Etiket arşivi: Mekke

BEKKE

BEKKE

Al-i İmran 96. ayeti:

“İnsanlar için kurulan ilk ev(yani Allah’ın evi olan gerçek Kabe), (Mekke’deki değil) Bekke’deki, mukaddes olan ve bütün insanlığa yol gösteren (Kabe)dir.”

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ

İnne evvele beytin vudia lin nasi lellezi bi bekkete mubareken ve huden lil alemin.

Kur’an-ı Kerim’de geçen “Ümmülkura” yani “Başkent-Anakent” kesinlikle Mekke değil. Ümmülkura Kudüs yani gerçek Kudüs olan İstanbul…

Kur’an-ı Kerim’in ayetleri arasında Mekke’nin kutsal olduğunu açıkça ifade eden hiçbir ayet yok.

Kur’an-ı Kerim’in ayetleri arasında Bekke’nin kutsal olduğunu açıkça ifade eden ayet var. Bakınız Al-i İmran suresinin 96. ayeti…

Bekke’nin, Mekke’de bir alan, kısım olduğuna dair iddiaların hiçbirinin hiçbir dini, tarihi delili yok.

Bekke’nin, Mekke şehrindeki sembolik Mescid-i Haram içindeki iç bölge olduğuna dair iddiaların da hiçbir dini delili yok.

Bekke’nin ne demek olduğunu bu güne kadar izah edebilmiş tek bir İslam alimi dahi yok. Varsa, izah etmişlerse ya kaynaklara geçirmemişler ya da o kaynaklar bize ulaşmamış.

Nasr suresinin Mekke’nin fethinden sonra nazil olduğu çok kesin dini delillere dayandığı halde, bunu dahi kabullenemeyip eğip büken sözde alimlerin eline kalmış din işleri… Oysa Nasr suresinin gelecekte yaşanacak çok büyük bir fethi haber verdiğini anlamak ve kabullenmek hiç zor şey değildi.

Bunlar gibi, ayetlerde ve hadislerde geçen çok sayıda hususta zorlama yorumlar yapılmış. Bunlar müslümanlara adeta dayatılmış ve gerçeği aramanın önü kapatılmış.

Adem babamızdan bu güne kadar dünyanın anakenti olan kent, kesinlikle Kudüs… Yani şu andaki adıyla İstanbul…

Hatta gerçek Kudüs olan İstanbul’un, üzerinde hayat bulunan, insanlar ve cinler bulunan bütün başka dünyaların yani kattrilyonlarca dünyanın/gezegenin de kutsal gördüğü bir kent olduğu anlaşılıyor.

Daha önce ilgili ayeti konu ederek açmış, izah etmiştim ki gerçek Mescid-i Haram’ı İbrahim peygamber de evladı da inşa etmedi.

Gerçek Mescid-i Haram’ın ortada görülemediği, yerinin bilinemediği ve bulunamadığı şartlar oluşmuştu. Çünkü hz İbrahim devrinde Nemrud vardı. Peygamberimiz bize haber verdi ki Nemrud bütün dünyanın tek başına bir devlet olduğu zamanda dünyanın tek hükümdarıydı. Ayrıca aşırı vahşi, acımasız, hukuk tanımaz, İslam düşmanı biriydi.

Nemrud’un elinde de günümüzden çok çok ileri bilim ve teknoloji vardı. Nemrud, gerçek Mescid-i Haram’ı yıkamasın, yok edemesin diye gerçek Mescid-i Haram, Nemrud’un elindeki teknolojinin bile zarar veremeyeceği şartlarda korundu ve gizlendi.

İbrahim peygamber ile oğlu, gerçek Mescid-i Haram’ın yerini manevi keşifle keşfettiler. Allah onlara yerini bildirdi. Onlar da gidip gerçek Mescid-i Haram’ın sadece temellerini yükselttiler. Ayette açık şekilde “Temellerini yükselttiler” ifadesi var.

Yani her şeyi ile hazır haldeki Mescid-i Haram’ın yani Kabe’nin bulunduğu konumdan daha yüksek bir yere çıkmasını, bütün insanlar tarafından görülür olmasını sağladılar. Başka bir şey yapmadılar. En baştan, yeniden bir Mescid inşa etmediler.

Bundan beş ya da yedi ya da dokuz bin sene önce, hz Süleyman ve hz Zülkarneyn beraberce dünya hayatında idiler. Dünya yine tek bir devletti. Bu iki kişi sırayla tek dünya devletinin başına geçen iki mü’min idareci oldular. Bunların ikisi ya da aralarından biri, gerçek Mescid-i Haram’ı yine gizledi.

Çünkü… Kendilerinden hemen sonra dünya genelinde inkarın, dinsizliğin yayılacağını, başını İblis’in çektiği Ankebut Ağının binlerce sene boyunca dünyada hükümran olacağını, sözlerinin geçeceğini, galip taraf olacaklarını biliyorlardı. İslam dinini ezip yok etmek isteyeceklerini, kendilerinden sonra gelecek hak peygamberleri hatta hz İsa ile hz Muhammed gibi çok büyük peygamberleri bile çok zor şartlara düşüreceklerini biliyorlardı.

Bu nedenle kendilerinden sonra İblis’in zarar verememesi için sadece gerçek Mescid-i Haram’ı değil, gerçek Mescid-i Aksa’yı da gizlediler. Tur-i Sina’yı da gizlediler. Tabut-u sekineyi de gizlediler. Gerçek mukaddes emanetleri de gizlediler. Bozulmamış haliyle gerçek Tevratı, gerçek Zeburu da muhafaza altına aldılar.

Bunların hepsini, bu binlerce sene devam eden inkar, küfür, zulüm, vahşet devrini bitirecek olan Mehdi bulsun, çıkartsın diye de gizlediler

Evet, hz İbrahim devrinin ilk kısmında olduğu gibi, günümüzde de gerçek Mescid-i Haram hala gizlenmiş, saklanmış, korunmuş halde… Onu da Mehdi meydana çıkartacak.

Şakirtlerin hazırladığı bir video paylaşmıştım 2023 yılı içinde… Kaynaklardan çalışmışlar ve hz Ali’nin Mehdi hakkındaki bazı sözlerini de aktarmışlardı.

O sözler arasında “Hz Mehdi’nin Mescid-i Haram’a girmesine ve şunu şunu yapmasına Allah izin verecek” mealinde cümleler vardı.

“Ben bu güne kadar bu rivayete denk gelmemiştim ama şaşırmadım. Gerçek Mescid-i Haram’ın ortada olmadığına emindim. Meğer hz Ali de bunu haber vermiş. Eğer ortada görünen gerçek Mescid-i Haram olsaydı, bu sözleri manasız olurdu. Çünkü TR’den ve dünyanın her yerinden çok münafık siyasetçiler bile mevcut Mescid-i Haram’ın yani kabe’nin içine girdiler. Orası gerçek Kabe olsa giremezlerdi. Çünkü hz Ali de sadece Mehdi’nin girebileceğini açıkça söylemiş” mealinde yazmıştım.

Yine geçen sene içinde yaptığım bir paylaşımda bir hadis aktarmıştım. Sahih bir hadis o…

Peygamberimiz hanımına mealen “Eğer kavmim cahiliye/şirk devrinden yenice çıkmakta olan bir kavim olmasaydı şu Kabe’yi yıkardım” demiş. Bizim muteber sünni kaynaklarımızda sık sık konu olmuş bunlar.

Orası gerçek Mescid-i Haram olsa, hz peygamber hanımına neden böyle bir söz söylesin?

Bu nasıl bir ümmettir ki 14 asırdır Bekke’nin ne olduğunu anlayamamış ve bu rivayetler, hadisler, ayetler, her şey gözler önünde iken meseleyi açıklığa kavuşturamamış.

Sahih hadiste “Hilafet otuz yıldır” denilmiş. Dört halifeden sonrakiler gerçek halife olsalardı, bunlar böyle mi yaşanır, hayat böyle mi akardı?

Bu halife/hilafet hadisini bile eğip bükmüşler. Ne imiş “Nübüvvet hilafeti” demişler. Bunlar hep İblis’in saptırmaları…

Sabah’tan beri metafizik sahada kıyamet kopuyor. Dünyanın her yerinden gerçek ve dürüst metafizikçileri çağırın, çevirin sorun ve anlatsınlar bu günkü çatışmaları…

Birçok sebebi var. Ankara’nın bitmesi değil mesele, dünya genelinde İblis’in sistemi Nisan sonu itibariyle bitti ama bu günkü saldırıların asıl sebebi bu konular, yapacağım bu yayınlardı.

İblis, bu yayınları yapacağımdan haberdardı

Gerçek Mescid-i Haram’ın şu an itibariyle nerede olduğuna emin değilim. Geçici bir süre için Mekke’deki temsili Kabe’nin altında, yerin altında bulunuyor olabilir.

Lakin, Adem babamızdan hz Süleyman-hz Zülkarneyn devrine kadar İstanbul’da yani gerçek Kudüs’te yani Bekke’de bulunduğuna eminim.

Bekke ayeti, bu hususu açıkça anlamamızı sağlıyor. Dünyanın ana kenti de İstanbul, Adem babamızdan itibaren hz Süleyman devrine kadar gerçek Kabe’nin bulunduğu kent/şehir de İstanbul.

Belki de şu anlarda bile gerçek Mescid-i Haram İstanbul’da olabilir. Bu beni aşan mesele…

Lakin gerçek Mescid-i Aksa’nın şu anlarda İstanbul’da olduğuna kesinlikle eminim.

“Bekke, Eski Ahit/Tanah’da bahsi geçen ve günümüzüde Kudüs’de yer alan Bekke Vadisi ile de özdeşleştirilmektedir.”

Günümüzdeki Kudüs, sahte Kudüs… İblis’in büyük bir kandırmacası o… Orada gerçek Bekke vadisi yok.

Yahudilerin ve hristiyanların dini kaynaklarındaki her husus saptırılmış, tahrif edilmiş değil. Onların kaynaklarının bazılarında kısmen doğru şekliyle kalan bilgiler de oldu.

Onlarda da Bekke zaten konuş olmuş, geçmiş, bilinmiş.

Kur’an-ı Kerim gerçek İncil’i de Tevrat’ı da Zebur’u da zaten inkar etmiyor. Onlar da Allah kelamı.. Lakin asılları ortada yok da tahrif edilmiş halleri var. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’de bir kez daha Bekke’den bahsedilmiş ve bu bilginin yeniden bilinmesi, öğrenilmesi Allah tarafından takdir edilmiş.

Lakin nasıl bir ümmet tarihi varsa artık, 14 asır olmuş, şu meseleler açıklığa kavuşturulmamış.

Kur’an-ı Kerim’de de Tanah’ta da geçen “Bekke Vadisi” ya da “Bekke şehri”, gerçek Kudüs olan İstanbul’da… Başka bir yerde değil. Kesin bilinemeyen şey ise gerçek Mescid-i Haram’ın şu an itibariyle nerede olduğu…

Vadi, iki dağın birleştiği yerdeki geçit demek. Bu da göz önünde bulundurularak meseleye bakılmalı…

İstanbul’un kaç dağı ya da tepesi olduğu zaten belli…

En büyük tepesi ise 500 küsur metre yükseliğinde olan Aydos tepesi…

Aydos Kartal demek. Zaten bir kenarında kocaman Kartal ilçesi var.

O Kartal ilçesinin az açığında denizde tuhaf tuhaf adalar var.

Yıllar önce anlattım Musa peygamber de Yuşa peygamber de Hızır as. da İstanbul’da idiler. İki denizin birleştiği yer de İstanbul…

İstanbul varken, uydurulmuş Kudüs, oradaki uydurulmuş Mescid-i Aksa nedir… İblis’in bu oyunu bitti artık, buraya kadardı.

Bu gün cinlerden kaç kişinin öldüğünün sayısını biliyor mudur acaba…

Bu kadar koştu, çırpındı, hiçbir şeye mani olamadı, ne yapmam gerekiyorsa hepsini yaptım, yanı sıra ekibimle beraber cin kıyımı da yaptım.

Ay asıl şimdi yarıldı ve saat sürecinin en güzel anlarına girildi.

https://t.me/AkademiDergisi/104464

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Aydos tepesini fethetmemin vakti gelmiş mi?

  • Rüyamda dev bir kartal gökyüzünde uçuyor elips çiziyor uzun süre bulutların üstünde sonra üstü düz bir dağa konuyor konduğu anda ayaklara yere basar basmaz yeşil uzun elbiseli göğsünde zümrüt kolyesi olan Hz.Süleymana dönüşüyor bu da söyleniyor ve kim olduğunu anlamıyorum ilk başta ayni anda plan değişiyr Hz.Süleyman bir odada oda arkadan gelen bir ışikla aydınlatılmış bir yer kalbim dayanmıyor bu işığa çıkacakmis gibi oluyo Hz. Süleyman aynı anda değişip Hz Aliye dönüşüyor ve elinde değişik bir kağıt türünden bir deste yazı varmış

Bu ne diye içimden soruyorum denjyor ki bu Celcelutiyedir grupta olan ses kayıtları aklıma geliyor sonrasında o anda bir rüzgar çıkıyor ve bu bir deste kağıt önce yavaş sonra hızla kartala dönüyor havaya uçuşuyorlar kağıt ile sonra başka bir rüyaya geçiyorum küçücük bir mağara içerisinde büyük bir göl var gibi suyun içerinde Süleyman peygamberinb sandığı var diye konuşuyorlar bende köşeden dinliyormuşum konuşanları mağaranın yıkılır gibi oluyor sonra bir ışık göğe yükseliyor
Diyorum ki bu nasıl oldu bunlar inanamıyorum bu yaşanılanlara korkarak uyanıyorum rüyamdan

👆👆👆 “Aydos adının, Yunanca kartal anlamı taşıyan “aetos” tan dönüştüğü düşünülmektedir.”

“Aydos Tepesi, 537 metrelik rakımı ile İstanbul’un en yüksek noktasıdır.”

Burada “yeşil ve uzun elbise” konunun dini bir konu olduğu manasına geliyor.

Buradaki “ışık” bütün dünya insanlığını hatta cinler alemini de sarsacak bir gerçeğin meydana çıkması, bir haberin duyulması demek.

Burada hz. Ali temsili karakter ve Mehdi’yi temsil ediyor.

İspat var…

“Rüyada yazı görmek, çok hayırlı ve güzeldir.Gerçekliği olan işlere, ayakları yere basan ve biraz çalışma ve gayret etme sayesinde gerçekleşecek hayallere, elle tutulur, gözle görülür işler yapmaya ve başarılı olmaya, ispatı olacak belgeli mallara, bu malların sahibi olmayı kanıtlayabilmeye tabir edilir. Rüyada yazı görmek, kazancın, mutluluğun, sağlığın, huzurun, keyfin, neşenin ve ağız tadının bir ömür süreceğine yorulur.”

Celcelutiyye, en iyi, en güzel, eşi-benzeri olmayan ya da eşi-benzeri çok zor bulunabilecek olan, tek, olağan üstü vasıflarda olan demek.

Akademi Dergisi kanalında yayınlar yapılacak olması demek.

Dengeler, kabullenişler, doğru zan edilenler, bazı inançlar çok büyük hızla savruluyor, yıkılıyor, değişiyor ve gerçek bilgiler öğreniliyor, kabulleniliyor.

İkinci Süleyman devri başlıyor…

İnsanların ve cinlerin hükümdarı, dünyalıların ve uzaylıların hükümdarı, dünya tek devlet iken bütün dünyanın tek hükümdarı olan Süleyman peygamberin devri gibi bir devir başlıyor…

“Rüyada kartal görmek kişinin hayatının başarılar, mutluluklar ve zaferlerle dolu olmasına delalet eder. Rüyada kartal kişinin hem maddi hem de manevi olarak kudretli olmasına yorumlanır. Bazı rüya tabirlerine göre kartal büyük kısmet anlamına gelir. Rüyasında kartal gören kişi yüklüce bir kısmete konacak demektir.

Bir kişinin çatısında kartal olması o evde bolluk, bereket ve zenginlik olacağı ile tabir edilir. Bir kişi rüyasında kartal görürse o kişi devlet kurumlarında resmi bir göreve getirilecek ve söz hakkı elde edecektir. Yani kartal aynı zamanda kişinin makamının yükselmesine ya da rütbe sahibi olmasına işaret eder.”

“Rüyasında mağaraya girdiğini gören kişi, büyük ve zor bir işi tek başına göğüsleyecek ve bu meşakkatli işten Allah’ın izniyle tek başına alnının akı ile kalkabilecek demektir.”

Burada “göl” bolluk, bereket, zenginlik, hazine, ilim demek.

Lakin diğer manasıyle “göl” herkesin şaşıracağı ve memnun kalacağı, sevineceği bir şey yapmak demek.

Bu bazen gizli olan ya da kayıp olan ya da yeri bulunamayan bir şeyi bulmak, meydana çıkartmak olabilir.

Sandık görmenin doğrudan manası kısmet, kazanç, şans, hazine demek.

Ayrıca diğer manası ise gizli olan şeyleri meydana çıkartmak demek.

Orada bulunacak şeylerin Süleyman peygamber zamanından kalan hazineler, ayrıca hazine gibi görülecek ilimler, fenler, teknolojiler, projeler vb. olduğu anlaşılıyor.

Ayrıca bulunacak şeyler arasında gerçek mukaddes emanetler de olabilir. Gerçek Tevrat, gerçek Zebur, gerçek İncil hatta bazı peygamberlere indirilen sayfalar/suhuf da olablilir.

Hatta meşhur Tabut-u sekine de bulunabilir.

Işığın göğe yükselmesi, bulunacak şeylerin gizlenemeyecek olması, bütün dünya insanlığınca duyulacak olması demek.

Korkmak ise çok büyük sevinç demek.

Anladığım kadarıyla rüya sahibi, ikinci kısımda, rüya içinde rüya görmüş. Sonra rüya içindeki rüyadan uyanmış. Zaten kişinin rüyada kendini uyuyor ve rüya görüyor şeklinde görmesi de çok hayırlı.

Rüyada rüya görmek, bir gün yaşanacağını zaten bildiği bazı hadiselerin yaşanacağına dair rüyalar görmek demek.

Yani bu rüyayı gören kişi bir gün gerçek Mescid-i Aksa’nın, gerçek Kudüs olan İstanbul’da bir yerden meydana çıkartılacağını biliyormuş. Bir şekilde duymuş veya okumuş da bilmiş bunu.. Rüyasında ise rüya sahibine “Bak işte o vakit geldi. Kısa süre sonra o bildiğin ve yaşanmasını beklediğin büyük hadise yaşanacak” mesajı veriliyor.

Bitmedi… Başka rüyalar da var, ilimler de var, hikmetler de var, dini deliller de var ama neden anlatayım?

Zaten bile bile, göre göre inkar modundalar. Küfr-ü inadi tarzıyla hareket ediyorlar ve ne olursa olsun çatışacağımızı ve bunları bu arzdan temizleyeceğimiz biliyorum. O nedenle çok detaya girmiyorum. Lakin bulduğum bir fırsatta Bekke’yi anlatacağım.

Dikkat edilsin Mekke demedim, Bekke dedim…

Al-i İmran 96. ayetine bakın.

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

Süfyan’a dair bilinmeyenler, yanlış bilinenler, hakikatler ve hz. Mehdi ile savaşı

Süfyan, Recep Tayyip Erdoğan ve destekçileri de kelp kabilesi yani köpekçiler-kurtçular yani ülkücüler…

Süfyan, müslümanlar arasından çıkacak, müslüman gibi görünecek, aldatacak, yahudilere hizmet edecek…Süfyani de kelpten, kelpler (MHPKK) gizli ermeni çingeneler..

Süfyani’nin yüzünde kaşıntılı bir hastalık olması: aslında göz önünde ki münafıklığı demek…

Kelp kabilesi büyülerle, metafizik ordularla Mehdi’ye saldırsa bile Süfyanı ayakta tutamayacak. Mehdi, küresel sistemi/ticareti çökertecek..

Sağ kalmamaları, hepsinin mağlup olmaları demek..

Şeytan Süfyan’ın kim olacağını biliyordu. Süfyan da, süfyan olacağını, bir gün başa geçeceğini biliyordu..

Süfyan’ın yardımcıları, kelp kabilesinden Devlet Bohçalı, Tuğrul Türkeş, Cüneyt Zapsu ve diğerleri..

Süfyani, Şam liderini yani Esed’i yeniyor. Mehdi de Süfyani’yi yeniyor.

Süfyani’nin çıkışının, Hz. Mehdi’nin zuhur alametlerinden olduğu

Kelp kabilesi Şam’da minbere oturduğunda…

Süfyani, üç kılıç kullanır bunlar;
1.Şeytani metafizik. 2.Resmi yetki. 3.Tartışmalı, birkaç ihtimal var.

Süfyani’de, Mehdi’de iki yarış atı gibi çıkarlar. Aynı dönemde çıkarlar.

Süfyani, Fırat’ı geçmek için kafirce hamlelerini artıracak. Ermeni diye bir soy yok! Ermeniler; çingeneler ile bölgede genetik kodları düzgün toplulukların birleşip çoğalmasından meydana gelmiş ve lisanı da Hindistan kaynaklı çingene lisanı olan Ermenicedir.

Süfyan ve Mehdi, peşinden gelenlere galip gelirler..

Şam Suriye, halife devlet başkanı, Medine İstanbul demek…

Rüyalar, çok yüksek oranda temsilidir. Kişiler, yapılar, mekanlar temsili olabilir.

Bazı hadisleri şu an tabir etmeyeceğim. Düşmana fırsat vermek, yol göstermek olur…

Mehdi, Süfyani’nin ordusunu hezimete ug‌ratır. Mehdi’ye son ana kadar tabi olmayacakların projeleriyle, Mehdi ilgilenmeyecek..

Süfyani ordusunun, Beyda’da batışı

Duru görüyü tam manasıyla anlayamadan yüzlerce film dizi ile Mehdi’yi anlatmışlar..

Şu Beyt’e bir ordu gelir, ancak Beyda’da yere batar.

Kabe görmek, devlet lideri görmektir. Kabenin yıkılması demek, büyük bir liderin yıkılması demek. Bazen de tersi mana çıkabiliyor

Kabeye karşı bir ordu gönderiliyor demek anlaşmaya çalışılması demek ama anlaşma olmuyor.. Çok az bir kısmı dışında hepsi batıyor.

Batacaklar ama vazgeçmeyecekler, kabeyi yani lideri yani Mehdi’yi fethetmek isteyecekler.

Büyük patlama teorisi (Big Bang Theory) doğru. Bilim bu hususta doğru yolda..
Ordu, yatırımcılar ve siyasetçilerin oluşturduğu kalabalıklar. Mali ve siyasi krizi çözmek için Mehdi ile temastalar ama batıyorlar. Kıyamet denilen ise, patlama, büyük haberdir. Kıyamet öncesi niyeti bozuk olanlar, ayağa kalkamıyor

Şam’da yani Suriye’de yapılacak büyük projeler.. Amik ovası, asıl Şam topraklarında..

Mehdi ve Süfyani Türklerin arasından çıkacak, Süfyani Türklerle savaşacak. Mehdi Türklerle birlikte hareket edecek ve Süfyani’yi yenecek.

Rüyalarda ki ve duru görüde ki zaman konusunda sıkıntılıyım, gerçek manalarına gelmiyor.

Para akışı, ticaret yolları kesilecek, zararlar artacak. İş adamları Mekke’ye (Ankara) Mehdi’ye gelecek. Mehdi bazen İstanbul (Medine) bazen Ankara’da olacak.

Mali bataktan kurtulmak için Mehdi’ye gelirler ve Mehdi evinde oturuyor iken çaresizce ”Bizim için kalk artık” derler.

İnsanlar ümitsizlikten Mehdi yokmuş diyecekler. Ardından Mehdi daha da parlayacak. Mehdi küs oldukları ile barışıyor, anlaşıyor sonra minbere çıkıyor.

Hicaz Suudi Amerika, bizim topraklarımız..
Mehdi zuhurundan ve biat aldıktan çok kısa süre sonra Suudi Arabistan diye bir devlet bırakmıyor ve Hicaz toprağını feth ediyor..

Mehdi, İstanbul’u yani asıl Kudüs’ü fethetmeden önce, Suudi Arabistan, Suriye, Irak ve büyük ihtimalle İran diye bir ülke de bırakmayacak.

Dünya’da en özel konumda olmak, dünya’nın gerçek lideri olmak…

Üzerinde mavi-lacivert arasında elbise olması, resmi yetkiye ihtiyaç duymadan hakimiyeti ve sistemi sağlamış olmak manasına geliyor.

Dünyanın elinde olması, dünyayı yönlendiren kişi olmak demek. Maddi kayıplar ve maddi kazançlar.. Mfs’nin karşısında oturan İsa as. ve beyaz uzun kıyafet giymesi, saflık temizlik masumiyet…

Süfyani ve kelp yani köpekçiler-kurtçular yani MHPKK’liler, Kudüs’te yani İstanbulda savaşıyorlar, Süfyani esir alınıyor. Süfyan, Mehdi’ye tabi oluyor…

Mehdi malı paylaştırması, gerçek manasına da çıkıyor… Mehdi, ab-ı hayat ölümsüzlük suyu içiyor…

Şam’da ki savaş, gerçek manasına gelmiyor. Rumlar, Hristiyan batı alemi demek. Konstantiniyye cephe savaşı olmadan fethedilecek…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Gerçek Kabe Petra’da mı?

Mehmet Fahri Sertkaya:

Son günlerde gerçek Kabe’ye ve gerçek Mescid-i Aksa’ya dair dünyayı sarsan yazılarımı yazarken, bu belgeselden, benzerlerinden ve bu konuda daha önce yapılmış başka yayınlardan hiç haberim yoktu.

Mehmet Fahri Sertkaya:
Birkaç gündür çok sayıda kişi bana bu belgeseli attı ve hakkında yorumlar yapmamı istediler. Dün sadece çeyreğine bakabilmiştim. Bu gün hızlandırarak kalanını da izledim.

Mehmet Fahri Sertkaya:
Bu belgeselin itibar edilebilecek bir yanı yok. Art niyetle yapıldığı, aldatıcı tavırlar sergilendiği, tipik misyoner taktikleri de kullanıldığı çok açık.

Mehmet Fahri Sertkaya:
Dan ya da Daniel Gibson diye birinden de haberim yoktu. Henüz hakkında bir kişiye bile bir şey sormuş ve bilgi almış değilim ama satanist olduğuna eminim. Buna rağmen, kendini Hristiyan gösteren satanistlerden biri de olabilir. Yaşıyor galiba… Sağlığı nasıl bilmiyorum ama ölmeden önce onunla karşı karşıya gelmeyi de isterim. Çünkü, şu yaptığı çok adice bir davranış. Sadece Wiki’ye baktım az önce, bana sorular soranlara yazdıklarımda isabetli olduğumu anladım. Bu iddiaları, daha önce başkaları tarafından iddia edilmiş ve o kişiler bu konuda bir de kitap yayınlamışlar. Lakin, belgeselin başından sonuna kadar, bu konulara onlarca senesini ayırdığını anlatıyor. Hep bir aldatıcılık var.

Mehmet Fahri Sertkaya:
Ümmed-i Muhammed’in ilk yıllarında müslümanlar, yüzlerini İstanbul’a yani gerçek Kudüs’e doğru döndüler. İstanbul’daki gerçek Mescid-i Aksa’ya doğru döndüler. Bu hususu artık herkes duydu, anladı. Günümüzde Kudüs denilen şehrin gerçek Kudüs olmadığı, olamayacağı gözler önünde… Günümüzde Mescid-i Aksa denilen yapının da Süleyman peygamber tarafından yapılan gerçek Mescid-i Aksa olamayacağı gözler önünde… O yapının yaşı da mimarisi de türlü detayları da bilimsel olarak bakıldığında, yakın tarihlerde yapılmış bir yapı olduğunu kesin olarak gözler önüne seriyor. Peygamberimiz ve ilk müslümanlar, o sahte Mescid-i Aksa’ya dönmediler ve İstanbul’a doğru dönerek namaz kılarken Petra da dahil, İstanbulla aralarında kalan çok sayıda şehre ve yapıya da yüzlerini ister istemez dönmüş oldular. “Müslümanların gerçek kıblesi Petra” denilebiliyorsa, başkaları da çıkar ve “Müslümanların ilk kıblesi Kıbrıs’ta” diyebilir. Hatta Antalya’da, Isparta’da, Kütahya’da olduğunu iddia edenler bile çıkabilir. Bu belgeselin en büyük sorunu, müslümanların zaten ilk zamanlarda birinci kıbleye yani Mescid-i Aksa’ya döndüğünü, sonra ikinci kıbleye yani Mescid-i Haram’a döndüğünü sanki çoğu müslüman bilmiyormuş ve bu sanki gizli bir sırmış gibi tavır sergilenmesi… Hicretin 17. ayında nazil olan ve Mescid-i Haram’a dönülerek namaz kılınmasını emir eden ayetin bile sinsi sinsi inkar edilmeye çalışılması… Devamında da zorlaya zorlaya, saçmalaya saçmalaya ve misyonerler gibi tavırlarla/taktiklerle Petra’nın Kabe ilan edilmeye çalışılması… Oysa dürüstçe araştırsalar, karşılarına çıkan asıl gerçek, mevcut Kudüs’ün gerçek Kudüs olmadığı, mevcut Mescid-i Aksa’nın da Mescid-i Aksa olmadığı gerçeği… Böyle acınası haldeler ama misyonerce tavırlarla, hak din olan İslam’ı, hak kitap olan Kur’an-ı Kerim’i, hak peygamber olan Hz. Muhammed’i yıkmaya, inkar ettirmeye çalışıyorlar.

Mehmet Fahri Sertkaya:
Şu anda birkaç işi bir arada yapıyorum, iki gündür başkalarına yazdığım bazı mesajları buraya yönlendireceğim ya da kopyalayıp yapıştıracağım.

Mehmet Fahri Sertkaya:
şu belgeselin devamına anca bakıyorum da

Mehmet Fahri Sertkaya:
adam şahsi görüşü ve islam düşmanlığı ile zorlama yorumlara devam ediyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
tam 60. dk

Mehmet Fahri Sertkaya:
adam devamında ne diyecek bakmadan

Mehmet Fahri Sertkaya:
önden yorum yapıyorum

Mehmet Fahri Sertkaya:
buraya kadar olan kısımda güya mescidlerin kıble yönüne bakarak petra ya dönük olduklarını bulmuştu

Mehmet Fahri Sertkaya:
ki bunda dürüst davranmıyor, dayanak aldığı mescidlerden birkaçı petraya bakmıyordu

Mehmet Fahri Sertkaya:
şimdi daha net bir şey var

Mehmet Fahri Sertkaya:
hicretin ikinci asrında yapılan ve günümüze kadar ulaşmış olan birkaç mescidi incelemiş

Mehmet Fahri Sertkaya:
ve sonunda diyor ki

Mehmet Fahri Sertkaya:
bunlar petraya dönük değil

Mehmet Fahri Sertkaya:
ama mekkeye de dönük değil

Mehmet Fahri Sertkaya:
ikisinin arasında bir açıya dönük diyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
EG, ekran görüntüsü demek.

Mehmet Fahri Sertkaya:
Adam, güya ömrünü harcadığı çalışmaları, burada da kendi kendine ve kısacık sürede aslında çürütüyor. Başkasına ihtiyaç bırakmıyor. Dünyanın farklı yerlerindeki müslümanlar acaba ikinci asırda mekkenin/kabenin ne yöne kaldığını tespit etmekte çok hatalar mı yaptılar. Çünkü mesela emevilerin yaptığı mescidler de petraya dönük değil ve her bir bölgedeki mescidler farklı farklı yönlere dönük. Lakin neredeyse doğru olan kıble yönüne paralel olan beş-on farklı ve hatalı yöne dönmüşler. Buradan bile anlaşılıyor ki yaklaşık olarak kıble yönünü tayin etmişler ama tam isabet edemeyip de gerçek yönün paralelelinde kıble yönleri kullanmışlar. Bunların tek bir mekana, şehre dönük olmadığı ama birbirine paralel yönler olduğu çok açık. Muhtemel ki kıble yönünü tespit etmekte aciz düşüyorlardı ve daha önce yakında yapılmış mescidlerin kıble yönüne bakarak, ona paralel yönlere bakan yeni yeni mescidler yapıyorlardı.

Mehmet Fahri Sertkaya:
o tarihte değil, şu asrımızda bile

Mehmet Fahri Sertkaya:
tr nin çok sayıda camiinin kıblesinin bozuk olduğu anlaşıldı

Mehmet Fahri Sertkaya:
hatta osmanlı tartışmasız şekilde Mekke’deki Mescid-i Haram’ı kıble bildiği halde, Osmanlının yaptığı ve asırlarca ayakta kalmış pek çok caminin bile kıblesinin yönü hatalı

Mehmet Fahri Sertkaya:
Diyanet son on-yirmi yıl içinde bunu iyice anladı, zaten cami cemaatleri arasında da tartışmalar çıktı

Mehmet Fahri Sertkaya:
sonunda “kıblesi bozuk camilerin kıblelerinin düzeltilmemesine” karar verdi

Mehmet Fahri Sertkaya:
tartışmaları bu şekilde kapattı geçti

Mehmet Fahri Sertkaya:
o halde hicri ilk asırda ve ikinci asırda yaşayan müslümanlar ki

Mehmet Fahri Sertkaya:
bazıları dini gayelerle sefer üstüne sefer yaptılar

Mehmet Fahri Sertkaya:
bir yerde sabit yaşamadılar

Mehmet Fahri Sertkaya:
yabancı diyarlara gittikleri halde söz sahibi oldular

Mehmet Fahri Sertkaya:
oralarda detaylara, coğrafyaya, araziye, yönlere hemen vakıf olamadılar

Mehmet Fahri Sertkaya:
ama hemen mescidler inşa etmeleri

Mehmet Fahri Sertkaya:
ya da en azından kıble yönünü tayin ederek hemen namaz kılmaları ve kıldırmaları gerekiyordu

Mehmet Fahri Sertkaya:
Allah bilir ya bu sıralarda belki de pek çoğu tam isabet edemiyordu

Mehmet Fahri Sertkaya:
Pakistanda hicri ikinci asırda yapılan bir camiden bahsediyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
ve kıblesinin tastamam mekkeye dönük olduğunu söylüyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
İşte tam burası

Mehmet Fahri Sertkaya:
Vakit ayırıp bakamadığım halde, belgeselin ilk kısmına göz atabildiğim halde, ilk değerlendirmeler olarak bu hususu yazmıştım

Mehmet Fahri Sertkaya:
kıblesi petraya dönük dediği bir kaç mescid var elinde ve onların da belki yarısında, kıble yönü diye kabul ettiği duvar, aslında kıble yönünün tersine kalan duvar olabilir demiştim.

Mehmet Fahri Sertkaya:
adam bu dakikaya gelince anca bunu söylüyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
bu EG’yi (Ekran görüntüsü) aldığım dakikalarda, ürdündeki bir mescidden bahsediyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
bu gibi mescidleri daha öncesinde “kıble petra’daydı, kıble olarak Petra’ya dönülüyordu” iddialarına dayanak yapmıştı

Mehmet Fahri Sertkaya:
oysa şimdi bu dakikada açıkça ifade ediyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
kıble duvarı denilen duvarın tam arkasındaki duvar

Mehmet Fahri Sertkaya:
tam olarak mekkeye, kabeye bakıyor

Mehmet Fahri Sertkaya:]
bunu itiraf ediyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
bir de bu dakikalara gelirken adam kendisi itiraf ediyor ki

Mehmet Fahri Sertkaya:
eskiden mihrab diye bir şey yoktu

Mehmet Fahri Sertkaya:
kıble duvarı vardı

Mehmet Fahri Sertkaya:
diyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
yani düz duvar vardı diyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
imamın önünde kıble yönüne doğru çıkıntısı olan bir mihrab yoktu diyor. Mihrabın ilk asırlarda olmadığı, zamanla ihtiyaçtan dolayı yapılır olduğu ve yayıldığı bililniyor. Kendisi de bunu gizleyemiyor. İlk zamanlarda dümdüz duvarlar vardı ama o duvarın kıble duvarı olduğuna dair üzerinde yazılar ya da işaretler vardı. Bu yazıların ve işaretlerin zamanla yok olması ve tam aksi yöndeki duvarın kıble duvarı zan edilmesi, hayatın akışı içinde yaşanması çok muhtemel bir şey…

Mehmet Fahri Sertkaya:
bu da gösteriyor ki

Mehmet Fahri Sertkaya:
belgeselin başından beri zihinleri yönlendiriyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
sonra bu hususlarda itirazlar geleceğini

Mehmet Fahri Sertkaya:
bu cümlelerin kendisine söyleneceğini de bildiği için

Mehmet Fahri Sertkaya:
bu konulara azıcık da olsa temas etmek zorunda kalıyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
lakin şu dakikaya kadar izleyenlerin çoğunun fikrini, itikadını zehirledi bile… En başından beri ben, Dan isimli bu adamın tavırlarında tipik misyoner taktikleri görüyorum. Zaten onlarca sene, dünyanın başka başka yerlerinde seneler dolaşmak, gezmek, incelemek, masraf etmek kolay iş değil. Acaba aileden kalan bir serveti mi bu yolda feda etti ya da kim, neden ve ne kadar maddi destekler sağladı. Ayrıca siyasi destek buldu mu, masonlarla arası iyi mi gibi çok sayıda sorunun sorulması ve hakkında soruşturma yapılması da gerekiyor. Çünkü gerçek bir tarihçi, araştırmacı, bilim adamı gibi davranmıyor. Sinsice tuzaklar kuruyor. Bu çok açık ve böyle olunca bu Dan kimdir, necidir, hedefi aslında nedir diye soruşturmak herkesin hakkı değil, vazifesi, mesuliyeti oluyor.

Mehmet Fahri Sertkaya:
petrada mancınıklarla atılan küre şekilli taşlar bulmuş

Mehmet Fahri Sertkaya:
onları gösteriyor ve

Mehmet Fahri Sertkaya:
işta kabeye mancınıkla atılan taşları da petrada bulduk diyor

Mehmet Fahri Sertkaya:
insan biraz utanır

Mehmet Fahri Sertkaya:
dünyanın ne kadar çok yerinde o taşlardan bulundu

Mehmet Fahri Sertkaya:
sadece kabeye mi o taşlardan atıldı

Mehmet Fahri Sertkaya:
bu mu bilimsellik

Belgeselin başında, “İslam’ın ilk zamanında çıkan bir savaşın İslam tarihini nasıl değiştirdiğine bakacağız” mealinde konuşmuştu. Belgesel az önce bitti, o bölüme dair, bu belgeselde çok kısa yer ayrılmış. Dahası, yine ortada somut hiçbir şey yok ve neyin, neyi değiştirdiğini anlayabilmek mümkün de değil. İddialarının bu kısmınının bile itibar edilecek bir yanı yok.

Bin dört yüz senede ağaçlık alanlar, yeşillik alanlar tamamen kuruyabilir de tamamen kurak bir yer ağaçlık ve ekin dolu bir yere de dönebilir.

Hatta bu süre boyunca birkaç tekrarla aynı bölgede bu yaşanabilir. Bu sanki asla olmayacak bir şeymiş gibi bir bakış açısı var belgeselde… Bunu güya bilimsel olarak ispat da etmiş. Topraktan numuneler aldırmış da eskiden de orada ağaçlar ve ekinler olmadığını inceleme neticesinde meydana çıkartmış. Kim inceledi? Hangi bilimsel tekniklerle inceledi? İnceleme teknikleri gerçekten bilimsel mi, gerçekten kesin sonuç veriyor mu? Bu bilimsel inceleme sürecine hile karışmadığından emin miyiz?

İnceleme sonuçları nerede? Sözde bilimsel belgeselde kendisi haricinde iki kişi görüntüye girip çok kısa kısa birkaç yerde konuşuyorlar. Kim oldukları belli de gerçekten vasıflı olup olmadıkları da belli değil. Belgesel boyunca sokaktaki insan misali konuşmuşlar, hiçbir ilmi, dikkate alınır konuşmaları olmamış. Böyle bir konuda, Dan’in iddialarının karşısında sadece iki kişi mi olmalıydı? O kişiler de bu kadar sönük, vasıfsız görünen kişiler mi olmalıydı? Kaldı ki bunlardan biri zaten kendi yandaşı ve kendisiyle aynı tarzda zorlama yorumlar yapıyor.

Bu belgeselin en başından sonuna kadar art niyet gözler önünde iken, o bilimsel testlere dair bilimsel sonuçları, her türlü şüpheden uzak kesin bilimsel sonuçları, belgeselde biraz daha konu etmeli ve evraklar, veriler açıklamalıydı.

Dar vakitte hızlıca yazıyorum. Bir başından bir sonundan konu ediyorum ama… Safa ile Merve tepeleri arasında gidip gelirken peygamberimiz su kanalında yürürmüş. Buna dair rivayeti mevzu etmiş ve “işte iki tepe şurası ve arasında su kanalı yok” demiş. Yaklaşık 14 asır geçmiş, o su kanalının oradan kaldırılması, oranın değiştirilmesi ihtimali yok mu?

Zaten belgeselin sonuna doğru, Peygamberimizin alemi değişmesinden sonra, Kabe’ye ve çevresine mancınıkla saldırı yapıldığını, temeline kadar yıkıldığını, ortadan kaybolduğunu, çevresinin de mahvolduğunu, kendisi anlatmıyor mu? Müslümanlardaki kayıtların bu şekilde olduğunu aktarmıyor mu?

Mevzu ettiği konular, onlarca saatte genel çerçevesi çizilecek, sonra tartışmasına başlanılacak, sonra da aylarca tartışılabilecek konular ama kısacık belgeselde “Ben böyle düşünüyorum” demiş demiş yol almış, yol aldıkça kendini yalanlayıp durmuş.

Şu da dikkatimi çekti. Videonun sonuna doğru, izleyenleri Kur’an-ı Kerim’in hak kitap olup olmadığına dair derin şüphelerin de içine çekmeye çalışmış ve ayette geçen Bekke’nin neresi olabileceğine dair konuşurken, Kur’an’ın eksik kalmış, bir araya tamamen toplanamamış kitap olduğunu kabullenmeye zorlamış izleyenleri… Yani Dan Gibson, Kur’an’ın hak kitap olmayabileceğini bile dillendiriyor ama işine geldiği her zaman, rivayet ettiği hadislerin tamamını tartışmasız sahih hadismiş gibi kullanıyor, dayanak/mesned alıyor.

Daha ilginci var ki belgeselin bir yerinde Buhari’nin iki asır sonra hadisleri toplamaya başladığını ve Buhari’nin aktardığı bazı hadisler arasında da tezatlar olduğunu kendisi söylemişken bunu yapıyor. Dan, hadis ilmine dair de hiçbir şey bilmiyor. Hadis alimleri, nasıl bir bakış açısıyla, hangi kaidelere riayet ederek hadisleri toplamış ve hadisleri kaç ayrı değerlendirme/kriter ile sınıflandırılmış, bunları da hiç bilmiyor. Birileri tarafından meydanda kullanılan, kulaktan duyma ve yönlendirmeye dönük bilgilerle konuşan biri görüntüsü veriyor.

Ben takipçilerime yukarıdaki gibi değerlendirme cümlelerimi yazarken, henüz hiçbir kaynağa bakmamıştım, kimseye danışmamış ve görüş almamıştım. Wikipedia’ya bile bakmamıştım. İki saat kadar önce Wikipedia’ya bakınca şu paragrafları gördüm:

  • Tarihçi Patricia Crone’un 1987 gibi erken bir tarihte keşfettiği gibi, Mekke şehri Kuran ve İslam tarihçiliğindeki Mekke tasvirlerine uymadığı gibi , o zamanlar Mekke herhangi bir ticaret yolu üzerinde de değildi . Ayrıca Mekke’de yedinci yüzyıla ait hiçbir arkeolojik kanıt yoktur. Aynı şekilde, bir arkeobotanik çalışma , Kuran’ın Mekke için bildirdiği bitkilerin Mekke’de hiç yetişmediğini göstermektedir .
  • Bu temelde Dan Gibson, İslam peygamberi Muhammed’in Mekke’de değil, Petra’da yaşadığı teorisini geliştirdi . Patricia Crone ve Michael Cook, 1977 tarihli Hagarizm adlı çalışmalarında, İslam’ın Mekke’de değil, Kuzeybatı Arabistan’da bir yerlerde ortaya çıkmış olması gerektiğini zaten öne sürmüşlerdi.

Şurası da çok komik. İnsan sadece gülüp geçiyor buna… Diyelim ki gerçek Mekke, aslında Petra… O halde hadislerde ve kitaplarda geçen onca yer, iz nerede? Buna cevap veriyor, falanca tarihte deprem olmuş da Petra’da o döneme dair her şey ortadan yok olmuş. O halde kazsın, bulsun, buldursun? Mekke’den toprak numunesi almış, şayet doğru söylüyorsa… Petra’da da gerekli bilimsel çalışmaları yapsın, yaptırsın? Bunu bile yapmadan, “Ben böyle düşünüyorum” diye diye bu kadar ciddi/sarsıcı şeyler iddia edilebilir mi? Bu nasıl bir depremse, ne var ne yok, hepsini büyük bir titizlikle yok ediyor?

Şuna ne diyeceğiz? Mancınıkla Kabe ve çevresi yıkıldı diyor, sonra Petra’da mancınıkla atılan taşlar görüyor, bunları ekrana yansıtıyor ve saniyesinde “bilimsel” yorumunu yapıyor. O taşların Kabe’ye mancınıkla atılan taşlar olduğunu kesin ifade ile söylüyor. Bu dünyanın tarihi boyunca, mancınıkla taş atılan tek yer Kabe mi? Yine oralarda bir yerde, kapı olduğunu, savunma hattı olduğunu keyfince, delilsiz olarak iddia ettiği bir yerde, o bel hizasındaki kayaların üzerinde sıvanmış yerleri gösteriyor. Onları da tamamen hayali ve art niyetli şekilde, oranın gerçek Mekke olduğunun delili olarak gösteriyor.

Bitmedi… Gerçek Mescid-i Haram’ın etrafında çok sayıda taşlar olması gerektiğini söyledikten sonra, Petra’da 20 kadar küp şeklinde taşlar olduğunu ve şehrin etrafında farklı noktalarda bulunduklarını söylüyor. Bu da oranın asıl Mekke/kıble olduğunun ve Mescid-i Haram’ın aslında orada, Petra’da olduğunun deliliymiş. Dünya tarihi boyunca, etrafı belli aralıklarla taş konularak çevrilmiş kim bilir kaç yapı vardı, kim bilir dünya üzerinde şu anda böyle kaç yapı ya da şehir var. Bu mu bilimsellik? Bu mu iyi niyet, dürüstlük? Bu mu araştırmacılık?

Bir süre sonra Mekke’den yada Petra’dan Medine’ye gidildiğini hiç inkar edemiyorlar. Belgeselin başka bir yerinde, Mekke ile Şam arasındaki mesafenin çok uzak olduğunu söyleyerek, bunu büyük bir sorun/tezat olarak değerlendiriyorlar. “O öyle olmamıştır, Ürdün Petra’dan Şam’a gitmişlerdir” diyorlar. Yine hiçbir bilimsel deliler dayanmadan… Pekiyi, Petra ile Medine arasındaki mesafe çok mu kısa? Madem ki Medine’ye hicret edildiğini kabul ediyorlar. Bir Medine süreci olduğunu kabul ediyorlar. O halde Medine sürecinde, neden Petra’ya dair başka hiçbir şey yok. Yani ilk müslümanlar Petra’yı güya kıble olarak kabul ediyorlar, bu kadar kıymet veriyorlar ama yanı sıra hiç onu konuşmuyorlar. Hiç hadislere ya da o dönemin müslümanların hayatlarına yansımıyor öyle mi? Bu izleri, işaretleri, rivayetleri Medine döneminde de hiç bulamıyoruz, öyle mi?

Peygamberimiz bedenen hayatta iken bu kadar yaşanmışlık, bu kadar yüksek sayıda insan, bu kadar geniş bir bölgeye kısa sürede yayılmış bir din/İslam var. Bunların devam eden nesilleri/evlatları var. Ve birkaç misyonerin iddiasına göre, ilk zamanlarda çıkan bir harp nedeniyle İslam dininin kitabı dahil, her şeyi bozulmuş. Bütün meseleler değiştirilmiş ya da unutturulmuş. Bunu iddia edebilmek, akıl işi midir? Ebu Vakkas (ra)’nın Çin’e gidiş tarihi olarak 616 tarihini tespit edenler olmuş. Belki tarihinde hata var ve 620’de gitmiş. Gidince orada İslam dinini anlatmış, öğretmiş ve çok zamanla yüksek sayıda Çinlinin hidayetine vesile olmuş. Yaptırdığı mescidlerden biri hala ayakta. Daniel de bunu belgeselinde konu etmiş. Bahsettiği ve İslam’a dair bütün bilgilerin güya yok olmasına ya da değişmesine sebep olan savaş yaşanırken, o savaşın tesiri Çin’e kadar mı gitmiş? İslam çoktan çok uzak yerlere bile ulaştırılmış. Kim, nasıl, en temel İslami esasları bile yok edebilecek ya da temelden değiştirebilecek? Şurası da var ki Çin’de yapılan o mescidin kıble yönünü belgeselinde mevzu etmiş. Ebu Vakkas (ra) hicretten önce Çin’e doğru gitmiş. O sıralarda müslümanlar Mekke’ye doğru dönerek namaz kılmıyorlardı zaten… Neden onun yaptığı mescidin kıblesinin Mekke’ye dönük olması gerekiyor? Çin gibi uzak bir diyara gitti ama arada elçiler gidip gelebildi mi, burası da var. Çin’deki o mescidin Petra’ya dönük olduğu iddiası da zırva… Ya İstanbul’a doğru döndürmek istemiş ama hesap hatası olmuş ya da sahte Kudüs’teki sahte Mescid-i Aksa’ya döndürmek istemiş ama hesap hatası olmuş. Üç beş tane sataniste İblis damardan üflemiş, güya yol göstermiş, lakin hepsi birden kendilerini rezil etmişler. Bütün bunlara rağmen, belgeseldeki bazı şaşırtıcı tespitler doğru. Şu kara kabe, gerçek kabe değil ve İblis’in oyunu… Bu kısımların detaylarını çok soruyorlar, yazmıyorum çünkü zamanı gelmedi. Lakin o zaman çok yakın…

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya

..

Buldunuz mu İstanbul’da gerçek Mescid-i Aksa’yı?


Ya gerçek Mescid-i Haram’ı buldunuz mu?

Bekke, gerçekten de Mekke mi?

Ali İmran suresi, ayet: 96:

“İnsanlar için kurulan ilk ev (mescid, kıble), Bekke’deki, kutlu ve bütün insanlığa yol gösterendir.”

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ

“İnne evvele beytin vudia lin nasi lellezi bi bekkete mubareken ve huden lil alemin.”

Sadece bir peygamberin, hz peygamberimizin devrinde iki kıble varken, 224 bin peygamberin devirlerinin toplamında sadece bir kıble mi olmalı? Birden fazla olduğuna yani farklı farklı zamanlarda farklı farklı kıbleler olduğuna itikat etmekte bir mahzur var mı?

Kıblemiz Mescid-i Haram, ona şüphe yok… Şu andaki Mescid-i Haram’ın içindeki Kabe dediğimiz yapı, gerçekten de hz İbrahim’in inşa ettiği kabe/kıble mi? Yoksa Hz İbrahim, Mescid-i Haramın içinde başka bir yapı/kabe mi inşa etti?

Ebrehe kabeyi yıkmaya gidiyordu ya, şu gördüğümüz dört köşe, hiçbir sanat/estetik ve süs bulunmayan yapıyı mı yıkmaya gidiyordu?

Yıllar önce yazmıştım. Ebrehe’ye “Burası Allah’ın evi, sen Allah’ın düşmanısın. Bu devrin siyasi ve askeri şartları lehine görünüyor olabilir ama sen burayı yıkamazsın” dercesine, rest çekercesine karşılık veren şeyler, ebabil kuşları denen o “uçan sürü” aslında ne idi?

Onlar, ebabil denilen o “uçan sürü”, çok yüksek teknoloji ürünü araçlardı, robotlardı. Zaten Ebrehe de dünya insanı suretinde biyonik robot ya da çok gelişmiş maske kullanan bir uzaylıydı. Ordusu da normal bir ordu değildi. Moğol çapulcuları gibi, az ve sıradan görünseler de sinsice yüksek bilim ve teknoloji kullanan, çok büyük orduları kısa sürede dağıtan, çok sağlam yapıları kısa sürede çökerten bir orduydu. Onları görenler, o devirdeki diğer normal insanlar gibi teknik seviyede olan ama birlik olmuş, güç toplamış kişiler zan ediyordu.

Ebrehe kabeyi yıkmak için ilerlerken, birden karşısına çıkan “uçan sürü”, normal zamanlarda nerede duruyordu, oraları nasıl gözetliyordu? Onlar, gerçek Mescid-i Haram’da duruyor, gerektiğinde gerçek Mescid-i Haramı açıkça, gözle görülür şekilde de korumak için meydana çıkıyor ve vazife mi yapıyorlardı?

Etrafınızda metafizikçiler var mı? Kabe denilen o dört köşe yapının enerjisini sorun, size anlatsınlar o kapkara enerjiyi…

Peygamberlerin geliş sıralamasında hata yaptığımı ilan ettim ve bu hususu düzelttim. O halde, hz İbrahim devrinden bu güne kadar 15 bin hatta 25 bin yıl hatta daha fazla yıl geçmiş olabilir.

Binlerce yıl boyunca aslında neler yaşandı? Hususiyle son üç-beş bin yıl içinde neler yaşandı?

Hz. Süleyman, gerçek Mescid-i Aksa’yı İstanbul’da ya da gerçek adıyla Kudüs’te neden inşa etti?

Gerçek Mescid-i Haram, birkaç bin yıldır o Kabe dediğimzi dört duvar yapının altında, toprağın içinde mi?

Hz. İbrahim devrinde de çok yüksek bilim ve teknoloji vardı. Bu sayede Nemrud dünyayı tek devlet sistemi halinde idare edebiliyordu.

Hz İbrahim, öyle bir devirde dört köşe, hiçbir sanat değeri olmayan, hoş görüntüsü olmayan bir kıble/mescid mi inşa etti?

Gerçek Mescid-i Haram, gerçek Mescid-i Aksa gibi, harikulade bir şey mi?

Çok ama çok yüksek bilim ve teknoloji seviyesinde yapılmış, on binlerce sene bile çürümeyecek, yıkılmayacak, çok üst seviyede mimari üstünlüğü, sanat/süsleme üstünlüğü olan bir yapı mı, mescid mi?

Gerçek Mescid-i Aksa’nın muazzam bir manyetik koruma kalkanı olduğu gibi, gerçek Mescid-i Haram’ın da benzer bir manyetik koruma kalkanı mı var?

Dünyada yer altı şehirlerinde gizlice yaşayan çok sayıda uzaylı insan türü, yer altında ilerleyen ya da havada uçan gelişmiş araçlarıyla bile o kalkanı kıramıyorlar mı?

Ebrehe, bu nedenle mi uzun ve riskli yolu seçti? Herkesin göreceği şekilde ve o devrin dünya insanlarının yadırgamayacağı görünüşte/şartlarda Mescid-i Harama gidecek ve bir şekilde kalkanı kırmayı mı deneyecekti?

İsra/Miraç hadisesinde, peygamberimiz bir anda Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gitti. Sonra oradan semaya yükseltildi.

Gittiği Mescid-i Aksa, şu devirde İsrail ve Kudüs denilen yerdeki sahte Mescid-i Aksa mıydı, yoksa İstanbu’daki yani gerçek Kudüs’teki gerçek Mescid-i Aksa mıydı?

Gayr-i müslimlerin Babil kulesi dediği, biz müslümanların Tur-i Sina dediği, cennetten getirilmiş olma ihtimali bile bulunan o çok özel araç, İstanbul’daki gerçek Mescid-i Aksa’da mıydı?

Hz. Musa onunla, Tur-i Sina ile Allah’a yaklaşırdı. Yani uzayın çok üstünde, hatta yedi kat semanın da üzerinde olan alemlere/katlara mı giderdi?

Henüz ölüm gerçekleşmeden ve ruh+beden ile cennete, cehenneme bile gitti, gördü mü?

Aslında peygamberimizden önce de kendi devirlerinde miraca yükselen büyük peygamberler oldu mu?

İblis’in kandırdığı Yahudiler, peygamberimizi gereksiz yere mi yalandılar? Hz. Musa’nın zamanındaki Tur-i Sina’yı ve onunla nelerin mümkün olacağını ve sadece hz. Musa için mümkün olmayacağını, başka peygamberler içind e mümkün olabileceğini anlayamadılar mı?

Ayet-i Kerime’de geçen “Emin belde” Mekke mi yoksa İstanbul mu?

İstanbul ise, emin, güvenli, güvenilir olmasını ne/neler sağlıyor?

Mescid-i Aksa’nın ve Tur-i Sina’nın koruma kalkanları ve bazı diğer özellikleri mi?

Neden?

İstanbul’un fethi neden bu kadar mühim? Onu fethedecek komutan neden bu kadar yüce? Onu fetheden ordu neden bu kadar kutlu/üstün? Ne var İstanbul’da, nasıl bir mana, nasıl bir madde var? Nasıl sırlar ve hikmetler var?

İstanbul ya da diğer isimleriyle

Byzantion,
Augusta Antonina,
Nova Roma,
Konstantinopolis,
Kostantiniyye,
Kudüs
Çakduryan,
Kanatorya,
Aylana,
Vizenduvar

son kaç bin senedir küfrün elinde, boynu bükük ve müslümanlardan uzak?

Fasılalı da olsa toplamda on binlerce sene hak peygamberlerin idaresi ya da manevi gölgesi altında olan İstanbul/Kudüs, son kaç bin senedir İblis’in ve Deccaliyet sisteminin elinde?


– Hocam sa.

ÇOK çok hayırlı bir ruya gördüm. İngiliz uşağı suudşarın bulunduğu yer adeta beşik gibi sallandı. Salman denilen o İngiliz uşağı resmen gözleri faltaşı gibi açıldı. Etrafındakiler şimdi ne olacak ne yapıcaz dediler? Hayret etti sonra Suudi amerikada topraklar yarıldı. Yarışan topraklar o kadar derindi ki Allahım dedim bu nasıl bir deprem yaklaşık 1dakikayı bile geçti. Koskoca şehir açılan yarınların içine girip yok olacak dedim. Salman kilitlenip kaldı. Beni burdan kurtarın der gibiydi. Sonra ruyamda Tayyibi gördum. O isehalkla poz çektiriyoedu. Yine aynı şeyi gördüm maalesef TURKİYEDE bir afet gibi birşey yaşanmıştı. Ancak yine bu halk bundan hiç tesirlenmemişti. Yine gulup oynayanlar vardı. Onunla birlikte insanlar fotoğraf çektiriyorlardı ama Suudi amerikada ki o yıkım gerçekten tuylerim diken diken oldu o manzaradan sonra sıra yanlış hatırlamıyorsam Türkiyeye geliyordu

= vas

Sabırsızlıklar bekliyoruz son on küsur gündür

Acaba ilk nerede olacak diye de meraklanıyoruz

Durmadan okuyarak sinyaller de gönderiyoruz

Lakin bu bir rüya

çoğunlukla gerçek manasına gelmiyor ve tabir gerekiyor

acaba gerçekten büyük deprem ve yer çökmesi hadisesi mi yaşanacak

yoksa ani ve çok büyük bir gelişme mi yaşanacak

Hep dediğim gibi, rüyalarda görülen depremler çoğunlukla gerçek manasına gelmezler. Ani ve çok büyük/mühim bir gelişme yaşanacağını haber verirler.

Rüyada deprem Suudi Arabistan denilen suni devlette yaşanıyor. Çok geniş alanda, çok derin yarılmayla ve çok uzun süreli olak yaşanıyor. Bu da bir anda gelişecek ve duyulacak olan hadisenin çok derinden sarsan, çok şiddetli sarsan ve bütün Suudi Arabistan’ı hatta oranın dışında olan insanları da alakadar eden bir konu olduğunu gösteriyor.

Suudi Amerika da dediğimiz o suni ülkenin son birkaç asırdır İngilizler tarafından yönetildiğini… Biz müslüman Türklerin elinden de İngiliz oyunları ile alındığını… Oraların bizim kadim topraklarımız olduğunu… Oralardaki Vehhabi/Selefi sapık inançları da İngilizlerin ve masonların yaydığını…

İngiltere’nin asırlardır İblis’in yeryüzündeki şer merkezlerinden biri olduğunu, aynı zamanda uzaylı Deccal’ın da merkezi olduğunu herkes biliyor.

Lakin herkesin bilmediği ve tam olarak yerine oturtamadığı gerçekler de var ki bu türlü oyunlar, ihanetler, tuzaklar, o Suudi Amerika’da sadece son birkaç asırdır yaşanmıyor. Son birkaç bin senedir oralarda durmaksızın oyunlar oynandı.

Gerçek Kudüs olan İstanbul bile dönüştürüldü, bambaşka bir havaya büründürüldü, dün türetilmiş olan doğu Roma ve Rumlar, sanki tarihin büyük kısmı gibi, en yüce kısımlarından bir kısmı gitti yutturuldu.

Eş zamanlı olarak Suudi Amerika’da ve en çok da Mekke tarafından kabullenişler yönlendirildi, tuzaklar kuruldu. Çok zulümler, çok katliamlar yapıldı. Yine eş zamanlı olarak, şu anda resmen Kudüs denilen şehirde de çok oyunlar oynandı. Sonunda sahte bir Mescid-i Aksa dahi yapıldı.

Evet… Yerin altında çok yüksek sayıda farklı şehir devletinde yaşayan onlarca farklı uzaylı insan türü olduğunu çözemeden ve meydana seremeden…

Bunların, son birkaç bin senede yer yüzünde gizli gizli, sinsi sinsi neler çevirdiğini bilemeden…

Hiç kimse dünya insanlığının son birkaç bin senedeki gerçek tarihini yazamaz.

Son birkaç bin senedir hep tartışılan ama bir türlü sonuca ulaşmayan tartışmalarını da bitiremez.

Gerçek Mescid-i Aksa’nın İstanbul’da olması, gerçek Mescid-i Haram’ın sahtesi ile aynı konumda ama yerina altında olması, ilk bakışta bile çok sarsıcı gerçekler. Lakin, bununla bağlantılı olarak dünyada on binlerce şey/kabulleniş peş peşe yerinden oynayacak, değişecek, yıkılacak.

İşte bu, böyle, bu kadar büyük ve derin bir deprem…

Bu rüyada yerin yarılması, üstelik derinden yarılması, o bölgede oynanan oyunların, kurulan tuzakların, gizlenen şeylerin meydana çıkması demek…

Kabullenişlerin değişmesi, mevcut düzenin/sistemin değişmesi demek…

Rüyada birinin mezarını açmakla, bir bölgede yerin yarılması, aslında aynı manaya da gelir.

Yer yarılmasının depremle birlikte olması, bunun çok aniden, çok sarsıcı şekilde yaşanması demek.

Hiç şüphe yok ki şimdiden sonra tartışmalı binlerce meselede hakikat kısa sürelerde ve tartışılmaz netlikte meydana çıkacak. Zincirleme bir reaksiyon misali bir süreç yaşanacak.

Bu sadece müslümanların sarsılışı değil. Müslümanlar da çok sarsılacaklar ama hemen sonrasına yüzleri gülecek. Kendilerini Yahudi bilenler ve kendilerine hristiyan denilenler, temelden sarsılmalar yaşayacaklar. Dürüst olanlarının hepsi, oynanmış olan oyunları kabul edecekler ve İslam dinini tercih edecekler.

Zaten yer yarılmasının bir tabiri de “iman etmek”tir.

Şehir de gerçek manasına gelmiyor. “Rüyada şehir görmek, bahsi geçen bu zatın donanımlı, bilgili ve her bakımdan üstün bir kimse olduğunu anımsatır. Rüyayı gören kişinin bu şahsın birikimlerinden faydalanacağına, kendisinden ne öğrenilebilirse kişinin yanına kâr kalacak bu birikimin bir hazine niteliğinde olduğuna işaret eder. Aynı zamanda bu rüya ilme, fenne ve diğer aklî bilimlere merak duymaya, kişinin hayatını etkileyecek kararlara imza atarak önemli gelişmelerin önünü açmaya alamettir.”

Suudi Amerika’da bu çok ani ve çok sarsıcı gelişme yaşanınca, sonra sıra Türkiye’ye gelmiş rüyada… İkinci bir ani gelişen ve çok ses getiren gelişme olacak. O gelişme, Suudi Amerika’daki mesele ile alakalı/bağlantılı olacak ama bu defa ani gelişmenin merkezi Türkiye olacak.

Akademi Dergisi:
Anlatması çok uzun, hem de çok karışık ve herkesin anlayamayacağı meseleler. Ben sonucu da açıkça yazayım, şu yukarıdaki rüyanın ikinci kısmı da başlamış olsun…

Hem cinler, hem uzaylı insanlar da çalıştırılarak, çok yüksek teknoloji kullanılarak, hayran bırakacak bir mimariyle ve sanatla inşa edilen gerçek Mescid-i Aksa, çok çok büyük ihtimalle şu siyah çember içine aldığım alanın bir yerinde…

Gerçek Mescid-i Aksa’nın, o siyah çember içindeki alanın, Üsküdar ilçesi sınırları dahilinde kalan kısmında olması ihtimali, Kadıköy ilçesi sınırları dahilinde kalan kısmında olması ihtimalinden çok daha yüksek. Yine de bu, henüz kesinleşmiş bir bilgi değil. Lakin çok çok yüksek bir ihtimal…

İblis ve ona tabi olmuş uzaylı Deccal sistemi, gerçek Mescid-i Aksa’ya inat, onun çok yaklaşık olarak karşısına düşen tarihi yarımdaya Ayasofya’yı yaptırmışlar. Onu da kata, katıştıra, uydura uydura kutsallaştırmışlar. Arada bir de İstanbul’un fethi diye tiyatro sergiletmişler. Hz. Mehdi tarafından fethedilecek İstanbul’u, numaradan kendi adamlarına feht ettirerek de hadislerde belirtilen şeylerin yaşanmasını önlemeye, kaderi bozmaya çalışmışlar.

Biz de Ayasaofya hakkında kandırılan kişilerdendik ama her ne vakit bir şeyin yanlış olduğunu anlasak, ne kadar sarsıcı olursa olsun, o yanlışlardan dönük. Dürüstlüğün gereği bu…

Hz Mehdi, bu şehri, binlerce sene sonra İblis’in hakimiyetinden/elinden alacaksa ki alacak, o halde kesin olan şey şu ki İblis’in hakimiyet sembolü olan Ayasofya yıkılacak, gerçek Mescid-i Aksa meydana çıkartılacak.

Sonra yine başkenti İstanbul olan bir dünya devleti sistemi tesis edilecek.

Sadece Ayasofya değil, sahte Kabe de yıkılacak ve gerçek Kabe meydana çıkartılacak.

Hadis meali: “Kâbe’yi, kısa/cılız bacaklı bir Habeşli yıkar.” 

(bk. Buharî, Hac, 47,49; Müslim, Fiten, 57-59).

Rüyada Resim Çektirmek
Rüyada resim çektirmek, gizli bir düşmana delalet eder. Rüya sahibinin dost sandığı sinsi bir düşmanı olduğuna ve yüzüne gülüp aslında arkasından kuyusunu kazmaya çalıştığına tabir edilir. Bu kişi rüyada resmi çeken kişi olarak değerlendirilir.

Rüyada Resim Çekmek
Rüyasında resim çektiğini gören kişi, öğreneceği bir bilgi hakkında çok şaşıracak tabir yerindeyse küçük dilini yutacak demektir. Bu bilgi muhtemelen önemle herkesten saklı tutulmuş kişisel bir bilgidir.

Akademi Dergisi | Mehmet Fahri Sertkaya