17 Ağustos 1999 Marmara depremine farklı noktalarda yakalanan, birbirini hiç tanımayan ve birbirinden hala habersizken aynı şeyleri anlatan çok sayıda insan oldu.
Bu insanlar, Marmara denizinin aniden ısındığını, tanıdıkları bazı insanların yanık tedavisi görmekte olduklarını, yanıkların deniz suyu sebebiyle oluştuğunu anlattılar.
Yine benzeri şekilde birbiriyle tanışıklığı olmayan, birbirinden habersiz çok yüksek sayıda insan “Biz depremden değil, o yer altından gelen darbeden, vurma sesi gibi sesten ve bir de göğün bir anda aydınlanmasından korktuk” dediler.
17 Ağustos 99 Marmara depremi bir suni deprem saldırısıydı. Elektromanyetik alanla, tabii manyetik alana müdahale edilmesi tekniği ile o depreme sebep olundu. Aynı zamanda frekansla da oynandı.
Ben 99 depreminde İstanbul dışında, üniversite tahsilindeydim. Yaklaşık iki ay sonra İstanbul’a döndüğümde insanlarda hala korku hakimdi ve kime ne sorsam yerdeki o tek vuruşlu ve şiddetli darbeden, onunla birlikte duyulan çok şiddetli sesten ve ayrıca gökteki ışımadan bahsediyorlardı.
Maraş merkezli son suni deprem saldırılarında da aynı tekniğin daha da gelişmişi kullanıldı. Daha da kapsamlı bir plan icra edildi.
Şimdi önümüzde çok sarsıcı bir bilimsel veri daha var. Maraş merkezli depremler sırasında, yeryüzü seviyesine çok çok yakın olan yer altı suları aniden ısındı.
Isınan bu sular, ilk suni depremden yaklaşık 20 ile 30 dk sonrasında kaynar ve buharlı şekilde yeri delip yüzeye çıktı.
Bunlar fotoğraflandı, video kaydına alındı, hakkında sözde uzmanlar çoktan açıklama bile yaptılar. “Yerin sıvılaşması arttı” dedier. Hiçbiri bu suların derin kaynak suları olmadığını açıklamadı. Yüzey suyu denilebilecek kadar yüzeye yakın sular olduğunu açıklamadı. Çünkü bunu açıklarlarsa, nasıl ısındığını açıklamayacaklar.
Tıpkı, depremlerin mesafe ilerledikçe kuvvetsiz düşmesi yerine daha da güçlendiğini bilimsel olarak açıklamayadıkları gibi…
Maraş merkezli son suni deprem saldırıları ve ardından Hatay merkezli suni deprem saldırısı, HAARP ile yapılmadı. Daha da ileri sistemler, teknolojiler kullanıldı. Manyetik alanla, frekansla, yer çekimiyle, gazlarla, sularla her şeyle oynandı.
Eş zamanlı olarak devlet gücümüzle de oynandı. Devletimizin gücünün afet bölgesine ulaşmaması için de her şey baştan planlanmış ve çalışılmıştı. İhmal olmadı, açıkça kasıt vardı ve hala devam ediyor bu açık kasıt…
Türkiye’nin imkanları tek başına bile bu afete acil yardım götürmeye yarardı. AFAD, Kızılay ve sözde yardım/kurtarma kuruluşları olarak bilinenler kasıtlı olarak bu hallerde tutuldu. Dahası, milletçe başlatılan yardım gayretlerinin sabote edilmesi, engellenmesi için de bu kurum ve kuruluşlar kullanıldı.
Depremden sonraki ilk 48 saat ya da 72 saat ortada görünmeme, ihmal sergileme diye bir şey yok. Bu da planın parçasıydı. O saatlerden sonra da devlet gerçekten ortada yoktu. Hala devletin imkanları Ukrayna’ya, Libya’ya, Somali’ye ve sömürgeci ülkelere akıyor da afet bölgesinde seferber edilmiyor. Bu da kasıt. Devleti elinde tutanlar hala yardımları çalmanın, hatta ayni yardımları bile çalıp nakite çevirmenin, ziynet eşyasını çalmanın, bölgeden bebek, çocuk, kadın kaçırmanın peşindeler. Sözde yardıma gelen o yabancı ekiplerin hiçbiri de gerçek yardım ekibi değildir. Şu anda hala yabancıların sahra hastahanelerinin sahada olması da kaçakçılığa devam etme gayreti… Türkiye’nin her yerinde sahra çadırları da doktorlar da tıbbi imkanlar da var ama gönderilmiyor. Organize edilmiyor.
Bu kadar büyük bir saldırı ve açık kasıtlara, ihanetlere rağmen sebep olduğum onca hayırlı şeyler olmasaydı, şimdi manzara çok ama çok çok daha vahimdi. Şu şartlarda, onca sosyal medya sayfası, onca web sitesi, onca tanınmış kişi, adımı bile anmadılar. Oralı bile olmadılar. Bir yayınımı bile yaymadılar. Her şeyi gördüler, anladılar ama insan taklidi yapmaya devam ettiler. Halk da titreyip kendine gelmedi.
İşte ben, bunca güzelliğe, mücadeleye, hayra, iyiliğe, bir yandan da bunca canın yanmasına, ibretlik ve sarsıcı hadiselerin yaşanmasına rağmen titreyip kendine gelmeyen, hala tesirlenmeyen bu sürüyü kendi feci akıbetine bıraktım.
Bu haldeki milyonlarca kişinin bu topraklar üzerinden bulunuyor olmasından daha vahim bir tehlike mi olur. Böyleleri nedeniyle başımıza afet de yağar, insanlar maddi ve manevi tuzaklara da sürekli düşer. Bunların bir an evvel temizlenip cehenneme doldurulmaları için üzerime ne düştüğüne bakıyorum ve buna göre karar, tavır değişiklikleri yapıyorum.
Yıllar öncesinden bu günleri biliyor ve haber veriyordum. Bu günler geldiğinde halkın epeyi bir kısmının, can acısıyla, can korkusuyla, mal kaybetme korkusuyla da olsa doğru düzgün adımlar atacağını, şu hainleri de başlarından devireceğini zan ediyordum. Bu kadarını da beklemiyor ve tahmin etmiyordum.
Lanetullahi teala aleyhim ecmain.
Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi