Etiket arşivi: Gürcistan

Hedefleri çok büyük, içimizdeki ihanet kadar büyük


Oturup planlar yaptılar ve hala yapıyorlar. Hedefleri, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerine de tam manasıyla hakim olmak, açıkça idareleri altına almak.

Ayrıca Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Güney Azerbaycan, Irak ve Suriye’yi de dahil ederek bütün bölgede hakim olmak. İlan ettiğim projeleri kendileri yapmak, bu bölgeyi kendi kontrollerinde dünyanın yeni merkezi yapmak peşindeler. Belde-i Tayyibe’yi de güya kendileri tesis edecekler. Bana mani olmak, yolumu kesmek, kendileri önden gitmek istiyorlar. Zaten Şeytan’a tapınan kuralsızlar, şeytanlaşmış tipler ve hiç umursamadan bu bölgede nüfusu büyük oranda kırmaya başladılar. Siyasi/demografik dengeleri değiştirmek de istiyorlar.

Şimdiden sonra da bölgeye elektromanyetik saldırı teknikleriyle saldırmaya devam edecekler. Temiz su kaynaklarını da bu nedenle hızla, bilimsel izahı yapılamayacak tarzda kurutuyorlar. Uygun saha şartlarını bulabilselerdi, bulaşıcı hastalıkları çoktan yaymışlardı. İlk fırsatta da yayacaklar.

Barajları ve elektrik santrallerini de hedef alacaklar. Ziraatı da ayrıca darbeleyecekler. Bu maksatla, Türkiye’nin devlet gücünün en baştan beri geri tutulmasını, kullanılmamasını sağlamaya çabalıyorlar. Hiçbir şeye gücü yetmeyecek, sürekli dış desteğe mecbur kalmış bir Türkiye görüntüsü oluşturmak istediler. Onca devlet ve ordusu buna baştan hazırlanmıştı ve ben deprem sonrasında buna izin vermeyince, onların istedikleri şartların oluşmasına izin vermeyince, kendini durduramayan, şartları hemen okuyamayan, değerlendiremeyen ve ezber yaptığı şekilde adımlar atan devletler, ordular oldu. Kendilerini suç üstü yaptılar. İspanya bunların başında geliyor.

Bütün bu bölgede kimler varsa, kırıp geçmekten hiç çekinmeyecekler. Türk, Yahudi, Ermeni, Süryani, Ezidi, Gürcü, müslim ya da gayr-i müslim, sünni ya da şii, şucu ya da bucu diye ayırt etmiyorlar, etmeyecekler. Buraları adeta bedavaya, mümkün olursa hiç satın alma yapmadan kendi kontrollerine almak istiyorlar. Onların şirketlerinden biri olan Alarko’nun ziraat işine gireceğini açıklaması ve benim buna karşı hamleler yapmam bile, bu konularla ve bu mücadeleyle bağlantılı. Çok sayıda hükumetin, bana inat şekilde Esed ile son süreçte görüşmeler yapmaları da bu planlarla bağlantılı. Bu planın içinde dünyadaki onlarca farklı devlet/hükumet ve bunların orduları ile gizli servisleri de var.

Bölgedeki yer altı zenginliklerine, en çok da Karun’un hazinelerine ve Göbekli Tepe ile Fırat havzası civarındaki değerli hazinelerle, madenlere ulaşmak istiyorlar. Devamında bütün bölgede madencilik ve definecilik yapmak peşindeler. Bunları çıkartma faaliyetlerini, hep olduğundan farklı gösterecekleri büyük projeler kapsamında sinsice yapmak istiyorlar.

Şu anlarda, hususiyle Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde yer altındaki devasa tabii gaz kaynaklarını patlatmaktan da çekinmeyecekler. Onları patlatmaları için bölgeye bombalar yerleştirmeleri bile gerekmiyor. Onlar çok ilkel teknolojiler artık… Enerji, frekans, manyetik alan silahları kullanılıyor bu işlerde ve arka planda onları besleyen, enerji sağlayan çok sayıda nüve/nükleer enerji santralleri var.

Bölgedeki rafinerileri, nükleer santralleri de patlatmaktan çekinmeyecekler. Ermenistan’ın o hurdaya çıkmış nükleer santrali hakkında geçmiş yıllarda da ikazlar yapmıştım ve orayı patlatmaktan da çekinmeyecekler. İran’da patlatmaya müsait çok sayıda yeri belki de en baştan patlatacaklar.

Planlar büyük, kasıtlar büyük, düşmanlar çok ama tek büyük sıkıntımız var: Türkiye’nin resmi idaresi, onlara çalışan hainlerin elinde…

Muhalefet de iktidar da on binle gizli Ermeni, gizli Yahudi, gizli mason bürokrat da onlara çalışıyor. Ordumuzun genel kurmay kademesi de onlara çalışıyor.

An itibariyle Ankara ve yakın çevresinin altını oyuyorlar. Yerin altında büyük çaplı düzenlemeler yapılıyor. Bazı yerler oyuluyor, bazı yerler kırılıyor, bazı yerlere gazlar ve sular dolduruluyor.

Köstebek araçlar yani daha önce bahsettiğim ve yer altında hızlıca hareket edebilen, nüve/nükleer teknolojili araçlar kullanılıyor.

Lavrov, kısa süre önce, Azerbaycanla birlikte mega projelere gireceklerini açıklamıştı ama bunun detayları mevzu edilmemişti. Büyük çapta petrol ve gaz işlerine gireceklerini değerlendirenler olmuştu.

Türkiye’nin acımasız saldırılara uğradığı zamanda sözde Türk ülkesi olan Azerbaycan’ın Rusya ile bu denli yakın olmasına ve ortak hamleler yapmasına, ilginçtir ki kimse de tepki vermemişti.

Baştan beri açıkça yazmıştım ki Rusya ile Azerbaycan arasında ciddi sorunlar yok. Ukrayna meselesinde bile danışıklı dövüşmektelerdi hala o vaziyetteler. Yine yıllardır dikkat çekmiştim, Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye zararlar vermek isteyeceklerine…

Şimdi o süreç yaşanıyor. Ankebut Ağı, Türklükle ve müslümanlıkla neredeyse hiç alakası/bağı kalmamış olan ve Türk/İslam düşmanları tarafından idare edilmekte olan Azerbaycan’ı, Türkiye’ye ve Türk dünyasına karşı bir kart olarak kullanıyor. Son suni deprem saldırılarında Azerbaycan’ın toprakları ve o topraklara gizlice yerleştirilmiş olan bazı teçhizat da kullanıldı.

O mega proje denilen şey, az yukarıda yazdığım devasa planlardan başka bir şey değil. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi ve devamında saydığım ülkelerin topraklarını kapsayacak şekilde devasa bir temiz su, temiz enerji, ziraat, hayvancılık, inşaat, madencilik, denizcilik/balıkçılık, her türlü imalat ve nakliyat işlerine girişecekler. Yapmak istediğim gibi, Kara denizi Hazar denizine bağlayacaklar. Her yerde tuzlu su kanalları açacaklar. Fırat’ı kurutup yatağını genişletecekler ve derinleştirecekler. Basra’ya kadar geniş ve derin bir tuzlu su kanalı da açacaklar.

Çin de bu devasa projenin finansörlerinden biri… Hindistan da bu çok kanlı ve çok vahşi projenin tam içinde… Batı tarafı karşı duruyor zan etmeyin, onlar da beraberler ve bu planın içindeler.

Baştan beri ifade ettiğim gibi, bu suni deprem saldırılarında en çok da ABD, Rusya ve Çin’in elindeki elektromanyetik saldırı sistemlerini kullandılar.

O ülkeden sayılmaz Ermenistan’ın, tiplerine bakılmaz, serseri görüntülü sözde yetkililerini afet bölgesine getirip boy gösterdiler, bu bile bu proje kapsamında verdikleri bir mesajdı…

Plan büyük, çok büyük ve vakit dar.

Şimdi ben böyle açık açık yazıyorum diye, son iki buçuk senedir olduğu gibi, bu defa da tehir olur, uzar, bozulur, iptal olur diye kimse kendini kandırmasın. Buradan dönüş yok. Bu mücadele verilecek. Vatan, millet, devlet muhafaza edilecek. Onlar, bekleyemeyecek şartlar içindeler. Hepsi de aslında iflas etmiş haldeler ve son kartlarını oynamaktalar.


Türkiye’de volkanik dağların peş peşe patlaması ihtimaline karşı da hazırlıklar, planlamalar yapılmalı. En başta da halk bilgilendirilmeli. Aniden bir volkanik patlama yaşanırsa, ilk anından itabaren safha safha neler yapması gerektiğini, halk bilmeli. Bunları öğretmek de devletin vazifesi…

Bursa için en büyük tehlikelerden biri de volkanik patlama tehlikesi…

Manisa, Uşak, Afyon hattında çok şiddetli volkanik patlamaların yaşanması ihtimali var. Bu patlamalar önce çok şiddetli depremlere ve devamında yoğun kül/duman ile lav çıkışına sebep olabilir. Bu ihtimal yüksek, çok yüksek bir ihtimal. Öncelikle Uşak’ta, sonra Afyon’da böyle afetler yaşanbilir. Manisa ise risk sıralamasında üçüncü sırada…

Bunlar da malum ülkelerin, orduların, gizli servislerin planları arasında…

Ege bölgemizde yerin altında, farklı farklı noktalarda/konumlarda, çok büyük su kütleleri var. Çok büyük alana yayılmış olan bu su kütlelerinin altında ise uzaylı şehirleri var.

Ege bölgemiz sonradan volkanik patlamalar ile oluşmuş bir bölge ve onbinlerce senedir dünyalılar da uzaylılar da bu bögede yerin altına ve üstüne suni müdahaleler yaptılar. Çok büyük ihtimalle, bölgenin bu hale gelmesi için, geçmişte kontrollü şekilde volkanik patlamalara da sebep olundu.

Günümüzde Ege denizine olan sınırlarımızın bile suni sınırlar olduğunu, insan eli ve çok yüksek teknoloji ile yapılan müdahaleler sonrasında oluşmuş sınırlar olduğunu, daha önce de yazmıştım.

Hususiyle Manisa’nın altında çok büyük su kütlesi var ve bu hususa aslında ahir zamana ve hz Mehdi’ye dair hadislerde (herkesin anlayabileceği açıklıkta olmasa da) temas edilmiş.

Benzeri sarsıcı gerçekler Muğla ve Mersin için de var. Oralarda da çok suni müdahaleler ve yoğun yer altı sistemleri var.

Ülkemizin altındaki çok sayıda yer altı şehirlerinde, fiziki görünüşleri birbirinden farklı olan çok sayıda uzaylı insan türleri yaşıyor. Ye’cüc ve Me’cüc bunlardan sadece ikisi, onların haricinde dünyada onlarca başka uzaylı insan türü var.

Bu uzaylı insan türlerinden bazıları, sadece bir ya da bir buçuk karışımız kadar küçükler. Bazılarının sanki doğuştan kalkanlı vücutları var. Bazıları yeşil, bazıları gri, bazıları sarı, bazıları kahverengi, bazıları mavi derilere sahipler.

Kafa ve vücut oranları hep değişik değişik. Bazıları hem suda hem de karada rahatça nefes alabiliyorlar. Bazılarının sırtlarında doğuştan kanatları var ve karada yürümenin haricinde, sorunsuzca havada uçabiliyorlar.

İblis, bunların hepsine ayrı ayrı oyunlar, tuzaklar kurmuş vaziyette… Bunların neredeyse tamamını satanistleştirip o asıl Deccal’a yani uzaylı Deccal’a bağlamış vaziyette…

Bu türler arasından çoğu, yeryüzüne çıkarlarsa hemen öleceklerine, hemen lanetleneceklerine inandırılmış haldeler. Dünya insanlarına büyük bir düşmanlık halinde yetiştirilip yaşatılıyorlar.

Ahir zamanda, hz Mehdi, Deccal ile İblis’in ortak sistemini, onların dünya düzenini yıktıktan sonra, yeni bir dünya düzeni tesis edecek ve o uzaylı türlerden hala hayatta kalabilmiş olanlarını da hz. Mehdi idare edecek. Altı ile üstü ile dünya tek devlet olacak. Geçmişte dünyayı tek devlet halinde idare eden dört hükümdardan sonra, beşinci hükümdar da hz Mehdi olacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Haydi daha sarsıcı gerçeklere de yavaş yavaş girelim…


Gerçekten “Ermeni” diye bir soy, bir millet var mı?

Günümüzden binlerce sene önce İblis… Zamanın Ankebut Ağına bağlı etkili ve yetkili kişileri aracı yaparak dünyadaki pek çok hususu yönlendirdi.

Art niyetle yaptığı hamlelerden biri de Hindistan ve civarında yaşamakta olan Çingeneleri, günümüzdeki adları ile ifade edersek İran’a, Türkiye’ye, Avrupa’ya sürmek oldu.

Bir kolu da İran civarından Arap yarımdasına ve Afrika tarafına sürdü.

Çünkü saydığım bu bölgelerde hep genetik kodları düzgün insan soyları, en çok da Türk toplulukları yaşamaktaydı. Hedefi, her devirde insan topluluklarıyla tekrar tekrar mücadele ederek onları yoldan çıkartmak yerine, onlara kalıcı ve ciddi darbeler vurmaktı. Bu nedenle genlere saldırdı.

Şu anda Türkiye, Irak, İran, Ermenistan, Suriye, Bulgaristan, Gürcistan, Lübnan, Yunanistan dediğimiz topraklarda Ermenilik diye bir şey hiç yoktu. Kürtlük diye bir şey de yoktu.

İblis’in bu sinsi oyunundan sonra, göçebe Çingeneler ile, gittikleri bölgelerin halkları kaynaşmaya, evlenmeye, çoğalmaya başladılar. Bundan sonrasında sözde Ermenilik, sözde Kürtlük büyük bir hızla yayılmaya, genetik kodlar büyük bir hızla bozulmaya başladı.

Devamında da hep eşkıyalık, teröristlik, kan dökücülük, zulüm, kabalık, hırsızlık, ahlaki gevşeklik, idrak ve mantık sorunları yayıldı.

Kürtçe diye bir lisan olmadığı gibi, aslında Ermenice diye bir lisan da yok. Ermenice denilen lisan da kırma/toplama ve zorlama bir lisan.

İblis, günümüzde de Ankebut Ağına bağlı etkili ve yetkili kişileri kullanarak, saldırılarına, tuzaklarına devam ediyor.

Zamanında Çingenelerin, bölgedeki farklı ırklara mensup insanlarla evlenmesi neticesinde Ermenilik denilen karışık soy türedi. Sonra bunların arasından tekrar kodu düzgün soylardan insanlarla evlenenler ve genleri nesil nesil düzelmeye başlayanlar oldu.

Günümüzde de Çingene yanı hafiflemiş/azalmış ama diğer ırklardan gelen kodları baskın olmuş, kendini Ermeni bilen insanlar var. İblis hala onların Çingeneleri tasvip etmesini, sahiplenmesini hatta onların Çingenelerle evlenmelerini istiyor. Binlerce yıllık pususunun tamamen bitmesini, tesirsiz hale gelmesini, hayatın olağan akışı içinde genlerin büyük oranda düzelmesini, istemiyor.

Şu anda Türkiye’de ve etrafındaki çok geniş coğrafyada kendini Ermeni ya da Kürt bilenlerin hiçbiri Ermeni ya da Kürt değil… Çünkü Ermeni ve Kürt diye soylar yok. Bunların ortak kökleri Çingenelik…

Çingenelik haricinde hangi soydan olduklarına bakılacak olursa, bölgede bulunan bütün soyların/ırkların kodları var genlerinde… Çünkü binlerce sene boyunca bölgede bulunan bütün milletlerlerden kız aldılar ve kız verdiler. Aralarında akrabalık oluştu. Ermeni ve Kürt olduğunu zan edenlerin tamamında Türk genleri de var. Ve zaten bunların yaşadıkları genetik sorunların ve devamındaki ciddi idrak ve davranış bozukluklarının sebebi de soylarının bu kadar karışık ve çoğunlukla birbirine uygunsuz olması…

Bu, bilimsel bir mesele… Bu derhal üzerine düşülmesi gereken tıbbi bir mesele… Bu, tarih ilminin hemen üzerine gitmesi gereken bir mesele… Bu, ırkçılık değil, kimsenin ırkına ya da soyuna saldırmak değil.

Kendini Ermeni ve Kürt bilenler de kendilerinin ve soylarından geleceklerin iyiliği için, bu meseleleri konuşmalı, araştırmalı ve çareler aramalılar.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Ermeni adına ilk defa M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen Pers Kralı Darius’un kitabelerinde rastlanır.

Ve asıl ilginç olan nokta şudur ki, Ermeniler kendilerine hiçbir zaman “Ermeni” dememişler, bilâkis kendilerini “Haiklar” olarak adlandırmışlardır.

Ermeni adı, Ermeniler tarafından sonradan benimsenmiş olup, bu isim aslında coğrafi bir bölgeye işaret etmektedir. Bu bölge, Doğu Anadolu Bölgesi’dir.

Çünkü M.Ö. 3. Binyıla ait Akkad çivi yazılı belgelerinde de Doğu Anadolu bölgesine “Armanu” yada “Armenia” denilmekteydi. Demek oluyor ki, Ermenilerin bu bölgeye gelmesinden yaklaşık 1600 yıl önce de Doğu Anadolu Bölgesi “Armenia” adıyla anılıyordu.

İşte Pers Kralı Darius, hakimiyeti altında bulunan ve muhtemelen batıdan göçmen olarak gelen bu yabancılara “Armenia Bölgesinde oturanlar” anlamına “Ermeniler” ismini vermişti.

Şu hususu da özellikle belirtmek isteriz ki, Ermenilerin, adı geçen bölgede kendilerinden önce oturan Urartularla da herhangi bir akrabalıkları söz konusu değildir. Çünkü Urartuların dili Asyanik kökenli olduğu halde, Ermenilerin dili Hint-Avrupai dillerdendir.


Öyle sanıyoruz ki Ermeniler, M.Ö. 8. yüzyılda vuku bulan Trak göçleri neticesinde Anadolu’ya gelmişler ve iki asır göçebe bir hayat yaşadıktan sonra, Urartu Devletinin yıkılmasını fırsat bilerek gelip onların topraklarına yerleşmişlerdi. O halde Ermenilerin Anadolu’daki tarihleri M.Ö. 6. yüzyıldan daha geriye gitmemektedir. Halbuki, çivi yazılı metinlerden öğrenildiğine göre Türkler, M.Ö. 3. Binyılın sonlarından itibaren Anadolu’da mevcutturlar ve Anadolu’nun kaderinde önemli roller oynamışlardır.

Ermeniler, Pers İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Büyük İskender’in daha sonra sırasıyla Selevkosların, Romalıların, Bizanslıların, Selçuklu Türklerinin ve nihayet Osmanlı Türklerinin egemenliğinde yaşamışlardır.

Ermeniler, Anadolu’da yaşadıkları uzun zaman içerisinde hiçbir zaman bağımsız olamamışlar, mütemadiyen himaye altında yaşamışlar ve karşılığında da vergi ödemişlerdir. Fakat şurası gerçektir ki, en iyi muameleyi Türklerden görmüşlerdir. Hatta Osmanlı İmparatorluğu döneminde, kendilerine, devletin üst kademelerinde birçok görevler verilmiştir.

Ancak, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren emperyalist devletlerin teşvik ve tahrikleriyle, memleket içerisinde karışıklıklar çıkarmaya ve devlet için problem olmaya başlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ise devlet isyan ederek sivil Anadolu halkını katletmeye başlamışlardır. Osmanlı yönetimi de 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarmış olduğu Tehcir Kanunu ile Ermenileri göçe zorlamıştır. Ermeniler, tehcir sırasında Osmanlı ordusunun yüz binlerce Ermeni’ye soykırım uyguladığını iddia etmektedirler. Halbuki, gerçek bunun tamamen aksini ortaya koymaktadır. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde yapılan kazılarda çok sayıda toplu mezarlar ortaya çıkarılmıştır ki, Müslüman Türklere ait olan bu mezarlar, Ermenilerin değil Türklerin soykırıma uğradığının en açık delillerindendir. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Sözde Ermeni soykırım iddialarının gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Soykırıma uğrayanlar Ermeniler değil, Türkler olmuştur.

Ekrem Memiş, Sosyal Bilimler Dergisi

Yönünü büyük bir hızla İstanbul’a dönüyordu

Ben de ilk kez duyacağınız bilgiler vereyim. Sinan Ateş, yönünü büyük bir hızla İstanbul’a dönüyordu. İstanbul’un desteği ile MHPKK’nin başına geçmek istiyordu. İstanbul’un desteğini alırsa, bunu yapabileceğine emindi.

Bazı ortamlarda “Mfs, Süleyman Soylu’yu asacak” da diyordu.

Fazlasıyla hatayı üst üste yaptı. En büyük hatalarından biri, İstanbul’a açıkça yanaşmayı, İstanbul’un gölgesi altına girmeyi çok ötelemesiydi. Bir diğeri, güvenilmeyecek bazı kişilere güvenmesiydi. Güvendiği bazı kişiler de sattılar onu…

Doğukan’mış, Köktürk’müş, hepsi tetikçi kısmı… Yardım ve yataklık kısmı… Hedefe konulanların hepsi de bu işin içinde değil. Çok alternatifli senaryolar yazıyorlar, istediklerine istedikleri suçu yüklüyorlar. O kişilerin her birine şu anda istedikleri her şekilde ifade verdirirler. Adil yargılanma şartları içinde değiller. Büyük bir tehdit altındalar, işkence de görüyorlar, ifadelerinin geçerliliği de yok. İstediklerini alıp bir noktaya koyuyorlar, yanlarına da bir iki silah koyuyorlar. Sonra kendilerine bağlı polislerle, amirlerle bastırıp aldırıyorlar. Kamuoyunu oyalıyorlar, hedef saptırıyorlar. Davayı çürütmek istiyorlar. Taksim’deki son bombalı saldırıdan sonra da bunları yaptılar.

Sinan Ateş cinayetinde azmettiriciler yani asıl katiller, Devlet Bohçalı, Solomon Soysuz, Semih Yalçın, Şenkal Atasagun ve bunların etrafındaki o merkezi çete…

Bu ülkede hiç kimse kanundan, devletten, milletten üstte değildir. Şimdi bunların boğulmasının vaktidir. Şerefsizce, had bilmezce, hak arayanlara karşı atarlanan Semih Yalçın’a, tükürdüklerini de yalatma vaktidir. Bedenini çok parçaya bölüp, kafasını Rus Büyükelçiliğine, bedenini ABD Büyükelçiliğine, bir bacağını Çin, diğer bacağını İngiltere Büyük elçiliğine, bir kolunu Almanya, diğer kolunu İsrail büyükelçiliğine kargolama ya da kapılarının önüne asma vaktidir.

Bohçalı ve emrindeki çete, silahlı terör örgütlerini finanse ederken, mazot ve petrol kaçakçılığından elde edilen kara paraları yoğun olarak kullanıyorlar.

Bu ülkede, son seçimlerde MHPKK de HDPKK de aslında barajı geçemedi. AKPKK’nin gerçek oyları ise, ilan edilenin yarısından bile azdı. Bu ülkenin yarısı, son seçimlerde oy kullanmadı. Kafalarına göre oy oranları dağıttılar, ilan ettiler.

Sözde Anayasa metnini kimin yazdığı bile belli değil. Yazarları arasında, üç cümleyi bir araya getiremez haldeki gazeteciler bile listelendi.

Referandumların da tamamı hileli. Sandıkların yüzde onu bile sayılmamışken seçim zaferleri, referandum zaferleri ilan ettiler.

Ankebut Ağına bağlı olan diğer ülkelerin liderleri de o safhada bunları tebrik ettiler, oldu bitti suçlarına ortak oldular ya da sessiz kalarak ortak oldular.

Ekmeleddin İhsanoğlu isimli gizli Ermeni’nin CB adayı yapılması bile şu siyasi parti görünenlerin ortak hamlesi… Sonuçları baştan tayin edilmiş sözde seçimlerle ve referandumlarla devlet mekanizmasını ellerinde tutuyorlar.

Hepsi aynı alfabenin harfleri, hiçbirinin diğerinden farkı yok.

Türkiye’de HDPKK gibi silahlı bir terör örgütünü meclise sokan da orada tutan da hala kapanmaması için çırpınırken medyaya başka bir yüz gösteren de Devlet Bohçalı…

Sinan Ateş, son bir yılını bilgiler, belgeler, deliller toplamaya adamıştı. Elindeki arşiv, sadece Bohçalı ile çetesini değil, Türkiye’deki sözde siyasetçilerin çoğunu süpürüp götürecek türdendi.

Benim karşımda “Güney Azerbaycan hürriyetine kavuşmasın” diye en çok çırpınanlardan biri Mehmet Haberal ise, ikincisi Devlet Bohçalı…

Türkiye’de, Kıbrıs’ta, Yunanistan’da, İran’da, Irak’ta, Ermenistan’da, Gürcistan’da, Rusya’da her türlü kara para işlerinin içinde olanlardan biri de Devlet Bohçalı… Emrindeki çeteleri de bu işlerde kullanıyor.

Adnan Oktar organize suç, terör ve ihanet örgütüyle de paslaşıyor, FETÖ ile de paslaşıyor ve o saydığım ve daha saymadığım kara paracı devletler ile de paslaşıyor.

Onların Türkiye’deki sözde elçileri ve konsolosları da Türkiye’ye yapılan bu ihanetlerin, kötülüklerin ve her türlü kara para işlerinin hepsinin içindeler.

Bu ülkede, en az beş bin şehidin gerçek katili Devlet Bohçalı…

APO denilen ve dünyadan habersiz, gözünün önünü görmez, elifi görse mertek zan edecek bir maşa teröristi astırmayan da Devlet Bohçalı…

Vakti zamanında MHPKK’nin adını ve üç hilalli bayrağını değiştirmek isteyen de Bohçalı…

Muhsin Yazıcıoğlu’nu öldürten de Devlet Bohçalı…

Saymakla bitmez pisliğin başında hep Devlet Bohçalı var.

Meral Akşener ile de danışıklı dövüşüyorlar, arka plandan her türlü kara para işlerini, organ kaçakçılığına kadar beraber yapıyorlar.

Tayyip Erdoğan denilen kişi, en başından beri Bohçalı’nın emir erlerinden biri…

Bunca zamandır, birbirlerine sayıp sövmedikleri kelime kalmadı, kameralar önünde danışıklı dövüşüp durdular, sonra her türlü ihaneti, peşkeşi, vurgunu, soygunu, talanı, cinayeti, terör saldırılarını, işgali, katliamı beraber yaptılar, yaptırdılar.

O sözde açılım süreci, o ihanet süreci bile Bohçalı’nın emirleri ile yapıldı. Kuzey Irak’ta sözde Kürdistan’ı kuran, bunun için Türkiye’nin her kurumunu ve imkanını seferber eden de Bohçalı…

Suriye de sömürgecilerin eline tamamen düşsün diye, BOP gerçekleşsin diye, orada hiçbir şey yokken, Suriye sınırlarımızdaki mayınları temizleten de Bohçalı…

Şu anda 15 milyon sözde mülteci bedavacıya bakmamızın sebebi de Bohçalı…

Bir ödemek yerine 15 misli elektrik, su, doğalgaz faturaları ödememizin sebebi de Bohçalı… Bu fahiş ödemeleri İngiltere’ye ve diğer ülkelere gönderen de Bohçalı…

Son birkaç günde ve şu anlarda, milli servetimiz olan askeri araçlarımızı ve mühimmatımızı gizlice ve sinsice Ukrayna’ya gönderen de Bohçalı…

Batı/Nato ve İsrail tarafı istedi diye, Türkiye’de acayip bir Ukrayna yanlısı kamuoyu oluşturan da Bohçalı… Sözde Türk basın ve medyası da büyük oranda Bohçalı’nın emrine verilmiş vaziyette…

Seneler önce “Ordumuzun silah ve mühimmatı çalınıyor” dediğimde, onları çaldırtan, Suriye’de ya da Libya’da kontrolünde olan terör örgütlerine gönderen de Bohçalıydı.

Libya’ya servet değerinde askeri araç ve mühimmatımızı gönderen de oydu, hala o… Suç üstü yapıp, ordumuzun araçlarının ve silahlarının Libya’ya kaçırıldığında dair videoyu paylaştım diye, benim devletimin bütün gücünü, yetmeyip Merkel’in, ABD’nin, Fransa’nın, İngiltere’nin, İsrail’in ve bu işlerin içindeki diğer devletlerin gücünü seferberlik halinde üzerime yıkmaya kalkan da Bohçalıydı. Bu kısımda da Soysuz’u yoğun şekilde kullandı. Muhatap olmak zorunda kaldığım hiçbir devlet kurumu hukuk tanımadı. Onlarca kişi şahit olduğu halde, verdiğim suç duyurusu ve savunma dilekçelerini yok ettiren de Bohçalıydı. Hiçbir şartta hakkımdan gelemeyince, bana deli raporu yamamaya kalkan ve bunu da eline ayağına dolaştıran da Bohçalıydı. Bu kısımda da maşa olarak en çok Soysuz’u kullandı.

Libya’da ve Somali’de bile ordumuzu adice kullanarak insan, organ, uyuşturucu kaçakçılığı yapan da Devlet Bohçalı… Hala ordumuz kullanılarak Suriye’de, Libya’da, Somali’de ve daha başka yerlede insanlar öldürülüyor, organları çalınıyor. Ayrıca petrol, mazot, silah, uyuşturucu, kadın, genç kız, çocuk, bebek kaçırılıyor. Bohçalı, bu kısımlarda NATO ve ABD üsleriyle de paslaşıyor.

İstanbul’un karşısında titriyorlar.

Bohçalı denilen o piç kurusu, o gölgesinden bile korkan melun, kaç masum insanın kanına girdiğini sayamamıştır ve sayamaz. Çıkmışlar, iyice suç üstü oldukları şu anda “Üç hilali yargılatmayacağız” diyorlar. Yani “Bizi yargılayamazsınız, biz hukuktan, devletten, milletten üstünüz. Vurduk, Sinan Ateş’i de vurduk. Kapatacaksınız bu meseleyi. Biz efendiyiz, siz milletçe bir hiçsiniz. Ne dersek, nasıl sevk edersek onu yapacaksınız” diyorlar.

Yaşarken leş olmuş o vücudunun her bir kısmı başka bir devlete çalışan o Semih Yalçın ise, daha ileri gidip milleti, devlet yetkililerini en ağır şekilde tehdit ediyor.

Öyle ise milletçe tokatımızı bu insan şeytanları güruhuna vurmak, bunca zarar ziyan ve ölümü durdurmak ve devletimizi hürriyetine kavuşturmak gerekiyor.

Öyle ise sloganımız belli “Ordu millet el ele, gerçekten hür Türkiye”

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Gelsinler


Hepsi batmadı, bazıları bana inandılar, güvendiler, sermayelerini çektiler, korumaya aldılar. Kendilerine de büyük iyilik yapmış oldular.

Bana inanan, güvenen hiçkimseyi ortada bırakmayacağım. Şimdilik Türkiye’ye değil, Suriye’ye gelsinler. Türkiye’de patırtılı, gürültülü bir süreç yaşanacak ve temizlilk yapılacak.

Sonra Suriye ve Türkiye, tek devletmiş gibi hareket edebilen iki hür devlet olarak yollarına devam edecekler. Sonra bu işletmeler, İran, Azerbaycan, Gürcistan, Rusyadan dağılacak cumhuriyetler, Kırım, Bulgaristan ve Yunanistan’da da rahatça imalat ve satış yapabilecekler. Buralardan bütün dünyaya ihracat da yapabilecekler.

Deniz limanları, hava limanları, demir yolu hatları, Türkiye’nin harika konumu, hep bu işletmelerin faydasına göre düzenlenecek.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Lüzumsuz paslaşmalar


Şu gibi toplantılara katılan taraflar da sık sık telefonları üzerinden Akademi Dergisi’ne bakıyorlar, ne yazılmış diye…

Anında haberdar olmak istiyorlar, Türkiye’ye, bölgeye ve dünya geneline dair yazdıklarımdan, bütün gelişmelerden… Aksi halde çok tedirgin oluyorlar. Kendilerini konuların dışında kalmış, gelişmeleri yakalayamamış olarak görüyorlar.

Ya da böyle kişilerin yardımcıları anında haberdar oluyorlar paylaşımlarımdan ve gerektiğinde hemen araya girerek haberi uçuruyorlar ilgili kişilere…

Gürcistan’ın, hain Ankara hükumetiyle ve İngiliz maşası gizli Ermeni Hulusi Akar’la lüzumsuz paslaşmalar içine girmeyeceğini ümit ediyorum.

Ben Gürcistan ile hakikaten iyi, sorunsuz ilişkiler kurmak istiyorum. Dinleri, dilleri, kültürleri meselem bile değil. Farklılıklarımıza rağmen onları da devasa projelerin, çok iyi maddi ve manevi şartların içinde görmek istiyorum.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi