Büyük münafık Hasan Arıkan sürekli olarak çarpıldıkça, kendisiyle beraber ailesinden başka münafıklar da çarpıldıkça, adım adım ölüme yaklaştıklarında, uzaylı taraflar buradaki dengeyi de korumak istediler. Aralarından Hasan Arıkan’ın oyundan düşmesini istemediler. Hasan Arıkan ölmeden önce onun biyonik robotunu yapmak ve yerine geçmek istediler. Lakin yapamadılar. On bin ya da otuz bin sene ileri bilim ve teknoloji sahibi olsalar da bir yere kadar. Öyle her istedikleri kişinin biyonik robotunu yapamıyorlar.
Bir insan ileri yaşlarda ve çokça hasta ise, o halinde iken ondan numuneler alarak, hücrelerini/dokularını çoğaltarak biyonik robotlar yapmak, çok sorun yaşatıyor. Çünkü biyonik robotun da hasta olması, aynı hastalığı yaşaması/taşıması, biyonik robotun da ihtiyar gibi davranması gerekiyor.
Ayrıca bazı insanların hafızalarını kopyalayamıyorlar. Hafızaya ulaşmakta sorunlar yaşıyorlar. Bu da her şeyi bitiriyor.
En kaliteli ve iyi çalışır halde bir biyonik robot yapılsa ama kişinin hafızası alınamasa ve biyonik robota aktarılamasa, bir faydası olmuyor. Biyonik robot kullanılamıyor. Çünkü, hafıza aktarılamamış biyonik robotu kullansalar, oğlunu, eşini, arkadaşlarını, varsa gizlice paslaştığı kişiler yerince tanıyamayan, bilemeyen, onlara dair hatıralara ulaşamayan, ne konuşacağını, nasıl kararlar alacağını bilemeyen bir robot olarak ortada kalıyor.
Ne kadar samimi kardeşimiz ve hocamız varsa hepsini sıkıntıdan sıkıntıya kasten düşüyorlar. Aramıza sızmış ne kadar samimiyetsiz, sorunlu, düşük, art niyetli, yiyici, münafık, ahlaksız kişi varsa, hepsini kolluyorlar.
Bu kadarı, cemaatimizin merkezinin de ele geçirilmiş olmasıyla mümkün… Aksi halde cemaatin/sistemin genelinde bu kadarını böyle aleni şekilde yapamazlar.
Bu safhada bile susabilen ve tepkisini göstermeyen mensuplarımızı anca teneşir paklar.
“Hizmette olduğum kursun idarecisi de böyle biriydi. Ne yapmak istediğini bir türlü anlayamıyordum. İdarecimiz olduğu için samimiyetle itaat ediyorduk ama zaman zaman bu adam hangi yolun yolcusu diye soruyordum kendime. Kursun en sıkıntılı zamanlarında kendine ev alabilmişti. Kursu borçtan borca sokuyordu . Bir defa benden telefonunun şarjdan getirmemi istemişti, bende onun telefonu mu emin olmak için yan tuşuna basıp ekrana bakıp bir mesaj gördüm. Bazı olaylara da şahit oldum. Kendisinin hanımından başka bir kadınla ilişkisi vardı. Açık bir hanımla. Nikahı var mı yok mu bilemem . benim üzerime de bu kadınla bir tezgah kurmaya çalıştı. Allah büyük ya ertesi gün sürdüler başka bir kursa. Hep yasaklanma yazısını bekledim . Adam hala hizmette …”
Ben cemaatimize bağlı bir müessesimizde talebe olarak kalırken, orada müessese idarecisi olarak vazife yapan bir Halil Yurtsever vardı.
Aşçılarımıza kadar, müessesede Allah rızası için, milletimizin evlatlarının dünya ve ahiret saadeti için vazife yapan diğer kişilerin hiçbirinin sevmediği, geçinemediği bir kişiydi Halil Yurtsever… En başından beri beni samimi görmüş, farklı görmüş ve desteklemek ister gibi tavırları da vardı. Bu tavırlarının faydasını gördüğüm de olurdu ama sık sık da zararını görürdüm. Çünkü samimiyetini sorgulamama sebep olacak kararları, davranışları, adaletsizlikleri de olurdu.
Onun kararlarının, davranışlarının arka planını o ilk gençlik yıllarımda sorguladığımda bile kendi kendime endişelenirdim. Mü’mince bir tavır görmezdim. Hiç Allah korkusu, hesap endişesi, şeriata tabi olma gayreti, insanlardan haya etme hali göremezdim. Hep insanları ezen, kıran, sadece kendi menfaatlerine odaklanan davranışları olurdu. İdare tarzı da çok kaba, maneviyatsız, kırıcı, yıkıcı tarzdaydı. Zaten bu anlattığım zamandan bir iki sene sonra başka bir yere sürüldü.
Müessesenin bahçesindeki çardakta, kendisi ve vazifeli hocaefendiler varken, beni de yanına çağırtmıştı. Ne için çağırttığını, maksadını, neye ulaşmak istediğini anlamak bile mümkün olmamıştı. Gittim, hiçbir fayda sağlamadım, hiçbir fayda elde etmedim ve hayatım boyunca unutmayacağım rezillikler gördüm. Yanındaki hocaefendiler ona tiksinerek bakarken, o ayakkabısının birini çıkartıp ahşap masanın üstüne koyarak boyamaya, bir yandan da bir eliyle cep telefonunu tutarak konuşmaya, bir yandan da arada bizlere bir şeyler konuşmaya devam etti. Her gün abdest alan, namaz kılan, sohbet programlarına katılan birisi olmasına rağmen yüzünde hiç nuru yoktu. Tavırlarında hiç samimiyet, ihlas, edep yoktu. Hayatımda “Başkasının yerine utanmak” denilen hali en kuvvetli şekilde yaşadığım yerlerden bir yer de orası, o anlar oldu. Bunun benzeri çok kere “Bu adamın nasıl bir iç dünyası var. Nasıl kabullenişleri ve hedefleri var. Nasıl olmuş da tekamül bitirmiş. İlim ve ahlak temelinde yükselen bu yolda nasıl olmuş da barınmış, Hocaefendi olmuş ve sonra bir de bir müessesenin idarecisi olmuş” dedirten hallerini çok gördüm. O sene, o ilçede yeni bir müessese de yapılıyordu. Bazen hafta sonları gider orada Allah rızası için teknik işlere bile yardımcı olurduk. Oraya bir mutfak sistemi yaptırmıştı ki bütün ihvan “Yahu böyle bir yere, böyle bir sistem mi olur” deyip duruyordu. Çünkü Amerikan bar denilen yerlere benzeyen bir tarzı vardı. Müessesenin çok borçlarının ve teknik sorunlarının olduğu ve ihvanın hizmetleri devam ettirmekte, maddi yükü taşımakta çok çok zorlandığı bir zamanda, o idareci Halil Yurtsever, son derece gereksiz, müsrifçe harcamalar yaptırır ve bunlarla çok kişinin mesaisini boş yere harcatırdı. Müessesenin beşinci katındaki terasın üzerini demir doğrama ile kapattırıp, içine son derece masraflı, gereksiz ve müsrifçe bir dekor yaptırmıştı. Çok abartılıydı. Yapımında çalışan ihvan bile söylene söylene çalışıyordu. Pahalı taş döşemeler, ahşaptan gayet özel ve gösterişli masa ve oturaklar ve tabii ki mangal sefası için gereken kısımlar… Müessesenin yemekhanesinde buzdolabının bakıma ve masrafa ihtiyacı varken, konan etler bile heba olup atılıyorken, atık su kısmında sorunlar olup sık sık bodrum kata taşıyor ve rezil bir hal oluşuyorken, daha bir çok acil müdahale gereken kısımlar varken, o hep böyle kararlar da alıyor ve hep ben dahil samimi herkesi “Bu nasıl bir davranış tarzı” diye sorgulamaya sürüklüyordu.
Eksikler, hatalar, kusurlar, millete anlatılamayacak vahim durumlar saymakla bitecek gibi değildi. Bunun baş sorumlularından biri de idareci Halil Yurtseverdi. Talebelerin her gün düzenli olarak görmesi gereken dini dersler bile çoğunlukla yapılmaz, aksatılırdı. Ben aslında orada, tahammül edilemez o kadar samimiyetsizliğin ve adaletsizliğin hakim olduğu o müessesede kalmayacaktım ve o üniversiteyi de okumayacaktım. Bir kişi bu kararımın bozulmasına sebep oldu.
Bana bu hususlarda hiç tavsiye vermediği, nasihat etmediği halde oldu. Herkesin iyi bildiği Behlül Karak Hocaefendi çok şükür ki oralardaydı. O ilin idarecisiydi. Haftada, on günde bir gelip bize sohbetler etmeseydi, bu yola samimiyetle bağlı olmasaydı ve güzel ahlakı, adaleti, ilim sevdası, hizmet sevdası davranışlarından, kararlarından bile akıyor, coşuyor olmasaydı, ben yenice bulduğum bu yolun nasıl büyük bir yol olduğunu bile göremez anlayamazdım. Lakin böyle bir idarecileri bulunmasına rağmen, sorunları çözmek için çok çabalamasına rağmen işte benim kaldığım müessese yine de bu kadar dip hallerdeydi. Çünkü sorunun temelinde çok sarsıcı hakikatler vardı.
Ben, şahsi gayretimle bu eksikliği tamamlamaya çabalardım. Sadece dini hususlarda değil, siyasi, tarihi, fikri hususlarda da adeta yorulmak ve uyumak bilmeden çok çabalardım.
Şimdiki gibi internet, bloglar, sosyal ağlar, video platformları, eğitim siteleri, e-kitaplar ve binbir türlü bilgi kaynağı o zaman yoktu. Sınırlı sayıda kitaplar ve günlük satın alıp takip ettiğim bir gazete ile yoluma devam ederdim. O gazeteyi o civarda bulabilmek de dertti ve her gün onu bulabilmenin çilesini çekerdim. Gazetede ve söz konusu kitaplarda açıkça yazılmadığı halde bile, o yaşta ve o şartlarda bile, bir çok meselenin arkasındaki hakikati çözmüştüm. Üstüne, kripto Yahudileri ve kripto Ermenileri çözmüştüm. Yakın tarihte aslında neler yaşandığını, bize nasıl masallar anlatıldığını da çözmüştüm.
Lakin… Bunların yolumuzun içine dikkate alınacak oranda sızdıklarını çözmeyi geçtim, tahmin bile edememiştim. Sonraki yıllarda imkanlarım genişleyip bu konularda çok daha fazla bilgi edindiğim halde, bunların cemaatimizin içine hatta tepe noktalarına kadar sızmış olduklarını düşünmemiştim. Ne zamanki siyaset ve istihbarat sahasında teşkilatlı bir şekilde mücadele vermeye başladık, o zaman bu sarsıcı gerçekleri acı acı görüp kabullendik. Merhum büyüklerimize neler neler çektirdiklerini, onların ilk bakışta tam anlaşılamayan bazı kararlarının arka planlarını, nasıl bir siyaset izlediklerini hep anladık, bildik.
Bahsettiğim o talebelik zamanımda o Halil Yurtsever’in sürekliliği devam eden tuhaf ve tezat dolu kararlarının, davranışlarının arka planında, Halil Yurtsever’in de kripto olması hakikati bulunduğunu bile çözdük. Yurtsever isminin nasıl bir şifreleme olduğunu da…
Bu şahsın ve benzerlerinin yüzüme karşı çok başka tavırlar sergilerken, arkamdan nasıl kuyular kazdıklarını, sınırsızca atıp tuttuklarını ve hep kötülüğü istediklerini de çözdük…
Şimdilerde cemaatimizin içinde adım, yayınlarım, Türkiye ve dünya siyasetindeki tesirim/gücüm daha çok konuşuldukça, cemaatimizin içinde çok sayıda kripto hain bulunduğunu göz önüne seren yayınlarım konuşuldukça, kripto kimlikli hainlerin çok çok zora düştüklerini de görüyoruz. Hakkımda atıp tuttuklarını, olur olmaz iftiralara sığındıklarını, panikten kontrollerini kaybetmişcesine çırpındıklarını görüyoruz. Biz ise bunları isim isim, cisim cisim biliyoruz. Ayaklarımız da yere basıyor. Çok acele etmiyoruz, merhum büyüklerimiz kadar dahiyane bir siyasetle muamele ediyoruz. Bu hususlarda da istediğimiz ortam iyice oluştu, oluşuyor. Az kaldı ve bunların hepsini birden oyundan düşüreceğiz. Onlar da bunun farkındalar, güç yetiremiyorlar, çıkar yol bulamıyorlar ve panikliyorlar. İftira atmaktan başka şu sıralarda hiçbir şey yapamıyorlar.
Bu nedenle diyorum ki, hakkımda her nereden, her kim, her ne iddialarda bulunursa ispat isteyin, benim savunma hakkımı kullanmamı bekleyin, bizi karşı karşıya getirin ve hakkımda söylenenlere hemen itibar etmeyin.
v.a.s. Selman gizli bir Yahudi ve büyücüydü. Çok sık olarak büyü yapıyordu ve ayinciydi. Çoğunlukla hayvanların uzuvlarını keserek büyüler yapanlardandı. Çoğunlukla koyun ve keçi keserek ayin yapardı. Ayrıca cinsi sapıktı. İleri seviyede dolandırıcı ve hırsızdı. O derneğin başına, kendisinin ne olduğu bilinerek konuldu. Onu oraya koyan “merkez” de zaten onun gibi gizli yahudilerin ve ermenilerin ve masonların eline geçti. Kayın pederi Hüseyin Başol da bir gizli Yahudi ve türlü suçların ortağı…
Suç mahali: İstanbul Sultangazi, Sultançifliği Talebe/öğrenci yurdu ve buraya bağlı Özel Zambak Ana Okulu
Suç türü: Örgütlü şekilde cinsi taciz ve tecavüz, gizli kameralarla gizlice çıplak görüntüler çekme ve bunları yayma, fuhuş yaptırma ve aracılık etme, livata, zimmete para geçirme, hırsızlık, evrakta sahtecilik, büyücülük ve diğerleri…
Çevresine sık sık çok lüks ve pahalı araçların park etmesiyle bilinen İstanbul’daki Sultançiftliği özel öğrenci yurdunda, dünyayı sarsacak skandallar yaşanıyor.
Mustafa Öz’ün, Emine Yutan’ın, Veli Köle’nin, Mehmet Köle’nin, Yüksel Demir, Süleyman Aydın, Fazıl Erdem ve daha pek çok kişinin içinde bulunduğu gizli bir örgüt, Müslümanların evlatlarına iyi bir ahlak ve eğitim vermek için tesis edilmiş bu müessese de akılların almayacağı, insanların ilk duyduklarında inanmak istemeyeceği şeyler yaptılar, yapıyorlar.
Çocukların vestiyerlerine, soyunma kabinlerine gizli kameralar yerleştiriliyor ve çekilen görüntüler sistem içinde dağıtılıyor. Bu görüntüler, sistemin tepe isimlerinden biri olan Alihan Kuriş’e de gidiyor.
Bu şeytanlıkları yapan kişilerin başında gelenleri zaten büyücülükle de meşguller. Bunlardan biri de daha önce konu ettiğim Mustafa Öz… Mustafa Öz, daha önce Sultançifliği öğrenci yurdunda personeldi, ne yazık ki şu anda bir kız Kur’an kursunda personel ve hala vazifesinden bile alınmadı. Çünkü bu sistemin içinde Alihan Kuriş de var ve iplik söküğü misali konuların çözülüp de kendisine ulaşılmasından çok endişe ediyor.
Sık sık taciz, nadiren de olsa tecavüz vakaları yaşanıyor. Bu sistemin içinde bulunanların emniyet teşkilatındaki ve istihbarat birimlerindeki bazı kişilerle bağlantıları da var ve kollanıyorlar. Çünkü bu mekanlardaki taciz ve tecavüz vakaları sadece orada görevli kişiler tarafından yapılmadı, yapılmıyor.
Sık sık çevreye park eden lüks araçlarla gelen zengin kişiler zaten buranın gizlice bir fuhuş yuvası haline getirildiğini biliyorlar. Çocuklara ve bu müesseselere maddi ve manevi destek veren ve “ihvan” denilen kişiler gibi davranan bu kişiler, anaokul çocuklarıyla bile beraber vakit geçiriyorlar. Kısa süre sonra bir çocuk, ne olduğunu bile anlamadan, gelen zengin yetişkinlerle bir odada baş başa bırakılıyor. Sistem çoğunlukla bu tekniği tercih ediyor ev o çocuk o odada taciz ediliyor ya da tecavüze uğruyor.
Bu şeytanlıkları yapan kişilerin başında gelenleri zaten büyücülükle de meşguller. Bunlardan biri de daha önce konu ettiğim Mustafa Öz… Mustafa Öz, daha önce Sultançifliği öğrenci yurdunda personeldi, ne yazık ki şu anda bir kız Kur’an kursunda idareci ve hala vazifesinden bile alınmadı. Çünkü bu sistemin içinde Alihan Kuriş de var ve iplik söküğü misali konuların çözülüp de kendisine ulaşılmasından çok endişe ediyor.
Mustafa Öz, kendisine danışan, şifa arayan kadınların bazılarına da büyüler yapan, bunları zihin kontrolüne alan ve bazılarına kendileri farkında olmadan tecavüz de eden bir kişi…
Bu hale gelmeden öncesinde Sultançiftliğindeydi ve oradaki sisteme dahil edilerek bu günlere geldi. Orada personeller içinde de livata hatta grup livata yapılırdı. Ta o zamanlarda bile el kadar çocuklar taciz edilirdi. Hala bu sistem aktif ve hala Müslüman çocukları bu sisteme kurban oluyorlar.
Bunlar öylesine şeytanlaşmış kişiler ki masum, temiz yüzlü, iyi aile evladı olan ve gelecek vaat eden talebeleri ve gençleri öncelikli olarak tuzaklara düşürdüler, düşürüyorlar. Onların yanına ahlakını zaten bozmuş oldukları büyük talebeleri vererek ve müstehcen görüntüler izleterek işe başlıyorlar. Her ne yapıyorlarsa, mutlaka büyülerle de destekliyorlar. Bu muameleleri gören çocuk ya da genç ya da yetişkin kişiler, ne yaşadıklarını tam manasıyla anlayamıyorlar. Metafizik tekniklerle hafızaları siliniyor.
Sadece Beyaz Zambak Ana Okulu değil, başka birkaç ana okulunda daha aynı sistem kurulu. Bu sistemin içinde herkes aynı seviyede değil. Kimi iyi derecede büyücü, bazısı devlet kurumlarındaki alçaklarla bağlantıyı sağlıyor, bazısı ise Emine Yutan gibi “abla” bilinirken şeytanlık yapıyor, herkes sistemin farklı kısımlarında faaliyetine devam ediyor.
Sistem sadece taciz, tecavüz, bağış paralarının zimmete geçirilmesi, kurban ve zekat paralarının zimmete geçirilmesi gibi suçlar işlemiyor. Bu sistem uyuşturucu ve fuhuş işleri de yapıyor.
Sistemin içindeki bazı kişiler, sistemi bir bütün olarak bilmiyorlar. Aslında sistem en büyük açığı da burada veriyor. Çünkü bunlar, ikna edilerek sisteme sonradan dahil edilmiş, yeterince eğitilmemiş ve öğretilmemiş, yeterince zeki olmayan kişiler. Bu kişilerin hayatlarında aniden bir maddi refah başlıyor ve bunun kaynağını izah da edemiyorlar, bu refahı gizleyemiyorlar ve bütün çevre bu kişilerin kirli işlere girdiğini tahmin etmeye, soruşturmaya başlıyor.
Resmini gördüğünüz kişi Mehmet Köle… Sistemin kenar kıyısında kullanılan bir kişi.. Son yıllarda maddi durumunda inanılmaz bir sıçrama var, bütün çevresi bunu biliyor, bunu konuşuyor, bunu sorun ediyor ama Mehmet Köle ve benzerleri paranın kaynağını izah edemiyor.
Bu sistem/örgüt, cemaatimizin içine sızarak bu işleri merhum büyüğümüz/liderimiz Arif Ahmet Bey Ağabeyimiz zamanında çok sınırlı olarak yapıyordu. Lakin merhum büyüğümüz Türkiye’ye karşı kurulan bir çok oyunu bozmaya çalışırken, bir yandan bu sistemi de sakince çökertmek istiyordu. Merhum büyüğümüzün öldürülmesinde bu sistemin de payı var, bu sistemi bitirmek istemesinin de payı var.
Merhum büyüğümüzden sonra cemaatimizin başına Alihan Kuriş geçti. Bir süre dik durmak, iyi bir Müslüman idareci olmak istedi ama zaten evvelden beri nefsine mağlup, zayıf karakterli, sorunlu bir kişiydi. Fazla dayanamayıp bunlara ayak uydurdu.
Son zamanlarda cemaatimiz içindeki bu sistemi derinlemesine biliyor. Bu sistemi koruyor, kolluyor ve sistemle beraber çalışıyor. Cemaat içinde tayinler yaparken sistemin taleplerine öncelik veriyor. Bu şekilde bu sistem, istediği bazı müesseselerde mensuplarını toplayabilmiş oluyor. Alihan Kuriş de kendilerine dahil olduktan sonra zaten bu sistem çok rahatladı, hızla büyümeye başladı ve açıklar verir oldu.
Mesela Mehmet Köle gibi basit biri sistemin mensubu olabildi. Mehmet Köle daha sonra akrabalarından birçok kişiyi sisteme dahil etti. Hem taciz hem uyuşturucu hem de fuhuş kısmında aracılık/ayakçılık yapıyorlar. Buna rağmen bile paraya boğulmuş bir haldeler. Yurt aidatlarından, zekat ve kurban paralarından, bağışlardan çaldıkları paralar da az para değil ama diğerlerinden kazandıklarının yanında bunlar çok az kalıyor. Bu gibiler, “müşteri”lerle kurbanlar arasında bağlantıyı kuran kişiler olarak da faaliyet gösterebiliyorlar.
Şimdi çok kısa bir süre sahaya bakacağım. Neler yaşanacağına bakacağım. Hukuk işlemeyecekse, devlet yoksa, sahaya ben ineceğim ama öncesinde buradan yüzlerce etkili ve yetkili şahsın isimlerini vererek suçlamalar yapacağım ve bir de yanında somut deliller paylaşacağım. Sonra da bu konularla alakalı şahit kişileri de delilleri de yanıma alarak adliyeye gideceğim. Lakin… Farklı şehirlerde onlarca farklı kişi, aynı anlarda adliyelere gitmiş olacaklar. Aynı deliller farklı adli makamlara aynı anlarda teslim edilecek. Daha da mı hukuk işlemeyecek, memleketin altını üstüne getirmesini de bilirim ve öyle yapacağım.
Bir tek yetimin bir damla göz yaşına dünyayı yıkmazsam, adım MFS değil, ne derseniz deyin.