Bundan 6-7 ay önce, cezaevinde iken ben de bir rüya görmüştüm.
Kapalı bir mekandayım. Sanki büyük bir fabrikanın çok büyük, tek katlı ve ortasında kolonlar olmayan kısmı kullanım dışı bırakılmış da ben oradayım. Hangar gibi desem değil, daha da büyük bir yer. Ben onun orta kısmında yan duvarlardan birinin dibinde ve dışarı dönük olarak bakıyorum.
Ortam karanlık ve tam bir felaket karanlığı, fırtına karanlığı gibi. Elektrik, aydınlatma falan yok. Önümdeki duvaraya bakıyorum ki sağ yanımda bir kapı var. Kapı ahşap değil, Büyük bölümü camdan oluşan, zayıf ve doğrama bir kapı. Sola doğru bakıyorum ki kapının bana göre solunda bir cam çerçeve var. Bu, mağazaların büyük, tek parça, ortakayıtsız vitrin camları gibi.
Ben kendimi şu şekilde görüyorum. Sağ elimi kapının arkasına destek olarak bastırıyorum. Sol elimi de soldaki çok büyük camın arkasına destek olarak bastırıyorum. Tam o anda dışarda çok ama çok şiddeti bir fırtına çıkmış olduğunu anlıyorum.

Ben içeride olduğum ve dışarı çıkmadığım halde rüyada fırtınanın şiddetini anlıyorum, içimde hissediyorum. “Ne kadar da şiddetli. Şimdi bütün Türkiye’yi mahvedecek” diyorum.
Sonra kapı dar olduğu için olsa gerek onu tutabiliyorum ve dışarıdan içeri gelen fırtına baskısı kapıya zarar vermiyor. Lakin aynı anlarda o vitrin camı büyük baskı altında kalıyor ve içe doğru göbek yapıyor. Normalde cam kırılır ama kırılmayıp içe doğru eğriliyor. Ve camın sağ yanında, camla oturduğu çerçeve arasında üç karışlık bir açıklık oluyor. Göbek yaptığı halde aynı açıklık solunda olmuyor. Ben, “Bir keramet var galiba. Normalde bu açıklıktan fırtınanın içeri sızması lazım ama sızmıyor” diye düşünüyorum.

O anda arkama bakıyorum ki 8-10 yaşlarında 8-10 çocuk var. Yüzleri gösterilmeyen çocukların bazısı erkek çocuğu, bazısı kız çocukları.
Ve sonra bir anda sahne değişiyor, ben kendimi Amerikan cipleri gibi çok geniş bir lüks cipin içinde görüyorum. Yoldayım ve fırtınanın esip geldiği yöne doğru yol alıyorum. Bir fark ediyorum ki sanki yaz günü, tertemiz havada yol alıyormuş gibiyim. Ne sarsıntı duyuyorum, ne gürültü duyuyorum ne de arabanın sallandığını ve zorlandığını görüyorum. Çok güzel ve sorunsuz bir şekilde yoluma devam ederken arkama dönüp bakıyorum ki çocuklar da arka koltuklardalar.

Yola devam ediyorum. Bir yere geliyorum ve oranın fırtınanın başladığı yer olduğunu biliyorum. Fırtınanın başladığı yerin de arkasına geçtiğimi, fırtınayı arkamda bıraktığımı anlıyorum. Bir bakıyorum ki orada askerler ve birkaç askeri araç var. Araçlarından inmişler, ayakta bekliyorlar. Onların, yabancı bir ülkenin askerleri olduğunu anlıyorum. Arabadan iniyorum. Çocuklar da iniyorlar. Yabancı askerlerle biraz konuşuyorum ve sonra onlar yanımdaki çocuklara İngilizce konuşmaya başlıyorlar. “Bu çocuklar İngilizce bilmezler. Sizi anlamıyorlar. Türkçe konuşun” diyorum ve uyanıyorum.
Mehmet Fahri Sertkaya