(2 Eylül 2022 öğle saatlerinde paylaşılan bu yayın daha sonradan güncellendi ve mühim eklemeler yapıldı. Lakin güncellenmiş hali sorunsuz şekilde bütün ziyaretçilere gösterilmedi. Tarayıcıların önbelleği ya da başka teknik sebeplerle bu sorun yaşanmış olabilir. Bu nedenle yayın silinerek bu gün en güncel hali ile yeniden burada yayınlandı.)
“Donatello sahaya iniyormuş.”
Bu gece uzun bir rüya gördüm. Rüyamın bir kısmı bir üniversitede, birazı Taksim meydanına benzer bir meydanda, son kısmı da yine üniversite gibi büyük bir binanın bir katında, asansör tarafında geçti.
Rüyanın başında ben üniversite talebesiyim. Bir sınıftayım, tahtaya kaldırılmışım, pek iyi biri olmayan genç erkek bir hoca var. Tahtaya 9-10 haneli büyük bir sayı yazmış, öğretmen masasında otururken bana da üç beş haneli bir rakam söylüyor ve kendisinin tahtaya önceden yazdığı rakamdan bu söylediği rakamı çıkartmamı istiyor. Lakin ben bunu yapacakken kasten kısık sesle konuşuyor, birkaç kere tekrar ettiriyorum ama hangi rakamı bana söylediğinden emin olamıyorum. 16.000 mi diyor, 1.600 mü diyor, emin olamıyorum. Ben tahtaya 16.000 yazıyorum. Hoca da gelip sondan bir sıfır siliyor ve 1.600 şeklinde düzeltiyor. İyi niyetli olmadığı için o sırada ben tahtaya dönükken ve fark edemeden, kendisinin önceden tahtaya yazmış olduğu 9-10 haneli sayının en sağındaki sıfır rakamını da 1’e çeviriyor. Ben bunu çok geç fark ediyorum. Orayı hala sıfır bildiğim için de çıkartma işlemini daha yapmaya başlarken, en başından bile zaten hata yapmış oluyorum.
Rüyada sınıfta olduğum sahneleri görmeye devam ederken saat 10:10 ya da 10:15 geçiyormuş. İşletmelerde tam da çay paydosu yapılan o vakitte üniversitede teneffüs zili çaldı. Bu, öğle paydosu haricindeki en uzun teneffüsmüş. Üniversite öğrencilerinden isteyenler bu saatlerde kahvaltılık bir şeyler atıştırırmış.
Ben önce geri durdum, önce “Yemesem de olur, öğle yemeğine çok kalmadı.” dedim içimden ama sonra “Benim de yanımda yiyecek bir şeyler var.” diyerek yemeye karar verdim.
Sıra arkadaşım benden önce yiyeceklerini sermiş açmıştı. Bir ön sırada ise bir başkası karışık, koyu renkli, et çorbası denebilecek bir şeyi açmış, tabakla sırasına koymuş ve onu yiyecekti. Orada konuşmalar geçti ve o kişi “Donatello geldi, buradan dan geçti, sahaya iniyormuş.” dedi.

Ben de hemen. “Donatello, entel takılan solcular gibi mi görünüyordu? Uzun boylu, kara saçlı, top sakallı biri miydi?” dedim.
O kişi cevaben “Hayır” dedi. Sonra bir anda sahne değişti. Taksim meydanına çok benzeyen bir yerdeyim. Hava aydınlık, gündüz vakti. Çok kalabalık değil ama yine de epeyi insan birbirine yakın şekilde yürüyor ya da birkaç kişilik gruplar halinde ayakta durarak konuşuyordu. Meydanın tam orta yerinde bir ambulans, onun hemen arkasında bir askeri cip vardı. Bir karışıklık çıkartmak isteyen ve solcu teröristler gibi görünen kişilerin idaresindeki iki tane araç da aniden o meydana girdi. O arabalar da ağır, güçlü araçlardı. Hafif binek tarzı araçlar değildi, cip benzeri araçlardı. Askeri araca çarptılar ve o askeri araç da ambulansa çarptı. Bu zincirleme çarpışmalar, sert çarpışmalar değildi ama az bir hareket bile, ambulansın sol yanında duran kişileri tehlikeye düşürdü. Yine üniversite talebelerinden oluşan o grubun içindeki bir genç erkeğin ambulansın altında kalmasına sebep oldu. Ben ise ambulansın sağ tarafında, beş altı adım uzakta olmama rağmen diğer tarafta ne olduğunu gözlerimle göremesem de biliyor, anlıyordum.
Ezilen genç erkeğin ölmediğini, çok ağır yaralanmadığını tahmin ettim ve etrafındaki genç kız öğrencilerin biraz sonra çirkin bir tarzda feryat edip gürültü çıkartacaklarına da emin oldum. Sonra hemen askeri aracın şoför kısmındaki askere baktım. Araç içinde zaten başka asker olmadığını da gördüm. Askerin rütbesi yoktu ve iyi bir insan olduğunu biliyordum. Sol kolunda kırmızı renkte “nöbetçi/görevli” bandajı varı. Asker 45 yaşlarında, olgun görünüyordu. Kilosu da tam yerindeydi, zayıfça değildi ve her ne kadar rütbesi yoksa da ağır/vakur bir duruşu vardı. Şaşkındı, bir kusuru da yoktu. “Bu nasıl oldu şimdi” dercesine sıkıntı duyduğu beden dilinden okunabiliyordu. Yine de aşırı telaşlanmıyor, kendini kontrol edebiliyor, ağırlığını muhafaza edebiliyordu. Askeri disiplini/eğitimi nedeniyle ellerini direksiyondan bile ayırmadı ama yüzü çok gergindi.

Ben hızla ve peş peşe meydandaki her yere dönüyor, bakıyor, tarıyor, neler döndüğünü bir an önce anlamak istiyordum. O askeri cipten sonra gözlerimi hemen ona çarpan iki terörist aracına verdim. Onlardan önde olanının içindeki terörist bir talimat veriyordu ve duyuyordum. “Sahayı boşaltın.” diyordu.
O anlara gelene kadar, ezilen genç erkeğin etrafındaki genç kız öğrenciler feryada da başlamışlardı. Her zaman yaptıkları şeyi yapmışlardı. Neler döndüğünü anlamadan, anlamaya bile çalışmadan, sonucunu düşünmeden, kimlerin oyunlarına geldiklerini merak bile etmeden bağırmayı, tepki vermeyi, gürültü çıkartmayı tercih etmişlerdi.
Ortalık saniyeler içinde karışıyordu. Meydandaki insanlardan kaçışmaya başlayanlar olmuştu. Neyin ne olduğunu anlamadan meydandan uzaklaşmaya başlamak da mantıklı görünmüyordu bana… Daha hızlı bir şekilde meydanın her bir yanına bakıyordum, başımı birkaç saniye farkla bir o yana, bir bu yana çeviriyor, her yeri tarıyor, aslında ne döndüğünü tam olarak anlamaya çabalıyordum. Bu sırada da vakit kaybediyordum ve bunun beni tehlikeye düşürüyor olabileceğini de değerlendiriyordum.
Bir yandan da “Bu terörist neden -Meydanı boşaltın- demedi de -Sahayı boşaltın- dedi?” diye düşünüyordum. “Akademi Dergisi’ni takip edenlerin mani olamadığı hali mi yaşıyor, o da Akademi Dergisindeki lisana, üsluba kendini kaptıranlardan mı” diye düşünüyordum. Neticede, o meydanda tam olarak neler döndüğünü anlayamadan ben de koşarak oradan uzaklaşmaya başladım. Önümde çoğunlukla genç erkekler bilinçsizce koşuyorlardı ve çok panik halindeydiler.
Koştuğumuz yönde de park halinde başka başka arabalar vardı. O arabalarda patlamaya hazır ve tahrip gücü çok çok yüksek bombalar olabilirdi ya da meydanda koşuşan kişiler arasında canlı bombalar da olabilirdi. Bir yandan da “Kararsız kaldım da koşuyorum ama bu da çok tehlikeli olabilir.” diye diye kendime kızıyordum. Lakin her şey çok çok hızlı yaşanıyordu ve saniyeler içinde karar almak zorundaydım.
Birden sahne değişti. Ben kendimi emniyetli, sakin bir yerde buldum. Mankenlik ajansına başvursalar işe hemen kabul edilebilecek kadar dış görünüşleri iyi olan genç bir kadın ve genç bir erkek gördüm. Kaos yaşanmakta olan o meydana doğru bakıyorlardı. Kadın son seviyede açık giyinmişti. Belden üstünde sadece bir iç çamaşırı kadar yer kaplayan bir kıyafeti vardı. Hiç beklemediğim bir anda genç kadın omuzdan atılan gelişmiş bir roketi çıkarttı. Silahı sağ omzuna yerleştirdi ve hiç tereddüt etmeden, isabet alarak hemen ateşledi. Bu sırada kendisi biraz savruldu, saniyeler sonra toparlandı. Üzerinde hiç korku, gerginlik, panik, endişe, karamsarlık halleri yoktu. Yanındaki erkek de son derece profesyoneldi ve rahattı.
Hemen yine sahne değişti. Bu defa aynı şehirde, söz konusu meydana yakın bir yerde olduğumu biliyordum ama bulunduğum şehir neresi, hala bilemiyordum. Geniş bir ana caddede idim ama bedenim yoktu da adeta görünmeden havada uçan bir kamera gibi başka bir kadını izliyordum. Bir önceki sahnede meydan yer hangi ülkede ise, oradan patlamalar ta bu şehre de yayılmıştı. Kadın bir istihbaratçıymış. Devlete çalışıyormuş ama o anda sivil kıyafetleri vardı. O beni hiç göremiyordu ama ben onu ön-üst çaprazdan adeta bir kamera gibi izliyordum. Devlete çalıştığı, kamu güvenliğini sağlamakla vazifeli olduğu halde tamamen kendine odaklanmıştı. İyi niyetli bir insan olmadığını hemen anladım. Üzerinde bir cihaz sistemi vardı. Dışarıdan bakan kimse göremese de konuştukları hemen merkezine gidiyordu ve merkezinden konuşulanları sorunsuz şekilde duyuyordu. Ana caddenin sağ tarafındaki kaldırımda koşar adım ilerlerken, görüş açısı dışında kalmış etraftaki sokaklardan patlama sesleri geliyordu. Patlama sesleri geldikçe daha çok korkuyor ve daha sık olarak merkezine sesli mesajlar gönderiyordu. Cadde kenarında koşar adım giderken kendi kendine konuşan bir telaşlı kadın görüntüsü arz ediyordu. Merkezine “Burada işler zan ettiğimizden daha kötü vaziyette. Çok çok kötü. Patlamalar devam ediyor.” mealinde cümlelerle sesli raporlar geçiyordu ve yaşanan kaosun, krizin kısa süre içinde geçmeyeceğine, bitmeyeceğine kani olduğunu çok belli ediyordu. Bir anda gördüm ki yoldan bir şehir içi otobüs (halk otobüsü) geçiyordu. Kadının arkasında kalan otobüs hızla kadının bulunduğu hizaya doğru yolda ilerliyordu. Otobüse bakınca da İsviçre, Norveç, Hollanda, Danimarka, İsveç ya da Finlandiya gibi ülkelerden birinin büyük bir şehrinde bulunduğumu tahmin ettim. Sık güneş görmeyen ve sık yağış alan bir batı ülkesinde olmalıydım. Arkadan gelmekte olan halk otobüsünün sağ yanından kaldırımın bir buçuk metre içine kadar bir enerji yayılıyordu. Rüya bu ya, hiç rengi ve katı formu olmayan o enerjiyi gözlerimle sürekli olarak görebiliyordum. Kadına çarparsa yakıp öldüreceğini de biliyordum. Kadın fark edecek mi diye bakarken, kadın da tehlikenin farkındaymış ve o çok geniş kaldırımın iyice sağ yanına doğru yanaşarak ilerlemeye devam etti. Bu sayede otobüs geçerken kadına zarar vermedi.
Sonra yine birden sahne değişti. Kendimi yine üniversite binası ya da büyük bir otel binası gibi bir binanın katlarından birinde, çok sakin bir yerde buldum. Daha doğrusu o an orada bedenen yoktum, yine sanki görünmeyen bir kameraydım, havada uçarak, kimsenin fark edemediği şekilde hadiseleri ve şahısları izliyordum.

Bulunduğum, izlediğim katın asansör kapısının önündeydim. Bir genç erkek orada asansör kapısının önünde bekliyordu. Kapısı ortasından iki yana kayarak açılan, göze güzel görünen metalden yapılmış, geniş ve lüks bir asansördü.
Onun sağ kapısının duvarla birleştiği yere sağ omzunu dayamış halde bekleyen, gayet sert bir malzemeden yapılmış ve dümdüz duran bir siyah palto giymiş o genç erkeği süzmeye başladım. Çok uzun boyluydu. O da üniversite talebesi gibi görünüyordu. Paltosu, nerede ise ayakkabılarına varacak kadar uzundu. Paltosu hem genişti, hem düzgün kalıplı duruyordu ve içindeki gencin beden kodlarını ve ayrıca beden dilini okuyabilmem, o genç hakkında hızlıca ön değerlendirmeler yapabilmem mümkün değildi.

Biraz yüzünün sol yanını, biraz da saçlarını görebiliyordum. Sonra bir anda sağ elini duvarla bedeni arasından yukarı kaldırdı ve yüzünün sağ yanına doğru götürüp yüzünü ovaladı. O anda parmaklarını biraz görebildim. Parmak kemiklerininin belirgin olduğunu müşahade ettim. Onun Donatello olduğunu, sahaya indiğini, onu izlediğimi çoktan anlamıştım. Sağ elini yarımdan da olsa görünce “Böyle eli ve parmakları olan bir kişi güçlü bir bedene, ayrıca da kararlı, güçlü bir zihin ve ruh haline sahip olamaz. Saçları da zan ettiğim gibi kara değilmiş. Sarışına yakın açık kumral renkteymiş. Sık ve ince uzun telliymiş. Zaten yüzü de ince hatlara sahip. O paltonun içinde de çelimsiz bir beden olmalı” dedim.
Sonra, üst katlardan alt katlara doğru inmekte olan asansör, bir anda o katta durdu. Kapısı iki yana kayarak açıldı. Önce dikkati çeken şey, üniversite talebesi gibi duran, hafif esmer tenli, kalın telli siyah saçlara sahip olan bir genç kızdı. Gayet geniş, ferah, aydınlık asansörün tam ortasında duruyordu. Asansörün içinde zemin de değişikti. Sanki kaliteli, güzel görünüşlü, güzel renkli, yumuşak bir kauçuk madde ile sahne gibi yapılmıştı. Her biri birkaç parmak kalınlığında olan birkaç kat köşeli hatlarla yükseliyor, en merkez yerinde çember şekilli oluyor ve orada da sanki bir yarışmanın kazananının durduğu misali o genç kız duruyordu.
Kızın davranışlarından, Donatello’yu tanıdığı anlaşılıyordu. Donatello kızı beklediği gibi o da Donatello’ya kavuşmak istemişti. Kavuşma anında da candan tavırlar sergiledi. Donatello asansör kabinine girdi, kapı kapandı. Ben bir anda kendimi yine görünmez bir kamera gibi asansör kabininde buldum. Üst katlara çıkılıyordu.
Donatello genç kıza güzel birkaç cümle kurdu, kur yapmaya başladı. Kız ise rahatsız değildi, bunu istiyordu. Donatello da bu sayede çok hızlı ilerledi. Hep kızın yüzüne gülüyor, güzel sözler söylüyor ve eli ile onun bedenini tahrik ederek cinsi hazlar duymasını sağlıyordu
Rüya bu ya, bir anda, bir oldu bitti ile kız tamamen çıplak kaldı, Donatello’nun eli kızın en mahrem yerindeydi ama daha ilginç olanı şu ki kız hiçbir vasıta olmadan havada duruyordu. Sırtı yere dönüktü, yüzü ve karın kısmı tavana dönüktü, ayak kısmı ise Donatello’ya dönüktü. O anda uyandım, rüya bitti.
| Mehmet Fahri Sertkaya – Ezber bozan – Akademi Dergisi