Etiket arşivi: Süleyman Hilmi Tunahan

Kahtani, Cehcah, Mansur aynı kişi mi?

Kahtani, Cehcah, Mansur… Aslında hepsi aynı kişi mi?

Ahir zamanda yaşayacak bu kişinin, farklı karakteristik hususiyetleri, farklı zamanlarda çekeceği farklı çileleri, farklı zamanlarda öne çıkmış davranışları/özellikleri nedeniyle… Yaklaşık 14 asır önce farklı hadislerde kendisinden farklı isimlerle mi bahsedildi?

Çok zor şartlar varken meydana çıkacağı ve mücadele edeceği için ona bazı hadislerde Kahtani mi dendi?

Düşmanları karşısında korkusuz olup restler çekeceği, naralar atacağı, cepheden cepheye çekinmeden ve hiç beklemeden gideceği/geçeceği, pek çok cephede aynı andar harp halinde olacağı için ona Cehcah mı dendi?

İlahi yardım göreceği, öldürülemeyeceği, durdurulamayacağı, mağlup edilemeyeceği, müslümanlara ve bütün mazlumlara yardım edeceği, zaferden zafere koşacağı için ona mansur mu dendi?

Hz. Allah daima kendisine yardım ettiği, koruduğu, zaferler kazandırdığı için, hz. Peygamberimizin bir adı da Mansur değil mi? Hadis-i şerifte Mehdi’nin adının peygamberimizin adı gibi olduğu bildirildi. Mansur ve Mansur…

Peygamberimizin (asm) bazı isimleri şunlardır:

1. Abdullah: Allah (cc)’ ın kulu.

2. Âbid: Kulluk eden, ibadet eden.

3. Âdil: Adaletli.

4. Ahmed: En çok övülmiş, sevilmiş.

5. Ahsen: En güzel.

6. Alî: Çok yüce.

7. Âlim: Bilgin, bilen.

8. Allâme: Çok bilen.

9. Âmil: İşleyici, iş ve aksiyon sahibi.

10. Aziz: Çok yüce, çok şerefli olan.

11. Beşir: Müjdeleyici.

12. Burhan: Sağlam delil.

13. Cebbâr: Kahredici, gâlip.

14. Cevâd: Cömert.

15. Ecved: En iyi, en cömert.

16. Ekrem: En şerefli.

17. Emin: Doğru ve güvenilir kimse.

18. Fadlullah: Allah-ü Teâlanın ihsânı, fazlına ulaşan.

19. Fâruk: Hakkı ve bâtılı ayıran.

20. Fettâh: Yoldaki engelleri kaldıran.

21. Gâlip: Hâkim ve üstün olan.

22. Ganî: Zengin.

23. Habib: Sevgili, çok sevilen.

24. Hâdi: Doğru yola götüren.

25. Hâfız: Muhafaza edici.

26. Halîl: Dost.

27. Halîm: Yumuşak huylu.

28. Hâlis: Saf, temiz.

29. Hâmid: Hamd edici, övücü.

30. Hammâd: Çok hamdeden.

31. Hanîf: Hakikate sımsıkı sarılan.

32. Kamer: Ay.

33. Kayyim: Görüp, gözeten.

34. Kerîm: Çok cömert, çok şerefli.

35. Mâcid: Yüce ve şerefli.

36. Mahmûd: Övülen..

37. Mansûr: Zafere kavuşturulmuş.

38. Mâsum: Suçsuz, günahsız.

39. Medenî: Şehirli, bilgilive görgülü.

40. Mehdî: Hidayet eden, doğru yola erdiren.

41. Mekkî: Mekkeli.

42. Merhûm: Rahmetle bezenmiş.

43. Mes’ûd: Mutlu.

44. Metîn: Çok sağlam ve güçlü.

45. Muallim: Öğretici.

46. Muktedâ: Peşinden gidilen.

47. Mübârek: Uğurlu, hayırlı, bereketli.

48. Müctebâ: Seçilmiş.

49. Mükerrem: Şerefli, yüce.

50. Müktefî: İktifâ eden, yetinen.

51. Münîr: Nurlandıran, aydınlatan.

52. Mürsel: Elçilikle görevlendirilmiş.

53. Mürtezâ: Beğenilmiş, seçilmiş.

54. Muslih: Islah edeci, düzene koyucu.

55. Mustafa: Çok arınmış.

56. Müstakîm: Doğru yolda olan.

57. Mutî: Hakka itaat eden.

58. Mu’tî: Veren ihsân eden.

59. Muzaffer: Zafer kazanan, üstün olan.

60. Müşâvir: Kendisine danışılan.

61. Nakî: Çok temiz.

62. Nakîb: Halkın iyisi, kavmin en seçkini.

63. Nâsih: Öğüt veren.

64. Nâtık: Konuşan, nutuk veren.

65. Nebî: Peygamber.

66. Neciyullah: Allah’ ın sırdaşı.

67. Necm(i): Yıldız.

68. Nesîb: Asil, temiz soydan gelen.

69. Nezîr: Uyarıcı, korkutucu.

70. Nimet: İyilik, dirlik ve mutluluk.

71. Nûr: Işık, aydınlık.

72. Râfi: Yükselten.

73. Râgıb: Rağbet eden, isteyen.

74. Rahîm: Mü’minleri çok seven.

75. Râzî: Kabul eden, hoşnut olan.

76. Resûl: Elçi.

77. Reşîd: akıllı, olgun, iyi yola götürücü.

78. Saîd: Mutlu.

79. Sâbir: Sabreden, güçlüklere dayanan.

80. Sâdullah: Allah’ ın mübârek kulu.

81. Sâdık: Doğru olan, gerçekci.

82. Saffet: Arınmış, seçkin kişi.

83. Sâhib: Mâlik, arkadaş, sohbet edici.

84. Sâlih: İyi ve güzel huylu.

85. Selâm: Noksan ve ayıptan emin olan.

86. Seyfullah: Allah’ ın kılıcı.

87. Seyyid: Efendi.

88. Şâfi: Şefaat edici.

89. Şâkir: Şükredici.

90. Tâhâ: Kur’ân-ı Kerîm’ deki ismi.

91. Tâhir: Çok temiz.

92. Takî: Haramlardan kaçınan.

93. Tayyib: Helal, temiz, güzel, hoş.

94. Vâfi: Sözünde duran, sözünün eri.

95. Vâiz: Nasihat eden.

96. Vâsıl: Kulu Rabb’ine ulaştıran.

97. Yâsîn: Kur’ân-ı Kerîm’ deki ismi, gerçek insan, insan-ı kâmil.

98. Zâhid: Mâsivadan yüz çeviren.

99. Zâkir: Allah’ı çok anan…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

..

Şurada görülenlerin neredeyse hiçbiri Arap değil…


Firavunların soyundan gelen Çingeneler bunlar ve başka soylarla da soyları karıştı. Lakin Çingenelik yanları hala çok baskın.

Ankebut Ağı içindeki diğer Çingene hükumetlerle de araları bu nedenle çok iyi. Her türlü insanlık düşmanlığında hep bir aradalar, ekip çalışması yapıyorlar.

Bilim dünyası bunları hep biliyor ama anlatmak istemiyorlar. Çünkü bilim dünyasında da Ankebut Ağına mensup kişiler öne çıkartılıyorlar.

Kadim Mısır’daki Firavunlar hep Çingene idiler. Boyları/vücutları tuhaf, yüzleri şekilsiz, tenleri koyu idi. Buna rağmen belgesellerde ve kitaplarda Firavunlar açık tenli olarak çiziliyorlar.

Kadim Mısır’ın Firavunları, şu anda Hindistan’da ve civarında yaşayan ve kendilerine açıkça Çingene denilmeyen yüz milyonlarca insan gibi, aslında Çingene idiler.

Firavun Çingene idi…

“Hz. Mevlâ buyuruyor ki: 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ

➥  وَ  فِرْعَوْنَ ذِي الْأَوْتَاد

Meali: “Ve o kazıkların sahibi (güçlü-kuvvetli) Fir’avn’e.” [Fecr suresi, 10]

Bu ayetin tefsirinde Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) buyuruyor ki;

➥ “Firavun aleyhillâneye ‘kazıkların sahibi’ denmesi, askerinin kesretinden (çokluğundan) kinayedir. Bir yere indiler mi hemen direkleri dikerler, çadırları kurarlarmış. 

“Firavun’un Çingene olduğu ‘zi’l-evtâd (kazıklar sahibi)’ kavl-i celilinden anlaşılıyor.” 

Kaynak: Ziya Sunguroğlu, Notlarım, s. 98

Bütün dünya insanlığı bilmeli ki…

Araplar da İsrailoğulları da kara kara kişiler değiller. genelde uzun boylu ve şekilsiz vücutları olan kişiler değiller. Yanı sıra çok kaba hatlara sahip itici simaları olan, kaba kaba davranışları olan kişiler de değiller…

Temizliğe, inceliğe, insan haklarına, ibadetlerine dikkat etmeyen kişiler de değiller…

Şu günümüzde kendilerine İsrailoğulları ve Arap denilen toplulukların bunun aksine görüntüde olmaları, bu gerçeği değiştirmez.

O topluluklar, çoktan Çingeneleşmiş topluluklar. Genlerinin çok büyük kısmında Çingene genleri baskın olan kişiler.

Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde ben-i İsrail ya da Arap denilen kişiler, bu kara kara, kaba kaba kişiler değiller. Olamazlar, yanlarından bile geçemezler.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Biliyordu


“Dava muvaffak olsun da varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.”

diyen kişi, gerçek Süleyman Hilmi Tunahan hazretleriydi.

Kendisine, hizmet etme sahası/imkanı verilmeyen şu alemde, Yahudilerin, Satanistlerin, misyonerlerin, masonların, İngiliz casuslarının, kendi yolunu devam ettireceklerini hatta kendisi gibi gösterilen dublörler kullanacaklarını da biliyordu.


“Elimden gelen her şeyi denedim. En sonunda Çatalca’da çiftlikte gizlice talebe okutmak bile istedim, ona da izin verilmedi. Kendi devletimde, iktidarı ele geçirmiş başta Sabetaycı gizli Yahudiler olmak üzere türlü keferenin zulmü ve kastı altında yine de mesafe aldım. Müslümanları da gayrete getirmek istedim ama hep korktular, geri durdular. Zahiri planda, elimden başka bir şey gelmesi artık mümkün değildi. Hiç hareket sahası kalmamıştı. Peygamberlerin sünnetinde olduğu gibi, hicret etme vaktiydi. Şu şiddetli küfür zamanında şu dava, şu hizmet var olsun, benim hicretimden sonra da devam etsin, ben bu hususta da üstüme düşeni yaparım ve arkada da kalırım.” demek istedi. Öyle de yaptı…

Lakin cemaatimizi ele geçiren Londra merkezli malum sistem, gerçek üstazımızın bu sözünü de başka manaya çekerek hakiki kardeşlerimize aktardı. Gerçek Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), tarikatının başını masonlar, kripto kimlikli kişiler tutacak olsa da kendisinden sonra çok büyük hizmetler nasip olacak kişilerin, hakiki evlatlarının yine de olacağını/geleceğini/yetişeceğini, ahir zamana dair hadis-i şeriflerden bile bilebilirdi ama Divan-ı Salihin’e zamanın sahibi olarak katılan bir hakiki mürşid-i kamilin bu bilgiye ve daha fazlasına ulaşması işten bile değildi. Şimdi, hazret-i Mehdi zamanını anlatan sahih hadislerde geçen ve Cehcah, Kahtani gibi isimlerle kendisinden bahsedilen kişileri/hususları araştırmanın vakti… Şimdi, sadece yolunu sapıtmış Şiilerde var zan edilen, Şia itikadı zan edilen “Mehdi’nin gaybet devri”nin yani bir süre insanlar arasında görünmediği devrin araştırılmasının vakti.

Bu günlerde, üzerlerine gidildiği halde konuları tartışamayan, izah edemeyen, telefonları bile kendilerini açıkça rezil ederek ve kaçarcasına kapatan sefiller, gerçek üstazımızın talebeleri değiller. Onların hepsi de Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerine benzeyen dublörler zamanında, İngiltere casuslarının idareyi elde tuttuğu zamanda okudular. Sözde talebeler hatta sözde damat Kemal Kacar dahi, hoca görünen gizli Ermeni ve gizli Yahudi kişilerce okutuldular.

Üstazımız hicret etti ama çok defa yolunun hakiki mensuplarını yani hakiki talebelerini/evlatlarını ziyaret etti. Onlardan himmetini esirgemedi.

| Mfs – Ezber bozan

O resimler Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’ne (K.S.) ait değil

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

V.a.s. daha bir şey anlatmış değilim.

Sarsılmakta haklısınız, ben de öğrendiğimde çok sarsılmıştım ama ne ise o… Meydana çıkmış hakikatler kabullenilecek ve gereken ne ise o yapılacak. Bu sarsıntılar zamanla atlatılsın diye gerçekleri de yavaş yavaş, zamana yaya yaya anlatıyorum. Bir yandan da tartışılmasını, konunun muhataplarının mindere çekilmesini istiyorum, bekliyorum. Lakin görüldüğü üzere, hiç oralı olamıyorlar. Gık diyebileni yok. Sen Behlül Karak’a nispeten daha yakın sayılacak bir kişisin. Hiç haber geldi mi sana o taraftan? Biz izahat yapabilmiş mi? Kendisini savunabilmiş mi? Şu resimler ise tartışmalı. Üstazımız diye paylaşılan resimlerde birkaç farklı kişi var ya da fotomontaj yapılmış. Bazılarında iki farklı resim üst üste konularak birleştirilmiş. Resimlerin hiç sıhhati yok. Gerçek üstazımız da bu resimlerde “genel görüntüye” çok benziyor.

Sana bir resim atacağım ama önce şunu yapacağız.

Beni hiç tanımıyorsun, hayatın boyunca hiç mfs yazısı okumadın.

Hiçbir konuda benden tesirlenmedin.

Kendini tamamen nötrlüyorsun ve sana ilk defa üstazımızın fotoğrafı gösterilmiş gibi, şu aşağı atacağım fotoya bakıyorsun.

Şu resme bir bak
1950’lerde Milliyet muhabiri çekmiş bu fotoyu ve haber yapılmış.

Ne gördün?

Şu kalıp, şu kıyafet, şu bitiklik, şu hastalıklı hal, inkar edilebilecek, görmezden gelinebilecek bir hal mi?

Kendini nötrlemedin sen, daha önceki fikriyatını hemen aktardın bana.

Sakinleş, bir rahatlat kendini.

Vebale girerim endişeini bir kenara koy.

Artık bu hususu sorgulamak bize farz oldu diye düşün.

Hakikati arayan samimi, hakkaniyetli bir müslüman olarak bak resme.

Önyargıların, bu güne kadar oluşan hissiyatını ve fikriyatını bir kenara bırak on dakikalığına.

Hayatı boyunca sünnet i seniyyeye tabi olan, bir de zahiri alim değil mürşidi kamil olan, yani dinine ve nefsini terbiyeye zahiri alimlerden kat kat fazla dikkat ve gayret eden bir zatın bedenen bu kadar bitik olması, kıyafetinin tarzının bu kadar kötü olması ihtimali sence var mı?

Şu kişide hayatı boyunca sigara içmiş, sıhhatine dikkat etmeden yaşamış, ve iyice ihtiyarlamadan çökmüş mahvolmuş bir görüntü yok mu?

Ayrıca şu kişin beden tipi, ilme yatkın birini mi yoksa beden işlerine, kaba işlere yatkın birini mi gösteriyor?

İşte sorumuz bu, bu zat kim, kaç dublörü var, kaç biyonik robotu var?

Fotoğraflarda birbirine benzeyen birkaç farklı kişi var, bak şimdi nötr kalmaya devam et, sana bir kayıt atacağım.

Kaydı yaklaşık yarısına atlatıp oradan başla, kıraatı dinle. Sence kıraat bilen birinin kıraatı mı?

Kıraatı baştan sona bozuk

Oradaki sözde üstazımız, islami ilimleri tahsil etmiş bir kişi değil

belli ki ileri yaşında ve hızlıca genel geçer bir şeyler öğretilmiş ve sahaya sürülmüş.

Evet o kısmı da var

neler neler kayda alınmış, kimler kimler kayıtlara alınmış ama üstazımız alınmamış

dahası, milliyet görünürde baskı altına almak için hedef gösteren bir haber yapmış lakin kendi sistemleri danışıklı çalıştırılmış, tam aksine olarak o şahsın etrafına insanlar toplansınlar diye yapılan bir baskı altına alma haberi o.

Aynı Tayyip’le danışıklı dövüşüp hedef gösterip ve bir de cezaevine aldırıp güya kahramanlaştırmaları gibi, o vakit sözde üstaza da onu yapmışlar.

O resimde görülen şahıs sigara içiyormuş, gözü sağı solu kesip duruyormuş. Öyle hasta, öksürüklü, kıyafetine ve beden diline dikkat etmeyen, kendinden hikmetli sözler saçılmayan, yüzünde nuru olmayan, kimsenin kıymet vermediği bir ihtiyar adam olarak görülmüş.

Hani bize kurslarda hep anlattıllar ya hazretimiz vefat ettiğinde toplanan kalabalığı mahallesindeki insanlar görmüşler, esnaflar görmüşler bu nedir böyle demişler, inanamışlar sonra “Ne oluyor” demişler.

Onlara da “Son devrin mürşidi kamili olan Süleyman efendi ahirete irtihal eyledi. Bu kalabalık da o mübarek zatın talebeleri ve bağlılarıdır” denilmiş.

Onlar da “Yaaa öyle miymiş. O zat alim miymiş? Mürşid i kamil miymiş?” demişler.

Bize de bunu anlatıp “İşte insanların nasibi olmayınca, üstazımızı her gün gördükleri halde bile nasiplenmemişler” deniliyordu.

Halbuki orada onu adamdan sayan kimse yokmuş. İlm-i simadan yani fizyonomiden bahsediyorum ya ara sıra ilm-i sima ile kim bakarsa baksın, şu şahsın sadece o puslu fotoğrafına baksın yine de yeter ve vakit harcamaz, itibar etmez.

Zaten insanlar ilm i sima bilmeseler de hep farkında olmadan ilm i simaya göre davranırlar, yani insanların fıtrafında, muhatap oldukları insanların yüzlerine, gözlerine, beden yapılarına karşı tavır almak vardır, karar vermek vardır

Zaten böyle bir tabii denge bulunduğu için bununla iştigal eden bir ilim dalı yani ilm i sima oluşmuş.

Şu kalıba bakıldığında sert tabiatlı, kıt akıllı, alaycı, iş yapmaz laf yapan, hiç inceliğe hikmete münasip olmayan, boşa yaşayan bir adam kalıbı var.

Hicret etti, ama yukarıda sorduğun sorunun cevabını şimdi vermiyorum. Bu sorunun doğru cevabı da dünyada dini, siyasi ve içtimai sahalarda bir kırılma noktası oluşturacak.

Sen de üzerine düşenleri yapmalısın. Gidip Behlük Karak’a “Bunlar nedir, neden herkes sessi kalıyor” diye sor bakalım ne diyecek?

Halil Yurtsever’e Halil Çolak’a sor.

v.a.s.
Şu resme bir bak…

“Süleyman Hilmi’nin 1952 yılında Üsküdar Kısıklı Namazgah Mahallesi muhtarlığından, hayatta olduğuna dair aldığı belge.” denilmiş. Fotoğraftaki kişiye dikkatle bak, o kişi gerçek üstazımız mı?

Yoksa gerçek üstazımız hicret ettikten ve başına ne geldiğini o hainler bilemediklerinden bir süre sonra yerine kullanılmış ve gerçek üstazımızın yerine geçirilmiş olan benzerlerinden, dublörlerinden biri mi?

Şimdi Allah için söyle…
Şu pislik herifi sokakta görsen adamdan sayar mısın? Suratının karasına, sıhhatinin bozukluğuna, gözlerindeki vahşete bir bak.

Mehmet Akçelioğlu isminde gizli Ermeni birini, kendisine ait dersiam maşını alması için güya yetkilendirmiş. Üstazımızın hicretinden sonra maaşını dublörlerine bırakmamışlar. O zamanlardan beri cemaatimizi ele geçiren hainler arasında hem gizli Yahudiler hem de gizli Ermeniler var ama gizli Ermeniler hep sayıca daha çoklardı.


ak-koca
ak-alın
ak-soy
ak-çeli-oğlu
al-kan
arı-kan

diye uzuyor…

Hem gizli Ermenilerin hem de gizli Yahudilerin ortak kullandığı kelimeler ya da heceler de var. Zaten sahada soyunda hem Yahudilik hem de Ermenilik olan, bunu bilen ama aramızda Türk/Müslüman rolü oynayarak her yere sızan hainlerden de çok var.

-can, -kan, -ak, -taş, -demir gibi şifreler gizli Ermenilerde de çok fazla hatta abartılı şekilde kullanılmışlar.

Türkiye’deki gizli Ermenilerin, Hristiyanların -oğlu kelimesini çok sık olarak kullandığını zaten senelerdir herkese duyurduk, herkes anladı.

Kılıçdar-oğlu
Davud-oğlu
Karamolla-oğlu
diye başla, geçmişteki günümüzdeki siyasetçilere, iktidardakilere yada muhalefettiklere bir bak, hep bunlarla dolu… Hep danışıklı dövüşler ya da kısmi çatışmalar yaşanmış. Milletimize her şey olduğundan çok başka gösterilmiş. Millet cumhuriyet ve demokrasi rejimi var zan etmiş, kandırılmış. Danışıklı orta oyunları oynanmaya devam edilmiş. Zaten cumhuriyet ve demokrasi de öylesine kutsallaştırılmış ki aleyhine çıkış yapabilmek mümkün olmayacak şartlar oluşturulmuş. Şimdi, bunca karşı mücadelemizden sonra bile insanlar çıkıp “Fikrimde hürüm, ben cumhuriyeti ve demokrasiyi tasvip etmiyorum” demeye hala çekiniyorlar hatta korkuyorlar.

Bu kadar tahribatı ve ihaneti yapan gizli hristiyan kriptolar, hep de bir yandan da Yahudilerle akrabalar ya da bir arada teşkilatlanmışlar. Yanlarında geçen isimler, soy isimler ise erman, yalman, dorman, soyman, akman, ülgen, argan, kentmen, olgun, olgaç, başol, başman, başer, berker, berkmen, ongun, ergen, ülgen, ülsever, bayülgen diye uzayıp gidiyor.

Benim talebeliğim zamanında biz talebeleri, cemaat harici tek bir programa götürmüşlerdi. Kırklareli merkeze bir akşam vakti kursun aracıyla götürülmüştük. Ahmet Ak-gündüz gelmişti. Bunu sağlayan, hususi olarak ilgilenen kişi Behlül Kar-Ak’tı. O vakit Kırklareli idarecisi olan gizli Hristiyan Kar-Ak… Damadının adı Mustafa Ak-alın olan Kar-Ak… Halini, gösterdiği yüzünü bir görsen “Bu zamanda böyle müslüman kaldı mı” diyeceğin ama gizli hristiyan olan Karak… Aylardır mindere çektiğim halde gelemeyen ve gık bile diyemeyen Karak…

Bazı tuhaflıklar seziyordum ama o zamanlar hiçbir şey bilmiyor, anlayamıyordum. Yıllar sonra çözebildim Ak-gündüz’ün de gizli Hristiyan olduğunu. Bu nedenle, meydana çıkarttığım bunca hakikata rağmen, yığınlar duyup kabullenmiş olmasına rağmen Said-i Nursi denilen gizli Hristiyanın gerçek yüzünü anlatmadığını. Said ile aynı yolda ilerlediğini. Neticede vaziyeti idare etmeye çabalarken, neyi nasıl tevil edeceğini bilemez ve saçmalar hallere düştü. Devamındaki süreçte ise akıl sağlığı zorlandı, halini herkes gördü ve söndü gitti.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi