uçan daire misali asılı duruyor. O bir uzay aracı mı, üretilmiş başka bir şey mi, manevi bir şey mi anlayamıyorum ve yaşanana bakarken birkaç saniye sonra bir gürültü kopuyor ki duyan kıyamet kopuyor zan eder.

Sanki yerin kilometrelerce altında devasa büyüklükte bir nükleer bomba patlamış ve enerjisini/basıncını dışarı atacak dar da olsa bir yarık bulamamış da bütün bölgede yeri yerinden oynatmış. Bu da tok, ürkütücü ve çok yüksek bir ses çıkartmış. Çok şiddetli bir gürültünün ardından da çok şiddetli bir deprem olduğunu hissediyorum. Deprem olduğunu görmüyorum, hissediyorum.
Gürültünün şiddeti hala kulaklarımda ve sanki rüya aleminde değil de gerçek alemde duymuş gibiyim.

Sonra rüyada sahne değişiyor. Pendik’te çarşı hizasındaki sahil kısmındayım. Sahilden 150 mt kadar içerideyim. Tsunaminin ön dalgaları gelmeye başlamış. İlk gelenler bile iki metre kadar var ve üst kısımları beyaz beyaz köpürmüş. Oraya yakın insanlar çok korkmuşlar ve kaçışıyorlar. Ben de nispeten daha uzakta da olsam endişeleniyorum ve uzaklaşmak istiyorum.
Uzaklaşmak gayreti sergilerken o anda kendimi orada değil de sahilden biraz daha iç kısımda olan bizim mahallede, en işlek caddede, caddenin sağındaki kaldırımda görüyorum. Hemen etrafıma bakıyorum ve “Yenice yapılmış, büyük ve sağlam bir bina bulmalı ve en üst katına çıkmalıyım” diyorum.

Vaktin dar olduğunun ve hızla karar alıp uygulamak zorunda olduğumun farkındayım. Bir an önce yoldan bir binaya çıkmak zorundayım ve hemen yakınlarımda böyle bir bina bakıyorum.
Yakınlarımda böyle bir bina göremeyince de mevcut olanların en iyisi hangisi diye bakıyorum. İki tane tercih edebileceğim bina var. İkisi de çok eski, biri daha da eski ve alçak. Onun öte yanındaki ise biraz daha yüksek ve ona gidip zemin kattaki kapısından içeri giriyorum. Bir görüyorum ki harabe, virane, metruk bir yer. Dışarıdan göründüğünden çok çok beter bir yer. Çok şaşırıyorum evin bu haline ve kendimi zemin katta görüyorum da yukarı çıktığımı görmüyorum.

Bu rüyanın tabir edilecek bir yanı yok. Her şey çok açık. Bu güne kadar benzeri birkaç rüya daha görmüş ve bu Telegram kanalında paylaşmıştım.
Bu güne kadar söylemediğim bir şey söyleyeceğim:
Bu günden itibaren, İstanbul’da yaşanacak yıkıcı olmayan küçük ve orta şiddetli sarsıntılardan hemen sonra, panik yapmadan bulunduğunuz mekanın dışına çıkın. Açık alanlara çıkın ve yaklaşık bir saat kadar binalara girmeyin.
Kışlık çadır, kışlık uyku tulumları, acil durum çantası, tıbbi ilk yardım çantası gibi hazırlıkları hala tamamlamamış olanlar, daha da ötelemesinler.