“İşte rezil oldu. Bütün pisliği meydana çıktı ve intihar etti.”

Putin koridorda duruyor, duvardaki bir şalteri indiriyor ve az yan taraftaki demir parmaklıklı kapı açılıyor. Koğuşumdaki herkes kaçıyor. Ben bu yaşananı koğuşun dışından, koridordan izliyorum.

Putin bir şeyler söylüyor, ben de karşılık veriyorum, konuşuyoruz. Putin gerçekte olduğundan zayıf ve sesi ile yüzü de gerçeğinin aksine çok itici duruyor. Yine bir şeyler söylüyor. Duyamıyorum, anlayamıyorum. Duyamadığımı söylesem de sorun çözülmüyor ve sağlıklı bir iletişim kurulamıyor.


Sonra sahne değişiyor ve kendimi bir anda cezaevinden çıkmış görüyorum. Bir sitedeyim. Çok sayıda apartmandan oluşan sitenin büyük bahçeleri var, içinde dolaşılan yolları var. Sitenin ana giriş kapısının hemen içinde ve yolun sağ yanında iki adet büyük beton saksı görüyorum. Belediyenin sahil yollarında kullandığı güzel şekilli büyük saksıların aynısı…

Saksılardan birinin toprağını eşeliyorum ve bir çift ayakkabı buluyorum. Kaldırıp bakıyorum. Görünüşü basit ama malzemeyi kaliteli buluyorum. Esnetiyorum, inceliyorum, sağlam olduğuna kanaat ediyorum. İhtiyacım olduğunu düşünüyorum ama “Bunun sahibi vardır, alma” diyorum kendi kendime. Sonra “Harp var, caiz olur, al” diyorum ama içim daralıyor, doğru bulmuyorum ve almıyorum.


Sonra yine sahne değişiyor. Kendimi pantolonsuz görüyorum. Amazon kabilelerindeki erkekler misali bir haldeyim. Boy havlusu önümü arkamı kapatıyor ama bacaklarımın yanları fazlasıyla açık ve bu bana elem veriyor.

Sonra yine sahne değişiyor. Kapalı bir odadayım. Odada yüzünü seçemediğim bir erkek var. Bu kişinin Ankebut Ağı’nın mensubu olduğunu, bana çok sıkıntı çıkarttığını, benim hukuksuz şekilde içeri alınmama ve içeride tutulmama eli çok karışan biri olduğunu biliyorum.

Yerden 130 cm kadar yüksekliğe ulaşan, yoğun kullanım için üretilen kaliteli bir fotokopi makinesinin üzerine iki kolunu koymuş, gerilmiş, kalçasını dışa doğru vermiş, sanki kadınsı bir duruşla duruyor.


Bir bakıyorum ki kalçaları tamamen çıplak, kadınsı bir teni var ve tüysüz… Çok utanıyorum ama bakmaya devam ediyorum. Birden sağ kalçasında deri üstüne deri kabarması gibi, ur gibi bir şey çıkıyor ve bu ur bir insan eli büyüklüğünde. O anda içimden “Bunun çok çirkin işlerini herkes duyacak” diyorum.

Sonra yine sahne değişiyor. Ben cezaevinden çıkınca, iki taraf arasında açıkça çatışma çıktığını görüyorum. Benim içeriden çıkmama bizim haricimizdeki bir grup da aracı olmuş ve o grup Ankebut Ağı’nın hedefi olmuş. Onların bulunduğu araba, aşağıda sahil yolundaymış. Ankebut’un ekibi onları tespit etmiş, üzerlerine gitmiş, çatışmışlar.


Sonra yine sahne değişiyor ve yine ofis gibi kapalı bir mekandayım ama orasını emniyetli buluyorum. Karşımda masasında oturan ve yüzü seçilmeyen kişiyi de dost görüyorum. Onunla bazı meseleleri değerlendiriyorum. O anda arkamda bir yol varmış ve o yoldan bir araba aşırı hızla geçiyor. Gittiği yönde az ileride deniz/sahil varmış ve o aşırı hızla o araba denize uçuyor. Denize arabanın burnu vurunca su 8-10 metre yüksekliğe sıçrıyor. Sanki 8-10 mt yüksekliğinde bir tsunami gibi görünüyor. Ben suya bakınca devasa boyutta bir sıçrama olduğunu düşünüyorum, biraz şaşkınlık yaşıyorum ve ardından içimden “İşte rezil oldu. Bütün pisliği meydana çıktı ve intihar etti diyorum.”

2019’un Ağustos ya da Eylül ayında, Ümraniye E Tipi toplama kampında gördüğüm bu rüya burada bitiyor, uyanıyorum.

Mehmet Fahri Sertkaya

Bir Yorum Yazın