Etiket arşivi: Timsah

Rüyada timsah görmek | Rüya tabirleri

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Akademi Dergisi takipçisi: – İki gün önce rüyamda arap diyarında timsahlar gördüm. Bu timsahlar sizin metafizik dalganızdan etkilenip sadece kemik olarak kalmışlar ama ona rağmen etrafa saldırıp bişeyler yemeye çalışıyorlardı. Bende içimden diyorum ki mfs hocamın sinyaline girmiş ve bitmişler ama varlık göstermeye çalışıyorlar bu saatten sonra bişey yapamazlar demişim.

Rüyada timsah görmek kolluk kuvvetlere, alçak birine, dost görünen düşmana, rakibe, zulüm eden kişiye ve hile ile kazanç elde eden kimseye delalet eder. Rüya sahibinin timsahı alt ettiğini görmesi rakiplerine ve hasımlarına karşı kazanacağı başarıya işaret eder.

Su aygırlarına merhamet edilmeli

Su aygırları “ayar tutmamış hayvanlar” dediğim hayvan türleri arasındadır. Milyonlarca sene önce genetik bilimi günümüzden çok daha ileri seviyelere ulaşmışken insanlar tarafından türetilmiş bir hayvan türüdür. Su aygırlarını türetebilmek için timsahların ve fillerin genetik kodları da bu projede birleştirildi. Lakin hiç iyi bir şey yapılmadı.

Çünkü hayvanların genetik kodlarının birleştirilmesi işi, hiçbir zaman istenilen neticeleri vermedi. Su aygırları ve gergedanlar, üzerlerinde oynana oynana bir şekle sokuldular ama “en iyi” dedikleri hali bile ayar tutmadı.


Su aygırları o kadar ayarsız bir halde türetildiler ki milyonlarca senedir eziyet çekiyorlar. Gün başlarken kendilerini suya atıyorlar ve akşam olana kadar sudan çıkmak istemiyorlar. Çünkü bu canlıların ter ya da yağ bezleri bulunmuyor. Bu nedenle güneşin altında kavruluyorlar, çok acı çekiyorlar. Gün boyu güneşten kaçmak için suda durmaya mahkum oluyorlar.

Lakin, bu derece ayarsız türetilmiş bu hayvanlar için su da ayrı bir işkence oluyor. Suda yiyecek bir şey bulamıyorlar, çünkü ot oburlar. Ayrıca solungaç solunumu da yapamadıkları için su içinde rahatça duramıyorlar. Nefes tutmak zorunda kalıyorlar. Tamamen su içinde kısa süre için durmaları gerektiğinde bile önce derin nefes alıp kulaklarını ve burunlarını da tıkıyorlar. Başlarını mümkün olduğunca su dışında tutmak zorunda kalıyorlar. Bunu yapmak istediklerinde ise vücutları, ayakları, parmakları bu işe uygun olmuyor. Yüzerek başlarını/burunlarını su yüzeyinde tutmak onlara sürekli zahmet veriyor. Su kaynaklarının kenar kısımlarında, vücutlarını su içinde tutacak ama başlarını su üstünde tutacak yerlere muhtaç kalıyorlar.

Fil denilse, fil kalmamış ama timsah denilse, timsah da olamamış bir hayvan türü bu… Su hayvanı desek değil, kara hayvanı desek, o da değil. Ağzı ve dişleri bile düzgün değil. Doğru düzgün çiğneyerek beslenemiyor ve bu da sürekli olarak mide/hazımsızlık sorunlarına sebep oluyor.

Timsahlar gibi bu hayvanların da tabiata bir katkısı olmuyor. Bunların nesillerinin yok olması hiçbir tabii dengeyi bozmuyor. Öyle ise sorun kendinize, bu zavallı hayvanlar neden daha fazla bu eziyeti çeksinler?

Mehmet Fahri Sertkaya

Timsahların olmadığı bir dünya…

Şu sıralarda gizli yeraltı üslerinde çok ama çok büyük sorunlar yaşamakta olan, birbirlerine düşen ve çatışan, kendileri için artık bu gezegende gelecek görmeyen ve ümitlerini kaybetmiş olan Yeşilleri (Reptilianları) bu dünyadan tamamen kovduktan sonra, timsahların nesillerinin sonlandırılmasını da sağlayacağım.

Timsahlar bu gezegenin hayvanatından değiller. Yeşiller tarafından başka bir gezegenden getirildiler. Üstelik asıl timsahlar bizdekiler kadar vahşi de değiller. Bizim dünyamıza getirdikten sonra timsahların genetik kodlarıyla da oynadılar. Onların daha kuvvetli, daha sert derili, daha güçlü dişlere sahip ve daha yırtıcı olmaları için DNA’larına müdahale ettiler.

Milyonlarca yıldır dünyamızın insanları, dünyanın tabiatına ve insanlığa hiçbir faydası olmayan, üstüne pek çok zararı olan bu timsahların sıkıntısını çektiler, çekiyorlar. Timsahlar dünyamızda yok edildiğinde hem tabiat, hem de insanlık rahat bir nefes alacak. Tabiatın dengesinde hiçbir eksilme ve bozulma da olmayacak.

Mehmet Fahri Sertkaya

Ahtapotlar ve timsahlar bizim dünyamıza başka dünyalardan getirildiler…

Ama çok uzak geçmişte bir zamanda, bugünkü gibi değil, günümüzdekinden çok çok daha ileri bilim ve teknolojinin geliştiği bir zamanda, dünya insanları genetik biliminde adeta uçuşa geçmişlerdi. Ahlaki, vicdani, dini sınırları tanımaz olup da tutup hayvan türlerinin genetik kodlarını birleştire birleştire binlerce yeni tür hayvan türetmişlerdi.

O binlerce hayvan türünden biri de cadı makisi de denilen şu gördüğünüz hayvan türü…

Cadı makileri söz konusu o zamanda genetik mühendisliği ürünü olarak, baykuşlarla maymunların genetik kodları birleştirilerek türetilmişlerdi. Açıkça gözler önündeki istedikleri gibi bir ayar tutturamadılar, aralarında küçük farklılıklar olan çok fazla sayıda genetik kod birleştirme denemeleri yaptılar ve bu da birbirine çok benzeyen ama farklılıkları da bulunan birçok cadı makisi türü türemesine sebep oldu.

Cadı makisi denilen bu hayvan türü kuş beyinli bir hayvan türü… Yani beyinleri çok küçük ve gözleri bile beyinlerinden büyük. Kafalarının hareket kabiliyeti tıpkı baykuşlar gibi. Ağaçlarda ve ağaç dallarında durabilişleri, tüyleri, gözleri, görme kabiliyetleri hep baykuşlardan gelen genetik kodlar sayesinde… Günümüz bilimi bu tür hayvanları inceleyip de genetik mühendisliği ile türetildiklerini kesinlik derecesinde anlayabilecek seviyede ama başka bir eksik var ki o da ahlak/namus…

Tutup bu hayvanları da evrim aldatmacası ile açıklamaya kalkmak, primat demek, hiçbir somut bilimsel delile dayanmadan üfürdükçe üfürmek, ne kadar büyük bir ahlaksızlık. Çok ileri bilim ve teknolojiye sahip olduklarında sınırları aşıp tabiatın nizamına müdahale eden o zamanın insanları bile günümüzün evrimcilerinden belki de daha namusluydular.

https://ok.ru/video/2555630327185


Hiçbir memelide ondaki özellik yok

ABD’nin California Üniversitesi’nden Marissa Ramsier’in başında olduğu araştırma grubu, “cadı makigiller” olarak da bilinen küçük canlının, 20 kilohertz’in üzerinde ses çıkardığını ve bu frekanstaki sesleri algılayabildiğini tespit etti.

Bilim adamları, aralarında yarasa, balina, evcil kedilerin bulunduğu birkaç memeli türünün bu frekans aralığında ses çıkarabildiğini ancak bu konuda Filipin Tarsier’ine yaklaşamadıklarını belirtti.

Filipin Tarsier’i, bir tehdide karşı uyarıda veya cırcır böceği avına çıkmak için çağrıda bulunurken, 70 kHz civarında ses çıkartıyor ve 90 kHz’in üzerindeki sesleri algılayabiliyor. Biology Letters dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, bu frekans aralığı memeliler için ölçülen en yüksek rakamları ortaya koyuyor.

Çin’de bulunan bu 55 milyon yıllık cadı makisi (tarsiyer) fosili, milyonlarca yıl önce genetik mühendisliğinde sınır tanımayarak, yırtıcı kuşlarla sürüngenlerin genetik kodlarını birleştirmek yoluyla dinozorların türemesine bile sebep olan insanların, maymunların ve baykuşların genetik kodlarını birleştirerek cadı makisi dediğimiz bu türün türemesine de sebep oldukları ihtimalini çok güçlendiriyor.

Çok yanlış bir şekilde kendilerine bilim adamı denilen evrimci üfürükçüler, on yıl boyunca bu fosili incelediler. Fosilin topuk ve ayak kısmındaki bazı farklılıklar nedeniyle hemen bunu safsatalarına araç etmek, dünyada “bilimsellik” maskesiyle sergiledikleri din düşmanlığını artırmak istediler. Bu fosilin insanlarla primatlar arasındaki sözde ara geçiş formu olduğunu ilan ettiler. Oysa dünyamızın tabiatında/yaratılışında var olmayan cadı makileri, milyonlarca yıl önce genetik mühendisliğiyle türetilirken çok yüksek sayıda denemeler yapıldı ve birbirinden ufak farklılıkları olan muhtelif cadı makisi türleri türetildi. Hepsi bu…

Dünyada insanların da hayvanların da “ara geçiş formu” yok, hiç olmadı. Bilimsel temellere dayanan namuslu/ahlaklı bir bilim adamının bu fosili ara geçiş fosili ilan etmesine meydan yok.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

.