Etiket arşivi: Van Allen kuşağı

Ben size hakikati anlatayım


Şu kripto kimlikli hainler, sık sık ekranlara ya da Youtube kanallarına çıkıp “CERN’de neler oluyor, neye ulaşılmak isteniyor” diye konuşuyorlar ama gerçeği hiç anlatmıyorlar.

CERN de bir satanist projesi… Orada çok çok yüksek sayıda satanist ayinleri yapılıyor. Dünya insanlığına, en çok da Müslüman Türklere ve İstanbul’a karşı yapılan o ayinler sırasında İblis’e her yaştan ve cinsiyetten dünya insanları ve ayrıca hayvanlar kurban ediliyor. Bu sırada işkence, tecavüz ve her şeytanlık yapılıyor ve aynı zamanda topluca ve çok ağır büyüler yapılmış oluyor. Bunlarla, en çok da insanlığın zihinlerinin bulanıklaşması, konuları anlamaması, her şeytanlığa karşı tepkisiz kalmaları hedefleniyor.

Lakin CERN’ün yapılmasında ve kullanılmasında asıl maksat, ayinler yapmak değil. Asıl maksat, dünyanın etrafını kuşatmış olan Kaf dağını yani Van Allen radyasyon kuşağı da denilen enerji kalkanını yani Zülkarneyn seddini aşmak. O setti bozabilmek, dağıtabilmek için CERN’de çok derin çalışmalar ve denemeler yapıyorlar.

Bunları yapanlar da aslında dünya insanları ve devletleri değiller. O setti aşamadıkları için en az 8 bin senedir bu dünyada mahsur kalmış olan ve yer altı şehirlerinde gizlice yaşayan uzaylı türler, bu işin de arkasındalar.

Bu işin de yer yüzü planında görünen merkezi Londra… Dünyada insanlığa zararlı ne kadar iş varsa, ne kadar satanist varsa, ne kadar proje/şirket varsa, bir şekilde sonunda Londra’ya bağlıdır.

Şu programdaki Dilara Sayan, Olgun Aydoğdu ve Serhat Ahmet Tan da gizli Ermeniler ve Londra merkezli sisteme bilinçli şekilde çalışıyorlar. Bu nedenle ekranlarda yer bulabiliyorlar, iyi para kazanabiliyorlar. Ruhlarını Şeytan’a çoktan satmışlar.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

..

Karun’un hazineleri hala korunuyor


Karun’un hazineleri tek bir yerde değil. Dünyanın farklı farklı yerlerinde… En büyük ve merkez kısmı ise şu anki Türkiye topraklarının içinde.

Karun’un hazineleri, kendi zamanındaki çok yüksek teknoloji ile yapılmış dev gibi araçların ya da mekanların içindeydi. Bunlar, kilometrelerce kareyi bulan araçlar ya da mekanlardı. İçlerinde sadece hazineler değil, yüksek teknoloji ürünü cihazlar ve hatta yüksek teknolojiyi anlatan/öğreten bazı kitaplar, kaynaklar, notlar da vardı. Yine içlerinde Karun’un adamları da dururlardı ama hepsi birden içlerinde helak oldular, çıkamadılar.

O hazinelerin tam olarak nerelerde olduklarını bulmak bir dert, bulunca içeri girebilmek, kapıları açabilmek ayrı bir dert. Çünkü çok sağlam malzemelerden ve çok ileri seviyede mekatronik (hem elektronik hem de mekanik aksamı bulunan) kilitleme/güvenlik sistemleri ile yapıldılar. Kapıların açılması için Karun’un bedeni, enerjisi, zihni lazım.

Günümüzde dünyamızda gizlice yaşayan uzaylı türler, söz konusu araçları ya da mekanları bir şekilde yine de açabilirler ama ondan öncesi var. Oralara, o hazinelere yerin altından ya da üstünden ulaşabilmek mümkün değil. Uzaylı teknolojisinin bile aşamayacağı manyetik kalkanlar ile korunuyorlar. Tıpkı dünyamızın etrafında bulunan ve Kaf dağı da denilen koruma kalkanı gibi bunlar… Uzaylılar Kaf dağını da aşamıyorlar.

Karun’un hazineleri yakında çıkartılacak ve onu da hazret-i Mehdi çıkartacak. Zaten melhame-i kübrada (3. dünya savaşı) gayr-i müslim taraflardan bazılarının en öncelikli hedefi Karun’un hazinelerine ulaşabilmek olacak.

| Mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

Dünyadaki bazı suni kıta ve suni adalar

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Grönland bir suni kıta

Oranın batı kısmında küçük kayalıklar ya da adacıklar gibi olanlar yerler oradan kopan parçalar…

Sistem şöyle:

Önce taşlık ve toprak zemin düzeltiliyor, sonra çok ileri teknoloji ile o kadar geniş sahaya metal bir örme yapılıyor, aslında metal bir kutu haline getiriliyor. İçinde yaşama alanı oluyor çok geniş ve yüksek oluyor. Sonra o metal kutu gibi sistemin üzerine çok yüksek şekilde kayalar ve topraklar dolduruluyor, ve daha sonra buranın üzeri normal kıta gibi, kara gibi görünüyor. Zamanla bu sistem bazı yerlerinden aşındıkça, arızalar verdikçe parçalanmalar oluyor.

İşte Grönland’ın batı yanındaki kayalıklar da bunlardan. Dünya genelinde bu sistem hep kullanılmış, kullanılıyor.

Zülkarneyn a.s da yapmış böyle sistemlerden, Zülkarneyn a.s. küçücük bir iç deniz ya da göl olan yeri kocaman Karadeniz’e çevirirken oranın altını hep düzeltmiş ama karadenizin çevresinde olan ülkelerin çoğu yerlerini de düzeltmiş.

Bizim Trakya’nın dağlarını tepelerini çok tıraşlamış ve araziyi çok güzel hale getirmiş.

Trakya’nın batısından kuzeye doğru da ilerlemiş ve şu anda karadenizin batısında olan ülkelerin bazı yerlerini hep traşlayıp düzeltmiş, sonra da Ukrayna’ya çok emek vermiş, oraları ziraat için çok elverişli yerler haline getirmiş.

Bunu yaparken İstanbul’u ve Türkiye’nin coğrafi bölgelerinden olan Karadeniz bölgesini düzeltmemiş, tıraşlamamış.
Çünkü buralarda bazı emniyet tedbirleri düşünmüş, buraların düzeltilmesini emniyetli görmemiş.

Karadeniz’deki dağları da bir çok yönden savunma şeridi olarak tasarlamış

Bütün bunları yaparken İstanbul’un Karadeniz ve Marmara kıyılarında da yukarıda anlattığım teknikle yerleşme/yaşama yerleri yapmış, sahili istediği sınırlarda tutmuş ve üzerine de taşlar, topraklar doldurmuş. Zülkarneyn a.s. dan önce de dünyamızda bu teknik kullanılmış.

Hatta bizden önceki ademler zamanında da bu gibi tekniklerle dünyanın pek çok yerinde sahil şeridi suni şekilde ayarlanmış, belirlenmiş.

Türkiye’de Ege denizine sınır olan batı hattınde yoğun şekilde bu sistem kullanılmış ve hala kullanılıyor. Yani söz konusu Ege sahilleri de suni şekilde belirlenmiş sahiller…

Amerika kıtasında Peru ülkesi sonradan kıtaya eklenmiş, koca ülkenin altında devasa bir ülke daha var. Metal kutu gibi sistemin içinde uzaylılar hala gizlice yaşıyorlar, orayı daha önce anlatmıştım.

Okyanusun dibindeki o ülkenin kasten çöl haline getirildiğini ve o halde tutulduğunu, altında uzaylılar olduğunu…

Bilim adamlarına bunun sebebi sorulduğunda okyanustaki bilmem ne isimli su akıntısının bu iklim sorununa sebep olduğunu açıkladıklarını ama asıl sebebin bu olmadığını hatta o deniz akıntısının bile suni şekilde oluşturulduğnu anlatmıştım.

Bu gibi sistemler şu anda ABD topraklarında/sahillerinde olan çoğu yerde de var ve son zamanlarda uzaylı taraflar çok büyük darbeler aldılar.

En çok da ABD, İngilere, Çin, Rusya gibi ülkeler üzerinden dünyaya yön ve zarar vermekte olduklarından, en çok da ABD’dekilerin kaldığı, kullandığı yerler sinyale girdiler, arızalar çok fazla, sistemleri çok sorunlu, kaçıp gidebilecekleri yerler lazım ama yok.

Sistemleri düzeltmeleri lazım ama çoğunu kendileri yapmadılar, o yer altı şehirlerini ve ülkelerini çoğunlukla kendileri kurmadılar.

Dünyada hapis kalmış ve kaf dağını (Van allen radyasyon kuşağını) aşıp gidememiş uzaylı türler…

Hala Zülkarney a.s devrindeki kadar teknolojiye bile sahip değiller. Bu metal kutu sisteminin haricinde tamamen suni kıta tekniği ile yapılmış Grönland gibi yerler aslında bir çeşit uzay ya da deniz aracı gibi yapılmışlar.

Grönland daha önce başka bir okyanustaymış ve yüzeyinde de çok güzel bir tabiat varmış, bitkiler, hayvanlar, insanlar çok güzel şekilde yaşıyorlarmış. Neden öylesine güzel bir sistemi kasten mahvetmişler ve kuzey kutbuna nakletmişler. Bu konuda kesin bir bilgiye sahip değilim ama gizlenmek istemişlerdir yeşiller, griler ve diğer uzaylı türler zaten son yıllarda bunların sistemlerine o kadar ciddi zararlar veriyoruz ki oraları artık karlar altında tutamaz oluyorlar.

Oraları suni şekilde kar altında tutan iklim düzenleme cihazları bile hep bozuluyor, hatta Türk/İslam diyarlarını kasten kurak ya da yarı kurak halde tutan cihazları, sistemleri de bozuluyorlar.

Dünya genelinde bazı uzaylı türler iklim savaşları da yaşıyorlar ama bazı olağan dışı iklim şartlarına da bizim bu cihazları bozuyor olmamız sebep oluyor.

Şimdi biraz daha konuya girelim. Geçmiş devirlerde Kıbrıs adası da suni şekilde yapılmış ama söz konusu metal kutu gibi sistemle değil tamamen uzayda yapılmış, daha önceden yeri çalışılmış, sonra akdenize indirilmiş, yerine kondurulmuş.

Hatta Ege’deki bazı adalar da suni adalar olarak yapılmışlar, htta Tayvan ve Tayland gibi yerler de suni adalar…

Hatta Japonya da suni bir ada. Hep sorduğum sorunun cevabı da burada… Japonlar da “Biz kimiz, bu adaya nereden geldik, soyumuz nerede başladı” diye sorup duruyorlar kendilerine ve cevaplarını bulamıyorlar. Çünkü üzerindeki yaşadıkları ada bile suni bir ada olduğu gibi, kendileri de dünya insanları üzerindeki genetik denemeler, uzaylı türlerle dünya insanlarının cinsi münasetleri neticesinde doğan uzaylı/dünyalı melez bebeklerden türediler. Bir zamanlar Japonya devasa bir laboratuvar olarak kullanıldı.

Öyle anlaşılıyor ki kısa zaman içerisinde Amerika kıtasındaki bazı yerler ana kıtadan ayrılacaklar. ABD’nin sahil şeridindeki bazı yerler de ana kıtadan ayrılacaklar.

Bu ayrılmaya mani olamayacaklarını kabullendiklerinde muhtemelen suni depremler yaparlar yine “Deprem oldu, böyle oldu” derler.

Ya da ona bile fırsat bulamayacaklar da hala bulundukları yer altı şehirlerinde tamirat/tadilat yapmayı deneyecekler ama netice alamayıp daha beter şeylere daha hızlı şekilde sebep olacaklar.

Öyle ya da böyle, bir ya da birkaç sebeple, yeraltı sistemlerinde yaşayan uzaylı türler arasında çok büyük toplu ölümler olacağı anlaşılıyor, zaten çok hastalar, umutsuzlar, çaresizler, bölünmüş ler, her gün şiddetli çarpılıyorlar.

Pek çok kere dünyadaki yer altı şehirlerinde hatta ülkelerinde yaşayan uzaylı türleri seferber ettiler, aynı anlarda bana ve ekibime metafizik saldırılar yaptılar. Son günlerde de böyle denemeler yapmaya çabalıyorlar ama netice alamıyorlar.

Amerika kıtasını, en çok da ABD’lileri çok zor günler bekliyor olmalı. Bu gidişle kıtanın bazı bölgelerinin altındaki büyük metal yerler iyice arızalanacak ve birbirlerine olan bağları kopmaya başlayacak. Bir geminin aşırı ve dengesiz yükle bir yana devrilmesi misali devrilecekler okyanusa doğru….

İçlerindeki uzaylılar bir yandan yıkılmalar, bir yandan oksijensiz kalmaktan ötürü feci şekilde ve topluca öleceklerken, üstlerindeki Amerikalılar daha da feci şekillerde can verecekler. Ne kulluk ettikleri Kraliçe, ne onun da kulluk ettiği deccal ne hepsinin kulluk ettikleri İblis bu yaşanacaklara mani olabilecek. Hepsi çaresiz izleyecekler. ABD üzerinden dünyanın her yerinde en şeytanca sömürüler, en zalimce kara para işleri, katliamalar, işkenceler, toplu öldürmeler yapılırken tepkisiz kalan Amerikan halkı, bunun bedelini, bunun cezasını, dünya tarihine geçecek şekilde ödeyecek

O sistemi baştan inşa etmeye imkanları yok. Maddi güçleri de yok, ihtiyaç duydukları teknik adamlar da yok, yeterli bilim ve teknoloji seviyeleri de yok. O afetler yaşanırken muhtemelen çok yüksek sayıda UFO görülme vakası da yaşanacak ve açıkça video kayıtlarına alınacaklar, fotoğraflanacaklar.

Bunlar dünyada eskiden beri rahat olabilmek için hep çeşitli yollar denemişler, deniyorlar. Kendilerine ait gördükleri bölgeleri çölleştiriyorlar, çöl halinde tutuyorlar, karlar/buzlar altında tutuyorlar ya da adalarda olmak istiyorlar. Ne olsa yer yüzüne çıkıyorlar, UFO’larla uçuyorlar ve görünmek, bilinmek istemiyorlar.

Ayrıca çöller sayesinde yer altındaki şehirlerine ya da ülkelerine ısı ve ışık çekiyorlar, enerji toplayıp nakil ediyorlar.

Şu anda bile o kadar çaresiz haldeler ki yapabilecekleri pek bir şey kalmadı. Suni afetler yapabilirler, elektromanyetik saldırılar yapabilirler, virüsler yayabilirler. Bazı bölgelerde depremlerle büyük gaz patlamalarına bir arada sebep olabilirler. Ya da elektromanyetik silahlar (Poseidon aracı gibi) üzerinden bir bölgede çok çok güçlü yer patlamaları ve dev dalgalar (Tsunami) yapabilirler.

Güç bulabilseler, imkan bulabilseler bir şekilde beni yok edecekler, birkaç gün hatta birkaç ay kutlamalar yapacaklar, sonra da yaralarını uzunca zamana yayarak sarmaya çalışacaklar. Bu sırada dünyada şeytanca bir düzenin devam etmesini de sağlayacaklar. Yine bebekler, çocuklar, genç kızlar kaçırılacak. Yine bir senede milyonla insan organları için kaçırılacak, yine muhtelif dinlerin mensuplarından oluşan cemaatleri içlerine/başlarına sızdırdıkları adamları üzerinden yönlendirecekler. Yine çiftlikleri, besi hayvanlarını, yine temiz gıdaları, yine arıları, yine sağlıklı yaşamaya sebep olan her şeyi yok etmeye çalışacaklar. Yine kasıtlı şekilde suni afetler, sunu kuraklık ve kıtlık planları üzerinden devam edecekler. Bu güne kadar bu dünyanın insanlarına anlatmakla bitmez kötülükleri, son derece sinsi şekillerde, acımasız şekillerde, şeytanca tarzda yaptılar. Fırsat bulsalar devam edecekler ama o fırsatı bulamayacaklar. Şimdi, yaptıkları çekme zamanındalar. Bu süreç başladı ve önümüzdeki kısa zaman içinde iyice hızlanacak, kuvvetlenecek bu süreç. İblis’e uymanın, deccale uymanın, şeytanlaşmanın ve dünya insanlığına bütün bunları yapmanın karşılığı ne imiş, bunu daha bu dünyada da şiddetli şekilde yaşamaya başlayacaklar.

Aralarından şeytanlaşmamış olanları, masum olanları ayıracağım ve diğerlerini hızlıca ve topluca cehenneme göndereceğim.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Hızır (a.s.), yüksek teknoloji, ölü balığın dirilmesi ve Kehf Suresi

Ezber bozandan yeni ve sarsıcı bilgiler…

Akademi Dergisi (Mfs/Ezberbozan) taklidi yaparak Youtube için video hazırlayanlar, televizyon kanallarında açık oturum yapanlar, muhtelif mecralarda köşe yazıları yazanlar ve ayrıca kitaplar yazanlar, son zamanlarda sanki biraz yavaşladılar. Ayrıca ufuklarını genişlettiğim bilim adamları da etkili ve yetkili kişiler de bu konularda daha çok şey öğrenmek istiyorlar. Anlaşılan o ki bütün bu insanlığa artık bazı şeyleri daha da açık şekilde anlatmanın vakti gelmiş.

Türkiye ve dünya siyasetinin bir süredir aşırı gergin olduğu şu zamanda, zihnim bunca gergin meselenin arasında dinlensin ve söz konusu kişilere de yeni tartışma/araştırma konuları çıksın ve bazı soruların da artık cevapları net olarak verilsin diye, ana hatlarıyla da olsa bazı sarsıcı gerçekleri yazayım…

– Yıllar önce yazmıştım ki çok kaliteli/gerçekçi biyonik robotlar, sadece insan suretinde değil, köpek, kedi, kuş ve diğer hayvanların suretlerinde de imal edilebiliyorlar. Yine tekrarla yazmıştım ki dünyamızda on bin seneden fazla süredir biyonik robotlar yani hem mekanik aksamı bulunan hem de biyolojik dokuları bulunan ve yapay zeka ile yönetilen robotlar yapılabiliyor. Karada ve havada yaşayan canlıların suretinde biyonik robotlar yapılabildiği gibi, denizlerde, okyanuslarda ve akarsularda yaşayan canlıların suretlerinde de biyonik robotlar on bin seneden fazladır yapılıyorlar. Şu anda bile dünyanın muhtelif denizlerinde ve okyanuslarında dolaşmakta olan Yunus balıklarının, köpek balıklarının, balinaların ve daha başka başka balık türlerinin aralarında, çıplak gözle bakılınca gerçeklerinden asla ayırt edilemeyecek biyonik robot balıklar da dolaşıyorlar. Dünyadaki devletlerin, en çok da mavi balina ya da gök balina denilen, ağırlığı 150 tona ulaşabilen balinalara dikkat etmesi gerekiyor.

– Yunus Aleyhisselam’ı bir balık yutmuştu ve balığın karnında bir süre yaşamıştı. Aslında o şey, balık suretinde imal edilmiş, canlı dokularla da kaplanmış, büyükçe bir biyonik robottu. O biyonik robotun içinde, başka bir uzaylı insan türünün insanları vardı. Günümüzde olduğu gibi o zaman da gerçek bir balık gibi görünerek gizlice görev yapmaya imkan sağlayan araçlar vardı.

– Uzun zaman önce yazmıştım. Hızır Aleyhisselam ile Musa Aleyhisselam’ın buluştuğu ve “iki denizin birleştiği yer” denilen o yer, Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştiren İstanbul Boğazı… Bu buluşmanın bir kısmına kadar Musa Aleyhisselam’a yardımcı olan genç de Yuşa Aleyhisselam… Orada söz konusu olan ölü balığın dirilmesi de yine konumuzla alakalı. O balık da gerçek bir balık değil, tamamen gerçek bir balık gibi görünen bir biyonik robottu. Çalışmasına mani olan, kontrol edilmesini tamamen imkansız kılan bir sorun oluştu. Tehlikeye düştüler ama bir kayalığa sığınmayı başardılar. O gergin anlarda, balık da denilen o aracı düşünemediler. Musa (A.S) değil ama Yuşa (A.S.) kısa bir süre sonra balığın tekrar çalışır hale geldiğini hatta kendi kendine oradan uzaklaştığını gördü. Bunu Musa Aleyhisselam’a söylecekti, yanına vardığında unuttu.

Musa Aleyhisselam’ın, kendinden daha alim bir zat olduğunu duyduğu ve çok da merak ettiği Hızır Aleyhisselam ile buluşma, konuşma arzusu çok yüksekti. Bunu can-u gönülden istiyordu. Görüşebilmek için büyük zahmetler çekmeye ve risklere girmeye bile hazırdı. Musa (A.S.) ve Yuşa (A.S.) gibi, peygamber olmanın yanında, aynı zamanda idarecilik/hükümdarlık/komutanlık da yapan kişilerin, yanlarına koca askeri birlikler ve çok sayıda askeri araçlar almadan çok uzak diyarlara gitmeleri son derece riskliydi. Bu nedenle, o devirde kullanılan çok çok özel araçlardan birini tercih ettiler. Bu araç, binlerce millik mesafeyi, kendilerini hiç fark ettirmeden ve gizlenerek gidebilecekleri, denizin içinde ve balık sürülerinin arasında dahi yol alabilecekleri bir araçtı. Balık da denilen, balık hareketlerini tamamen taklit eden, çıplak gözle bakınca gerçek balıktan ayırt edilemeyen, yüksek teknoloji ürünü ve biyolojik dokularla kaplı aracı kullanarak gittiler.

Günümüzde İstanbul dediğimiz yere geldikleri gibi balık öldü yani bozuldu. Sistemleri, göstergeleri/ekranları tamamen devre dışıydı. Hiç enerjisi/gücü kalmamış ve nötrlenmiş gibiydi. Balık imal edilirken düşünülen acil durum teknikleri kullanılarak karaya varılabildi ve kayalık bir yere zor zahmet de olsa çıktılar. Kayalığa çıkarken de çok gergin anlar yaşadılar. Balık aslında ölü değildi. Çalışabilir haldeydi. Lakin Hızır Aleyhisselam’ın güvenliği yüksek seviyedeydi. Kendisinin bulunduğu o bölgede, çıplak gözle görülemeyen bir güvenlik kalkanı çalışır vaziyetteydi. Kaf Dağı yani Van Allen Kuşağı’nın benzeri şekilde, düşman araçlarını/UFO’larını, düşmanın imal ettiği biyonik robotları ya da biyolojik dokuları bulunmayan şekillerde üretilmiş tamamen mekanik robotları içeri geçirmeyen bir kalkandı bu… Daha sonra Hızır Aleyhisselam’ın müdahalesi ile Musa ve Yuşa peygamberlerin hiç beklemedikleri şekilde, bu balığın/aracın arızalı hali düzeldi, balık onların kontrolünün dışında denize doğru ilerledi.

Genç adam yani Hz. Musa’ya yardımcı olan Yuşa aleyhisselam bu nedenle “Kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.” dedi. (Kehf Sûresi, 63. Ayet-i kerimesi) Bu nedenle, bu sözün karşısında Musa (A.S.) da “İşte aradığımız zaten buydu” dedi. (Kehf Sûresi, 64. Ayet-i kerimesi) Yani “Doğru bölgedeyiz, gitmemiz gereken yöndeyiz. Bu yaşanan hal beni çok sevindirdi. Bu balığa Hızır Aleyhisselam müdahale etti, bizi buraya çekti.” manasına söyledi. Aracın ellerinden çıkmasına hiç üzülmedi. Sonra tekrar kayalık yere geldiklerinde Hızır Aleyhisselam’ı orada buldular, görüştüler ve balık da çalışır vaziyette oradaydı.

– Yer yüzünde ab-ı hayat yani hayat suyu var. Bu da efsane değil, gerçek. Hızır Aleyhisselam da bu sudan içti, çünkü bunu kendisi buldu. O kadar yüksek ilmi var ki ölümsüzlüğe yani yaşlanarak ölmeye mani olacak bir sıvı üretti. Buna ab-ı hayat deniliyor. Tam manasıyla ölümsüzlük yok ve hiçbir zaman olmayacak, bulunamayacak. Bu suyu içenler bile ağır kaza geçirseler, ölümcül silah darbeleri alsalar ve benzeri haller olsa, bedenin pek çok mühim yerinde eş zamanlı ve ağır darbeler olsa, ölüyorlar. Lakin bu su, yaraları çok hızlı iyileştirdiği gibi zarar görmüş organı da hızlıca yenilediği için, bu suyu içenin ölme ihtimali çok çok düşük oluyor.

– Hızır (A.S.) uzay teknolojisi kullanıyor ama akla hemen uzaylılar gelmesin. Yeşiller, Griler ve benzerleri gelmesin. Onların teknolojileri, Hızır (A.S.)’ın sahip olduğu teknolojinin yanında oyuncak misali kalıyor. Dahası, bu teknoloji bu dünyaya, başka dünyalardan nakil edilmedi. Tamamen dünyamızda gelişmiş bir uzay teknolojisi bu…

– Tabut-u Sekine yani Ahid sandığı, Musa (A.S.)’dan önce de vardı ve Hızır Aleyhisselam’daydı. Şu devirde de hala Tabut-u Sekine Hızır Aleyhisselam’da. Hz. Mehdi yani Süleyman Hilmi Tunahan k.s. da ab-ı hayat içti. Daha önce sesli olarak da detaylı anlatmıştım ki hz. Mehdi yani üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, bir anda ortadan kayboldu, hicret etti. Vefat ettiği zan edildi, İngiliz istihbaratı ile bağlantılı gizli Ermeniler, gizli Yahudiler, masonlar, güya Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin kıymetli talebeleri, bir vefat tiyatrosu sergilediler. Kabr-i şerif olarak bildiğimiz sözde makamı inşa ettiler. Bir Sabetaycı gizli Yahudi hainin, arasına bol bol ilmi tuzaklar yerleştirdiği güya İslami yazılarını, üstazımızın mektupları, risaleleri olarak kabullendirdiler, okuttular.

Hz. Mehdi’nin hadis-i şeriflerde haber verilen talebesi Kahtani/Cehcah isimli kişi, dünyanın siyasi, askeri, dini şartlarını iyice ayarladıktan sonra, Hz Üstazımız yani Hz. Mehdi, hicretinden geri dönecek. Hizmetine yine devam edecek. Daha çok Şia bölgelerinde yaygın olan “Mehdi’nin gaybet dönemi” denilen şeyin aslı da bu… Öyle, bin sene önce mehdi geldi de sonra ortadan kayboldu da ahir zamanda yeniden gelecek diye bir şey yok. Aslı bu… Ahir zamanda gelecekti, geldi. Ahir zamanda ortadan kaybolacaktı, öyle oldu ve yakında yeniden gelecek. O Tabut-u Sekine’nin çok yüksek teknolojisine dair daha önce de uzun izahlar, yayınlar yapmıştım. Onlara da http://www.mfs.tv adresinden bakılabilir…

Atalarımız “Ata bin dinlen, attan in dinlen” demişler. Yani, “At sırtında uzun süre gitmek hem seni hem de atı yorar. Ara sıra in, atla birlikte yürü de hem at hem de sen dinlen. Lakin bu dinlenme sürecinde bile yol almaya devam et.” demişler. Benimki de öyle oldu. Ben yazarken çok dinlendim, çok iyi geldi. İnşaallah okuyanlara da şifa olur. Hakikati göre göre iman etmeyeceklere de kahrolmalarına vesile olur. “Müslümanım, Süleymanlı evladıyım, nasıl bir zamanda yaşadığımızı, hizmetimizin ve cihadımızın ne kadar büyük ve kritik ehemmiyette olduğunu biliyorum.” dediği halde hala yerinde oturanlara, hala insanların kınamasından, dışlamasından, tepkisinden, tehdididen çekinelere de titreyip kendilerine gelme vesilesi olsun.

Mehmet Fahri Ezberbozan | Akademi Dergisi

Geliyor, geliyor

Kafamda birkaç ihtimal oluştu ama şairin bu paylaşımı ile tam olarak hangi mesajı verdiğine, tam olarak ne demek istediğine emin olamadım. Aslında pek de takılmadım. Elon Musk suretinde imal edilmiş olan biyonik robotun içinde hala kadın bir yeşil uzaylı mı var, bu hususta güncel istihbarat sahibi de değilim ama “Acaba, kadınsı refleksler mi bunlar” diye de sorguladım.

Bütün ihtimallere karşılılık olarak söylemem gereken şeyler aslında aynı:

1- Ne olursa olsun, hz. Fatih’in zamanında olduğu gibi yeni bir çağ açılıyor ve buna kimse mani olamaz.

2- Ben ölmedim, ölmüyorum, ölmeyeceğim ve hizmetime devam edeceğim.

3- Benim mekanım ve etrafım, Poseidon teknolojisinin çok ama çok ötesinde bir teknoloji ile korunuyor.

4- Şoklarını anlıyorum, onlar için üzülmüyorum, onlara kıymet vermiyorum. Herkes müstahak olduğunu yaşıyor.

5- Bir ihtimal var ki ben birkaç asır daha bu dünyada kalabilir, ölmeyebilirim.



6- Geçen defa ses kaydıyla Kaf dağını (Van Allen kuşağını) anlatmıştım. Hemen peşinden Disney’in logosunda gök yüzündeki çembere dikkat çekmiş ve deccalden bahsemişti. Dünyada gizlice yaşayan uzaylıların inançları, fikirleri ile de fazlaca ilgilenmiyorum. Lakin anlaşılan o ki bu dünyadan çıkıp gidememek, buraya hapsolmuş bir halde ve hızla sahaya inmekte olan Mfs’ye rağmen bu dünyada yaşamak da uzaylı türlerin ruh hallerini iyice sarsmış. Anlaşılan o ki aralarından bazıları, diğerlerinin mışıl mışıl uyuduğunu, gelişmeleri doğru şekilde değerlendiremediğini ve gereken mücadeleleri vermediğini düşünüyorlar.

7- Elon Musk görünüşlü biyonik robot Twitter’ı alıyordu, o iş ne oldu? Alamayacak mı artık? Ya da alsa bile elinde patlayacağına mı emin oldu? Gündemi değiştirmesi ve bu başarısızlıklarını unutturması mı gerekiyor?

8- Yayınımın üzerine bir gün bile geçmeden paylaştığı bu karikatür, ilk bakışta batı/Hristiyan aleminin, daha detaylı bakışta ise onları oyuncak etmiş uzaylı türlerin korkularını en açık şekilde gözler önüne seriyor.

9- Sadece batı/Hristiyan alemi değil, Yahudi/İsrail alemi de aynı dehşetli korku halini yaşıyor ve bunu gizleyemiyor. Bu defa da İstanbul’daki İsraillilere “Otellerinizden çıkmayın ve kapılarınızı iyice kapatın” dediler. Sanki MİT’in, Mossad’ın ve CIA’nın yan kuruluşu olduğunu bütün dünya öğrenmedi. Sanki İranlılar Türkiye’de görünmezlik kalkanı ile geziyorlar. Sanki İstanbul’dan başka yerlerde, mesela Antalya’da, Bodrum’da, Ankara’da ve daha onlarca ilimizde İsrailliler yok.

10 ve son: Yahudilerin, Masonların, Satanistlerin ve uzaylı türlerin korku dolu halleri, panik dolu halleri aynı mesajları veriyor… Bütün astrologlar, bütün medyumlar/kahinler, bütün aklı başında analiz yapan uzmanlar/siyasetçiler aynı şeyi görüyorlar/söylüyorlar: Karşı konulması mümkün olmayacak bir güçle Türkler geliyorlar. Yeni bir Zülkarneyn devri geliyor. Bu, öyle bir geliş ki Poseidon bile yol kesemiyor, kesemeyecek.

Mehmet Fahri İstanbullu | Akademi Dergisi