Etiket arşivi: Süleymanlılar Cemaati

Kapatmış

Yıllardır gerçek, hain, terörist, mafya yüzünü gözler önüne serdiğim sözde avukat Zeki Çalışkan sosyal mecralardaki hesaplarını kapatmış. Akademi Dergisinde son günlerde yayınlanan, Süleymanlılar cemaatinin dününe, bu gününe ışık tutan, gizlenen binbir türlü ihanetleri ve suçları gün yüzüne çıkartan yazılardaki sarsıcı iddiaların birinci dereceden muhataplarından biri de Zeki Çalışkan.

Bu hususların birinci derecede şüphelileri arasında da bulunan ve normal bir hukuk devletinde, seneler önce gerçek yüzünü anlatmaya başladığımda tutuklanıp yargılanması gereken sözde avukat Zeki Çalışkan, sosyal mecralardaki hesaplarını kapattı. Bir önceki sefer karşımda çok sıkıştığında, mensubu bulunduğu milletler arası suç, terör, ihanet, misyonerlik ve kara para teşkilatının, Türkiye ayağındaki en üst isimlerinden biri olan gizli Hristiyan/Ermeni Devlet Bohçalı’ya koşmuş, onunla aynı fotoğraf karesine girerek, fotoğrafı sosyal mecralardaki hesaplarında paylaşarak bir yerlere “ince” mesajlar vermişti. “Beni göz altına da alamazsınız, tutuklayamazsınız, yargılayamazsınız. Benim arkamda kimler var, siz biliyor musunuz?” demişti. O hareketiyle o sıralarda kendisiyle beraber Bohçalı’yı da “ölüm çukuru”nun içine çekmişti. Böyle bir neticeyle bitecek bir hareket başlattığının muhtemen farkında bile değildi.

Bir zamanlar Süleymanlılar cemaatinin en önde gelen isimlerinden biri olan, cemaatin en üst idari kadrosu arasında uzun süre bulunan Zeki Çalışkan, Sabetaycı gizli Yahudi ve mason, ayrıca kara paracı Kemal Kacar’la birlikte uzun süre binbir türlü suçlar işlemişti. Adnan Oktar suç, terör ve ihanet örgütüyle… Türkiye’deki gizli Ermeni suç, terör ve ihanet örgütleriyle… Türkiye’deki Sabetaycı suç, terör ve ihanet örgütleriyle… Türkiye’deki mason hainler, kara paracılar ile… Türkiye’deki üst seviye siyasetçiler ve yüksek rütbeli subaylarla… MİT ile, CIA ile, İngiltere ile, ABD ile, Almanya ile, AB’nin ve NATO’nun kontrolünde olan milletler arası suç, terör ve ihanet teşkilatlarıyla ve Türk/İslam düşmanlığı yapan herkesle paslaşan, bunu yaparken bir yandan da Türk ve Müslüman rolü oynayan, diğer yandan Süleymanlılar cemaatinin idaresini elinde bulunduran derin ihanet çetesinin en faal ve en üst isimlerinden olan biri idi Zeki Çalışkan… Süleymanlılar cemaati kısmında işler istediği, beklediği gibi gitmedi ama o hız kesmedi ve Tayyip’e daha yakın durarak, onunla daha içli dışlı olarak her türlü pis, kanlı ve kara işlerine devam etti, ediyor.

Kemal Kacar’ın ölmesinden sonraki süreçte, Arif Ahmet Denizolgun’un (AAD) da bulunduğu grubun cemaatimizin tepe noktalarını elinde tutmasıyla, Zeki’nin içinde bulunduğu grubun hesapları epeyi bozuldu. Zeki ve cemaat içindeki grubu AAD ile yıllarca uğraştı. Onu çok daha önce oyundan düşürürlerdi ama Akademi Dergisi bu çetenin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerinin önünde hep aşılmaz bir koca duvar gibi durdu.

Gün geldi AAD de oyundan düşürüldü ve hemen Zeki Çalışkan’ın da içinde bulunduğu muhalif çete “açıkça” sahneye çıktı. Bütün dünya anbean takip edip gördü ki karşılarına yine Akademi Dergisi aşılmaz ve yıkılmaz bir duvar gibi çıktı. Zeki sinirden çılgına döndü. O kadar çetesi, bağlantıları, maddi imkanları, adalet sisteminde emrine amade olan savcılar, hakimler, hiçbir işe yaramadılar. Sadece birkaç gün sonrasında şahsi profilinde Akademi Dergisini açıkça hedef gösterip karalayan bir paylaşım yapmaktan da geri duramadı. O sıralarda Akademi Dergisindeki yayınlarda “Hepinizi isim isim, cisim cisim biliyoruz. Akıllı olun, her şeyinizi buralarda açıkça yazdırmayın” şeklinde açıkça mesajlar veriliyordu. Neticede Akademi Dergisi kazandı, mfs kazandı ve cemaatin başına Alihan Kuriş isimli budala, gereksiz, şuursuz, vasıfsız, ahlaksız, namussuz, yediği içtiği haram, hasedçi, fitneci, hayatı boyunca bir baltaya sap olamamış, oturup kalkmayı bile bilmez, korkak, aciz, sünepe ve cahil kişi getirildi. Onun oraya gelmesi de gelebilseydi orada durabilmesi de imkansızdı, Akademi Dergisinin sayesinde mümkün oldu. O korkaklığı, vasıfsızlığı, acizliğiyle yine de Zeki gibilerin istediği pek çok şey gerçekleşiyordu ama Alihan, o şartlarda kötünün iyisiydi biz gerçek Süleymanlılar için…

Çıldıran sadece Zeki değildi. Sabetaycı gizli Yahudiler ve bir yandan mafya anaları olup da çok eskilerden beri cemaatimiz içinde cemaat olan Tansu Çiller ve Meral Akşener ikilisi de çıldırıyordu. Onlarla birlikte iş tutanlar da çıldırıyorlardı. Aydın Doğan’dan tutulsun da Türkiye’nin en büyük iş adamları listesinde bulunan onlarca kişiye kadar, milletvekillerine, bakanlara, sözde siyasi partilerin genel başkanlarına, Tayyip’e ve daha saymakla bitmez kişilere kadar herkes çıldırıyordu. Bunların iplerini ellerinde tutan yurt dışındaki taraflar da çıldırıyorlardı. O sıralarda zaten Adnan Oktar organize suç, terör ve ihanet teşkilatının dibini de oymuştu Akademi Dergisi ve onlar en çok çıldıranlar arasındaydı. Yine de mfs karşısında hiçbir açık hamle yapamıyorlardı. Yapa yapa Adnancılar adalet sistemimizi akıl almaz, anlatılınca inanılamaz şekilde oyuncak gibi kullanıyorlardı, bir yandan da her biri kendini dev gören söz konusu taraflar, cemaatimiz içinde, hiç şahıs ismi geçmeden, güya Akademi Dergisinin takip edilmesini yasaklayan bir sahte yasaklama yazısı paylaşılmasını sağlayabiliyorlardı. Onu da dünyanın bir yarısına hiç Akademi Dergisi ismi ve linkleri geçmeyen genel bir yasaklama yazısı şeklinde, diğer yarısındaki teşkilatlarımıza ise, parantez açılarak Akademi Dergisi ismi geçen şekilde dolaştırdılar. “Bu ne rezilliktir, böyle yasaklama yazısı mı olur? Teşkilatın yarısına başka, diğer yarısına başka metin mi gönderilir? Hani, kim Akademi Dergisini yasaklamış?” denildiğinde ise yıllarca susmak, geri durmak zorunda kalıyorlardı.

Yıllarca, okuyucuların tam olarak anlayamayacağı surette bir karşılıklı mücadele yaşandı. Senelerce hakkımda bir tek açık bile olsa, aradılar, aradılar ama bulamadılar. Çünkü yok. O Adnancılar ayrı bir yandan, o Zeki Çalışkan ayrı bir yandan ve daha onlarca taraf ayrı ayrı araştırdılar, soruşturdular, didik didik ettiler ve bulamadılar. Tamamen sessiz kalamayacakları anlarda “Deli, raporu var” dediler. Senelerce bunu deyip başka hiçbir şey diyemediler. Sonra da kendilerinin beslediği hakiki bir deli üzerinden, o deliye verilen gerçek deli raporunun montajlanması suretiyle güya hakkımda deli raporu çıkarttılar ve devletin resmi kayıtlarında “var olmayan” sözde raporu sosyal ağlardan yaydılar.

Gün geldi, Ankebut Operasyonu başladı, neye uğradıklarını iyice şaşırdılar. Üzerine aylar geçti, korkudan titreye titreye riske girdiler, girmek zorunda da kaldılar ve ABD’den, Fransa’dan, Almanya’dan ve daha pek çok ülkeden gelen talimatlarla ve baskılarla da beni içeri aldılar. Hiç bir şey yapamadılar. Oradan sağ çıkmama da mani olamadılar. Hukuksuzca üzerime belki yüzlerce sene cezalar yığacaklardı, her ceza yığma denemesinde bir ya da birkaç hakim ve savcıyı yaktılar. Suç üstü olmalarını sağlamış oldular. Bu süreçte şeytanlaşmışçasına hukuk ve tıp sistemini ayarından çıkarttılar. Ortada ne hukuk/adalet, ne insanlık bıraktılar. Sözde devlet memuru olan ve kendileri gibi kripto olan adamlarına çok sayıda suçlar daha işlettiler ve şahitler, deliller bıraktılar. Kendilerine sorulsa koskoca bir sistem gördükleri şey, bütün umudunu, bir şekilde bana deli raporu yamamaya bağlayacak kadar düşmüştü, hiç olmuştu. Israrla, kuralsızca denediler, bu defa sözle değil, evrakla delilik yamamayı da denediler ama yine de yapamadılar.

Yapmayacakları ve benim kazanacağım ve benim cezaevinden de çıkacağım kesinleşince Solomon Soysuz istifa oyunları bile oynamak zorunda kaldı. Boğazlarına kadar pisliğe batmış ve bu hallerini her yerde açık etmişlerdi. İşte bütün bu insanlık dışı süreçte en etkili olan kişilerden biri de Zeki Çalışkan’dı. Bütün bağlantılarını, imkanlarını seferber etti. Kendini bu yolda adeta heder etti. Bir yandan cemaatimizin içine, bir yandan adalet sistemine, bir yandan hastahane sistemine ve içindeki düşük seviyeli personellere kadar, nereye karışabiliyorsa, her yolu denedi ama istediği gibi olmadı. Belki de hayatında ilk defa böyle gerçek bir Süleymanlı dava adamı gördü, zaman ilerledikçe neler neler gördü ama kabullenmedi ve kendini bitirdi. Kendisiyle birlikte daha pek çok kişiyi de bitirdi. Şimdi Zeki Çalışkan’dan bir tutulacak, “Alın onu da getirin” denile denile, peşinden birbiriyle bağlantılı binlerce insan şeytanı daha toplanacak ve yargılanacak. Vakti geldi ve buna artık Kraliçe bile, İblis bile mani olamayacak. Olmaya çalıştıkça sistemleri daha da batacak, daha çok kayıplar verecek.

Zekat diyerek, kurban hissesi diyerek onlarca senedir organize şekilde çaldıkları paraların…

Kurslarımıza, talebelerimize yapılan yardım/destek paralarından onlarca senedir çaldıklarının….

“Kurs yapıyoruz” diyerek çaldıklarının…

Güya dernekler, vakıflar üzerinden çaldıklarının…

Çaldıkları devasa meblağda paralar, çok sayıda araziler v.s. bir yana, organize insan ve organ kaçakçılığı, organize fuhuş işleri kapsamında pek çok ülkede çaldıkları çocukların, kaçırdıkları insanların, kadınların, kızların…

Kuruluşundan beri Türk/İslam düşmanlığı yapan, devlete ve millete ihanet eden, her türlü kara para işleri yapan ve hala yapmaya devam eden MİT’le el ele, kol kola çalışmanın…

MİT’in tasmalarını elinde tutan kara paracı ABD gizli servislerine çalışmanın…

ABD’yi ilan edilmemiş bir sömürge devlet ayarında tutan ve onu perde arkasından yöneten İngiltere’ye çalışmanın…

Bu güne kadar dünya genelinde en az 25 milyon çocuk ve gencin kaçırılarak tecavüz edilmesi, ayinlere kurban edilmesi, fuhuş ve organ mafyalarına kurban edilmesinden sorumlu olan Kraliçe’ye çalışmanın…

Daha detayları yazmakla bitmeyecek kadar geniş olan insanlık dışı, şeytanca bir milletler arası sisteme çalışmanın ne demek olduğuna dair yargılamalar yapılmadan, gerekli cezalar kesilmeden, suçluların milletimizin elinde lime lime parçalanmasına imkan verilmeden, en ağır şekilde cezalandırılmaları sağlanmadan, şüpheli hiç kimsenin kaçıp kaybolmasına izin verilemez, verilmeyecek.

İşte böyle… Keser döner, sap döner, gün gelir mfs adamı gömer.

Herkes şimdi kara paracı gizli Hristiyan Behlül Karak’a, kara paracı kripto kimlikli Seyfettin Alkan’a, kara paracı kripto kimlikli Zeki Çalışkan’a ve benzerlerine yazdıklarımı soracak. Daha da bir şey yazmadım aslında, bundan sonra yazacaklarım da sorulacak. Bunların ortadan kaybolmasının zamanı mı, yeri mi… Aksine, inadına meydanlarda olmalılar, sesleri çok gür çıkmalı, öfke ile bağırarak karşılıklar vermeliler, bir gün bile geçirmeden o tamamen kontrollerinde tuttukları adalet sistemine gitmeliler, benden davacı olmalılar ama neredeler bu kişiler? Neden susuyorlar, neden kuyruklarını sıkıştırıp geri duruyorlar, neden kaçışıyorlar? Ya adli yetkililer, onlar neden geri duruyorlar ve susuyorlar?

Yemin olsun, dünyadaki en feci ölüm şekilleri ile infaz ettireceğim o sözde hakimleri, o sözde savcıları. Laf olsun diye demiyorum, hakikaten yemin ediyorum ki yargılanıp da haklarında idam kararları verildikten hemen sonra, topluca gruplar halinde infaz edilirlerken ben de o meydanda olacağım. Devletin televizyon kanalları başta olmak üzere, yerli yabancı özel kanallardan her isteyenin oradan canlı yayınlar yapmasını sağlayacağım. Zaten yargılamaları da hep dediğim gibi TBMM’de son derece şeffaf şekilde yaptıracağım. “Durun, herkes bir yana, en canileri, organcıları, tecavüzcüleri, ayincileri, hainleri bile ikinci sıraya koyun. Birinci sıradan o sözde hakimleri, sözde savcıları hemen şurada topluca infaz edin” diyeceğim. “Kaçırılan milyonla bebek ve çocuklar nasıl parçalandıysa, en vahşi/yırtıcı hayvanları koyun şuraya, parçalasınlar bu insan şeytanlarını” diyeceğim. “Leşleri bile kalmasın, bunlar için bir hainler mezarlığı bile olmasın. Buraya bir anıt dikin, üzerinde şu yaşananın özet şekilde hikayesi anlatılsın. Altında da – İnsanlık namına lanet- yazılsın” diyeceğim.

Yazılacak çok şey var da hem vaktim yok, hem de yıllardır takip edenler biliyorlar ve yazmadığım kısımları da tahmin edebiliyorlar. Benim adım mfs, ölmedim, ölmeyeceğim ve yemin ederim ki bu seviyede şeytanlaşmış Yahudilerin, satanistlerin, Hristiyanların, masonların, kripto/münafık müslümanların hepsini dünyanın her yerinde en feci şekillerde öldüreceğim. Hepsi de hukuka uygun olacak. Ben bunları yaparken dünya insanlığı “Yak onları”, “Parçala onları”, “Kolayca öldürme onları” diye tempo tutacak. Ankebut Ağını, dünya insanları kısmıyla, uzaylı insanlar kısmıyla, cinler alemindeki kısmıyla birlikte yok edeceğim.

O Adnancılarla da hususi şekilde ilgileniyorum, ilgileneceğim. Devlet sistemi içinde onlarla birlikte bunca zamandır milletimize her pisliği yapmış olan başta hakim ve savcılar olmak üzere her yetkili ve etkili kişi, şimdiden feci şekillerde ölmeye hazırlansın.

Dünya denilen şu gezegen üzerine gücü kalmış bir taraf varsa da haydi çıkıp beni durdursun.

Az daha unutuyordum. Bakalım, Sabetaycı gizli Yahudi ve kara paracı pislik herif Tuğrul İnançer gibi kaç kişi daha öldürülecek de bu şeytani sistemin topluca alınmasına, yargılanmasına ve insanlığın/hukukun gereği olarak topluca katledilmelerine mani olunabilecek. Binlerce kişi öldürülse ve ortadan kaldırılsa bile mani olunamaz. Kraliçe kendini feda etse bile mani olunamaz.

| Mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

“Öldüğü halde kalbi atmaya devam eden Süleymanlı”nın gerçek hikayesi

B. T. T. (Akademi Dergisi takipçisi)

– Esselam aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu hocam. Üstazımızın vefat raporunu veren doktorun bu sıradan bir insan değil, kalbi atıyor ama öldüğü kesin deyişi. Kemal Kacar ile bir tanıdık yol kenarında bir camiye gitmişler farklı bir semadaki bir camii miş, sonra o camii aramışlar bulamamışlar gibi sesli anlatımlar var, neredeyse şahitli. Bunu nasıl uyduruyorlar…

– V.a.s. Hikayesi mevzu edilen “Ölmüş ama kalbi durmamış” denilen asıl kişi hz. üstazımız değil, Hüseyin Bakır…

Cemaatimiz içinde bazı hadiseler, hatıralar ve bazı ilmi meseleler kasıtlı şekilde olduğundan farklı anlatılmış, bazıları ise kulaktan kulağa aktarılırken, kasıt olmadan aslından bozulmuş. Hüseyin Bakır, intihar ettiği iddia edilen, Sabetaycı derin devlet ve MİT tarafından öldürüldüğü halde ölümünün üstü hukuksuz surette kapatılan bir kişi. Aksihar, Balıkesir, Manisa bölgelerinde kız ve erkek yurtlarının sözde idarecisiydi. 1985 yılında öldürüldüğünde 49 yaşındaydı. Hayrettin, Hilmi ve Tuba isimli üç çocuğu vardı. Hanımının adı ise Hafize… Daha sonrasında Hüseyin Bakır’a Bursa idareciliği de verildiği söyleniyor.

Hüseyin Bakır

MEB’e bağlı devlet okullarında hiç okumamış, tahsili yok. Okuma yazmayı dahi kendi gayretleriyle öğrenmiş. Balıkesir’de, fabrikatör Zeki Uslu olarak bilinen kişinin, kendisine ve Sabetaycı gizli Yahudi Kemal Kacar’a tahsis etmiş olduğu altlı üstlü dairelerde ikamet ediyorlardı. Kacar’ın çok yakınlarında bulunabilen, türlü ihanet, cinsi sapıklık, cinayet, hırsızlık, kara para, büyücülük işlerini, MİT ve mafya bağlantılarını bilen, ne kadar insanlık dışı işler döndüğüne şahit olan, bu türlü işlerin bir kısmına yardım ve yataklık eden ve payını da alan bir kişiydi. Hüseyin Bakır da hiç düzgün biri değildi ama hala insan kalmış bir yanı yine de vardı. İnsani/vicdani sınırları vardı ve gördüğü bazı şeylere çok şaşırıyor, inanamıyor, kabullenemiyordu. İçine çekildiği şeytanca sisteme tam olarak ayak uyduramıyordu. Psikolojisi iyice bozuluyordu. Her günün her saati aşırı sert, öfkeli ve şüphe çekici davranışlar sergiliyordu. Zaten ölümünden bir süre öncesinde Kemal Kacar’ın talimatlarıyla Hüseyin Bakır’a da sürekli ağır büyüler, sürekli ölüm büyüleri yapılıyordu. Büyülerin tesirinden de kurtulamıyordu.

Söz konusu binanın en üst katına Kemal Kacar, daha sonra nikahı altında iken firar eden eşi Kezban ile yerleşmişti. Bir alt katta Hüseyin Bakır ailesiyle ikamet ediyordu. Daha alt katta ise fabrikatör Zeki denilen şahıs ikamet ediyordu. Zeki’nin yurtlara çokça maddi yardımlarda bulunduğu biliniyordu.

Hüseyin Bakır vefatından üç gün önce Balıkesir’den yola çıkarak, akrabalarının bulunduğu Manisa/Turgutlu tarafına gidiyor. Annesi vefat etmiş, babası ise o zamanda hayattaymış. Sonrasında hanımını Akhisar kız yurduna bırakıyor. Kendisi de erkek yurduna geçiyor. Kız yurdunun adresi o zamanlar Efendi mahallesi, 267. Sokak, no 244 olarak biliniyor.

Köyünden geldiği aynı gün içerisinde ikindiden sonra kız yurduna geliyor. Kuran-ı Kerim hatminde kaldığı cüzü söyleyerek tamamlamalarını istiyor. “Bu gece bitirin, mutlaka bu gece bitmeli” diye tembihte bulunuyor. Halini görenler etrafını göremez gibi, çok endişeli, çok sıkıntılı olduğunu anlayabiliyorlar. Kırmızı Mercedes arabasına doğru ilerlerken geri dönüyor ve vazifeli hocahanıma, “Bir tane de benim için tevhid hatmi yapar mısınız?” diye söylüyor ve kız yurduna da yakın olan erkek yurduna geri dönüyor.

Erkek yurdunda, hatimden sonra sohbet veriyor. İçeri girdiğinde ayağa kalkan hocaefendilere dönerek “Yoksa benden korktuğunuz için mi ayağa kalktınız?” diye soruyor. Onlar da “Hürmetimizden kalktık” diye cevap verince “Benden korktuğunuz için saygı göstermeyin, ben de sizin gibi bir insanım.” mealinde konuşuyor.

Sohbetinde kıyamet gününden bahsediyor. Akabinde helallik istiyor. Bir çoğuyla da helalleşiyor. Erkek yurdundan çıktıktan sonra 23:30 sularında kız yurduna gidiyor. Gece vakti kendisinin kız yurduna geldiği daha önce hiç görülmemiş. Yine telaş ve endişeyle “Uyudunuz mu?” diye soruyor, hızlıca içeri giriyor. Vazifeli hocahanım etrafı önceden kontrol edemeden, Hüseyin Bakır kız yurdunda eşinin yanına, üst kata çıkıyor. Kızı da o yurtta hocahanım olarak vazife yapıyor.

Birkaç hocahanım, hanımı ve kızı yanına geliyorlar. Kızına iki kez elini öptürüyor ve onu gözlerinden öpüyor. “Bu ikinci el öpmen de arkadaşların için olsun”diyor. “Allah rahatlık versin” deyip dualar ederek yurttan çıkıyor. Ve hemen bahçesinde bulunan misafirhane denilen mekana geçiyor.

O zaman bölge idarecisi olan Hüseyin Bakır, kız ve erkek yurtlarının idarecisi olan Halit Karabıyık’ın evinin bitişiğinde bulunan misafirhaneye geçiyor. Mekana bahçeden ve Halit karabıyık’ın salonundan girilebiliyor.
Kız yurdundan, misafirhanenin ışıkları gözüküyor. Yurttan bakılınca, teheccüt namazı vaktinde ayakta olduğu, banyo ışığının yandığı görülüyor. Hanımı da “Gusül abdesti alarak vazifesini/rabıtasını yapar bu saatlerde” diyor ve ışıklar birkaç saat boyunca açık kalıyor.

Saat sabah 8:00 sularında Balıkesir’e dönmek üzere hanımı, hazırlanarak kız yurdundan misafirhaneye eşinin yanına geçiyor.
Eşinin vazife/rabıta yaptığını düşünerek yanına oturuyor. Boynundaki birbirine düğümlenmiş ipi görüyor. Sarsıyor, Hüseyin Bakır, hanımının üzerine doğru düşüyor ve hanımı bağırarak Halit Karabıyık’ın eşi Şadiye’ye sesleniyor.

O esnada tavanda bir küçük salıncak kancası, birbirine düğümlenmiş kuvvetsiz ipler, tavandan sarkan bir ip ve Hüseyin Bakır’ın boynunda kopmuş olan ip görülüyor. Kendisi, koltuğa yaslanmış ve dizüstü şekilde oturur halde bulunuyor.

Şadiye (ki dişi insan şeytanlarından biri), misafirhaneden çıkarak kız yurduna koşuyor. Telaşlı bir hal ile “Hüseyin hoca intihar etti” diye oradaki hocahanıma haber veriyor. Bu sıralarda Şadiye’de şok hali, korkmuşluk, üzüntü görülmüyor. Kendisi ile ilk karşılaşan vazifeli, halini gerçekçi bulmuyor fakat haberin telaşı ile misafirhaneye gidiyorlar.

Hüseyin Bakır’ın hanımı Hafize (ki o da dişi insan şeytanlarından biri) eşine böyle bir ölümü yakıştıramayarak, MİT ve Emniyet teşkilatı dahil devletin bütün kurumları içinde çok çok derin bağlantıları olan kara paracı ve Sabetaycı gizli Yahudi Kemal Kacar’ı arayıp akıbetinden sual etmek istiyor. O esnada Kemal Kacar’ın yurtdışında olduğunu söylüyorlar. Bir süre sonra arıyor. Hafize ile konuşuyorlar. Hafize görüşmede kendisine “Korkmayın o imanlı gitti” dendiğini aktarıyor.

Yurt idarecisi Halit Karabıyık hızlıca Emniyet teşkilatını arıyor, polis ve jandarma araçları yurda geliyorlar. O esnada yurdun yanında bulunan evlerden ihvan, ehavat da hadisenin cereyan ettiği mekana gelmiş oluyorlar. Hüseyin Bakır’ın bulunduğu odanın kapısı kapatılıyor ve Emniyet teşkilatı mensupları işlerini yapmaya başlıyorlar.

Emniyet teşkilatı mensuplarının işi mekanda kısa sürüyor. Fakat Hüseyin Bakır’ın ölmediğini, kalbinin attığını söylüyorlar. Halit Karabıyık “Alim zatların kalbi kıyamete kadar ölmez” gibi son derece sorunlu, art niyetli sözlerle, çıkışlarla polisleri oyalamaya ve yönlendirmeye çalışıyor. Polisler otopsi yapılması için izinler alacakları sırada karşı çıkıyor. Hüseyin Bakır’ın hanımı Hafize de izin için imza atmıyor ve polisler gittikten kısa süre sonra cenaze defin işlemleri başlatılıyor.

Gelen Emniyet teşkilatı yetkilisinin Halit’e, Hüseyin Bakır’ın duvardaki resmini göstererek, “Resmini buraya astın, kendisini de ipe mi astın?”dediğini duyanlar oluyor. Halit Karabıyık’ın, o zamanlarda Emniyet ve Jandarma teşkilatı mensuplarıyla iyi ilişkileri olduğu ve her sene onlara yurtta yemek verdiği, ziyafet sofrası denilebilecek şekilde ikramda bulunduğu biliniyor. Yine Halit’in Mehmed Emre ve çevresini çok muteber bulduğu, Seyfettin Alkan misafir olarak geldiğinde hususi ilgilendiği biliniyor. Kemal Kacar’ın misafirliği ile de Hüseyin Bakır’ın hususi ilgilendiği ve Kemal’in Halit’i birkaç kez azarladığı biliniyor. Cemaatimizin idaresini eline geçirmiş ve Türk/Müslüman rolü oynayan kişilerin, ilk zamanlardan beri kendi aralarında gruplaştıkları, iç çekişmeler yaşadıkları biliniyor. Bazı iç çatışmalar gizli Yahudi, gizli Hristiyan/Ermeni çekişmesi iken, bazıları da Mason iç çatışması olarak yaşandı, yaşanıyor. Bu şekilde çekişmeler, çatışmalar olarak görülen hadislerin daha derinine bakılınca da asıl kavganın kara paraları, makamı, yetkiyi, şöhreti paylaşamamak olduğu hep görülüyor.

Öldürüleceği kendisine söylenmiş gibi ya da söylenmediyse de kendisi bunu kesinlikle anlamış gibi tavırlar sergileyen, bir an önce ölüp kurtulmak isterken bir yandan da son derece telaşlı şekilde kendini öldürülmeye hazırlayan Hüseyin Bakır, öldürme teşebbüsünden sonra bile belki de saatlerce kalbi atmaya devam ettiği halde “öldü” denilerek defin ediliyor. Kemal Kacar’ın firari eşi olarak bilinen Kezban’ın, Hüseyin Bakır’ın ölümünden bir süre önce, ondan kendisine araba kullanmayı öğretmesini istediği… Hüseyin Bakır’ın arabasında birkaç kez bir arada görüldükleri hatta fotoğraflandıkları… Hüseyin ile Kezban arasında gayr-i meşru bir ilişki bulunduğu iddiaları da hep konuşulmuş, yayılmış.

Paraya tapan, para için Kemal Kacar’ı ve çetesini çok sıkıştıran Hüseyin Bakır meselesinin üzerine, hem de şu saatten sonra gidilse bile, Kemal Kacar başta olmak üzere, üstazımızın ailesi, evlatları, torunları denilen kişilerin asıl kimlikleri, gerçek milliyetleri, gerçek dinleri, gerçek ve gizli bağlantıları ile hedefleri ta İngiltere Kraliyet ailesine kadar çözülebilir. İsteyenler bu meseleyi hemen şimdi gizli Hristiyan Behlül Karak’a sorabilirler. Onun hala İngiltere’ye kadar da uzanan gizli Hristiyan ve kara paracı bağlantıları var. Ben Hüseyin Bakır meselesini çok önceden çalıştırmıştım. Dosyası hazırdı. Hala asıl gerçekleri bu yazışmada aktarmadım. Pimi çekme vaktini bekliyorum.

| Mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

İkinci Abdülhamid basit bir piyondu

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

İşte Osmanlı’nın son zamanında neyin neden yaşandığını, kimin aslında neye hizmet ettiğini bilebilmek, bulabilmek de söz konusu tarafları, dengeleri bilmekle bağlantılı.

İkinci Abdülhamid bile bu dengeler arasında kullanılan çok çok basit bir piyondu. Değil İslam’la, insanlıkla bile bağı yoktu.

Taraflardan/gruplardan biri Osmanlı’ya dair planlar yapıp uygulamak isterken, diğer grup ise onlara karşı hamleler yapıyordu. Görünürde Osmanlı koflaşıp yozlaşıp içten çöküyordu.

Bu da doğru ama daha derinden bakılınca Osmanlı, İngiltere’ye çalışan masonlar tarafından kasten içten çökertiliyordu. Bu kısmın içinde de Hristiyanlar, Yahudiler ve daha farklı taraflar, grupların anlaşmazlıkları neticesinde yaşanan karmaşık hadiseler de var ama daha da derinden bakılınca, uzaylılar Osmanlı üzerindeki emellerini uyguluyor ya da uygulamak isteyenlere karşı siyaset sergiliyorlardı.

Abdülhamid gençlik yıllarından beri, bize anlatılanların tam aksine bir kişiydi.

Yahudi ve Ermeni tüccarlarla, kara paracılarla, hainlerle kaynaşmış, kenetlenmiş bir kişiydi.

Güya Osmanlı’yı “her şeye rağmen” ayakta tutmak için yaptığı siyaset, kendi kararlarına, kendi istihbaratına dayanmıyordu. Arka planda onu yönlendiren gizli adamlar vardı, bunların da bağlantıları İngilere’ye, Yahudilere, Ermenilere/Hristiyanlara çıkıyordu

Abdülhamid, sahada yaşanan karmakarışık dengeler arasında kendince safını belirlemiş ama kesinlikle Türk/İslam safını seçmemiş bir kişiydi.

İddia edilenin ve zan edilenin aksine Ermeni düşmanı değildi. Ermenileri hep çok sevdi, sinsice kolladı. Bunu artık görmemek için kör olmak ya da hakkaniyet nedir bilmeyen, Allah’tan da korkmayan bir münafık olmak lazım.

Gerçek üstazımız, ikinci Abdülhamid’i tasvip eden ve öven sözler de söylemedi, onlar da hep uydurma, cemaatimizi en tepeden ele geçirmiş olan kriptoların uydurmaları.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Bu ülkede bir devrim olacak


C. A (Akademi Dergisi takipçisi) :

Hocam cinlerle savaşırken bir ara üstazımızda ahmet bey abimizde oradaydı demiştiniz ortada bir tezat yokmu



Mehmet Fahri Sertkaya:

Tezat yok. Daha yüzlerce meselede gerçekleri anlatmıyorum. Çünkü zamanı gelmeden anlatınca fayda değil, zarar veriyor. Müslümanlara değil, bunca ihaneti etmiş hainlere yarıyor.

Biraz gerçekçi bakın meselelere. Bunca ihanet, bunca hain teşkilatlar, birileri gerçekleri öğrenip anlatınca hemen bitecek olsaydı, bu güne kadar binlerce kere anlatmış olurdum.

Bu ülkede en insanlık dışı suçları işleyen pek çok kişinin hukuki zeminde dokunulmazlıkları var. İlan edilmemiş, resmiyete dökülmemiş bir dokunulmazlık bu… İşte, milletimizin askeri araçlarının ve mühimmatının başka ülkeye kanunsuz şekilde kaçırıldığının ispatını paylaştım da ne oldu? Başkaları da bir senedir ispat paylaşıyorlar da ne oluyor? Bu ülkede bir devrim olacak. Cemaatimizin içindekiler başta olmak üzere, diğer cemaatlerin içindekiler ve bütün devlet kurumlarımızın içindekiler topluca alınacaklar. O güne kadar da nerede neyin doğrusu anlatılması gerekiyorsa sadece onları anlatıyorum. Lakin söz konusu topluca devirme kısmına çok çok az kaldığının müjdesini verebilirim. O vakit bile hemen her şeyin hakikatini anlatmayacağım. Bana sorulacak pek çok meselede genelin bildiği şekli anlatacak, o şekilde cevaplar vereceğim.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Yedikıta dergisine abone olmayın. Kurslara kurban parası vermeyin

H. A. (Akademi Dergisi takipçisi):

Hocam Selamın aleyküm işiniz yoğundur fakat sormadan edemedim, ben üniversite yurtlarımızdan birinde kalıyorum yurtta bir hocamız Yedikıta dergisine abone olmamızı istiyor.Yedikıta dergisine giden paralar da masonlara ve sair kimselere mi akıyor,abone olunmamalı mı acaba?

Mehmet Fahri Sertkaya:

V.a.s. Çalabildikleri her safhada, çalabildikleri kadar çok parayı çalıyorlar. Hiç sıkıntı etmiyorlar. Bir işe yaradığı yok o derginin. Kaç sene oldu, şimdiye kadar toplumun genelinde ses getirdiği, kabullenişleri değiştirerek hakikatları hakim kıldığı kaç kere görüldü? Her yer tıka basa kripto Ermeni ve Yahudilerle dolu. Hiç çalmazlar mı…

Soner Demirsoy yahudisi ne oldu? Kendini savunduğunu gören, duyan oldu mu? Benzerleri ne oldu? Bunlara merkezin müdahale ettiğini gören, duyan oldu mu? Edeceğini bekleyenleriniz var mı hala?

En baştaki şahsa kadar bu yola sızıldı ve ele geçirildi. Bir an evvel bu fitnenin defi için herkesin keskin kararlı, dik duruşlu olması şart üstüne şart.

Sizler bu hususları yazarak, karşı karşıya gelerek bu şahıslara soracaksınız. Bu yol sizin/bizim yolumuz. Üç beş tane kriptonun, masonun yolu değil.

Kurban bayramı geliyor. Sakın ha merhametiniz baskın gelerek, talebe-i uluma fayda sağladığını zan ederek kurban paralarınızı da bu hırsızlara kaptırmayın. Kaç aydır her yerde yeni kurslar yapılmasını istiyorlar. Bir yapılıyorsa, on çalıyorlar. Paraların hesabını tutan yok. Vurgunu fark edip “Ne oluyor böyle” diyenlerin, usulsüzlükleri ispat edenlerin sayıları iyice arttı. Bunlardan merkeze kadar giden, derdini anlatanlar oldu. Neticesi yine hiç oldu, oluyor. Çalan çaldığı ile kalıyor. Şu davanın şu dar/zor zamanında bile böyle ihanetler, hırsızlıklar yapılıyorken susan da destekleyen de kendine yatacak yer bulamaz.