Etiket arşivi: Tüpraş

İzmit Tüpraş çok riskli bir bölge


Çin halkı ve Japon halkı gibi Kore halkı da genetik mühendisliği ürünü… Oralarda yerin altında olan biyolojik laboratuvarlardan, Kocaeli Yenice’de de var.

İzmit Tüpraş tesisi ile Derince arasında yer altı tünelleri de var. Daha önce de anlatmış ve sarsıcı ikazlar da yapmıştım. İzmit Tüpraş ile İstanbul’un Adalar ilçesi arasında da yer altı tünelleri ve sistemleri var. O kısımlarda bombalar da gazlar da var. İstanbul’un her yerinde uzaylıların müdahaleleri, mekanları, tesisleri var. Bizim gibi görünenleri bile aslında öncelikle onların olmuş adeta…

İzmit Tüpraş tesisinin etrafındaki pek çok şey normal değil. Çok şey, olduğundan farklı gösteriliyor. Birbiriyle organize bir halde bir gizli sistem çalışıyor o çevrede… Tüpraş’ın hemen yanındaki Derince de çok tehlikeli bir bölge… O Derince’nin altı da çok sistemli bir yer.

İzmir Tüpraş tesisinin altında da büyükçe bir tesis var.

Uzaylı türler, İstanbul’un Adalar ilçesindeki adaların altını günümüze kadar didik ettiler, taradılar ama aradıklarını bulamadılar.

Son zamanlarda yaptığım yayınlarla, aradıkları şeylerin orada değil de tarihi yarımadanın altında olduğuna emin oldular.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

İşte Deccaliyet sistemi böyle bir sistem…


Kızılay, Kızılhaç ve benzeri teşkilatlara bağışlanan kanların bir kısmı düzenli olarak yer altı şehirlerine yani uzaylı türlere gidiyor.

Daha önce de anlatmıştım, dünyamızda yer altı şehirlerinde gizlice yaşayan uzaylı türlerin arasında bazıları yamyam. İnsan eti de yiyorlar, kanı da içiyorlar. Hatta çupakabra hadiseleri de bununla bağlantılı… Bir hayvanı, sanki anatomisini en ince detaylarına kadar biliyormuş gibi davranarak öldüren, bir ya da birkaç delik açarak kanını en hızlı şekilde çeken şeyler biyonik robotlar ve topladıkları kanlar da yer altı şehirlerinde değerlendiriliyor

Yer yüzünden yer altına giden kanların bir kısmı ise satanist ayinlerinde düzenli olarak kullanılıyor.

Bir kısmı ise tıp sahasında kullanılıyor. Bu da kendi arasında farklılıklar gösteriyor. Bazı kanlarla ilaç yapılırken, bazılarıyla kök hücreler elde ediliyor.

Dünya insanlarının kanlarından elde edilen kök hücreler ile biyonik robotlar da yapılıyor. Kök hücreler sayesinde, biyonik robotların etten, kastan, kemikten olan kısımları suni yollarla üretiliyor.

Suni ortamlarda gerçek yapıda insan organlarının oluşması da sağlanıyor. Lakin bu, masraflı ve yorucu görülüyor. Bu nedenle, çoğunlukla yer yüzünden dünya insanlarını kaçırarak hem kanından, hem organlarından istifade etmeyi tercih ediyorlar. Hatta saçlarına, tırnaklarına kadar, her şeyinden istifade ediyorlar. Dünya insanlarına bir böcek kadar bile kıymet vermiyorlar, acımıyorlar

Bir şekilde kaçırılan ve ele geçirilen dünya insanlarının organlarını çıkartıp biyonik robotların içinde de kullanıyorlar.

Biyonik robotların, gerçek insan vücuduna çok yakın özellikleri olması gerekiyor. Mesela robotun dış yüzeyindeki gerçek insan derisi, tıpkı biz gerçek insanlarda olduğu gibi sorunsuzca beslenebilmeli, yenilenebilmeli.

Bunun için de o biyonik robotun iç sisteminde sürekli gerçek insan kanı olmalı ve dolaşmalı. Bu da biyonik robotun içinde böbrek olmasını zorunlu kılıyor ama içlerinde bulunan böbreğe rağmen bile biyonik robotlar gerçek insan kadar profesyonel seviyede işlemiyorlar, çalışmıyorlar.

Bu nedenle de sık sık onlara müdahale/bakım yapıyorlar da kanlarını değiştiriyorlar. Bu kadar yüksek sayıda biyonik robotun kanlarını düzenli olarak değiştirmek bile, toplamda yüksek miktarda kan stoğuna sahip olmalarını gerektiriyor.

Dünyamızda en az 20 bin senedir biyonik robotlar kullanılıyor ve bu sarsıcı gerçek en az yedi bin senedir biz dünya insanlarından gizleniyor. Süleyman peygamber zamanında dünya insanları arasında bilim ve teknoloji seviyesi kasıtlı olarak geriye çekildi, dünyanın ve insanlığın devasa sorunlardan korunması hedeflendi. Lakin yer altında gizlice yaşayan uzaylı türler bu akıma uymadılar. Bilim ve teknoloji seviyelerini korudular. Zamanla, nesiller geçtikçe, geçmişte neler yaşandığını dünya insanları unutmuş ve bilemez oldu. Uzaylı türler ise biyonik robotlarla dünya insanlığının her dengesine sinsice ve gizlice müdahale etmeye devam ettiler.

İşte arada geçen bu binlerce sene boyunca hep vampir hikayeleri duyuldu ve onlar gerçekti. Uzaylı türler, binlerce sene boyunca, ihtiyaç duydukları kanları toplamak için, insan görünüşlü biyonik robotlar da kullandılar. Vampirler de biyonik robotlardı. Biyonik robot oldukları için kolayca öldürülemezlerdi, daha doğrusu bozulamazlardı da kalp hizası başta olmak üzere belli yerlerine tahta kazıklar çakınca bozulurlardı.

Günümüzde adrenochrome ya da gençlik iksiri denilen şey de konumuzla alakalı. Bu tekniği kendine uygulayanların tamamına yakını aslında biyonik robot. Aslında gençleşmek ya da genç kalmak için değil de faaliyetine/çalışmasına devam edebilmek için o biyonik robotlar bu gibi şeylere ihtiyaç duyuyorlar.

Çoktandır biz dünya insanları da suni ortamlarda/şartlarda, gerçek dokulu insan organları, insan kemiği, insan saçı, insan tırnağı, insan kıkırdağı, insan kanı üretebiliyoruz. Çoktandır yapay zeka teknolojisine de sahibiz. Hatta son yıllarda imal ettiğimiz robotlar hala hepimizi şaşırtıyor ve çok insansı davranabiliyorlar. O uzaylı türler ise bizden on bin yıl daha ileri bilim ve teknoloji seviyesine sahipler. Buna rağmen bile, bilim ve teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, tamamen gerçekçi ve tamamen sorunsuz insan organları, insan dokuları üretemiyorlar. İnsan vücudu kusursuz yaratılmış ve bilim ve teknoloji ile tamamen taklit edilemiyor. Biyonik robotları kullanmak için hala dünya genelinde insan kaçırmak, organ kaçırmak, kan kaçırmak zorundalar. Zaten biyonik robotlarla pek çok ülkenin hükumetlerine, ordularına, istihbarat teşkilatlarına, yardım kuruluşlarına, önde gelen hastahaneler zincirlerine, basın ve medyasına sızdıkları için, bunları en tepeden idare eden kişiler oldukları için, dünyada milletler arası sistemi bile bu ihtiyaçlarına göre şekillendirdiler ve milletler arası seviyede insan, organ, kan kaçakçılığı yapmaktalar.

Bu sarsıcı gerçeklerden habersiz olan insanlar, sistemleri sorguladıkça art niyet olduğunu anlıyorlar, yalan açıklamalar yapıldığını anlıyorlar, verilerin gerçekçi olmadığını anlıyorlar ama konuları birbirine tam bağlayamıyorlardı. Şimdiden sonra bağlayacaklar.

Yer altı şehirlerinde gizlice yaşayan uzaylı türlerin çoğu, bizim teknoloji seviyemizi çok ilkel buluyorlar. Zaten ilerlememize de binlerce senedir onlar mani oluyorlar.

Şu andaki bilim ve teknoloji seviyemizle yaptığımız ameliyatları da çok ilkel buluyorlar.

Çünkü onlar bir kişiyi öldürmeden ve gayet kısa süre içinde boyunu uzatıp kısaltabiliyorlar. Atomlarıyla oynayarak vücudun hacmini değiştirebiliyorlar. İnsanı öldürmeden kemiklerini eğip büküp yeniden şekillendirebiliyorlar. Yüzünü büyük oranda değiştirebiliyorlar. Kopmuş, kesilmiş bir uzvunu yeniden ve sorunsuz şekilde çıkartabiliyorlar. Bu teknikleri, biyonik robotların içinde uzaylı insanlar yerleştirirken de kullanıyorlar.

Tam manasıyla biyonik robot diyemeyeceğiz bir takım maskeler, kıyafetler kullanıyorlar. Bunları giyince de biz dünya insanlarından ayırt edilemez hale geliyorlar. Bu maskeleri ve kıyafetleri kullanarak da aramızda çok yüksek sayıda uzaylı insan dolaşıyor.

Dünya insanlarının kadınlarını da erkeklerini de kaçırıyorlar. Kaçırılan kadınların hamile kalmasını ve çocuk doğurmasını sağlıyorlar. Bütün bu süreç boyunca isterlerse o kadını uyku halinde tutuyorlar.

Doğan çocuğun bütün verilerini alıyorlar, sonra onu da keyiflerince öldürüp kanını, organlarını kullanıyorlar.

Bu çocukların aslında fiziki özelliklerini ve DNA kodlarını elde etmek için doğmalarını sağlıyorlar. Bebeğin özelliklerini, kodlarını kullanarak ayrıca biyonik robot yapıyorlar. O gerçek dünya insanı bebeğin DNA kodlarıyla, bizim aramızda dolaşsa hiç fark edemeyeceğimiz görünüşte ve özelliklerde yetişkin biyonik robot yapıyorlar.

Böyle çok çok yüksek sayıda biyonik robot ürettiler ve bunlardan görünüşü çok iyi, kodları çok düzgün, işleyişi çok düzgün ve bütün yönlerden bakılınca çok verimli olanları, sonraki asırlarda bir daha üreterek kullanıyorlar. Çünkü elllerinde zaten ihtiyaç duydukları bütün veriler var. Ve daha önce o sureti tanıyan dünyalı insanlar hep vefat etmiş oluyorlar. Lakin bu bilim ve teknoloji çağında bunu yapmakta çok zorlanıyorlar. Çünkü artık bizim de yüz küsur yıl öncesine dair elimizde fotoğraflar, videolar var.

Son zamanlarda suni afet saldırılarını artırmalarının ve son Maraş merkezli suni depremlerden sonra devletimizin gücünü kullanmamıza mani olmak istemelerinin bir sebebi de bu…

Bir süredir tekrarla yazdığım gibi, uzaylı türlerin kolayca biyonik robotlar yapabildiği kadim tesislerinde bile büyük sorunlara sebep olduk. Hep metafizik sinyallere girdi oralar ve oralarda çalışan teknik kadrolar. Üstelik yer yüzünde, aramızda dolaştırdıkları biyonik robotları da topluca sinyale aldık ve zaman geçtikçe sinyal darbelerini artırdık. “Yakında aramızda biyonik robotlarla dolaşamayacaklar. Devletlerin, kurumların idaresini ele geçiremeyecekler. Her dengemize müdahale edemeyecekler” mealinde cümleler de yazdım.

İşte bu kötüye gidiş onları çok büyük sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Şimdilerde, eskisinden daha fazla insan, organ, kan kaçırmak zorundalar. Biyonik robotlar sistemini faaliyette tutmak zorundalar.

Bu da bir yerlerde savaş çıkartmakla, otorite boşlukları oluşturmakla, milyonlarca kişinin sahipsiz şekilde mülteci olmasıyla, suni afetlerde toplu ölümler ve otorite boşlukları oluşmasıyla mümkün olabilir.

Tayyip, Fuat, Hulusi, Soysuz suretindeki biyonik robotların, son süreçteki kararlarının arka planında işte bu sarsıcı gerçekler de var. Afet bölgesinden sadece maddi değere sahip şeyleri değil, canlı insanları ve çıkartılmış organları da kaçırmak zorundalar.

Hatta cesetleri bile kullanıyorlar. Kısa süre içinde kaçırılmış ve korumaya alınmış cesetleri de yer altı ya da yer üstü mekanlarında işliyorlar, değerlendiriyorlar. Hiçbir işe yaramaz gördüklerini de çok çok ağır ve kısa sürede öldürücü tesiri olan ceset büyüleri yapmakta kullanıyorlar. Büyücülük, Yahudiler ve Masonlar/satanistler arasında ne kadar yaygınsa, yer altındakilerden İblis’e tabi olmuş uzaylı insan türleri arasında da o kadar yaygın.

İzmit Tüpraş, İzmir Tüpraş gibi rafinerileri, bu sistemde ana aktarma merkezlerinden birkaçı olarak da kullanıyorlar.

Buralara yanaşan ve görünürde petrol ya da petrol mamülleri taşıyan gemilerle aslında çok çok başka şeyler de taşıyorlar. Uyuşturucu, uyuşturucu imalatında kullanılan ham maddeler zaten hep taşınıyor ama her fırsatta insan, organ ve ceset kaçırmada da buraları kullanıyorlar.

Özel muhafaza şartları oluşturan paketler ya da kutular, içlerinde uyuşturucu, organ ya da insan uzuvları bulunur şekilde varillerin ya da doğrudan gemilerin depolarının içine atılıyorlar.

Bu gibi yerlerde çalışanların büyük çoğunluğunun gizli Ermeniler, gizli Yahudiler, gizli Rumlar, gizli Süryaniler, gizli Ezidiler olmalarına dikkat ediyorlar. Bunlardan mümkün olanların tamamını mason da yapıyorlar. Adıtürkçülüğü acayip bir hukuksuzlukla zaten dokunulmaz yapmışlardı ve fark edilmeye başladıklarında hemen Adıtürkçülük naraları ile ortamı gerip dikkatleri dağıtmaya oynuyorlar. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve bilinen benzerlerine üye olmaları sağlanıyor. Bu sözde dernekler de hep aslında mason locaları ve kara para teşkilatları. Buralar üzerinden de bu kadroları organize halde tutuyorlar.

Rafineri çevresinde ikamet etmelerini de sağlıyorlar. Böylelikle sistemi mümkün olduğunca “emniyetli” hale getiriyorlar. Yine de çalışanların büyük çoğunluğu sistemin tam olarak ne seviyede işler yaptığını ve nerelerle bağlantılı olduğunu bilmiyorlar.

Bu kişilerin maddi şartlarını da iyi tutuyorlar ve bu kişiler üzerinden bir de çevre diyarları hatta ülke genelini yönlendirmek, herkesi dinsiz, kuralsız, şeytanlaşmış, masonlaşmış kişiler yapmak istiyorlar.

Basına, medyaya, sosyal medyaya da mason teşkilatı üzerinden ayar çekerek, hep böyle kişilerin yayınlara çıkmasını, sosyal medyayı yönlendirmesini de sağlıyorlar. Her yönüyle organize ve her yönüyle vahşi, insanlık düşmanı bir teşkilat/sistem bu… Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde benzeri tarzlarda teşkilatlanmış vaziyetteler.

Mesela İzmir Aliağa Tüpraş tesisinin etrafı kripto kimlikli ve mason kişilerle dolu.

Yine o tesisin ve İzmit Tüpraş tesisinin, yerin altına doğru giden gizli bölümleri ve gizli depoları da var. Bunlar da kara para sisteminin işleyişi için yapılmış yerler.

Görünürde kendi halinde işleyen bir rafineri… Arka planda her türlü kara para işlerinde bir ana istasyon olarak kullanılan bir mekan… Daha arka planda gizli Ermeniler ve gizli Yahudilerle masonlar bu işin içindeler. Daha arka planda ise işin arkasında İsrail, İngiltere, ABD, Rusya, Çin, Katar, BAE, Suudi Amerika, İran, Almanya, Fransa ve bilinen o diğer ülkeler var. O ülkelerin hükumetleri, masonları var.

Daha arka planda ise bunların arasına sızmış biyonik robotlar ve yer altı şehirleri var. İşte böyle bir sistemi en tepede yöneten iki kişi var. Biri İblis, diğeri uzaylı bir insan olan asıl Deccal…

İşte Deccaliyet sistemi böyle bir sistem…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Vazgeçmediler


Eski takipçiler biliyorlar. Yıllardır İzmit Tüpraş tesisi hususunda ikazlar yapıyorum. Ayrıca İstanbul adalar ilçesinde nükleer bombalar bulunduğunu söylüyorum. O nükleer bombalar hala adalar llçesinde var. O İzmit Tüpraş hala nükleer bomba tesirine yakın şiddette patlamaya hazır duruyor. Kapatmadılar o hurda tesisi ve gerekli tedbirleri de almadılar. Zaten tadilat yapmakla düzeltilemeyecek bir halde olduğunu da o vakit söylemiştim.

Bunlar da Maraş merkezli suni afet saldırılarından sonra açıkça sergilenen art niyetler, ihanetler kadar net, açık kasıtlar, ihanetler…

Yıllardır çok sayıda rüyanın tabiri, ayrıca metafizik istihbarat verileri, ayrıca sahada elde edilebilmiş somut istihbaratların satır arası okumaları/değerlendirmeleri, aynı sonucu veriyor.

Bütün Marmara bölgesini, mümkün olmazsa İstanbul’u cayır cayır yakacaklar. Tüpraş o bölgeyi patlamaların basınç tesiriyle moloz yığınına çevirip hem de yakacakken… Marmara’nın diğer bölgelerini nükleer bombalar ve yer altında biriktirdikleri devasa miktarda gazlar yakacak, kavuracak. Bunlar, şiddetli bir depremin ardından yapılacak.

Bu planlardan vazgeçmiş değiller.

Bunları yaparken, öncelikli hedefleri, Türkiye’nin diğer bölgelerinden İstanbul’a ve bütünüyle Marmara bölgesine yardımlar, destekler ulaşmasına mani olmak. Bu nedenle yıpratmak, zayıf düşürmek, moral bozmak, ümitleri yıkmak için farklı bölgelere önden saldırıyorlar. Hep dediğim gibi, nihai hedefleri İstanbul…

Ne yapılacaksa yapılacak, ne kadar ezber bozan kararlar alınacaksa alınacak ve yüz binlerce askerimiz, beraberinde askeri tesislerimiz muhafaza edilecek. Gerekiyorsa riskli olan bütün illerden, en çok da deniz kenarlarındaki illerimizden askerlerimiz daha iç bölgeye çekilecek ama her an deniz kenarındaki illere müdahale edebilecek şartlarda olacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Deniz mahsülleri yemeyin, yağmurda ıslanmayın, kaynatmadan su içmeyin

Stratejik silahlarla saldırılar devam ediyor.


Türkiye ağır saldırı altında… “Kış bitmiyor” diye baştan yazmıştım. Detayları da biliyordum ama yazmamıştım. Hala yazmayacağım ama bu kadarını da yazmak lazım. Aradaki iyi insanlar bari öğrenip şahsi tedbirlerini alsınlar.

Türkiye’de mevsim normallerinin dışında, suni tekniklerle yağışlar olması sağlanan bölgelerde yaşayan yüksek sayıda insanda, bulantı, kusma, ishal şikayetlerinin görülmesinin üzerine düşülmeli.

Suni tekniklerle yağışlara sebep olunabildiği gibi, bu yağışların arasında zehirli kimyevi maddelerin ya da hastalıklara sebep olan biyolojik virüslerin de yere inmesi, insanlara, hayvanlara, bitkilere bulaşması sağlanabiliyor. Çoktan yazıp ikaz etmişim ve “Sakın suları kaynatmadan içmeyin.” demiştim. Damacana ile nakil edilen su bile olsa, dağdan akan en güzel sulardan bile toplansa, hiçbir su kaynatılmadan içilmemeli.

İnsanların derilerini ve sonra etlerini yiyen, parçalayan, yakan biyolojik virüslü saldırılara karşı da ayrıca tedbirli olunmalı. Seyretilmiş nükleer bombalı saldırılara karşı tedbir alınması gerektiğini de tekrarla yazmıştım. Öncesine şahsi tedbirler alınamıyorsa bile, hiç değilse patlamadan sonraki kısma dair tedbirler alınmalı.

Türkiye’nin denizlerinde, çoktan acil durum ilanı gerektirecek seviyede aşırı gaz sızması var. Yer altından çıkan muhtelif gazlar deniz suyunun rengini değiştiriyor, çok kısa sürede çok geniş alanda alglerın oluşup renk değişmesine sebep oluyor. Müsilaj benzeri sümüksü yapıda maddelerin oluşmasına sebep oluyor. Herhangi bir devlet olsa, şu ana kadar konuyu dünya gündemine bile taşırdı. Dünyanın her yerinden uzmanları da çağırırdı. Birkaç büyük şehri ise kademeli olarak boşaltırdı. Lakin burası Türkiye… Adı Türkiye olan, bütün her şeyiyle idaresi Türk düşmanlarının elinde olan bir ülke… Bu gazları yer altında oynayan, toplayan, sıkıştıran, sızdıran taraflarla Türkiye’deki idareciler zaten aynı taraflar. Birbirlerinden ayrısı, gayrısı yok.

Böyle bir anda devletin yapması gereken yüzlerce acil ve mühim müdahaleyi yapmıyorlar ama insanlar şahsi tedbirler alabildikçe almalılar. Şu zamanlarda deniz mahsülleri yenilmemeli. En çok da midyeler başta olmak üzere her türlü deniz kabuklusunu yemekten kaçınılmalı.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

“Bütün Marmara yanacak” 

Kraliçe Elizabeth çok kızmış

Marmara bölgesinde seyretilmiş uranyumlu nükleer bombalar..

Türkiye’nin kuraklık ve kıtlık yaşayacağını, Türkiye’de çok büyük afetlerin peş peşe yaşanacağını, bunların çoğunun suni tekniklerle sebep olunmuş afetler olacağını çok uzun zamandır yazıyorum. Yayınlarıma, sosyal medya hesaplarıma uygulanan bütün sansürlere rağmen, özellikle son bir buçuk senedir bu beklentiyi hep gündemde tutabiliyorum. Hem hükumetin hem de milletimizin gerçekçi tedbirler almasını istiyorum ve son zamanlarda hükumet de buna göre hareket etmek zorunda kalıyor. Bu baskı işe yarıyor gibi görünüyor ama işin aslı öyle değil. 

Hükumet, bu felaketler yaşandıktan sonra suçlu duruma düşmemek, yargılanmamak ya da acıdan ve öfkeden çıldırmış haldeki milyonlarca Türkiyelinin ayakları altında ezilmemek için, şu anlarda tedbirler alıyormuş, ikazlar yapıyormuş rolü oynuyor. Bir de hükumet, felaketler sırasında ve sonrasında insan kaçakçılığı, organ kaçakçılığı, küçük ve değerli eşyaların çalınıp kaçırılması kısmına dair tam teferruatlı ve gerçekçi hazırlıklar yapıyor. Bunu, en çok da Mason tarikatı üzerinden milletler arası bağlantılar tesis ederek yapıyor.

Zaten gerçekte mafya liderleri olan Devlet Bohçalı, Solomon Soysuz gibi kişiler üzerinden de Türkiye içindeki ve dışındaki mafyalarla bu konularda organize olunuyor, son hazırlıklar yapılıyor. Biliyorsunuz, buna daha önce tam teşebbüs ediyorlardı, İstanbulluları felaketten sonra sözde tahliye edecek gemileri bile hazırlamışlardı, suç örgütü lideri ve uyuşturucu baronu suç işleri bakanı Solomon Soysuz üst üste açıklamalar yapıyordu ki o işi de bozmuştum. 

Son iki sene içinde, onlarca kere, beklenen o felaketlerin ötelenmesine, ertelenmesine sebep oldum. Ankebut Ağı dediğim sisteme bağlı kan emici, sömürücü onlarca ülkenin büyük maddi sıkıntılara düşmesine sebep oldum. Önemli ve güçlü liderlerin iktidarı kaybetmesine de sebep oldum. Batı dünyasının iyice batmasına, İsrail’in iyice perişan hallere düşmesine, ABD’nin meteliğe kurşun atmasına, Almanya’nın çok zor hallere düşmesine de sebep oldum. Henüz iktidarı kaybetmemiş bazı Avrupa liderlerinin ise hükmünü yitirmiş limon kolonyası misali hallere/şartlara düşmelerine de sebep oldum. Afganistan’a ve Kazakistan’a dair kanlı ve kara planlarını da çökerttim. Zaman hep aleyhlerine işler oldu. Çok zaman, para, itibar, otorite ve güç kaybettiler. Bütün bunlar yaşanıyorken en çok kızan, çıldıran kişilerden biri İngiltere kraliçesi Elizabeth oldu. Dünyanın her bir yanındaki fitne kazanlarını aynı anlarda ayrı ayrı kaynatan biri olan Elizabeth, son yaptığım müdahalelerden ve son yazdığım yazılardan ötürü de çok kızdı, sinirlendi. Sakinleşecek ve sakince kararlar alacak gibi durmuyor.

İşleri, planları ve kara para akışları bozulduğu için son zamanlarda Ukrayna üzerinde bir danışıklı dövüş de sergiliyorlar. Rusya, Ukrayna ve ABD başta olmak üzere onlarca kara paracı hükumet, dünya insanlığının önünde danışıklı bir dövüş sergiliyor. Daha şimdiden milyonlarca Ukraynalı kadın ve çocuğun mülteci haline düşüp, sahipsiz şekilde onlarca ülkeye dağılmasına sebep oldular. Daha şimdiden, bunların bir kısmının, oralardaki organ ve fuhuş mafyalarının ellerine düşmelerine sebep oldular. Bunlar arasından yetim kalmış çocukların bir kısmını Tayyip’in organcı, kara paracı karısı Emine vesilesiyle Türkiye’ye de getirdiler. Ne yazık ki onları da sisteme dahil edecekler. Onları da nakite çevirecekler.  

Öyle canavarlaşmış ve aynı zamanda öylesine batmak üzere bir haldeler ki Ukrayna üzerinden yaptıkları şeytani kara para işleri de onlara yeterli gelmiyor. Bir yandan Türkiye üzerinde de benzeri şeytanca işleri yapmak istiyorlar, kara paraları artırmak istiyorlar. Bir yandan da Türkiye’nin Ankebut Ağının sömürmesinden, zulmünden, dinsizleştirme ve namussuzlaştırma politikalarından kurtulma teşebbüslerine, kurtulmak isteyen diğer devletlere/milletlere önderlik etme teşebbüslerine mani olmak istiyorlar. Türkiye’ye böyle bir anda diz çöktürmek istiyorlar. Türkiye üzerinden, benzeri hallerdeki onlarca ülkeye de ders vermek, korku yaymak ve “Sizin de sonunuz böyle olur” demek istiyorlar. İşte bu kadar büyük gerilme, restleşme var sahada ve bunun patlama noktasına da gelindi. 

Son zamanlarda “Hükumetten ümidinizi kesin. Şahsi tedbirler alın. Marmara bölgesini terk edin. Buralardan çekip gidin. Daha fazla ikaz etmeyeceğim, nasihat alan insan sayısı çok az. Nasihat dinleyen dinledi, dinlemeyenler de acı akıbeti görecekler.” mealinde yazıyorum ama her seferinde yine de merhametim baskın geliyor. Çok ama çok büyük acılar yaşanacak. 

Bu nedenle, bir kez daha yazıyorum. Son yazdığım yazıda, film senaryosu diyerek çok şeyler anlattım ama bildiğim her şeyi yazmadım. Bazı kısımları da gerçeğe uygun şekilde yazmadım. Şimdi senaryo yazmıyorum ama yine de her bildiğimi açıkça yazmayacağım. Bilgi paylaşıyorum. Marmara bölgesinin sahil şeridinin pek çok yerinde, seyreltilmiş nükleer bombalar var. Evet, yanlış okumadınız, seyreltilmiş nükleer bombalar var. 

Bunlar, daha çok İzmit körfezinde, Tüpraş tesisinin altına denk gelecek yerde olan, oradan Tuzla, Gebze, Pendik, Kartal, Maltepe ve Adalar hattı boyunca ara ara yerleştirilmiş olan nükleer bombalar. Bu hat boyunca çok önceden patlayıcı ve parlayıcı gaz doldurulduğunun anlaşılmasını daha önceki yazılarımda sağlamıştım. Şimdi daha net yazmış bulundum. Yaşanan müsilajın da yeraltını gazla doldurma çalışması sırasında sızan ya da kasıtlı olarak sızdırılan ve deniz suyuna da karışan gazlarla alakalı olduğunu da fark ettirmiştim. Pendik, Kartal, Maltepe hattında duyulan ve “Doğalgaz kokusu gibi” denilen kokunun da bu gaz doldurma çalışmalarıyla alakalı olduğunu yazmıştım. Heybeli ada yakınlarından, denizin altından girilebilecek bir yeraltı tünellinin, İzmit Tüpraş tesisinin yakınlarına çıktığını, bu hattın da gazlarla ve seyreltilmiş uranyumlu bombalarla doldurulduğunu ise yazmamıştım. Bunu da şimdi yazmış bulundum. Yazmadığım kısımları da şimdilerde yazmayı düşünmüyorum.

Öylesine büyük felaketler planlıyorlar ki “Bütün Marmara yanacak” denilse, yeridir ve abartı olmaz. Yeraltında belli hatlar boyunca biriktirdikleri gazları da patlatacaklar, eş zamanlı olarak seyretilmiş nükleer bombalar da patlatacaklar, bunlar olmadan hemen önce bir suni deprem de yapacaklar. Hatta hava şartlarını oynamaya devam ederek, istedikleri kadar kar, yağmur da yağdıracaklar, rüzgarlar da estirecekler. 

Planları uygulayacaklar, tarihe geçecek felaketlere peş peşe sebep olacaklar ve sonra da her şeyin tabii/doğal bir felaket olduğunu, her yerde anlatmaya başlayan adamları papağan gibi tekrarlara başlayacaklar. 

Mesela şu usulde konuşacaklar: “Efendim, zaten Kuzey Anadolu fay hattı boyunca birikmiş bir enerji vardı. Çok sayıda bilim adamı, ayrıca hükumetimizin bazı bakanları defalarca halkımızı uyarmıştı. En son seviyede açıklamalar yapılmış ve felaketin an melesi olduğunun anlaşılması sağlanmıştı. Hatta -Marmara bölgesini terk edin- diyen bilim adamlarımız dahi olmuştu. Korkulan oldu, beklenen felaket yaşandı. Tarihte daha önce de büyük depremlerin, yeraltındaki doğal gazları patlattığı ve deprem sonrasında çok büyük patlamaların yaşandığı, bu patlamaların da toplu ölümlere sebep olduğu görüldü. Ayrıca insanların topluca gazdan zehirlenmesinin görüldüğü de oldu. Bu vakalardan bazılarında çok büyük yangınlar oldu. Çok yoğun ve zehirleyici dumanlar çıktığı ve yanmamış gazların da göğe doğru çıktığı oldu. Ardından, göğe doğru çıkmış bazı asitlerin, zararlı kimyasalların yağışlarla birlikte tekrar yere düşmesine ve temas ettiği insanlarda ciddi cilt yanıkları yaşanmasına, bu nedenle de insanların topluca vefat etmelerine sebep olduğu depremler görüldü. Biliyorum acımız büyük, tarihte nadir görülen seviyede bir felaketi yaşıyoruz ama bunlar acı gerçekler. Şimdi geriye değil, önümüze bakmamız gerekiyor. Bu bölgenin topluca terk edilmesi gerekiyor. Öncelikle kadınlar ve çocuklar gemilere bindirilmeli. Hükumetimiz onları daha önce belirlenmiş ve açıklanmış olan başka illerdeki noktalara götürecek. Dost devletlerden gelen yardım ekiplerinin yönlendirmelerine de uyulmalı. Böyle zamanlarda komplo teorileri yazanlar, anlatanlar da hep olur. Bilimin ışığından ayrılmamak gerekir.”

Bunlar gibi açıklamalar yapılmaya başladığında, karşılık olarak kamyon yüküyle itiraz cümleleri kurulur, tartışmalar yaşanır ama Türkiye’de basın ve medya, Türk rolü oynayan gizli Yahudilerin, gizli Ermenilerin, masonların kontrolündeyken hatta sosyal medya da CIA üzerinden sansürlüyken, o papağanlara gerekli karşılıkları vermek ilk anlarda mümkün olmayacaktır. Hiç değilse o papağanlara şu soru sorulabilse, o anda nutukları tutulur: “Yener Üşümezsoy -Son zamanlarda sürekli deprem ikazları yapılıyor. Bunların bilimsel temeli yok. Deprem ikazı yapmayı gerektirecek bilimsel veriler yok. Bilimin dışına çıkmamak, başka temellere dayanarak açıklamalar yapmamak gerekir- mealinde konuşmuş hatta çıkışmıştı. Buradan başlayalım mı?” 

Benden bu kadar… Bu şartlarda da bu yazdıklarımı birbirine atmaktan, duyurmaktan, yaymaktan, birbirini ikaz etmekten çekinecek, tedbirler almaktan geri duracak yığınlara benim sağlayabileceğim bir fayda kalmadı. 

Ben ve benimle beraber hareket eden iyi insanlar, verdiğimiz bu insanlık mücadelesine kesilecek cezalara karşı alınması gereken her türlü tedbirleri aldık, her türlü kararları aldık, iyice organize olduk ve halk arasında hala “derin sessizlik” devam ederse, bundan sonra felaketlerin yaşanmasına mani olacak hiçbir adımı atmayacağız. 

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi