Etiket arşivi: Seyfettin Alkan

Köşeye sıkışan Seyfettin Alkan’dan kaçamak cevaplar

Şu tavra bakınız… Bunca somut deliller, bunca acı acı gerçekler var ama beyimize göre iftiralar varmış, Allah ve resulü ve hazret-i üstazımız cevaplarını, karşılıklarını verecekmiş. Seyfettin’e şöyle denilmesi şart olmuş: “Sen koca Seyfettin Alkan değil misin? Bunca ilmi boşuna mı okudun ve bu cemaatin en önde gelen ilim sahibi ve ayrıca yaş/tecrübe sahibi kişilerinden biri değil misin? Dünyanın her yerinden hizmetteki kardeşlerimiz ilmi meseleleri seni arayarak soramıyor mu? İşine gelen ilmi meseleye cevap verip işine gelmeyenlere böyle mi karşılık veriyorsun? Hocalık bu mu? Geçtik, müslümanlık bu mu? Geçtik, insanlık bu mu? Ne demek ben bu konuların muhatabı değilim? Bu kardeşlerimiz sana sormayacaklar da İngiltere Kraliyet ailesine mi soracaklar? Beraber çalıştığınız Adnan Oktar suç örgütüne ya da Milli İstihbarat Teşkilatına ya da türlü terör ve ihanet örgütlerine mi soracaklar? Bu nasıl bir saçmalıktır, üçkağıtçılıktır, hukuksuzluktur böyle? Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?”

Ha bu arada Seyfettin Alkan’ın, meşhur dondurma markası olan Mado’nun ortaklarından biri olduğunu bilmeyen yoktur. Geçenlerde Doğu Türkistan meselesinde tam bir Türk/İslam düşmanı gibi davranan ve açıklamalar yaparak milletimizim tepkisini de üzerine çeken Mado’nun diğer ortaklarını bilenler, araştıranlar var mı? Yahudiler, Ermeniler ve masonlar mı o diğer ortaklar? Seyfettin Alkan’ın başka nerelerde yatırımları, para işleri ve bağlantıları var? Bunları kimse araştırmayacak mı, her şeyi biz mi yayınlayacağız? Daha mühimi, çocukça yaşlardan beri ilim, hizmet yolunda olduğu anlatılan Seyfettin’in bu mal varlığına ne vesilelerle, nasıl, kimlerin aracılığıyla ulaştığıdır. Bu da devletimizin adli makamlarının artık tahkikat yaptırması gereken bir meseledir. Hala bu yaşananlara seyirci kalan adli yetkililerin tamamı görevini yapmamak ve bu türlü türlü vahim suçları ve suçluları korumakla da itham edilerek yargılanacaklar. Vatan hainlerinin yargılandıkları davalarda yargılanacaklar ve idam edilecekler. Bunların hiçbirine ceza evlerinde bu milletin vergileriyle bakılmayacak. Bu devlete ve millete bir kuruş daha zarar ettiremeyecekler.

| Mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

Artık herkes mindere çekilsin


Seyfettin Alkan’ı cep telefonundan arayarak, isimler, mekanlar, tarihler, fotoğraflar vere vere anlattığım bunca iddialarımı sormak isterseniz (ki artık soruşturmak, araştırmak vazifeniz), gizli Hristiyan ve kara paracı Seyfettin Alkan’a şu şahsi numarasından ulaşabilirsiniz: 0530 205 47 17

Gerçek bir Süleymanlıya yakışır gibi efendice, samimi tarzda, sakince sorun sorularınızı ve görüşmeleri de kayıt edin. Hakkımda herhangi bir şey söyleyebiliyorsa da bana cevap hakkı doğsun, hemen gereken karşılıkları vereyim. “Telefonda bu konuları konuşamam” şeklinde mazeretlere sığınırsa “Hemen yanına gelelim” deyin. Alihan’ın neden sustuğuna, bu güne kadar cemaatin ya da cemaatteki ilgili kişilerin neden bir kere bile benden davacı olamadığına kadar, şu anlarda tam kadro halinde neden susup kaldıklarına kadar sorun. Kıvırıp kaçmalarına izin vermeyin, üzerlerine gidin sorularınızla…

Artık herkes mindere çekilsin. Ben dimdik sahadayım, her ne iddia etmişsem arkasındayım. Bu sessizlik, bu oyalama, bu geçiştirme devam edecekse, gerekiyorsa gerçek Süleymanlılardan teşekkül etmiş kalabalıkla birlikte o merkez kursu bile basar, orada da hakikatleri anlatır, ispat eder ve meselenin adalet sistemine taşınmasını sağlarım. Devlet gücünün, çok yapılması lazım gelen ama yapmadığı operasyonları yapmasını sağlarım.

Haydi, herkes hakikatleri arasın, soruştursun. İşe de Seyfettin Alkan’a sorular sorup cevap hakları vererek başlasın.

(Behlül Karak’ı da şu cep telefonu numarasından arayabilirsiniz: 0532 254 40 75)

| Mfs – Ezber bozan

Üstazımızın gerçek ailesi değiller

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Artık şu kısımları da anlatmanın vakti geldi, zemini oluştu

Asıl hikayeyi anlatayım sen de rahatla, bunca kardeşlerimiz de rahatlasınlar.

Sene 1950 olmadan önce gerçek üstazımız hicret etti. Hiç kimseye hiçbir şey söylemeden, anlatmadan hicret etti.

Durmaksızın üzerine gidenler, onu imha edebilmek için devletler arası seferberlik ilan edenler, kendi devletinin bütün kurum ve kuruluşlarını üstazımızın imha edilmesi için seferber eden o kriptolar, o hainler, neye uğradıklarını şaşırdılar. Onca şeye rağmen öldürülemeyen hazretimizin öldüğüne kanaat edecekler, edemediler, geri gelir dediler ama zaman geçtikçe gelmediğini gördüler.

Verdiği mücadelenin, tesis ettiği temelin devam etmesini, kriptolar olarak bu sistemin kontrollerine girmesini çok istediler.

Ortada hazretimiz yoktu, onu tanıyanlar da hep soruyorlar, merak ediyorlardı. Evrak oyunlarıyla ve millete söylenen yalanlarla, ikamet adresini Şehzadebaşı’ndan Kısıklı’ya taşıdılar.

Bu da evrakta sahtecilikle yapılan bir şeydi. O tarihlerde henüz yerine dublör hazırlayamamışlardı.

Üstazımız yıllarca maaşını da çekmedi, tek bir resmi işlem de yapmadı, yaptırmadı, çünkü ortada yoktu. Sene 1956 olana kadar hiç ortada görünmedi.

Sonra birden o Akçelioğlu Ermenisi üzerinden hamleler yapıldı, güya muhtarlıktan “hayatta olduğuna dair” resmi evrak alındı.

Geçen paylaştığım muhtarlık evrakındaki resmi gördünüz, o kişi yıllarca eğitilerek üstazımız gibi davranması istenen kütük gibi bir herifti, lakin genel hatlarıyla üstazımıza benziyordu, andırıyordu.

Zaten devletin bütün kurum ve kuruluşlarını çoktan kriptolar ele geçirmişler, zaten devletimizin istihbarat teşkilatlarını ele geçirmişler, zaten İngiltere kraliyet ailesi ne emrederse onu yapıyorlar.

Cumhuriyet diye bir ihanet sistemi kurmuşlar, tasmalarını İngilizlere vermişler, bir çekinceleri yok, evrakta sahtecilik, yalan, dolan, üçkağıt, cinayet, fitne, fesat, her şey bunlara serbest ve çekinmiyorlar.

Müslüman Türk rolü oynayarak az Müslüman öldürmediler. Çok kan döktüler çok.

Lakin üstazımızı öldüremeyince, ne olduğunu bilemeyince, yıllarca geri gelmeyince, bu yolu bitirmediler, kendilerince devam ettirdiler.

O dublörün yanına, bir süre sonra, eşi ve kızları denilerek birileri getirilmiş. Resmi evrakların, resmi kayıtların hiçbirinin sıhhati yok. Her hususun ayrıca doğrulanması gerekiyor. Kesin olan, o kişi üstazımız değil de dublör. Dublörün yanına getirilen kişiler ise dublörün gerçek eşi mi çocukları mı bu bile net değil. Yine kesin olan, o eşin ve çocukların gerçek üstazımızın eşi ve çocukları olmadıkları…

Eşi görünen kişi de gizli Ermeniymiş ve Yahudilik tarzı karışmış olsa da daha çok Ermeni/Hristiyan gibi yetiştirmek istemiş kızlarını.

o kadın gerçek üstazımızın eşi değil, onun yanındaki kızlar da üstazımızın kızları değil, gerçek üstazımız hiç evlenmedi, hiç dikkat etmedin mi?

Üstazımızın kronolojisinde, köyü Ferhatlar’a son defa gidip 40 gün kaldığı bilgisi bile var ama evlilik tarihi? Nerede evlendiğine dair kayıt? Onlar yok. Eşi diye gösterilen, anlatılan kişiye dair ne biliyorsun? Cemaatimizdeki gerçek Süleymanlılar, bu hususta ne kadar bilgiye sahip olabilmişler? İşte dikkatle üzerine düşülmesi gereken yerlerden bir yer de burası.

Yani üstazımızın eşi de yok, çocukları da yok. Kemal Kacar diye bir damadı yok ki kemal kacar soyu gözler önünde olan Sabetaycı bir Yahudi… Kemal Kacar ve Hüseyin Kamil, üstazımızın kızları gibi gösterilmiş kişilerle evlendiler.

Kemal Kacar

Hüseyin Kamil de kripto ve soyu Osmanlı’ya en büyük ihanetleri yapıp içerden deviren kadronun önde gelenlerinden biri olan Mustafa Reşid paşa hainine dayanıyor.

Buna göre, üstazımızın torunları diye bilinen Arif Ahmet Denizolgun, Mehmet Beyazıt Denizolgun, Gülderen Kuriş gibi kişiler de gerçek üstazımızın hiçbir şeyi değiller.

Gülderen Kuriş’in oğlu Alihan Kuriş de gerçek üstazımızın hiçbir şeyi… Fatih Süleyman Denizolgun da aynı.

Bak, Süleyman Demirel gibi, Bülent Ecevit gibi, Devlet Bohçalı gibi Kemal Kacar’ın da çocuğu yok. Gerçekten bir aile hayatı yok. Sabetaycılar, Kemal Kacar’ı dava diyerek bu yola adamışlar. Sorunsuz yol alabilsin diye onun erkekliğini elinden daha çocuk yaşlarda almışlar. İsteseydi de çocuğu olmazdı. Belki firari eşi de bu nedenle başka birine kaçtı.

Bak sahte üstazın kızına verilmiş isim Ferhan, evlenince Ferhan Denizolgun oluyor.

İnternete yaz, kendin arat.

Ferkan Denizman kimdir de.

Selanik kökenli güya Türk, aslında Yahudi dönmesi bir ailenin meşhur edilmiş bir evladı.

Neden öyle bir isim ve soy ismi var?

Çünkü hem ismi hem de soyismi kriptoloji/şifreleme ürünü, gizli yahudilerin birbirlerini tanıması için konulan şifreler ve bir de ibranice olan gerçek isimleriyle mana ya da telaffuz olarak benzesin diye güya türkçe denilerek böyle isimler kullanıyorlar.

Bu Denizolgun diye bilinen hain soyda zaten geçmişte de denizcilik işleri var.

Soy adı kanunu çıktığında deniz geçen soy adı alırken, Türkiye’deki gizli Yahudilerin ve Ermenilerin yaptığı gibi -ol ve -gun eklerini de ekletiyor, hani şu meşhur hain kişilerin başol, ongun, ergun gibi kişilerin isimlerindeki şifreleme ile bu şifrelemeler tamamen aynı temele dayalı…

Bir ara, anlamak isteyenlerin anlayacağı şekilde anlatmıştım.

Şu kabri şerifte de dublör yatıyor ve onu kendi elleriyle öldürmüş olabilirler, öldüğünde yanında yine kripto ermeniler ve yahudiler var.

Cesedi usulden yıkanırken yıkayan kişi yine Akçelioğlu soy adındaki gizil Ermeni kişi. Bir de yanında meşhur Mehmet Emre var, hani şu ahir ömründe hatırat yazan, birbirine tezat şeyler yazan ve Kemal Kacar tarafından cemaatten uzaklaştırılan Mehmet Emre…

Mısırlı Mason Cemaleddin Afgani’yi islam alimi olarak göstermeye cüret etmiş ve saymakla bitmez hainliği somut şekilde gözler önünde olan, saatlerce anlatılabilecek olan Mehmet Emre…

O Mehmet Emre de çok büyük hainlerden, hikayenin aslını bilenlerden, rolünü onlarca sene oynayanlara, onun da akrabalarını kendin bile, kendi dar imkanlarınla bile bulabilirsin, hep kriptolar. Ersan gibi soyadları bile var, tutmuşlar sahte üstaza bir de kabr-i şerif yapmışlar.

Mason usulüyle yedi tane sütun kullanmışlar.

Bak ne diyeceğim, şu sıralarda cemaatimizin mecmualarında sık sık reklam veren firmalar bile kriptoların, hainlerin firmaları onlar bile, dahası da var ki o firmaların çoğu eş zamanlı olarak kara para işleri de yapan firmalar, bazıları doğrudan Adnancıların paravan firmaları.

Devletimizin Emniyet Teşkilatı’nın mali suçlarla mücadele birimi olan MASAK bile birkaç gün gerçek soruşturma yapsa, her şeyi çözer, görür.

MİT’in yapmasına gerek bile yok, MASAK bile yeterli, lakin…

MASAK’ın başındakileri, MİT’in başındakileri de Kraliyet seçiyorsa, bizler adalet sistemine başvurduğumuzda muhatabımız olan savcılar, hakimler bile Kraliyetin sistemine çalışan mason, gizli ermeni, gizli yahudi kişilerse, sistem birbirini kollaya kolaya çalışan farklı kollar halinde ve devlet içinde farklı devlet teşkilatı halinde, gerçek bir paralel devlet teşkilatı halinde işliyorsa ki öyle, işte sorun burada.

Bizim de gerçekçi tavrımızı anlayamayanlar, biraz fazla sert bulanlar, bu kısmı göz önünde bulunduramıyorlar.

Biz hukuk yoluna gitmeyi defalarca denedik, neticede suçlu biz çıktık.

Karşımızda devletimizin adalet sistemi değil, masonların hakimleri, savcıları, doktorları ve ceza evi müdürleri ile infaz memurları vardı. O ceza evinin müdürü bile ben oraya konuldum diye peşimden oraya getirildi ve o da Sabetaycı bir gizli Yahudi. Sözde mahkemelerde karşıma çıkanlardan meşhur ettiğim Fatih Erdem’i de sabetaycı Yahudi. Ceza veren mahkemelere itiraz dilekçesi yazdım, onlar bile işleme girmedi, yok edildi. Hastahane süreci altı ay uzatıldı, günü birlik git gel, git gel, git gel ama bir şey yapamıyorlar. Ortada sorun yok. Ellerinde binden fazla yazımın bulunduğu dava dilekçelerinin kopyaları var, birini bir gün olsun açıp “Bunu nasıl yazdın” diye soramıyorlar. Anlatmakla bitmez skandallar. Ceza evi süreci boyunca Adnancıların benden davacı olduğu ve yıllardır süregelen iki tane davaya beni çıkartmıyorlar. İkisinin de ikişer duruşması ben içeride iken yapılıyor, devletin elindeyim ama beni duruşmalara çıkartmıyorlar. Her şeye rağmen akıl sağlığı raporu veremiyorlar, hukuk olsa hepsi toplanıp alınacaklar, onlarca açık daha vermişler, yüze yaklaşan şahit sayısı da ayrı ama hala rapor verilmiş gibi devletin sistemi, adalet sistemi işletilmek isteniyor. Hepsi ile tek tek Mehmet Haberal, Adnan Oktar, Bohçalı, Soysuz, Tayyip ve daha kalabalık bir kadro ilgileniyor. tepeye bakınca yine karşımıza Kraliyet ailesi çıkıyor. Fitnenin eskiden de şimdi de kraliyet ailesi. Yakında patlayacak ve herkes görecek, bu dava sürecinde, haksız mahkumiyet ve ceza evi sürecinde İngiltere’nin kraliyetin rolünü, payını…

Şu anda bile gerçekten bir hukuk devleti olsak, şu ana kadarki dosyalarım zaten ortada ne hükumet, ne MİT, ne Alihan, ne Adnancılar diye birilerini bırakır.

Daha o Mahmutçular, Menzilciler ve diğerlerinin de üst isimleri toplanıp alınır. Direnmeleri bu yüzden ama öyle ya da böyle sona gelindi daha fazla direnmelerine imkan olmadığını kendileri de görüyorlar.

Şimdi o Alihan, o Gülderen, O üstazımızın sözde talebelerinden kripto Seyfettin Alkan gibiler… Ayrıca Behlül Karak gibiler, Zeki Çalışkan gibiler, neye, nerede, nasıl cevaplar verebilecekler? Neler uydurabilecekler? Bu iş buraya kadar gelmişken, direnseler bile ne yapabilecekler?

Aklın yolu bir, görülüyor ki daha şimdiden temelden çöktüler, bittiler.

Hani araştıran oldu mu AAD’nin yurt dışındaki gayr-i müslim eşini?

Basına medyaya yansımış onca skandalı bile araştırmamışlar, somut delillerle, evraklarla zaten gözler önünde olanları bile dikkate almamışlar.

Hala itirazlar ediyorlar güya, neden? Kadın zaten Adnancı? Zaten kara paracı, zaten büyücü.

Süleymanlılık yalan. Ya da herif, bunca şeye rağmen itiraz ediyor, nasıl?

Zaten Adnancı… Zaten gizli Ermeni, Zaten gizli Yahudi, zaten gizli Mason, zaten karşımızdaki teşkilatın bir mensubu sizin sorununuz bu. Hala onları Türk, Müslüman, Hocaefendi, hocahanım zan etmeniz, hala tertemiz niyetler mevzulara bakmanız. Karşınızda çakallar sürüsü var.

Bunların kim bilir kaç kuşak geriden beri dedeleri, dedelerinin dedeleri bile böyle yaşadılar. Evet, bizim aramızda Müslüman Türk rolü oynadılar, şimdi ise her şeyleri ile gözler önündeler, ifşa oldular, çöktü ler, isterlerse dirensinler. Kim takar onların direnmelerini? Hangisi ne zaman benim karşıma geçebilmişler?

Anlamadınız hala beni açıkça, net bir şekilde yasaklamama sebeplerini?

Bir kere bile benle, Akademi Dergisi ile alakalı konularda mindere gelmemelerini?

Bir tek açık verseler yerden yere vuracağımı, her şeylerini gözler önüne sereceğimi, iplik söküğü misali olacaklarını bildiklerinden geri durdular bunca senedir, durdular da ne oldu?

Netice değişmedi. Daha da bir şey anlatmadım. Bunları da acı acı yutkunarak kardeşlerimiz bir sindirsinler, ben kim nereden koşuyor, nasıl taklalar atıyor, isimler, firmalar, bağlantılar, mafyalar, localar, kayıt numaraları, Adnancılar ve diğerleri,hükumetler ve gizli servisleri, her şeyi anlatacağım ve ispat edeceğim.

Sonra da bir tek savcı ya da hakim hala onları kollamaya çalışsın, bir tek idari yetkili bile hala onları kollamaya çalışsın, bütün milletin gözleri önünde aldıracağım, sıktıracağım.

Kanun, devlet ben olacağım. Adalet ben teşkilatımla ve milltimle birlikte dağıtacaım. Bu, hakimi bir hürriyeti mücadelesi ve bunda silah kullanmak hak değil, vazife, şart, zorunluluk. Silahtan, kurşundan, atardan, yatardan, düşman korkan geri dursun. Biz hep ileri gideceğiz.

Bu hususta da son derece ciddiyim samimiyim.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

“Öldüğü halde kalbi atmaya devam eden Süleymanlı”nın gerçek hikayesi

B. T. T. (Akademi Dergisi takipçisi)

– Esselam aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu hocam. Üstazımızın vefat raporunu veren doktorun bu sıradan bir insan değil, kalbi atıyor ama öldüğü kesin deyişi. Kemal Kacar ile bir tanıdık yol kenarında bir camiye gitmişler farklı bir semadaki bir camii miş, sonra o camii aramışlar bulamamışlar gibi sesli anlatımlar var, neredeyse şahitli. Bunu nasıl uyduruyorlar…

– V.a.s. Hikayesi mevzu edilen “Ölmüş ama kalbi durmamış” denilen asıl kişi hz. üstazımız değil, Hüseyin Bakır…

Cemaatimiz içinde bazı hadiseler, hatıralar ve bazı ilmi meseleler kasıtlı şekilde olduğundan farklı anlatılmış, bazıları ise kulaktan kulağa aktarılırken, kasıt olmadan aslından bozulmuş. Hüseyin Bakır, intihar ettiği iddia edilen, Sabetaycı derin devlet ve MİT tarafından öldürüldüğü halde ölümünün üstü hukuksuz surette kapatılan bir kişi. Aksihar, Balıkesir, Manisa bölgelerinde kız ve erkek yurtlarının sözde idarecisiydi. 1985 yılında öldürüldüğünde 49 yaşındaydı. Hayrettin, Hilmi ve Tuba isimli üç çocuğu vardı. Hanımının adı ise Hafize… Daha sonrasında Hüseyin Bakır’a Bursa idareciliği de verildiği söyleniyor.

Hüseyin Bakır

MEB’e bağlı devlet okullarında hiç okumamış, tahsili yok. Okuma yazmayı dahi kendi gayretleriyle öğrenmiş. Balıkesir’de, fabrikatör Zeki Uslu olarak bilinen kişinin, kendisine ve Sabetaycı gizli Yahudi Kemal Kacar’a tahsis etmiş olduğu altlı üstlü dairelerde ikamet ediyorlardı. Kacar’ın çok yakınlarında bulunabilen, türlü ihanet, cinsi sapıklık, cinayet, hırsızlık, kara para, büyücülük işlerini, MİT ve mafya bağlantılarını bilen, ne kadar insanlık dışı işler döndüğüne şahit olan, bu türlü işlerin bir kısmına yardım ve yataklık eden ve payını da alan bir kişiydi. Hüseyin Bakır da hiç düzgün biri değildi ama hala insan kalmış bir yanı yine de vardı. İnsani/vicdani sınırları vardı ve gördüğü bazı şeylere çok şaşırıyor, inanamıyor, kabullenemiyordu. İçine çekildiği şeytanca sisteme tam olarak ayak uyduramıyordu. Psikolojisi iyice bozuluyordu. Her günün her saati aşırı sert, öfkeli ve şüphe çekici davranışlar sergiliyordu. Zaten ölümünden bir süre öncesinde Kemal Kacar’ın talimatlarıyla Hüseyin Bakır’a da sürekli ağır büyüler, sürekli ölüm büyüleri yapılıyordu. Büyülerin tesirinden de kurtulamıyordu.

Söz konusu binanın en üst katına Kemal Kacar, daha sonra nikahı altında iken firar eden eşi Kezban ile yerleşmişti. Bir alt katta Hüseyin Bakır ailesiyle ikamet ediyordu. Daha alt katta ise fabrikatör Zeki denilen şahıs ikamet ediyordu. Zeki’nin yurtlara çokça maddi yardımlarda bulunduğu biliniyordu.

Hüseyin Bakır vefatından üç gün önce Balıkesir’den yola çıkarak, akrabalarının bulunduğu Manisa/Turgutlu tarafına gidiyor. Annesi vefat etmiş, babası ise o zamanda hayattaymış. Sonrasında hanımını Akhisar kız yurduna bırakıyor. Kendisi de erkek yurduna geçiyor. Kız yurdunun adresi o zamanlar Efendi mahallesi, 267. Sokak, no 244 olarak biliniyor.

Köyünden geldiği aynı gün içerisinde ikindiden sonra kız yurduna geliyor. Kuran-ı Kerim hatminde kaldığı cüzü söyleyerek tamamlamalarını istiyor. “Bu gece bitirin, mutlaka bu gece bitmeli” diye tembihte bulunuyor. Halini görenler etrafını göremez gibi, çok endişeli, çok sıkıntılı olduğunu anlayabiliyorlar. Kırmızı Mercedes arabasına doğru ilerlerken geri dönüyor ve vazifeli hocahanıma, “Bir tane de benim için tevhid hatmi yapar mısınız?” diye söylüyor ve kız yurduna da yakın olan erkek yurduna geri dönüyor.

Erkek yurdunda, hatimden sonra sohbet veriyor. İçeri girdiğinde ayağa kalkan hocaefendilere dönerek “Yoksa benden korktuğunuz için mi ayağa kalktınız?” diye soruyor. Onlar da “Hürmetimizden kalktık” diye cevap verince “Benden korktuğunuz için saygı göstermeyin, ben de sizin gibi bir insanım.” mealinde konuşuyor.

Sohbetinde kıyamet gününden bahsediyor. Akabinde helallik istiyor. Bir çoğuyla da helalleşiyor. Erkek yurdundan çıktıktan sonra 23:30 sularında kız yurduna gidiyor. Gece vakti kendisinin kız yurduna geldiği daha önce hiç görülmemiş. Yine telaş ve endişeyle “Uyudunuz mu?” diye soruyor, hızlıca içeri giriyor. Vazifeli hocahanım etrafı önceden kontrol edemeden, Hüseyin Bakır kız yurdunda eşinin yanına, üst kata çıkıyor. Kızı da o yurtta hocahanım olarak vazife yapıyor.

Birkaç hocahanım, hanımı ve kızı yanına geliyorlar. Kızına iki kez elini öptürüyor ve onu gözlerinden öpüyor. “Bu ikinci el öpmen de arkadaşların için olsun”diyor. “Allah rahatlık versin” deyip dualar ederek yurttan çıkıyor. Ve hemen bahçesinde bulunan misafirhane denilen mekana geçiyor.

O zaman bölge idarecisi olan Hüseyin Bakır, kız ve erkek yurtlarının idarecisi olan Halit Karabıyık’ın evinin bitişiğinde bulunan misafirhaneye geçiyor. Mekana bahçeden ve Halit karabıyık’ın salonundan girilebiliyor.
Kız yurdundan, misafirhanenin ışıkları gözüküyor. Yurttan bakılınca, teheccüt namazı vaktinde ayakta olduğu, banyo ışığının yandığı görülüyor. Hanımı da “Gusül abdesti alarak vazifesini/rabıtasını yapar bu saatlerde” diyor ve ışıklar birkaç saat boyunca açık kalıyor.

Saat sabah 8:00 sularında Balıkesir’e dönmek üzere hanımı, hazırlanarak kız yurdundan misafirhaneye eşinin yanına geçiyor.
Eşinin vazife/rabıta yaptığını düşünerek yanına oturuyor. Boynundaki birbirine düğümlenmiş ipi görüyor. Sarsıyor, Hüseyin Bakır, hanımının üzerine doğru düşüyor ve hanımı bağırarak Halit Karabıyık’ın eşi Şadiye’ye sesleniyor.

O esnada tavanda bir küçük salıncak kancası, birbirine düğümlenmiş kuvvetsiz ipler, tavandan sarkan bir ip ve Hüseyin Bakır’ın boynunda kopmuş olan ip görülüyor. Kendisi, koltuğa yaslanmış ve dizüstü şekilde oturur halde bulunuyor.

Şadiye (ki dişi insan şeytanlarından biri), misafirhaneden çıkarak kız yurduna koşuyor. Telaşlı bir hal ile “Hüseyin hoca intihar etti” diye oradaki hocahanıma haber veriyor. Bu sıralarda Şadiye’de şok hali, korkmuşluk, üzüntü görülmüyor. Kendisi ile ilk karşılaşan vazifeli, halini gerçekçi bulmuyor fakat haberin telaşı ile misafirhaneye gidiyorlar.

Hüseyin Bakır’ın hanımı Hafize (ki o da dişi insan şeytanlarından biri) eşine böyle bir ölümü yakıştıramayarak, MİT ve Emniyet teşkilatı dahil devletin bütün kurumları içinde çok çok derin bağlantıları olan kara paracı ve Sabetaycı gizli Yahudi Kemal Kacar’ı arayıp akıbetinden sual etmek istiyor. O esnada Kemal Kacar’ın yurtdışında olduğunu söylüyorlar. Bir süre sonra arıyor. Hafize ile konuşuyorlar. Hafize görüşmede kendisine “Korkmayın o imanlı gitti” dendiğini aktarıyor.

Yurt idarecisi Halit Karabıyık hızlıca Emniyet teşkilatını arıyor, polis ve jandarma araçları yurda geliyorlar. O esnada yurdun yanında bulunan evlerden ihvan, ehavat da hadisenin cereyan ettiği mekana gelmiş oluyorlar. Hüseyin Bakır’ın bulunduğu odanın kapısı kapatılıyor ve Emniyet teşkilatı mensupları işlerini yapmaya başlıyorlar.

Emniyet teşkilatı mensuplarının işi mekanda kısa sürüyor. Fakat Hüseyin Bakır’ın ölmediğini, kalbinin attığını söylüyorlar. Halit Karabıyık “Alim zatların kalbi kıyamete kadar ölmez” gibi son derece sorunlu, art niyetli sözlerle, çıkışlarla polisleri oyalamaya ve yönlendirmeye çalışıyor. Polisler otopsi yapılması için izinler alacakları sırada karşı çıkıyor. Hüseyin Bakır’ın hanımı Hafize de izin için imza atmıyor ve polisler gittikten kısa süre sonra cenaze defin işlemleri başlatılıyor.

Gelen Emniyet teşkilatı yetkilisinin Halit’e, Hüseyin Bakır’ın duvardaki resmini göstererek, “Resmini buraya astın, kendisini de ipe mi astın?”dediğini duyanlar oluyor. Halit Karabıyık’ın, o zamanlarda Emniyet ve Jandarma teşkilatı mensuplarıyla iyi ilişkileri olduğu ve her sene onlara yurtta yemek verdiği, ziyafet sofrası denilebilecek şekilde ikramda bulunduğu biliniyor. Yine Halit’in Mehmed Emre ve çevresini çok muteber bulduğu, Seyfettin Alkan misafir olarak geldiğinde hususi ilgilendiği biliniyor. Kemal Kacar’ın misafirliği ile de Hüseyin Bakır’ın hususi ilgilendiği ve Kemal’in Halit’i birkaç kez azarladığı biliniyor. Cemaatimizin idaresini eline geçirmiş ve Türk/Müslüman rolü oynayan kişilerin, ilk zamanlardan beri kendi aralarında gruplaştıkları, iç çekişmeler yaşadıkları biliniyor. Bazı iç çatışmalar gizli Yahudi, gizli Hristiyan/Ermeni çekişmesi iken, bazıları da Mason iç çatışması olarak yaşandı, yaşanıyor. Bu şekilde çekişmeler, çatışmalar olarak görülen hadislerin daha derinine bakılınca da asıl kavganın kara paraları, makamı, yetkiyi, şöhreti paylaşamamak olduğu hep görülüyor.

Öldürüleceği kendisine söylenmiş gibi ya da söylenmediyse de kendisi bunu kesinlikle anlamış gibi tavırlar sergileyen, bir an önce ölüp kurtulmak isterken bir yandan da son derece telaşlı şekilde kendini öldürülmeye hazırlayan Hüseyin Bakır, öldürme teşebbüsünden sonra bile belki de saatlerce kalbi atmaya devam ettiği halde “öldü” denilerek defin ediliyor. Kemal Kacar’ın firari eşi olarak bilinen Kezban’ın, Hüseyin Bakır’ın ölümünden bir süre önce, ondan kendisine araba kullanmayı öğretmesini istediği… Hüseyin Bakır’ın arabasında birkaç kez bir arada görüldükleri hatta fotoğraflandıkları… Hüseyin ile Kezban arasında gayr-i meşru bir ilişki bulunduğu iddiaları da hep konuşulmuş, yayılmış.

Paraya tapan, para için Kemal Kacar’ı ve çetesini çok sıkıştıran Hüseyin Bakır meselesinin üzerine, hem de şu saatten sonra gidilse bile, Kemal Kacar başta olmak üzere, üstazımızın ailesi, evlatları, torunları denilen kişilerin asıl kimlikleri, gerçek milliyetleri, gerçek dinleri, gerçek ve gizli bağlantıları ile hedefleri ta İngiltere Kraliyet ailesine kadar çözülebilir. İsteyenler bu meseleyi hemen şimdi gizli Hristiyan Behlül Karak’a sorabilirler. Onun hala İngiltere’ye kadar da uzanan gizli Hristiyan ve kara paracı bağlantıları var. Ben Hüseyin Bakır meselesini çok önceden çalıştırmıştım. Dosyası hazırdı. Hala asıl gerçekleri bu yazışmada aktarmadım. Pimi çekme vaktini bekliyorum.

| Mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi