Etiket arşivi: Rüya Tabirleri

İşte buna çok gülünür.

Paylaşımlarım kriz çıkarttı. Psikolojisi ve sağlığı zaten çok bozuk halde olan Merkel suretindeki gri uzaylı Erdoğan’ı aradı. Beni şikayet etti, bir şekilde durdurulmamı istedi.

Gündüz yaptığım paylaşımlar yine dünyanın her yerinde sarsıcı tesirler oluşturdu. Merkel, kendisi hakkında yazdıklarım kendisine gösterilince okudu ve ateşi çıktı, yanakları kızardı, yine titreme nöbeti geçirdi ve bir süre kendine gelemedi.

Sonra sakinleştiğini düşündüğü bir anda Tayyip’i aradı. Paylaşımlardan bahsetti. Ne olursa olsun hemen durdurulmam gerektiğini söyledi. Bu mücadelede Tayyip’in yanında olacağını ifade etti.

Biraz konuştular bunun üzerine ve Tayyip onu oyaladı. Geçen sefer de Merkel’in talimatları ile beni içeri aldırdığından sonra işlerin iyi gitmediğini, planlandığı gibi gitmediğini, zamansız ve hesapsız bir müdahale yaptıklarını, aleyhlerine döndüğünü, şu anda da bana müdahale etmesi için şartların müsait olmadığını falan konuştu.

“Ben de rahatsızım bu yazdıklarından” falan dedi. Dengeler izin verse asla izin vermeyeceğini falan anlattı. Anladığımız kadarı ile sözleri biraz da “Geçen sefer de söz verdiniz arkamızda olacaktınız ama gereğince olmadınız” manasına da geldi.

Merkel Tayyip’le konuşurken de çok kötü haldeydi. Yine titriyordu. Bir ara nefes alıp vermede de sorun yaşadı. Dili takıldı, nefesi zorlandı ve konuşamadı.

Cemaatimizden de Rusya başta olmak üzere müttefik olduğumuz ülkelerden de çok çekiniyorlar. Konuşmalarından anlaşılan o ki geçen yaklaşık 11 ayda iyice güç kaybettiklerinin da farkındalar, bunu kabullenmişler. Çaresizler, yine üzerimize gelmek zorundalar ve biz de tam olarak bunu istiyoruz. Gelsinler ve artık bitsinler. Tahmin ediyorum ki görüşme sırasında ikisinin de aklına, birkaç gün önce yazdığım Tayyip-Merkel-Ankebut rüyam gelmiştir.

Bu arada ben size bir de Trump’ı gördüğüm rüyamı anlatayım mı?

Rüyamda Trump’ı hemen yanımda ayakta dururken görüyorum. Bana aşırı derecede kızmış ama o kadar güçsüz ve çaresiz kalmış ki surat bile yapamıyor. Aksine karşımda çaresizlikten gülümsüyor.

Onu takmayan, umursamayan tavırlar sergiliyorum. Önünde ceketimin düğmelerini iliklememi bekliyor, bunu da yapmıyorum ve buna da ayrıca kızıyor. Bu haline rağmen yine çaresizce yüzüme gülümsüyor.

Sonra sahne bir anda değişiyor ve ben Trump’ın bulunduğu yerin altında tünel kazıyorum. Bunu yaparken onun dibini oyduğumu düşünüyorum. Sonra biraz detaylı şeyler yaşandı, bu kısımda gördüklerimi atlıyorum.

Tünelde biraz yukarıda düz bir demir ya da boru gibi bir şey var. Tünelin sağ duvarından sol duvarına kadar çekilip sabitlenmiş. Zıplayıp o demiri tutuyorum ve asılı kalıyorum. Bırakmamam gerektiğini düşünüyorum ama bir süre sonra kollarım çok yoruluyor ve bırakıyorum.

Sonra kim olduğunu bilmediğim bir adam geliyor, bana yardım ediyor ve gücümün yetmediği kısım da halloluyor. İşler yoluna giriyor.

Mehmet Fahri Sertkaya

Türkiye’nin önünde 2022’nin son aylarına kadar kıtlık var

Erdoğan son günlerde yazdığım rüyalarımın tabirlerini yaptırdı. Zaten kıtlık olacağını öngörüyorlardı ama rüya tabirlerinden sonra buna emin oldu. Yıllardır “Belalar, musibetler üst üste gelecek. Arz temizlenecek” dediğimi ve alakalı yüzlerce yazımı da biliyorlar. Bu gün çıkıp konuşup da insanların şuuraltını buna hazırlamak istedi. Türkiye’nin önünde 2022’nin son aylarına kadar kıtlık var. Bu, dünyanın pek çok ülkesi ve milleti için de bu şekilde olacak. Sayın Putin de paylaşımlarımdan sonra kıtlığa karşı nasıl tedbirler alacaklarına dair çalışmaları başlattı. Sadece Türkiye’de çok yaklaşık tahminle 2-4 milyon arası insan Corona’dan ölecektir. Diğer bela ve musibetlerle birlikte sayı kaç olur, Allah bilir. Kesin bildiğimiz şu ki Allah’ın arzında (Yeryüzünde) hiçbir millet Allahsızca ve ahlaksızca yaşayamadı. Kur’an-ı Kerim’in üçte ikisi kavimlerin helakını anlatıyor ve ben MFS on yıldır gür sesle bu gidişle bu belaların başımıza geleceğini bağırıyorum. Çok yazık…

Mehmet Fahri Sertkaya

“İşte rezil oldu. Bütün pisliği meydana çıktı ve intihar etti.”

Putin koridorda duruyor, duvardaki bir şalteri indiriyor ve az yan taraftaki demir parmaklıklı kapı açılıyor. Koğuşumdaki herkes kaçıyor. Ben bu yaşananı koğuşun dışından, koridordan izliyorum.

Putin bir şeyler söylüyor, ben de karşılık veriyorum, konuşuyoruz. Putin gerçekte olduğundan zayıf ve sesi ile yüzü de gerçeğinin aksine çok itici duruyor. Yine bir şeyler söylüyor. Duyamıyorum, anlayamıyorum. Duyamadığımı söylesem de sorun çözülmüyor ve sağlıklı bir iletişim kurulamıyor.


Sonra sahne değişiyor ve kendimi bir anda cezaevinden çıkmış görüyorum. Bir sitedeyim. Çok sayıda apartmandan oluşan sitenin büyük bahçeleri var, içinde dolaşılan yolları var. Sitenin ana giriş kapısının hemen içinde ve yolun sağ yanında iki adet büyük beton saksı görüyorum. Belediyenin sahil yollarında kullandığı güzel şekilli büyük saksıların aynısı…

Saksılardan birinin toprağını eşeliyorum ve bir çift ayakkabı buluyorum. Kaldırıp bakıyorum. Görünüşü basit ama malzemeyi kaliteli buluyorum. Esnetiyorum, inceliyorum, sağlam olduğuna kanaat ediyorum. İhtiyacım olduğunu düşünüyorum ama “Bunun sahibi vardır, alma” diyorum kendi kendime. Sonra “Harp var, caiz olur, al” diyorum ama içim daralıyor, doğru bulmuyorum ve almıyorum.


Sonra yine sahne değişiyor. Kendimi pantolonsuz görüyorum. Amazon kabilelerindeki erkekler misali bir haldeyim. Boy havlusu önümü arkamı kapatıyor ama bacaklarımın yanları fazlasıyla açık ve bu bana elem veriyor.

Sonra yine sahne değişiyor. Kapalı bir odadayım. Odada yüzünü seçemediğim bir erkek var. Bu kişinin Ankebut Ağı’nın mensubu olduğunu, bana çok sıkıntı çıkarttığını, benim hukuksuz şekilde içeri alınmama ve içeride tutulmama eli çok karışan biri olduğunu biliyorum.

Yerden 130 cm kadar yüksekliğe ulaşan, yoğun kullanım için üretilen kaliteli bir fotokopi makinesinin üzerine iki kolunu koymuş, gerilmiş, kalçasını dışa doğru vermiş, sanki kadınsı bir duruşla duruyor.


Bir bakıyorum ki kalçaları tamamen çıplak, kadınsı bir teni var ve tüysüz… Çok utanıyorum ama bakmaya devam ediyorum. Birden sağ kalçasında deri üstüne deri kabarması gibi, ur gibi bir şey çıkıyor ve bu ur bir insan eli büyüklüğünde. O anda içimden “Bunun çok çirkin işlerini herkes duyacak” diyorum.

Sonra yine sahne değişiyor. Ben cezaevinden çıkınca, iki taraf arasında açıkça çatışma çıktığını görüyorum. Benim içeriden çıkmama bizim haricimizdeki bir grup da aracı olmuş ve o grup Ankebut Ağı’nın hedefi olmuş. Onların bulunduğu araba, aşağıda sahil yolundaymış. Ankebut’un ekibi onları tespit etmiş, üzerlerine gitmiş, çatışmışlar.


Sonra yine sahne değişiyor ve yine ofis gibi kapalı bir mekandayım ama orasını emniyetli buluyorum. Karşımda masasında oturan ve yüzü seçilmeyen kişiyi de dost görüyorum. Onunla bazı meseleleri değerlendiriyorum. O anda arkamda bir yol varmış ve o yoldan bir araba aşırı hızla geçiyor. Gittiği yönde az ileride deniz/sahil varmış ve o aşırı hızla o araba denize uçuyor. Denize arabanın burnu vurunca su 8-10 metre yüksekliğe sıçrıyor. Sanki 8-10 mt yüksekliğinde bir tsunami gibi görünüyor. Ben suya bakınca devasa boyutta bir sıçrama olduğunu düşünüyorum, biraz şaşkınlık yaşıyorum ve ardından içimden “İşte rezil oldu. Bütün pisliği meydana çıktı ve intihar etti diyorum.”

2019’un Ağustos ya da Eylül ayında, Ümraniye E Tipi toplama kampında gördüğüm bu rüya burada bitiyor, uyanıyorum.

Mehmet Fahri Sertkaya

İstanbul Rus tehdidi altında – Rüya tabirleri

13-14 Nisan 2020 gecesi… Ümraniye E Tipi toplama kampından tahliye olmamdan birkaç gün öncesi.

İstanbul ile alakalı acayip bir rüya… Rüyamda transporter tarzı araçla İstanbul’dan yola çıkıp daha tenha ve sakin bir şehrimizin bir kasabasına gidiyorum. Hangi şehre gittiğimizi bilmiyorum. Arabada şoför dahil üç kişi daha var ve uzun diyaloglar oluyor. Gurbette sıla hasreti duyuyor ve kısa sürede geri dönüyorum.

Kısa süre diyorum ama yine birkaç yıl geçmiş. Yıllar sonra aynı araç ve aynı ekiple İstanbul’a döndüğümde, semt semt ve meydan meydan şehri dolaşıyorum. Bir meydandan geçerken 45-50 yaşlarında son derece rahat giyinmiş bir kadının o meydan yerde bir başına dans ettiğini görüyorum.

O an o meydanın etrafındaki binalara bakıyor ve binaların İngiliz kültürüne-mimarisine çokça benzediğini düşünüyorum. Sonra “Bu kadın da büyük ihtimalle İngilizdir ya da değilse de İngilizlere çok benzemiş” diyorum. Sağa sola dönerek giderken bir anda arabanın arka camından dışarı baktığımda Avrupai tarzda yapılmış, elbisesiz erkek figürleri kullanılmış ve 8-10 mt yüksekliğinde devasa heykellerin yolların göbeklerine konulmuş olduğunu görüyorum. “Ecnebi, gayr-i müslim kültürü bu…” diyorum.

O anda fark ediyorum ki İstanbul’a gündüz vakti bir karanlık hava çökmüş. Puslu bir hava. Sanki büyük bir fırtına ve felaket geliyormuş da onun öncesindeki sessiz bir karanlık gibi… Henüz yağmur yağmamış.

Devam ediyoruz. Tek yönlü, ancak bir aracın sığabileceği dar bir sokaktan geçerken yolun üzerinde kemer tarzı bir dar kapı yapılmış olduğunu ve Osmanlı’dan kalmış bu kapının altından geçtiğimizi görüyorum.

Hızlı geçtiğimiz için kapının üzerindeki Osmanlıca ya da Arapça yazıları okuyamıyorum. Yazı kısmında zemin yeşil ve harfler açık sarı renkte.

Sonra sağa sola döne döne yolumuza devam ediyoruz ve İstanbul’un farklı kesimlerinin yaşadığı semtlerden geçiyoruz.

Bir yerde durmuşuz ve bir süre için yolun solundaki kaldırımdan yürüyoruz. Başımı sola çevirip baktığımda bir kafe görüyorum. İçeride onlarca beyaz ve tertemiz masa var. Müşteriler hep genç kızlar ve onlarca genç kız var ve hepsi de makyajlı, sosyetik, aşırı derecede rahat kıyafetliler. Onlardan hemen yüzümü çeviriyorum, bakamıyorum. Sonra yine araba ile şehri dolaşırken bir köşe dönüyoruz ve çok merkezi, kalabalık bir meydana çıkıyoruz. Az daha ilerlerken o geniş caddede karşı taraftan ordumuza ait zırhlı askeri araçların geldiğini görüyorum. Hızlıca caddeye girip mağaza, banka, esnaf ve halktan insanlar dolu yerlere araçları park ediyor, mevzi alıyorlar.

Ben bunu görünce şaşırıyorum. Yine araçtan inip kaldırımda yürürken, solumda benimle birlikte bir kişinin yürüdüğünü görüyor ve benden çok uzun boylu duran bu kişinin ordumuzun muvazzaf bir subayı olduğunu biliyorum. O subay “Bu araçlar, bu tedbirler, milleti Ruslardan korumak için. Bakalım Ruslar bu millete neler yapacaklar” mealinde cümleler kuruyor.

Yürümeye devam ederken ben onun yüzüne bakmadan “Ruslar öyle bir şey yapmaz, sivil insanlara zarar vermezler” diyorum. O subay bu karşılığımdan rahatsız oluyor ama hiç karşılık vermeden susuyor ve kafasının dikine gidiyor.

Mehmet Fahri Sertkaya

Şu sağdaki uzaylıyı gördüm rüyamda

Ha bir de şu sağdaki uzaylıyı gördüm rüyamda. 1961’de KGB’nin çektiği gerçek video görüntüleri sızmıştı, seneler önce paylaşmıştım. Hemen anlamıştım edep ve yüksek ahlak vardı yüzünde.

Rüya bu ya, meğer bu uzaylı insan türü Merihliler yani Marslılarmış. Onların şekli böyle imiş. Bu da Merihli imiş 61’den çok önce yakalanmış. Hz. Üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin sohbetlerini dinlemeye gelmişler, arıza yapınca Sovyet Birliği sınırları içinde kaza yapmışlar ve arkadaşları vefat etmiş. Bu ise kurtulmuş. O günden bu yana saklamışlar bunu… Bilgi almak istemişler diye gördüm. Bu de vermemiş galiba. Yaşı da çokmuş bunun, 150 olabilir. Zaten rüya bu ya onlar 250 yaşına kadar yaşarlamış diye biliyordum rüyamda.

Boş adam değilmiş, doktor mu neymiş. Ya da bilim adamı falan olabilir. Onların okumuşlarından biri yani… Ara ara Hz.Üstazımız buna uğruyormuş, üzülme diyormuş, teselli ediyormuş da bunun hali yine de kötü imiş. Çok sarsılmış, yalnızmış, en son dışarıyı otuz sene önce görmüş, nerede olduğunu bile bilmiyormuş. Karnını açmışlar, iç organlarını inceleyip kapatmışlar. Daha gördüm de bir şeyler, gelmedi şimdi aklıma.

80 milyondan fazla insan yatıyormuş orada… Seneler önce gitmişken yetkilisini bulup sormuştum. “Ohoo” diye söze başlayınca, “Sen ne yaptın birader, olur mu o kadar” diyecek zan ettim ama adam demesin mi “Ohoo, ne seksen milyonu? Kaç asırlık bu mezarlık, biliyor musun sen? Şu şu şu koca mahalleler var ya, bir zamana kadar bu mezarlığın bünyesindeydi. Oraların altı hep mezarlık. Bu kalan yeri bile ne kadar büyük ve yoğun talebi/trafiği görüyorsun. Burada seksen milyondan fazlası vardır, azı yoktur” demesin mi…

Sonradan öğrendim, meğer orada Çanakkale harbinin şehitlerinden bile çok sayıda varmış. Harpte yaralananların bir kısmı gemilerle İstanbul’a getiriliyormuş. Onlardan bir kısmı şehit olunca bu Karacaahmet Kabristanı’na defin olunuyormuş.

Mehmet Fahri Sertkaya