Etiket arşivi: Hadisi Şerif

Neden?

Çünkü dünyanın her yerindeki metafizikçiler, çok ileri seviyede olmayan metafizikçiler bile bu kadarını görebiliyor, bilginin bu kadarına ulaşabiliyor.

Dünyada uzaylı ve farklı insan türleri olduğunu, binlerce yıldır yer altı şehirlerinde gizlice yaşadıklarını, yüksek teknolojileri olduğunu, yeryüzünün dengelerine sinsice ve yüksek teknolojilerle müdahale ettiklerini görebiliyorlar.

Yeşilleri de grileri de başka türleri de görebiliyorlar. Ye’cüc ve Me’cüc kavimlerinin de yeşiller ve griler olduğunu görebiliyorlar. Bunları görmek, bunları bilmek işten bile sayılmaz… Buna rağmen mason, satanist, gizli Yahudi birileri ekranlara çıkartılarak hala zihinler bulandırılmak isteniyor.

Metafizikçiler, onların çoğunun biyonik robotlar olduğunu, yerlerine geçilmiş karakterler olduğunu da görebiliyorlar.

Hatta metafizikçiler, onlara, uzaylı taraflara neler yaptığımızı, bu oyunun sonuna geldiğimizi, kazanan ve en sonunda da kazanacak taraf olduğumuzu da görebiliyorlar.

Öyle metafizikçiler, o yeşillerin, grilerin arasında da var. Onlar da sonlarının geldiğini görüyorlar ve biliyorlar. Kur’an ayetlerinin ve ayrıca hadis-i şeriflerin hak olduğunu da kesinlik seviyesinde biliyorlar ama inatla red ediyorlar. Bu nedenle yeryüzünde ABD, İngiltere, İsrail, Çin, Rusya, Japonya, Tayvan, Hindistan, Pakistan, İran, Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, BAE, Suudi Amerika, Katar, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya üzerinden organize halde ve tamamen ahmakça planlar deniyorlar. Sonlarını bile bile… Kaderi değiştiremeyeceklerini bile bile…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

“Semûd kavminin öldürülüşü gibi…”

Vehhabiler de Semud kavmi gibi toptan öldürülecekler mi…

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) den işittim, şöyle diyordu:

Ali ibn Ebî Tâlib (r.a.) Yemen’den Rasûlullah (s.a.v.)’e karez/selem ağacı ile tabaklanmış bir deri içinde, henüz toprağından arıtılmamış altın cevheri göndermişti.

Ebû Saîd devamla dedi ki: Rasûlullah bu altın cevherini şu dört kişi arasında paylaştırdı: Uyeyne b. Bedr, Akra’ b. Habis, Zeydu’l-Hayl, dördüncüsü ya Alkame b. Ulâse yâhut da Âmir İbnu’t-Tufeyl idi.

Peygamberin sahâbîlerinden bir kişi: “Bu taksime biz bunlardan daha haklı idik” dedi. Bu söz Rasûlullaha erişince: «Siz bana güvenmiyor musunuz? Halbuki ben göktekinin eminiyim/güvendiği kişiyim! Sabah akşam bana gökyüzünün haberi geliyor!» buyurdu.

Râvî (rivayet eden kişi) dedi ki: Bunun üzerine iki gözü çökük, yanağının elmacıkları çıkık, alnı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı, izârını yukarı çekmiş bir kişi ayağa kalktı da “Yâ Rasûlallah! Allah’tan sakın/kork!” dedi. Rasûlullah ona: «Sana yazıklar olsun! Ben yeryüzündeki insanların Allah’tan sakınmaya en lâyık olanı değil miyim?» buyurdu.

Râvî dedi ki: Sonra o kişi arkasına dönüp gitti. Hâlid İbnu’l-Velîd: “Yâ Rasûlallah! Şunun boynunu vurmayayım mı?” dedi. Rasûlullah «Hayır, vurma! Bunun da ileride namaz kılan bir kişi olması umulur!» buyurdu. Bunun üzerine Hâlid: “Yâ Rasûlallah! Namaz kılanlardan nice kimseler vardır ki, onlar kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler» dedi. Rasûlullah «Ben insanların kalplerini açmaya, karınlarını yarmaya memur değilim!» buyurdu.

Râvî dedi ki: Sonra Rasûlullah, o kişi dönüp giderken, arkasından ona bakıp: «Şüphesiz şunun soyundan öyle bir nesil türeyecektir ki, onlar (Vehhabiler) her zaman güzel sesle Allah ‘ın kitabını okuyacaklar. Fakat Kur’ân’ın tatlılığı onların boğazlarından ileriye geçmeyecektir. Onlar, okun avı (çabuk delip) çıktığı gibi dinden çıkacaklar!» buyurdu.

Zannediyorum ki Rasûlullah «Yemîn olsun, eğer ben onların zamanına yetişseydim, muhakkak onları Semûd kavminin öldürülüşü gibi (Salih peygamberin yaptığı gibi) toptan (çarparak) öldürürdüm.» buyurdu.

(Hadis-i şerif, Muttefekun Aleyh)

Kalkan gibi…

İbn-i Mace’de geçen hadis-i şerifte şöyle buyruldu: “Deccal, doğuda Horasan denilen bir bölgeden çıkar. Yüzleri deri üzerine deri kaplanmış kalkanlar gibi olan bir kavim ona tabi olur.”

Ye’cüc ve Me’cüc kavimlerinden bahsedilen sahih hadislerde de onların bazılarının derilerinin kalkan gibi, zırh gibi olduğu açıkça ifade edilmiş. Bu gibi gerçekleri yıllardır izahlar yaparak da anlatıyorum. Çok sayıda dini mesned/dayanak, delil bir araya getirildiğinde… Öncü deccallerin değil, ahir zamanda hz. Mehdi ile hz. İsa’nın beraberce öldürecekleri asıl/gerçek Deccal’ın uzaylı insan türlerinden birinin mensubu olduğu ve çok çok yüksek bilim ve teknoloji kullandığı anlaşılıyor. Yine dini deliller, hz. İsa ile hz. Mehdi’nin, Deccalı ve adamlarını, nefesleriyle yani metafizik kabiliyetleriyle uzaktan öldüreceklerini anlatıyor.

Şunca şey vuzuha/açığa çıktıktan sonra, hala Deccal’ın uzaylı bir İslam hatta insanlık düşmanı kişi olduğuna kanaat etmeyenlere, ben daha başka bir şey anlatmam, susarım. Zira o şahsın dürüst olmadığına, samimiyetle davranmadığına, gerçekleri çok iyi kavradığı, anladığı halde, bile bile inkar ettiğine, dünyalık menfaatinin peşinden koştuğuna kanaat ederim.

Asıl Deccal’ın uzaylı olduğuna şüphe yok ama hangi uzaylı türden? Asıl Deccal, reptilian da denilen yeşiller arasından çıkmış olabilir mi?

Yeşillerin asıl hallerinin/görünüşlerinin çok itici olmadığını hatta sempatik/sevimli bir görünüşleri olduğunu ama kendilerini daha savaşçı, daha dayanıklı yapmak maksadıyla kendi genlerine/kodlarına müdahale ettiklerini ve şimdilerde reptilian denilen çok çirkin hala büründüklerini, yıllar önce de yazmıştım. Günümüzde de dünyamızda genetiği bozulmamış yeşillerden mevcut ama reptilian/sürüngen denilenlerde de çok yüksek sayıda var. Hatta genetikle oynaya oynaya türetilmiş daha acayip şekilli insan türleri de var. Bunlardan “üç yumruk” dediğimiz ve boyları çok çok kısa olan türü ise yıllardır konu ediyoruz.

Üç yumruklar da büyük çoğunlukla Deccal’ın sistemine tabi olan bir insan türü… Dünyadaki biyonik robotların içinde bu insan türü çok sık olarak kullanılmaya devam ediliyor.

Yakın zamanda söz konusu biyonik robotların büyük gruplar halinde, topluca bozulacakları… Dünyanın çok farklı noktalarında dünya insanı rolü oynuyorlarken bir anda devrelerinin kapanacağı ve diz kapakları üzerine çöküp yerlere serilecekleri de dini delillerden anlaşılabiliyor. Bu da yaşandığında Deccal çok daha büyük nispette güç ve hakimiyet kaybetmiş olacak. Buna da hz. İsa ile hz. Mehdi beraberce sebep olacaklar. Tabut-u Sekine de Musa’nın asası da Süleyman’ın mührü de diğer mukaddes emanetler de hatta Hüdhüd kuşu bile bu ikilinin yardımcısı olacaklar.

Hz. Süleyman zamanındaki meşhur Hüdhüd kuşu bile bir biyonik robottu. Tek değildi, kuşların suretlerinde yapılmış biyonik robotlar ordusu vardı. O kadar ileri seviyede yapılmış araçlardı ki bunlar, görünüş olarak normal kuşlardan ayırt edilemezlerdi. Lakin… Enerji silahlarıyla, ışın silahlarıyla, metafizik sinyal yayan kısımlarıyla ve daha başka başka silahlarla ağır saldırılar yapabilir, düşman unsurlara ağır kayıplar yaşatabilirlerdi.

Kablosuz iletişimi dinleme, aynı dinlenen çok yüksek sayıdaki görüşmeyi anında ayırt etme, anlama ve buna göre yapay zekasıyla karar verme hususiyetlerine/teknolojisine sahipti bu kuşlar.

Gerçek kuşların ve hayvanların hatta bitkilerin dilini, her devirdeki peygamberler ve evliya zaten bilir. Bu, çok çok nadir görülen bir şey değildir. Süleyman peygamber aslında “kuşların” yani yapay zekalı biyonik robot olan kuşların dilini bilirdi. Onları bizzat kendisi kodlar, yapay zekalarını yazar ve programlardı. Hazret-i Zülkarneyn’den kısa bir süre sonra yaşayan ve peygamberlik vazifesi yapan, dünyayı tek bir devlet halinde yöneten Hazret-i Süleyman zamanında, şu dünyamız mümkün olabilen en yüksek bilim ve teknoloji seviyesine yükselmişti. Bunu da on yıldan fazladır anlatıyorum.

O zamanda Hüdhüd, diğer biyonik robot kuşlardan çok daha özel/gelişmiş bir teknolojiye ve yapay zekaya sahipti. Onu bir Süleyman peygamber, bir de Tabut-u Sekine kontrol edebilirdi. Hazret-i Süleyman, Hüdhüd’ün başka birilerinin eline geçmesinden ve kodlarının çözülmesinden/kırılmasından, kendi aleyhine kullanılmasından çok endişe ederdi. Hüdhüd kuşu, havada uçarken sadece iletişimi dinlemekle ve ayırt ederek Süleyman peygambere raporlar vermekle kalmaz, o çevredeki yeraltı uzaylı şehirlerini de tespit eder, oraları da dinlerdi. İsterse yeraltındaki su kaynaklarını, maden kaynaklarını da kolayca tespit edebilir, bunlar hakkında detaylıca raporlar verebilirdi.

Üzerine geçen binlerce sene sonra… Ebrehe isimli azılı İslam düşmanı kişi, ordusuyla beraber Kabe’yi yıkmaya teşebbüs ettiğinde… Onu ve ordusunu, üstlerinden attıkları küçücük kızgın taşlarla delip geçen ve Ebabil kuşları olarak bildiğimiz kuşlar da Hüdhüd ve emrindeki biyonik robot kuş orduları olabilir mi?

Bu dünya sahipsiz değil. Bu dünya müslümanların, İslam ve insanlık düşmanlarının değil… Birkaç tane uzaylı insan türünün de değil. İmtihan dünyası olduğu için, Allah adil olduğu için, çalışıp gayret edenler gayr-i müslimler de olsalar onlara zaferi verdiği için, bu dünyanın genelinde birkaç bin senedir zulüm, küfür ve Deccal sistemi hakim… Birkaç asırdır ise dünyanın tamamında Deccal sistemi hakim…

Şimdi ise müslüman dünya insanları çok çalıştılar, çok mücadele ettiler, çok taktik oynadılar, ağır bedeller ödediler ve bu günlere geldiler. Allah adil ve bu defa zaferi müslümanlara yaşatacak.

Bundan sonra hiç kimse, Deccal’ın ve İblis’in uydurduğu saçma sapan insanlık tarihi anlatımını ayakta tutamayacak. Herkes, türlü türlü sırları, hakikatleri duya duya sarsılacak. Bu süreçte İstanbul merkezli yeni dünya düzeni iyice şekillenecek, köklenecek ve kuvvetlenecek.

| mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

Filistin bizim, Filistinliler değil

Bir gün aniden bir haber gelse “Filistin diye bir yer kalmadı. Bir tane bile Filistinli hayatta kalmadı” denilse, yine de bir an olsun içim acımayacak.

Bazen düşünüyorum, acaba Filistin’de sadece 50 kişi de olsalar gerçek Müslümanlar var mıdır. Filistinlilerin müslümanlığı, İranlıların müslümanlığından daha tartışmalı, daha şüpheli bir husus… İranlı Acemlerden/Şiilerden bile daha beter hallerdeler.

Filistinliler gerçekten tevbe ederlerse, itikatlarını ve amellerini düzeltirlerse kardeşlerimiz olurlar ama bu halleriyle günümüzdeki Filistinliler bizim hiçbir şeyimiz olmuyorlar.

Filistin’de kutsalımız olan mekanlar/mabetler var ve onlar da korunuyorlar. Deccalin bile zarar veremeyeceği şekilde korunuyorlar.

Mekke ve Medine de aynı şekilde korunuyor. Artık herkes anladı ki asıl/büyük deccal bir uzaylı insan türünün lideri ve elinde çok çok yüksek teknoloji var. Hadis-i şeriflerde deccalin bazı diyarları kuraklaştıracağı, bazı diyarları bol bol mahsül veren hale getireceği açıkça ifade edilmiş. Deccal bunu çoktan yaptı. Günümüzde HAARP da denilen elektromanyetik saldırı teknolojilerine, iklim silahlarına o asırlar önce bile sahipti. Çoktan manyetik alanlarla, gazlarla, arılarla, haşeratla, denizlerin dengeleriyle, akarsuların dengeleriyle, iklimlerle, yağışlarla oynadı. Gezegeni kendine göre şekillendirebildiği kadar şekillendirdi. Çoktan Türk/İslam diyarlarını kuraklaştırdı. Buralardaki insanların genetik kodlarını bozabildiğini bozdu. Kendisine bağlı olan, Satanistleştirilmiş olan batı diyarlarını da yemyeşil yaptı ya da o halini korudu. Oralarda hayvancılığın da farklı iş sahalarının da önünü açtı. Oralarda insanların genlerini de çok bozmadı. Bunun karşılığında onların dünyalarını ve ahiretlerini cehenneme çevirdi. Onların dinlerini, onurlarını, ahlaklarını, namuslarını çaldı, yok etti.

Hadis-i şerifte deccalin Mekke ve Medine’ye giremeyeceği haber verildi ve öyle de oldu. Çünkü Mekke ve Medine çok eskiden beri korunuyor. Adem babamızdan bu yana peygamberlerin diyarı oralar. Kıblemiz de orada ve orası da korunuyor. Hem de deccalin elindeki bilim ve teknolojinin asla aşıp geçemeyeceği kadar yüksek teknoloji ile korunuyor. Öyle olmasaydı şimdiye ne Kabe-i Muazzama kalmıştı, ne çevresi kalmıştı, ne hz. peygamberimizin kabr-i şerifi kalmıştı, ne Mescid-i Aksa kalmıştı. Asırlardır Müslümanların çoğu bu hadis-i şerifi “Deccal fitnesinin/küfrünün Mekke ve Medine’ye giremeyeceği” şeklinde yorumladılar ya da anlayamadılar da sustular. “En doğrusunu Allah bilir” dediler. Oysa gerçekte herkesin gözleri önünde ki deccal küfrü Mekke ve Medineyi kuşatalı üç asır oldu. Şu anda bile bu kutsal şehirlerimiz Arap Müslüman rolü oynayan Satanist kriptoların, yani deccalin sistemine çalışan İslam düşmanlarının kontrolünde. Kendisi de bir kripto olan sözde milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, oralara gittikten sonra “Buralarda da sadece İslam’ın adı kalmış” demek zorunda kalmıştı. Mısır için de aynısı demişti. Acaba son bir asır içinde Kabe imamları arasında mason olmayan, kripto olmayan, gerçekten müslüman olan bir kişi oldu mu…

Benzeri koruma sistemleri dünyadaki başka yerlerde de var. Bu hususları hızlı anlatmak çok kafa karıştıracaktır. Ben, vakti geldikçe anlatmaya devam edeceğim. İyi bilinmeli ki bu dünyada en yüksek bilim ve teknoloji ve en yüksek seviyede güç deccalin ve sisteminin elinde değil. Bizim elimizde… Lakin, bizim sistemimizde, istikamette olmayan, yoldan çıkmış, sapıtmış, nasihat dinlemeyen milletleri korumak, kurtarmak yok.


  • Ebrehe bir biyonik robot muydu? Deccalin sistemine mi mensuptu? Dünya insanı suretinde biyonik robot kullanarak, zahiri/görünür şartları ayarlayarak Kabe’yi yok etmek mi istedi? Bu sırada, dünya insanlarının anlayamayacağı şekilde çok ileri bilim ve teknoloji de kullandı mı? Ebrehe’nin adamlarının ve fillerinin arasında biyonik robotlar var mıydı?
  • Kabe’yi yıkmaya teşebbüs eden Ebrehe’nin adamlarını ve fillerini yakan, tepeden aşağı doğru delip geçen minik taşları atan Ebabil kuşları aslında biyonik robotlar mıydı? Elbette Kabe’yi Allah korudu ama o vakit kimleri bu korumaya vesile etti? Dünyalıları mı yoksa uzaylı müslümanları mı?

| Mfs – Akademi Dergisi

..

Eşcinsellik çok büyük günahtır

İbn-i Abbâs’tan diğer bir rivâyete göre Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sel­lem- üç kere:

“Lût kavminin işini (livâta) yapan mel’ûndur (lânetlenmiştir).” (Tirmizî, Hudûd, 24/1456) buyurdular.

Mâlik bin Dînâr buyurdular:

“Geçmiş ümmetlerin hiçbirinde livâta işitilmedi. Ancak bu çirkin fiil Lût kavmi arasında görüldü. Onlara da bu fiili şeytan öğretmişti. Ve insanlar, yaratılış­larına zıd olan bu fiili işleyince, ilâhî gazab ve azâba sürüklendiler.

Allâh Teâlâ, insana şehveti neslin çoğalması için vermiştir. Onu, veriliş gâye ve hikmetinin dışında kullanarak gâfilâne hareket etmek, insanın cehâlet ve azgınlı­ğındandır. Bu da, insanlık şeref ve haysiyetini ayaklar altına alarak hayvanlardan da aşağı bir seviyeye düşmektir.”