Etiket arşivi: Hz.Süleyman

Gerçek ben-i İsrail biz Türkleriz | Rüya tabirleri

Tüh, böyle rüya mı görülür.

(Sürekli bir takipçimin kardeşi görmüş rüyayı. Daha önce de salih rüyalar görmüştü bu kişi ve paylaşıp tabir ettiğimde isabetli çıkmıştı birkaç kere… Bu rüyasının son kısmını sonradan hatırlamış, eklemiş. Danyal as. yerine Davut a.s. da denilmiş olabilir ama isimden emin olamamış.)

Akademi Dergisi takipçisi: – Bu sabah oyle bir rüya gördüm az daha sabır efendim☺️

🥹Hilafet gömleğini gördüm camdan bir korunaklı kutsal emanetler bölümünde
Beyaz bir gömlek kılicinin kini ve aynı zamanda kemer olarak kullanılan geniş kırmızı içinde sarı renkli desenler var
Gömlek dürülü cam bir sandıkta belindeki o kemerle birlikte dürülü
Bir çok aksesuarı vardı kıyafetin ben gömlekle takılı kaldım encok
Peygamberlerden kalmış emanetlermi yoksa onların kiyafetlerindenmi parçalarda vardı bir de borazan benziyor bişey eski model ipliklikler sarilmış süslenmiş
Orada sizin sesinizi de duydum efendim
Biri size şunu sordu.?
Siz kimsiniz böyle bu kadar şey size niye bırakılsın
Sizde
Nice kağanlar’dan hz.Danyal’dan daha ileri benim soyum diye cevap verdiniz
Hz. Danyal hz zulkarneyn mi oluyor

Son uyanmadan abinin soyunun kimden geldigini bulması lazım diyor içimden uyanıyorum niyeki
Söylenen isim Danyal gibi hatırlıyorum ama ben ruyada soyunun kimden geldigini ismi net duyuyorum ve şok oluyorum soyunun geldiği kişi ileri dediği kişi peygamber ondan eminim ruyada çok şaşırmamn sebebi peygamber olmasi zaten

Mehmet Fahri Sertkaya: = Tüh, böyle rüya mı görülür

Paylaşırsam Yahudiler kinlerinden, öfkelerinden ölürler

Hatta intihar bile edenleri olur


Akademi Dergisi takipçisi: – Kahirlarindan ölsünler efendim

– O ruyada ki hz davutun sesi başka bir sesti aslında yazısındaki sesi olmasın hz davutun metafizik borazani beyinleri yakan

Rüyayı ekleme yapmış efendim

“Gerçek ben-i İsrail biziz” demiştim, inanmamıştınız ama biziz, biz…

O vakit bize “ben-i İsrail” denirdi, sonra Arap dendi, bir zaman sonra ise Türk dendi…

Kökümüz sağlam, kökümüz…

“Ben-i İsrail’in peygamberleri” denilen bütün hak peygamberlerle akrabayız, aynı soydanız biz…

Oğuz Kağan’ın yani Zülkarneyn’in de soyunun devamıyız biz…

Aslında sekiz bin yıl önce de Türktük, şimdi de Türküz… Sekiz bin sene önce de ben-i İsrail’dik, şimdi de ben-i İsrailiz. Aslında sizin ben-i İsrail hatta Arap diye bildiğiniz peygamberler de Türkler…

Daha çok şaşırmaya da hazır olun…

Tabir edeyim mi?
Ya da en azından ufak tüyolar vereyim mi?

Danyal peygamber, ben-i İsrail’den bir hak peygamberdi. Resul değildi, nebi idi. Yani kendisine risalet/kitap verilmemişti. Musa a.s. ın şeriatı ile amel ediyor ve ettiriyordu. Danyal peygamber, Hz Musa’nın, hz. Davud’un, hz. Süleyman’ın devam eden soyundandı…

Buhtunnassar zamanında yaşamıştı. Hayat hikayesi, pek çok yönden hz. Yusuf’un hayat hikayesine benziyordu. Zindana atıldı, rüya tabirleri yaptı. Rüya tabiri ile meşhur oldu. Buhtunnassar’ın unuttuğu bir rüyasını tabir etti. Sonra onun yanında devlet işlerine yardımcı oldu. Buhtunnassar her hususta ona danışır, ona danışmadan iş yapmaz oldu.

Oysa Buhtunnassar çok büyük bir zalimdi. Ben-i İsrail’i sürgün etti, katletti…

Bunca yıldır tekrarla anlattığım gibi, bu dünyaya dört kişi hakim oldu. Yani dört kişi, kendi devirlerinde dünyayı tek bir devlet halinde idare etti, bütün dünyanın tek hükümdarı oldu.

Bunlardan ikisi müslümandı, ikisi gayr-i müslimdi.

Müslüman olanlar, Danyal peygamberin ataları olan Zülkarneyn a.s. ile Süleyman a.s. idiler.

Gayr-i müslim olanlar ise Buhtunnassar ve Nemrud idiler.

Sahih hadis-i şerifte bu bilgiler verildikten sonra mealen “Ahir zamanda benim evladımdan olan beşinci bir kişi, Mehdi de dünyaya hükümdar olacaktır” denildi.


Kaynaklardan bazı kısımlar aktarıyorum…

O sırada, Buhtunnassar; bir rü’yâ görmüş(9), fakat, gördüğü rü’yada görüp de, kendisini şaşırtan şeyi unutmuştu.(10) Buhtunnassar, gördüğü rü’yadan, korkmuştu. Sihirbazlarla kâhinlerden, bunun, yorumunu sormuşsa da, onlar, yoramamışlardı.

Danyal Aleyhisselâm, arkadaşlarıyla birlikte zindanda bulundukları sırada, bu­nu, işitti.
Zindancı; Danyal Aleyhisselâmın hal ve gidişatındaki güzelliği ve doğruluğunu görüp hoşuna gitmekte ve kendisine sevgi göstermekte idi.

Danyal Aleyhisselâm, ona:

“Sen, bana bir iyilik yap: Sahibinizin katında aracı ol da, görmüş olduğu rü’yâyı, ona yorayım.” dedi.

Zindancı, gidip Danyal Aleyhisselâmın dileğini, Buhtunnassar’a haber verdi. (11) Bunun üzerine, Buhtunnassar, Peygamber oğullarından(12) Danyal Aleyhisse­lâmla üç arkadaşını huzuruna çağırdı. (13)
Buhtunnassar’ın önünde, ona, secde etmedikçe, hiç kimse duramazdı. Fakat, Danyal Aleyhisselâm, onun önünde secde etmeksizin ayakta durdu.

Buhtunnassar, ona:

“Seni, bana, secdeden alıkoyan nedir?” diye sordu.

Danyal Aleyhisselâm:

“Benim bir Rabb’im var ki, bana, ilim ve hikmet verdi. Kendisinden başkasına secde etmememi de, bana, emretti. Ben, kendisinden başkasına secde edersem, Onun, bana verdiği ilmi, benden çekip almasından ve beni, helak etmesinden korkarım!” dedi.

Buhtunnassar; Danyal Aleyhisselâmın verdiği cevaba hayret etti ve:

“Evet! Secde yapma! Sen, ahdine vefa etmekle, çok iyi etmiş ve sana verilen ilmin şerefini yükseltmiş, gözetmiş oluyorsun.” dedikten sonra: “Sende, şu gördüğüm rü’yânın ilmi ve yorumu var mıdır?” diye sordu.

Danyal Aleyhisselâm: “Evet!” dedi. (14) Buhtunnassar:

“Görmüş olduğum rü’yâyı, sonra, bana isabet eden bir şeyden dolayı, unuttu­ğum, beni hayrette bırakan o şeyin ne olduğunu, bana, haber verinizi.” dedi.

Danyal Aleyhisselâmla arkadaşları:

“Sen, o rü’yâyı, bize haber ver de, biz, sana, onun yorumunu, haber verelim.” dediler.

Buhtunnassar:

“Ben, onu yorumlayamıyorum. (15) Eğer, siz, bana, onu, onun yorumunu, haber vermezseniz, omuz kemiklerini­zi, sökeceğim!” dedi.

Danyal Aleyhisselâmla üç arkadaşı, Buhtunnassar’ın huzurundan çıktılar. Allah’a, dua ettiler. Tazarru ve niyazda bulundular. (16) Kendilerine, yardım etmesini (17), sorulan şeyin öğretilmesini, dilediler. Yüce Allah da, onlara, sorulan şeyi öğretti. Onlar, hemen Buhtunnassar’ın huzuruna vardılar.

Ona:

“Sen, bir heykel görmüşsün!” dediler.

Buhtunnassar:

“Doğru söylediniz!” dedi.

Danyal Aleyhisselâm ve arkadaşları:

“O heykelin iki ayağı ve iki bacağı seramikten; iki dizi ve iki baldırı bakırdan; karnı gümüşten; göğsü altından; başı ve boynu demirdendi!” dediler. (18)

Buhtunnassar:

“Doğru söylediniz!” dedi. (19)

Danyal Aleyhisselâmla arkadaşları:

“Sen, onu, hayretle seyredip durduğun sırada, Allah, onun üzerine, gökten, bir kaya saldı da, onu, ufaltıverdi! İşte, sana, rü’yânı unutturan da, bu idi.” dediler.

Buhtunnassar:

“Doğru söylediniz!” dedi ve: “Peki, bu rü’yânın yorumu, nedir?” diye sordu.

Danyal Aleyhisselâmla arkadaşları:

“Bu rü’yânın yorumu, şöyledir:

Sana, kralların kudret ve tasarruf durumları gösterilmiştir ki, onlardan, bazısı­nın kudret ve tasarrufu, bazısından, daha gevşek ve yumuşaktı.

Bazısının, kudret ve tasarrufu, bazısından, daha güzeldi. Bazısının kudret ve tasarrufu da, bazısından, daha sert ve katı idi.

İlk kudret ve tasarruf: Seramik olup o, kudret ve tasarrufun en zayıfı ve gev­şeğidir.”

“Sonra, onun üstünde bakır olup o, öncekinden daha üstün ve daha serttir. Sonra, bakırın üstünde gümüş olup o, bakırdan daha üstün ve daha güzeldir. Sonra, gümüşün üstünde altun olup o, gümüşten daha güzel ve daha üstündür.”
“En üstünde bulunan demir, senin kudret ve tasarrufundur ki, o, hükümdarla­rın en katısı ve kendisinden önce olanların en kudretlisidir.” (20)

“Senin görmüş olduğun ve üzerine, gökten Allah’ın salıp heykeli yere seren kaya ise, Allah’ın Âhir zamanda (21) göndereceği bir resuldür ki o, hepsini ufaltacak, emir/İdare onun olacak, ona, varıp dayanacaktır!” dediler. (22)

9- Taberi Tarih c.1, s.289, Sâlebî Araisb s. 338, ibn Esir Kamil c.1, s.266.
10- Taberî Tarih c.1, s.289, Esir Kâmil c.1, s.266.
11- Sâlebî Arais s. 338.
12- Taberi Tarih c.1, s.289.
13- Taberî tarih c.1, s.289, ibn Esir c.1, s.266.
14- Sâleî Arais s.338.
15- Taberî Tarih c.1, s.289.
16- Taberî Tarih c.1, s.289-290, ibn Esir Kâmil c.1, s.266.
17- Taberî Tarih c.1, s.289.
18- Taberî Tarih c.1, s.290, İbn Esîr, c.1, s.266.
19- Taberî Tarih c.1, s.290.
20- Taberî Tarih c.1, s.290, Esir Kâmil c.1, s.266.
21- Sâlebî Arais s.339.
22- Taberî Tarih c.1, s.290, ibn Esîr Kâmil c.1, s.266.

Şimdi devam edelim…

Resul, sadece peygamberler için kullanılmaz. Kelime manası olarak “haberci” demektir. Peygamberlerin yolundan giden ve onlara benzemeye çalışarak, onlara tabi olarak hizmet eden kişiler de haberci yani resuldürler. Peygamberimizden bu yana geçen sürede, bahsedilen pek çok meselenin iyice ve isabetle anlaşılmamasının nedenlerinden biri de dar bir bakış açısı ile bakmak, isabet edememenin vebalinden çekinirken ufku fazlasıyla daraltmak, alışılageldik manalara doğru ilerlemek…

Günümüzden binlerce sene önce Buhtunnassar’ın gördüğü rüya, ahir zamanda dünyaya gelecek, Ankebut Ağını paramparça ederek yok edecek ve dünyada tek bir devlet tesis ederek başına geçecek olan hz. Mehdi haber verilmiş. Danyal peygamber de rüyayı tabir ederken bunu açıkça ifade etmiş.

İşte bu rüyanın da bütün bu kişilerle, hadislerle, konularla bağlantıları var. Bundan sonrasına dair işaretler var

Dünyanın doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi ve yerin altı ile üstü… Her yeri hz. Mehdi tarafından idare edilecek.

Onunla kalmayacak, güneş sistemimizdeki başka gezegenler ve hatta başka güneş sistemleri bile hz. Mehdi tarafından idare edilecek. Mehdi, sadece bu dünyayı değil, yüksek sayıda başka gezegeni/dünyayı da adaletle dolduracak.

Hiç kimse, hiçbir güç, hiçbir teşkilat onu öldüremeyecek, yok edemeyecek, durduramayacak. Mağlup da edemeyecek. Çünkü onda peygamberlik vazifesi ve rütbesi olmadığı halde, yüz binlerce peygambere verilmemiş vasıflar, kabiliyetler, manevi rütbeler olacak. Tıpkı Zülkarneyn a.s. gibi olacak hatta çok daha fazlası onda toplanacak.

İmtihanlarını geçe geçe ilerlerken, her safhada ona başka başka tasarruflar, kabiliyetler, yetkiler verilecek.

Pek çok büyük peygamberden miras kalan emanetler, mucizevi yanları olan şeyler de Mehdi’ye verilecek. Musa’nın asası, Süleyman’ın mührü, Tabut-u Sekine ve daha bilinen ve de herkesçe bilinmeyen her şey ona verilecek, onda toplanacak. O da istikametten ayrılmadan bunları kullanacak ve dünyanın değil, dünyaların dengelerini değiştirecek.

Bu rüyaları da dün (18 Ocak) bir hanım takipçi atmıştı.

Bunlara benziyormuş rüyasındaki heykeller…

Dünyanın en meşhur firavunlarından biri olan Tutankhamun’un mezarında bulunan hazinelerinin arasından çıkatılmış bu heykeller ve 20 Ocak’ta İstanbul’da sergilenecekmiş.

Akademi Dergisi takipçisi: – Rüyamda toprağın alt katlarındaydım.
Başları hayvan olan mısır heykelleri dizili odalardan geçtim.
Buradan çıkış yok nasıl çıkarım bu kasvetli yerden diye tasalandım.
Ortanca kız ile Hatice yanımdaydı.
(Kendisini temsili gördüğü gibi, iki kızını da temsili olarak görmüş. Burada kızının adını değiştirerek Hatice şeklinde yazdım)Yerde düz taş vardı o taş ile çıkış kapısını açıp çıktım. Sonra taş tekrar iç kısma düştü kendini o tarafa çekti sanki.
Çıkış yaptığım yer yerin üstüne çıktı ve kanyon gibi bir yerdi .
Şu dağları da aşarsam şuranın kasvetinden kurtulurum dedim.
Az kalmıştı çıkmama
uyandımo sıralarda

Başka bi rüyada afyonda oluyorum
Kütahyadaki gibi kaplıcalar varmış orada.
Kadın erkek ve çocuk bölümleri ayrıymış.
Kadın bölümüne geçiş yaptım.
Şekli bizim köydeki kaplıca gibiydi.
Rüyada da ayırt edemedim burası afyon mu yoksa bizim memleket mi diye
Kaplıca havuzunda yüzdüm sanırım suyun içine de dalış yaptım

Bütün dünyayı tek devlet yapan ve dünyanın tek hükümdarı olan hz Zülkarneyn Türktü. Sonra bu devletin başına geçen ve bütün dünyanın tek hükümdarı olan Süleyman peygamber de Türktü. Annesi de Türktü…

Süleyman peygamberin mabedi, müslüman mabediydi ve İstanbul’daydı, Kudüs’te değildi.

Çünkü dünya tek devlet iken baş şehri İstanbuldu…

Şimdi yine öyle olacak…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Yahudilerin “Süleyman mabedi” dedikleri yer, aslında İstanbul’da mıydı?


Pek çok büyük peygamberin yaşadığı İstanbul’a… Hz Süleyman ve hz. Zülkarneyn devirlerinde, dünya tek devlet iken, dünyanın baş şehri olan istanbul’a… Gerçek Süleyman mabedinin de bulunduğu İstanbul’a… O İblis ile o Deccal, inadına olarak mı o satanist mabedi Ayasofya’yı yaptırdılar?

Ayasofya aslında ne? Kim/ler neden yaptırdılar? Ayasofya’nın bulunduğu konum özenle mi seçildi? Seçilirken hangi kriterler gözetildi?

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Kalkan gibi…

İbn-i Mace’de geçen hadis-i şerifte şöyle buyruldu: “Deccal, doğuda Horasan denilen bir bölgeden çıkar. Yüzleri deri üzerine deri kaplanmış kalkanlar gibi olan bir kavim ona tabi olur.”

Ye’cüc ve Me’cüc kavimlerinden bahsedilen sahih hadislerde de onların bazılarının derilerinin kalkan gibi, zırh gibi olduğu açıkça ifade edilmiş. Bu gibi gerçekleri yıllardır izahlar yaparak da anlatıyorum. Çok sayıda dini mesned/dayanak, delil bir araya getirildiğinde… Öncü deccallerin değil, ahir zamanda hz. Mehdi ile hz. İsa’nın beraberce öldürecekleri asıl/gerçek Deccal’ın uzaylı insan türlerinden birinin mensubu olduğu ve çok çok yüksek bilim ve teknoloji kullandığı anlaşılıyor. Yine dini deliller, hz. İsa ile hz. Mehdi’nin, Deccalı ve adamlarını, nefesleriyle yani metafizik kabiliyetleriyle uzaktan öldüreceklerini anlatıyor.

Şunca şey vuzuha/açığa çıktıktan sonra, hala Deccal’ın uzaylı bir İslam hatta insanlık düşmanı kişi olduğuna kanaat etmeyenlere, ben daha başka bir şey anlatmam, susarım. Zira o şahsın dürüst olmadığına, samimiyetle davranmadığına, gerçekleri çok iyi kavradığı, anladığı halde, bile bile inkar ettiğine, dünyalık menfaatinin peşinden koştuğuna kanaat ederim.

Asıl Deccal’ın uzaylı olduğuna şüphe yok ama hangi uzaylı türden? Asıl Deccal, reptilian da denilen yeşiller arasından çıkmış olabilir mi?

Yeşillerin asıl hallerinin/görünüşlerinin çok itici olmadığını hatta sempatik/sevimli bir görünüşleri olduğunu ama kendilerini daha savaşçı, daha dayanıklı yapmak maksadıyla kendi genlerine/kodlarına müdahale ettiklerini ve şimdilerde reptilian denilen çok çirkin hala büründüklerini, yıllar önce de yazmıştım. Günümüzde de dünyamızda genetiği bozulmamış yeşillerden mevcut ama reptilian/sürüngen denilenlerde de çok yüksek sayıda var. Hatta genetikle oynaya oynaya türetilmiş daha acayip şekilli insan türleri de var. Bunlardan “üç yumruk” dediğimiz ve boyları çok çok kısa olan türü ise yıllardır konu ediyoruz.

Üç yumruklar da büyük çoğunlukla Deccal’ın sistemine tabi olan bir insan türü… Dünyadaki biyonik robotların içinde bu insan türü çok sık olarak kullanılmaya devam ediliyor.

Yakın zamanda söz konusu biyonik robotların büyük gruplar halinde, topluca bozulacakları… Dünyanın çok farklı noktalarında dünya insanı rolü oynuyorlarken bir anda devrelerinin kapanacağı ve diz kapakları üzerine çöküp yerlere serilecekleri de dini delillerden anlaşılabiliyor. Bu da yaşandığında Deccal çok daha büyük nispette güç ve hakimiyet kaybetmiş olacak. Buna da hz. İsa ile hz. Mehdi beraberce sebep olacaklar. Tabut-u Sekine de Musa’nın asası da Süleyman’ın mührü de diğer mukaddes emanetler de hatta Hüdhüd kuşu bile bu ikilinin yardımcısı olacaklar.

Hz. Süleyman zamanındaki meşhur Hüdhüd kuşu bile bir biyonik robottu. Tek değildi, kuşların suretlerinde yapılmış biyonik robotlar ordusu vardı. O kadar ileri seviyede yapılmış araçlardı ki bunlar, görünüş olarak normal kuşlardan ayırt edilemezlerdi. Lakin… Enerji silahlarıyla, ışın silahlarıyla, metafizik sinyal yayan kısımlarıyla ve daha başka başka silahlarla ağır saldırılar yapabilir, düşman unsurlara ağır kayıplar yaşatabilirlerdi.

Kablosuz iletişimi dinleme, aynı dinlenen çok yüksek sayıdaki görüşmeyi anında ayırt etme, anlama ve buna göre yapay zekasıyla karar verme hususiyetlerine/teknolojisine sahipti bu kuşlar.

Gerçek kuşların ve hayvanların hatta bitkilerin dilini, her devirdeki peygamberler ve evliya zaten bilir. Bu, çok çok nadir görülen bir şey değildir. Süleyman peygamber aslında “kuşların” yani yapay zekalı biyonik robot olan kuşların dilini bilirdi. Onları bizzat kendisi kodlar, yapay zekalarını yazar ve programlardı. Hazret-i Zülkarneyn’den kısa bir süre sonra yaşayan ve peygamberlik vazifesi yapan, dünyayı tek bir devlet halinde yöneten Hazret-i Süleyman zamanında, şu dünyamız mümkün olabilen en yüksek bilim ve teknoloji seviyesine yükselmişti. Bunu da on yıldan fazladır anlatıyorum.

O zamanda Hüdhüd, diğer biyonik robot kuşlardan çok daha özel/gelişmiş bir teknolojiye ve yapay zekaya sahipti. Onu bir Süleyman peygamber, bir de Tabut-u Sekine kontrol edebilirdi. Hazret-i Süleyman, Hüdhüd’ün başka birilerinin eline geçmesinden ve kodlarının çözülmesinden/kırılmasından, kendi aleyhine kullanılmasından çok endişe ederdi. Hüdhüd kuşu, havada uçarken sadece iletişimi dinlemekle ve ayırt ederek Süleyman peygambere raporlar vermekle kalmaz, o çevredeki yeraltı uzaylı şehirlerini de tespit eder, oraları da dinlerdi. İsterse yeraltındaki su kaynaklarını, maden kaynaklarını da kolayca tespit edebilir, bunlar hakkında detaylıca raporlar verebilirdi.

Üzerine geçen binlerce sene sonra… Ebrehe isimli azılı İslam düşmanı kişi, ordusuyla beraber Kabe’yi yıkmaya teşebbüs ettiğinde… Onu ve ordusunu, üstlerinden attıkları küçücük kızgın taşlarla delip geçen ve Ebabil kuşları olarak bildiğimiz kuşlar da Hüdhüd ve emrindeki biyonik robot kuş orduları olabilir mi?

Bu dünya sahipsiz değil. Bu dünya müslümanların, İslam ve insanlık düşmanlarının değil… Birkaç tane uzaylı insan türünün de değil. İmtihan dünyası olduğu için, Allah adil olduğu için, çalışıp gayret edenler gayr-i müslimler de olsalar onlara zaferi verdiği için, bu dünyanın genelinde birkaç bin senedir zulüm, küfür ve Deccal sistemi hakim… Birkaç asırdır ise dünyanın tamamında Deccal sistemi hakim…

Şimdi ise müslüman dünya insanları çok çalıştılar, çok mücadele ettiler, çok taktik oynadılar, ağır bedeller ödediler ve bu günlere geldiler. Allah adil ve bu defa zaferi müslümanlara yaşatacak.

Bundan sonra hiç kimse, Deccal’ın ve İblis’in uydurduğu saçma sapan insanlık tarihi anlatımını ayakta tutamayacak. Herkes, türlü türlü sırları, hakikatleri duya duya sarsılacak. Bu süreçte İstanbul merkezli yeni dünya düzeni iyice şekillenecek, köklenecek ve kuvvetlenecek.

| mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

Kurt adam diye bir şey yok ama kurt adam denilen bir şey var…

Video alternatif link: https://ok.ru/video/1397987478057

Bu güne kadar çok yüksek sayıda insanın gördüğünü söylediği ve çok yüksek sayıda insanın varlığına inandığı ve çok yüksek sayıda insanın tartıştığı “kurt adam” diye bir şey yok. Yani aklı olan, tercih hakları olan, adamdan/insandan sayılabilecek öyle bir canlı yok.

Lakin… İnsana çok benzeyen ama kurt başı bulunan, bu nedenle de görüldüğünde “kurt adam” denilen bir canlı/hayvan türü var. Şu videoda görülen görüntüler çok kısa görüntüler ve çok da net görüntüler değil. Doğu Türkistan Türkleri kurucu üyesi Babusselam Okutan adlı şahsın paylaştığı söylenilen bu videoda, iki metre boyunda, kolları ve ayakları da çok uzun olan bir kurt adam görüldüğü, yolculuk sırasında köpeğe çarptığını zan ederek durduğunda bu canlının yerde cansız yattığını gördüğü ve şaşırarak görüntüsünü kayıt ettiği iddia ediliyor. Çok benzeri görüntüler dünyanın dört bir yanında biraz daha farklı iddialarla bir süredir paylaşılmış.

Video gerçek midir, montaj mıdır, arkasında bir art niyet var mıdır, bunlar bir yana… Ben videoda görünen şeyin ne olduğu kısmına takılmadan ve bu kısmı yetkili araştırmacılara bırakarak, bu sahada zaten bildiğim bazı hususları aktaracağım. Şu video yayılıyor ve tartışılıyorken, bu bilgileri aktarmam yerinde/zamanında bir tavır olacaktır.

Aslında ortada çok akıl almaz ve inanılamaz bir şey yok…

Hep anlattığım şeyler var. Bilim ve teknolojide daha önce bizim dünyamız da çok ileriye, gidilebilecek en ileri seviyeye kadar gitmişti/çıkmıştı. O devirde de dünyanın insanlarının tamamı iyi niyetli kişiler değillerdi ve bir sürü art niyetli işler yaptılar. Genetik mühendisliği sahasında da yapılmaması gereken işler yaptılar.

Bizim Adem babamızdan önceki Adem babaların devirlerinde de bilim ve teknolojide çok ileri gidilince, yine art niyetli pek çok şeyler yapılmıştı. Milyonlarca yıldır da gezegenimiz ve dünya insanlığı bu art niyetli işlerin sıkıntısını çekti, çekmeye devam ediyor.

Bir de şu son birkaç bin senedir dünyamızda uzaylılar çok yüksek bilim ve teknoloji ile art niyetli işler yapıyorlar. Genetik mühendisliği sahasında kural tanımaz şekilde faaliyet göstererek hala yeni canlı türleri türetiyorlar.

Bu videoda görünen canlı gerçek midir, montaj mıdır bilinmez ama bu görüntüdeki gibi tuhaf canlılar bizim dünyamızda çok uzun zamandır var. Daha farklı farklı olanları da var. İnsan genleri ile hayvan genlerinin birleştirilmesi yoluyla elde edilen çok farklı farklı tuhaf hayvanlardan uzaydaki gezegenlerin pek çoğunda var. Bilim ve teknolojide ilerleyen, din ve ahlak sınırı bilmeyen/tanımayan insan türleri hemen bitkilerle, hayvanlarla hatta insanlarla oynamaya, genlerini değiştirmeye ya da birleştirmeye başlıyorlar. İşte bizim dünyamızdaki “efsane” denilip her devirde hep tartışılan şeylerin arkasında bu acı gerçek var.

Şu dünyada ya da başka dünyalarda insanoğlu, farklı, güçlü görünmek, büyük insan topluluklarını peşinden sürüklemek ve kutsal sayılmak için neler neler yapmadı…

Yüksek bilim ve teknolojinin geliştiği çağlarda dünya insanları da başka dünyaların insanları da insan genetiğine ahlaksızca/kuralsızca müdahaleler yaptılar.

Kendilerini/bedenlerini ve iç dünyalarını, duygularını, dürtülerini daha sağlam, daha güçlü yapmak için değişik değişik hayvanların değişik özelliklerini insanların bedenlerinde buluşturmak isteyenler de çok oldu, oluyor. Şu başımıza bela yeşillerin aslında önceleri de yeşil renkte olsalar da insan gibi durduklarını, daha sonradan kendilerini güçlendirmek için bedenlerine müdahaleler yaptıklarını ve daha çok da sürüngenlerin kodlarını vücutlarına eklediklerini, bunun neticesi olarak insana benzemez bir hal aldıklarını ve duygu/düşünce yapısında da hayvanileştiklerini daha önce birkaç satırla anlatmıştım.

Kadim Mısır’da piramitlerdeki sembollere bakıldığında, sadece yüksek teknoloji ile imal edilmiş aletler değil, vücut şekilleri kısmen farklı olan insan figürleri de görülür. Piramitlerin yüksek bilim ve teknoloji seviyesinde inşa edildiği o zamanda yüzlerine hayvan figürlü maskeler takanlar vardı ama genetiği değiştirilmiş insanlar da vardı. Lakin bunlar dünya insanı değillerdi, uzaylı insanlardı. Sadece kurt kafası değil, kuş kafalarına benzer şekle sahip olanlar da vardı. Bu benzerlikler çok ileri seviyede değildi ve bu kişiler insanlıklarını kaybetmemişlerdi. Hala ruhları, akılları, tercih hakları olan insanlardı bunlar…


Çupakabra da efsane değil

Yıllar önce de yazmıştım. Daha çok Güney Amerika ülkelerinde görünen, hayvanların kanını emen ama etini yemeyen ve çupakabra denilen, efsane olduğu söylenilen, üzerine çok tartışmalar yapılan şey de gerçek…

O da aslında uzaylı bir hayvan türü… Lakin o da üzerinde sonradan genetik oynamalar yapılan, olduğundan çok çok başka göründüğü bir hale çevrilmiş bir havyan… Kan emiyor, kan içerek de besleniyor.

Bölgede kan emerek beslenen başka bir canlı daha var ama bunun aklı, ruhu var ve bu insan… Güney Amerika ülkelerinde, sayıları çok olmayan, diğer uzaylı türleriyle çok alış verişi olmayan, onlardan bağımsız yaşayan uzaylı bir insan türü var. Bu tür de dünya hayvanlarının kanlarını çekerek içiyor ve etlerine dokunmuyor. Bu gibi kanı çekilerek ölmüş ve ölü bulunmuş hayvanlar meselesi sadece günümüzün meselesi de değil. Binlerce yıldır dünyamızda hep yaşanan bir mesele…

Bu nedenle de uzun zamandır dünyada hep vampir iddiaları tartışılıyor. Aslında vampirlere de efsane denilemez, onlar da gerçek. Bu dünyada yalnız olmadığımızı herkes anladı, bildi de çok ama çok kalabalık olduğumuzu ve çok farklı özelliklerde insan ve hayvan türleriyle aynı gezegende bulunduğumuzu öğrenme vaktimiz geldi. Bir de genetik mühendisliğinde sınır tanımayan insan türlerinin herkesin başına bela olacak canlı türlerini türettiklerini öğrenme vaktimiz geldi.

Onlar Yahudi değil, satanist değil, uzaylılardı

Kadim Mısır’da insanların başına geçen biyonik robotlu uzaylılar vardı. Süleyman aleyhisselam zamanında dünyamızdaki bilim ve teknoloji devlet gücüyle yok edilmişti. Dünya insanlığı kendi gayretiyle, çalışmalarıyla bilim ve teknolojide ulaşılabilecek en ileri seviyeye ulaşmıştı. Var olan teknoloji şeytanlaşmış insanların eline geçtikçe akıl almaz tehlikeler oluşuyordu. Bunları yıllardır anlattım.

Bilim ve teknoloji yok edildi ama yeşiller, griler ve daha başka uzaylı türler dünyamıza gelip gitmeye ve hatta dünyamızda yeraltındaki üslerinde kalmaya devam ettiler. İblis o vakte kadar onlarla çoktan ortaklık yapmıştı.

İşte bu uzaylı türler, dünya insanlığını İslam’dan uzaklaştırmak için oyun üstüne oyunlar kurdular ve hala benzerlerini kuruyor, oynuyorlar.

Kadim Mısır’da ve dünyanın daha başka yerlerinde, dünya insanı suretinde imal edilmiş biyonik robotlarla toplumların başlarına geçtiler. En önemli makamları ele geçirdiler.

Ellerinde zaten çok yüksek teknoloji vardı, hayvanlar üzerinde ileri seviyede genetik mühendisliği yapabiliyorlardı. Kuşların kafasını insan kafasına, aslanların kafalarını insan kafasına, insanların kafalarını da bazı hayvanların kafalarına benzetebiliyorlardı. Bu teknik çok sağlıklı olmuyordu ve tam da istenen sonucu vermiyordu. Bunun haricinde ise dünya insanı suretinde imal ettikleri biyonik robotların bazılarının bazı kısımlarını, en çok da kafalarını hayvan suretinde yapıyorlardı. Dünya hayvanları gibi görünen biyonik robotlar da yapıyorlardı ama fark şu ki o robotların da bazı kısımları çok farklı oluyordu. Çoğunlukla kafaları/yüzleri dünya insanları gibiydi. Ayrıca olağan üstü halleri/özellikleri oluyordu.

Bu kişiler (dünya insanı suretindeki biyonik robotlar) kendilerini olağan üstü kabiliyetleri olan kutsal kişiler olarak insanlığa tanıtıyorlardı. Yanlarındaki adamları ve hayvanları bile olağan üstü hallerdeydiler. Mesela aslan gibi bir hayvanları oluyordu ama kafaları/yüzleri insansıydı. Hareketleri ise diğer aslanlardan çok farklıydı. Sanki akıllıydı. Laftan anlıyor, ne denilirse onu yapıyordu. Kuş gibi hayvanları vardı ama kafaları insan kafası gibiydi.

Kendileri belli başlı makamlara geçiyorlardı ama yanlarında da olağan üstü haller sergileyen adamları oluyordu. Bu yardımcı adamların (mesela vezirlerin, komutanların), daha doğrusu insan gibi görünen biyonik robotların da kafaları kurt, kuş ya da başka hayvanların kafaları gibiydi. Bunlar vasıtasız bir şekilde havaya yükselebiliyor. Havada asılı durabiliyor. uçabiliyor, ellerinden ışınlar yayabiliyor ya da türlü olağan üstü haller sergileyebiliyorlardı.

Dünya insanları firavunlara daha yakın olsunlar, onları kendileri gibi görsünler, sahiplensinler ve uyum sağlayabilsinler diye, genellikle firavunları dünya insanı suretinde yapmayı tercih ediyorlardı. Yine de bu biyonik robot firavunları, dünya insanlarından biraz farklı ve üstün görünsünler diye kafatasları arkaya doğru uzamış şekilde imal ediyorlardı. Hal böyle olunca bir süre sonra bu topluluklar, uzun kafatası sahibi olmayı firavunlar soyundan olmanın ve asillerden olmanın bir alameti kabul ederek kendi çocuklarının kafataslarını da arkaya doğru uzatmanın yollarını arıyorlardı. Bir süre sonra daha bebek iken dünya insanlarının kafataslarını sarıp sıkarak şeklini değiştirmeyi buldular ve bu usul çok yaygınlaştı.

Şu sfenks dedikleri heykeller, durduk yerde yapılmadılar. Bunlar hayal ürünü değiller. Bunları yapan heykeltraşlar bu gibi canlıları gördüler. Duvarlara çizilmiş o figürleri/resimleri çizenler de hayal ürünü olarak çizmediler. Onlar da gördüklerini, gerçek hayatta var olanları çizdiler. O zamanda öyle tuhaf canlılar sayıca az olsalardı vardı ve onlar üstünlerdir, onlar asillerdi hatta onlardan bazıları haşa tanrılardı. Topluluklar bu kadar büyük kandırıldılar.

Kendileri gibi o tuhaf hayvanları da kutsal olarak kabullendiriliyordu ve kendileri de hayvanları da ölmüş zan edildiklerinde, yani halk onları ölmüş bildiğinde, ceset zan edilen o biyonik robotlar, uzaylılar tarafından yok ediliyordu. Halka da bunların kutsal oldukları için özel merasimle gizli yerlere gömüldükleri bilgisi veriliyordu. Hep o İblis’in, ona uyan cinlerle uzaylıların oyunlarıydı bunlar…

Mitolojideki sözde tanrılar da hep uzaylıydılar

Yunan mitolojisinin kökenleri de aslında Mısır’dadır. Yunan mitolojisindeki şu tanrısı, bu tanrısı denilen binbir türlü uydurma tanrıların temeli de işte burası… Hepsi aslında uzaylıların oyunu. Kendileri çok üstün bilim ve teknoloji seviyesiyle dünya insanı suretinde görülen biyonik robotlar yaptılar ve dünyaya geldiler. Olağanüstü haller sergilediler ve toplulukları peşlerinde sürüklediler. Kendilerini ilahlaştırdılar ve dünya insanlığını manen/dinen/ahlaken çökerttiler.

Güneş Tanrısı Ra dedikleri kişi bile aslında uzaylıydı. Yıllar önce bir yazımda ufaktan bir dokunmuştum ve bu şekilde geniş izah etmemiştim. Yazı arşivde duruyordur. Ankebut Ağı’nın kutsal bildiği geçmişteki pek çok kişi aslında dünyaya biyonik robotla gelip insanlıkla oyun oynayan uzaylı kişilerdi. Bu oyunlara İblis de dahil oldu. Satanist bir teşkilat olan Ankebut Ağının mensuplarına İblis, binlerce senedir uzaylı türleri ve onların sahip olduğu teknolojiyi de kullanarak oyun oynuyor.

İslam dininin hak peygamberlerinden biri olan İsa aleyhisselamın öğrettiği şeriatı/İseviliği ve getirdiği kutsal kitap İncili de işte bu teşkilat bozarak hristiyanlığı kurdu ve tahrif olmuş, aslından bozulmuş binbir türlü incil uydurdu.

Mevzu o kadar geniş ve o kadar detaylı ki durmadan aylarca anlatılsa özet geçilebilmiş olur. Dünyanın farklı yerlerinde, en çok da Afrika’da bazı insan topluluklarının hayvanlar gibi çırılçıplak ve medeniyetten tamamen uzak yaşamalarının arka planında bile işte bu oyunlar var. Kendilerini ilah ilan eden o firavunlar, insanların dinini ve ahlakını tamamen bozabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. İnsanların meydan yerde topluca zina etmelerini, her yerde çıplak gezmelerini, şiddetin, nefretin eşcinselliğin hakim olmasını sağlıyorlardı. İnsanların arenalarda aslanlara parçalatılması bile bu biyonik robotlu sözde tanrıların bir buluşuydu. Dünya insanlarına olan düşmanlıkları o kadar şiddetliydi ki buldukları her fırsatta en vahşice davranışları sergiletiyorlardı ve insanı insana da kırdırıyorlardı.

Bu bilgiler ve daha fazlası bilinmeden gerçek dünya tarihi çözülemez, anlaşılamaz ve dünyaki acılar, zulümler, sorunlar sonlandırılamaz. Bu yazdıklarım giriş seviyesinde temel bilgilendirme oldu. Yazdıklarım zaten kısacık sürede onlarca lisana tercüme edilerek dünya üzerindeki beyin takımına ulaşıyor. Bunlar biraz konuşulsun, tartışılsın, hazmedilsin, sonra ben detayları da yazarım.

Bir açıklama:

Süleyman aleyhisselam zamanında bilim ve teknoloji dünyamızdan kaldırılmadan önce, uzaylılar dünyamıza gizlenmeden gelebiliyorlardı. Teknoloji kaldırıldıkça ve nesiller geçtikçe uzaylılar gizlenerek gelmeye başladılar.

Birkaç nesil sonrasında zaten yakın geçmişi bile bilemez hale geldiler. Bu sıralarda biyonik robotlarla Mısırlıların, Hindistanlıların, Çinlilerin ve daha başka milletlerin başına uzaylı türler geçtiler. Dünya insanlığını İslam’dan, ahlaktan uzaklaştırmak için her şeyi denediler. Bu iki devrin şartlarının birbirinden farklı olduğunu anlamak lazım.

Mehmet Fahri Sertkaya

İnsan içine çıkamayacaklar ve ölenleri de lanetle anılacaklar

NASA’dakiler, insan içine çıkamayacaklar hatta ölenleri arkalarından lanetle anılacaklar.

Siz, “Hubble Uzay Teleskopu ile asla Merkür gözlenmeyecek” talimatının neden verildiğini biliyor musunuz?

Atmosferi olmayan ve olağanüstü sıcaklık olan Merkür’den yayılan ışınlar Hubble Uzay Teleskobunun merceklerine, sistemlerine zarar verirmiş.

Koca bir yalan bu… Merkür’ün atmosferi var. Yeterli seviyede ve yeterli özelliklerde bir atmosferi var. Güneşe o kadar yakın olmasını sorun olmaktan çıkartan özelliklerde bir atmosfer bu… Merkür’ün yeryüzünde hayat, yerleşme alanları, şehirler, binalar, denizler, okyanuslar var.

Ayrıca yerin altında oluşturulmuş kocaman şehirleri de var. Hep anlattığım gibi öyle yer altı şehirlerinde/üslerinde suni güneş ışınları, suni ısıtma, suni aydınlatma, suni nemlendirme, suni rüzgar da var. Hatta o şehirlerde suni göller, büyük su kaynakları da var ve ziraat da yapılıyor.

Bizim dünyamızda yer altındaki dev uzaylı üslerinde ya da şehirlerinde de benzer haller olduğunu hep anlattım ve son zamanlarda bunlar bazı filmlere senaryo oldu.

Oralarda yaşayanlar kendilerini yeryüzünde yaşar zan ediyorlar. Merkür’de yerin altındaki şehirlerde yaşamak üstünden yaşamaktan daha konforlu.

Yeryüzündeki tesisler çoğunlukla iş/çalışma maksadıyla bina edilmiş yerler. Merkür insanları yerin altındaki şehirlerde yaşıyorlar ve çalışmak için yeryüzüne çıkıyorlar.

Yeryüzünde hava kirliği hakim, iklim kurak, ağaçlar çok az, bitki örtüsü çoğunlukla çalılık tarzında ve sarı rengin tonlarında… Merkür tam bir sürgün yeri ve Merkür’ün tarihi çok sarsıcı.

Ayrıca Merkür’ün içinde kocaman bir çekirdek tabakası bulunduğu iddiası da doğru değil. Evet, çekirdeği dünyamızın sistemine nispeten büyük ama abartıldığı kadar da büyük değil. Bu yalanı da yayarak, zihinlerde Merkür’ün bu nedenle de hayat olmayan bir gezegen olarak kabul görmesini sağlıyorlar.

Merkür’de yeryüzünde fazlaca hayvan çeşitliliği yok. Çoğunlukla sürüngen canlılar var. Yer altı şehirlerinde ise kediler, köpekler, atlar ve çok fazla hayvan çeşidi var. Balık bile yetiştiriyorlar. Hayvan çeşitlerinin çoğunu dünyamızdan çaldılar. Orada dünyamızdaki Alabalıklardan bulmak bile mümkün.

Merkürlüler geçmişte bizdeki Nuh tufanı benzeri bir felaket yaşadılar ve yok oldular. Bir süre sonra yeniden orada hayat başladı.

Merkür insanları dinsiz, ahlaksız, acımasız ve sefil bir hale gelince Pompei halkı gibi, Nuh kavmi gibi feci şekilde yok edildiler. Allah, bu helak oluşa Yeşiller ve Grileri (Ye’cüc ve Me’cüc) vesile etti. Merkür’deki azgın Merkürlüleri yok eden Ye’cüc ve Me’cüc Merkür’e yerleşti.

Oğuz Kağan olarak da bildiğimiz Hazret-i Zülkarneyn Merkür’e yerleşen ve çok yüksek teknolojisi olan Ye’cüc ve Me’cüc’ü daha yüksek bir teknoloji ile vurdu, ezdi geçti. Bu sırada çıkan çatışmalarda Merkür gezegeni de çok büyük darbeler aldı.

Daha sonra hazret-i Süleyman devrinde, dünyamızda ve etrafımızda sıkıntı çıkartan melez bir tür Merkür’e sürgüne gönderildi. Şimdiki Merkürlüler, bu şekilde sürgüne giden bir tür.

Baş belası olan bu melez insan türüne Hazret-i Süleyman meydan vermedi. Onları Merkür’e gönderirken de “Buradan istediğinizi de alıp götürün. Oraya yerleşin, buraya sıkıntı çıkartmayın.” dedi.

Hep söylediğim gibi… Hz. Süleyman zamanında dünyamızdaki bilim ve teknoloji, mümkün olabilecek en üst seviyeye ulaşmıştı ve bu, başka bir dünyadan nakille de olmamıştı. O zaman bu baş belası melez tür, yanlarına ihtiyaç duyacakları her şeyleri alıp gitti. Orayı tekrardan imar etmeye başladılar.

UFO’ları ile gidebildikleri kadar çok gezegene giderek hepsinden bir şeyler çaldılar ve Merkür’e getirdiler. Hala da neye ihtiyaçları varsa çeşitli gezegenlerden çalıyorlar.

Çok ileri bilim ve teknoloji sebebiyle dünyamız da kendini imha eden dünyalar arasında olmasın endişesiyle, Hz. Süleyman devrinde devlet gücüyle bilim ve teknoloji yok edildi ama Merkürlülerde öyle olmadı. Şu anda onlarda hala çok yüksek bilim ve teknoloji var. Obruklarımızı, maden sularımızı ve içilebilir sularımızı da çalmaya devam ediyorlar.

Başka gezegenlerin insanlarına hiç acımayan ve çok vahşice davranan, insanlıktan ve İslam’dan nasibi olmayan Merkürlüler, birbirlerine karşı da son derece acımasızlar. Orada da zengin ve güçlü ama sayıca az bir kitle, kalanlarına tahakküm ediyor..

Tekrar gelelim Hubble Uzay Teleskobuna…

“1990’da yörüngeye yerleştirildikten sonra bilimadamları ana aynanın teleskobun çalışmalarını kısıtlayacak şekilde yanlış yerleştirildiğini tespit etti. 1993 yılında bir uzay mekiği yolculuğunda bu sorun giderildi. ” denir ama inanmayın. Hubble yörüngesine oturduğu gibi mükemmel şekilde çalıştı. Her yerden çok net görüntüler çekti ve NASA’dakiler şok üstüne şoklar yaşadılar.

Güneş sistemimizde bile her yer yerde hayat olduğunu, farklı farklı insan türleri olduğunu, bunların çoğunun bizden ileri bilim ve teknoloji seviyesinde yaşadıklarını gördüler.

Özünde insan düşmanı, özünde Satanist olan ve en tepede İblis tarafından yönetilen Ankebut Ağı, kontrolündeki NASA’nın (ki logoları bile Satanist manalar taşır), elde ettiği bilgileri ve görüntüleri dünya insanlığına duyurmasına izin vermedi. Onlar da üç sene boyunca bu numarayı oynadılar. Hala da numaralarını oynuyorlar ve dünya insanlığını ayakta uyutuyorlar.

Bir yandan da çeşitli gezegenleri çok net olarak görüntüleyince, oralardaki inşaat tekniklerini, yüksek teknolojili araçları hayranlıkla gördüler. Onların üzerine beyin fırtınaları yaparak dünyamızda teknikler, teknolojiler geliştirdiler.

Sadece bu Merkür meselesinde bile yazılacak, anlatılacak derya kadar mevzu var. Zamanı geldikçe anlatacağım. Çok hızlı gidiyoruz ve bu kadarı bile çok kişilere ağır geliyor ve bu kadarı bile dünyanın denge çubuklarını yerinden oynatacakmış gibi zorluyor.

Mehmet Fahri Sertkaya|Akademi Dergisi