Uzlete çekiliyormuş da bilmem ne yapıyormuş. Bıraksın o yalanları, çarpılmaktan kızarmış piliç gibi oldu da cinlerin arasına çıkamıyor.
Şu olacak, bu olacak dediklerini yapamadı, planları ayaklarına dolandı da ondan da cinlerin arasına çıkamıyor. Yine trilyonla cini üzerimize salarak cehenneme gönderdi, kendi de rezil ve sefil halde meydanda kaldı.
Bir bu kadarını daha hemen şimdi gönderebiliriz. Kaçanlar etek giysinler.
Dünyanın her yerinden metafizikçiler, İstanbul’un İblis’e ve cinlerden olan çetelerine neler yaptığını zaten gördüler.
İblis benim ölmeyeceğimi biliyor. Çekirdek kadromdan olanların hiçbirinin ölmeyeceğini de biliyor ve yine hepinizi kafalıyor.
Ahmaklığınıza doymayın. Kaç senedir size bunu dedim, hala diyorum. Güya seneler önce de kaç kere ölüyordum, ölecektim.
Bırakın bu boş hayalleri… Melhame-i kübra tam olarak patlak verdiğinde ben de çekirdek kadrom da bu harbi sevk ve idare edeceğiz. Onlarca ülkenin ordularını cehenneme topluca göndereceğiz. İblis bunları da biliyor. Kaderi değiştiremeyeceğini de biliyor.
Bundan böyle, öldürmeyen darbe, devleştirir…
Azerbaycan ile Ermenistan arasında ya da Azerbaycan ile İran arasında askeri çatışmalar ya da kapsamlı bir harp yaşanması halinde, çatışmaların tarafı olmayacağız. Azerbaycan’dan yana da olmayacağız. Hiçbir destek de vermeyeceğiz. Hatta Azerbaycan’ın kaybetmesi için, yerinde ve zamanında bazı müdahaleler yapacağız.
Çünkü o çatışmalar çıkarsa, danışıklı dövüş olacak. Gerçek olmayacak. Kara para için, insan ve organ kaçırmak için yapılacak. İstanbul’un yani Türk dünyasının planlarını bozmak için yapılacak. İsrail’den farkı kalmamamış olan kara paracı ve kalleş Azerbaycan, kendine yakışanı bir kez daha yapmış olacak.
Bizim için Azerbaycan diye bir ülke de yok ve ilk fırsatta ayaklarımızın altında ezeceğiz. Aralarında bir avuç gerçek Türk ve müslüman var, sadece onların zarar görmemesi için hassasiyet sergileyeceğiz.
Sodom ve Gomore’ye fark takmış haldeler, lafa gelince Türküz, müslümanız diyorlar.
Oturup planlar yaptılar ve hala yapıyorlar. Hedefleri, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerine de tam manasıyla hakim olmak, açıkça idareleri altına almak.
Ayrıca Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Güney Azerbaycan, Irak ve Suriye’yi de dahil ederek bütün bölgede hakim olmak. İlan ettiğim projeleri kendileri yapmak, bu bölgeyi kendi kontrollerinde dünyanın yeni merkezi yapmak peşindeler. Belde-i Tayyibe’yi de güya kendileri tesis edecekler. Bana mani olmak, yolumu kesmek, kendileri önden gitmek istiyorlar. Zaten Şeytan’a tapınan kuralsızlar, şeytanlaşmış tipler ve hiç umursamadan bu bölgede nüfusu büyük oranda kırmaya başladılar. Siyasi/demografik dengeleri değiştirmek de istiyorlar.
Şimdiden sonra da bölgeye elektromanyetik saldırı teknikleriyle saldırmaya devam edecekler. Temiz su kaynaklarını da bu nedenle hızla, bilimsel izahı yapılamayacak tarzda kurutuyorlar. Uygun saha şartlarını bulabilselerdi, bulaşıcı hastalıkları çoktan yaymışlardı. İlk fırsatta da yayacaklar.
Barajları ve elektrik santrallerini de hedef alacaklar. Ziraatı da ayrıca darbeleyecekler. Bu maksatla, Türkiye’nin devlet gücünün en baştan beri geri tutulmasını, kullanılmamasını sağlamaya çabalıyorlar. Hiçbir şeye gücü yetmeyecek, sürekli dış desteğe mecbur kalmış bir Türkiye görüntüsü oluşturmak istediler. Onca devlet ve ordusu buna baştan hazırlanmıştı ve ben deprem sonrasında buna izin vermeyince, onların istedikleri şartların oluşmasına izin vermeyince, kendini durduramayan, şartları hemen okuyamayan, değerlendiremeyen ve ezber yaptığı şekilde adımlar atan devletler, ordular oldu. Kendilerini suç üstü yaptılar. İspanya bunların başında geliyor.
Bütün bu bölgede kimler varsa, kırıp geçmekten hiç çekinmeyecekler. Türk, Yahudi, Ermeni, Süryani, Ezidi, Gürcü, müslim ya da gayr-i müslim, sünni ya da şii, şucu ya da bucu diye ayırt etmiyorlar, etmeyecekler. Buraları adeta bedavaya, mümkün olursa hiç satın alma yapmadan kendi kontrollerine almak istiyorlar. Onların şirketlerinden biri olan Alarko’nun ziraat işine gireceğini açıklaması ve benim buna karşı hamleler yapmam bile, bu konularla ve bu mücadeleyle bağlantılı. Çok sayıda hükumetin, bana inat şekilde Esed ile son süreçte görüşmeler yapmaları da bu planlarla bağlantılı. Bu planın içinde dünyadaki onlarca farklı devlet/hükumet ve bunların orduları ile gizli servisleri de var.
Bölgedeki yer altı zenginliklerine, en çok da Karun’un hazinelerine ve Göbekli Tepe ile Fırat havzası civarındaki değerli hazinelerle, madenlere ulaşmak istiyorlar. Devamında bütün bölgede madencilik ve definecilik yapmak peşindeler. Bunları çıkartma faaliyetlerini, hep olduğundan farklı gösterecekleri büyük projeler kapsamında sinsice yapmak istiyorlar.
Şu anlarda, hususiyle Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde yer altındaki devasa tabii gaz kaynaklarını patlatmaktan da çekinmeyecekler. Onları patlatmaları için bölgeye bombalar yerleştirmeleri bile gerekmiyor. Onlar çok ilkel teknolojiler artık… Enerji, frekans, manyetik alan silahları kullanılıyor bu işlerde ve arka planda onları besleyen, enerji sağlayan çok sayıda nüve/nükleer enerji santralleri var.
Bölgedeki rafinerileri, nükleer santralleri de patlatmaktan çekinmeyecekler. Ermenistan’ın o hurdaya çıkmış nükleer santrali hakkında geçmiş yıllarda da ikazlar yapmıştım ve orayı patlatmaktan da çekinmeyecekler. İran’da patlatmaya müsait çok sayıda yeri belki de en baştan patlatacaklar.
Planlar büyük, kasıtlar büyük, düşmanlar çok ama tek büyük sıkıntımız var: Türkiye’nin resmi idaresi, onlara çalışan hainlerin elinde…
Muhalefet de iktidar da on binle gizli Ermeni, gizli Yahudi, gizli mason bürokrat da onlara çalışıyor. Ordumuzun genel kurmay kademesi de onlara çalışıyor.
An itibariyle Ankara ve yakın çevresinin altını oyuyorlar. Yerin altında büyük çaplı düzenlemeler yapılıyor. Bazı yerler oyuluyor, bazı yerler kırılıyor, bazı yerlere gazlar ve sular dolduruluyor.
Köstebek araçlar yani daha önce bahsettiğim ve yer altında hızlıca hareket edebilen, nüve/nükleer teknolojili araçlar kullanılıyor.
Lavrov, kısa süre önce, Azerbaycanla birlikte mega projelere gireceklerini açıklamıştı ama bunun detayları mevzu edilmemişti. Büyük çapta petrol ve gaz işlerine gireceklerini değerlendirenler olmuştu.
Türkiye’nin acımasız saldırılara uğradığı zamanda sözde Türk ülkesi olan Azerbaycan’ın Rusya ile bu denli yakın olmasına ve ortak hamleler yapmasına, ilginçtir ki kimse de tepki vermemişti.
Baştan beri açıkça yazmıştım ki Rusya ile Azerbaycan arasında ciddi sorunlar yok. Ukrayna meselesinde bile danışıklı dövüşmektelerdi hala o vaziyetteler. Yine yıllardır dikkat çekmiştim, Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye zararlar vermek isteyeceklerine…
Şimdi o süreç yaşanıyor. Ankebut Ağı, Türklükle ve müslümanlıkla neredeyse hiç alakası/bağı kalmamış olan ve Türk/İslam düşmanları tarafından idare edilmekte olan Azerbaycan’ı, Türkiye’ye ve Türk dünyasına karşı bir kart olarak kullanıyor. Son suni deprem saldırılarında Azerbaycan’ın toprakları ve o topraklara gizlice yerleştirilmiş olan bazı teçhizat da kullanıldı.
O mega proje denilen şey, az yukarıda yazdığım devasa planlardan başka bir şey değil. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi ve devamında saydığım ülkelerin topraklarını kapsayacak şekilde devasa bir temiz su, temiz enerji, ziraat, hayvancılık, inşaat, madencilik, denizcilik/balıkçılık, her türlü imalat ve nakliyat işlerine girişecekler. Yapmak istediğim gibi, Kara denizi Hazar denizine bağlayacaklar. Her yerde tuzlu su kanalları açacaklar. Fırat’ı kurutup yatağını genişletecekler ve derinleştirecekler. Basra’ya kadar geniş ve derin bir tuzlu su kanalı da açacaklar.
Çin de bu devasa projenin finansörlerinden biri… Hindistan da bu çok kanlı ve çok vahşi projenin tam içinde… Batı tarafı karşı duruyor zan etmeyin, onlar da beraberler ve bu planın içindeler.
Baştan beri ifade ettiğim gibi, bu suni deprem saldırılarında en çok da ABD, Rusya ve Çin’in elindeki elektromanyetik saldırı sistemlerini kullandılar.
O ülkeden sayılmaz Ermenistan’ın, tiplerine bakılmaz, serseri görüntülü sözde yetkililerini afet bölgesine getirip boy gösterdiler, bu bile bu proje kapsamında verdikleri bir mesajdı…
Plan büyük, çok büyük ve vakit dar.
Şimdi ben böyle açık açık yazıyorum diye, son iki buçuk senedir olduğu gibi, bu defa da tehir olur, uzar, bozulur, iptal olur diye kimse kendini kandırmasın. Buradan dönüş yok. Bu mücadele verilecek. Vatan, millet, devlet muhafaza edilecek. Onlar, bekleyemeyecek şartlar içindeler. Hepsi de aslında iflas etmiş haldeler ve son kartlarını oynamaktalar.
Türkiye’de volkanik dağların peş peşe patlaması ihtimaline karşı da hazırlıklar, planlamalar yapılmalı. En başta da halk bilgilendirilmeli. Aniden bir volkanik patlama yaşanırsa, ilk anından itabaren safha safha neler yapması gerektiğini, halk bilmeli. Bunları öğretmek de devletin vazifesi…
Bursa için en büyük tehlikelerden biri de volkanik patlama tehlikesi…
Manisa, Uşak, Afyon hattında çok şiddetli volkanik patlamaların yaşanması ihtimali var. Bu patlamalar önce çok şiddetli depremlere ve devamında yoğun kül/duman ile lav çıkışına sebep olabilir. Bu ihtimal yüksek, çok yüksek bir ihtimal. Öncelikle Uşak’ta, sonra Afyon’da böyle afetler yaşanbilir. Manisa ise risk sıralamasında üçüncü sırada…
Bunlar da malum ülkelerin, orduların, gizli servislerin planları arasında…
Ege bölgemizde yerin altında, farklı farklı noktalarda/konumlarda, çok büyük su kütleleri var. Çok büyük alana yayılmış olan bu su kütlelerinin altında ise uzaylı şehirleri var.
Ege bölgemiz sonradan volkanik patlamalar ile oluşmuş bir bölge ve onbinlerce senedir dünyalılar da uzaylılar da bu bögede yerin altına ve üstüne suni müdahaleler yaptılar. Çok büyük ihtimalle, bölgenin bu hale gelmesi için, geçmişte kontrollü şekilde volkanik patlamalara da sebep olundu.
Günümüzde Ege denizine olan sınırlarımızın bile suni sınırlar olduğunu, insan eli ve çok yüksek teknoloji ile yapılan müdahaleler sonrasında oluşmuş sınırlar olduğunu, daha önce de yazmıştım.
Hususiyle Manisa’nın altında çok büyük su kütlesi var ve bu hususa aslında ahir zamana ve hz Mehdi’ye dair hadislerde (herkesin anlayabileceği açıklıkta olmasa da) temas edilmiş.
Benzeri sarsıcı gerçekler Muğla ve Mersin için de var. Oralarda da çok suni müdahaleler ve yoğun yer altı sistemleri var.
Ülkemizin altındaki çok sayıda yer altı şehirlerinde, fiziki görünüşleri birbirinden farklı olan çok sayıda uzaylı insan türleri yaşıyor. Ye’cüc ve Me’cüc bunlardan sadece ikisi, onların haricinde dünyada onlarca başka uzaylı insan türü var.
Bu uzaylı insan türlerinden bazıları, sadece bir ya da bir buçuk karışımız kadar küçükler. Bazılarının sanki doğuştan kalkanlı vücutları var. Bazıları yeşil, bazıları gri, bazıları sarı, bazıları kahverengi, bazıları mavi derilere sahipler.
Kafa ve vücut oranları hep değişik değişik. Bazıları hem suda hem de karada rahatça nefes alabiliyorlar. Bazılarının sırtlarında doğuştan kanatları var ve karada yürümenin haricinde, sorunsuzca havada uçabiliyorlar.
İblis, bunların hepsine ayrı ayrı oyunlar, tuzaklar kurmuş vaziyette… Bunların neredeyse tamamını satanistleştirip o asıl Deccal’a yani uzaylı Deccal’a bağlamış vaziyette…
Bu türler arasından çoğu, yeryüzüne çıkarlarsa hemen öleceklerine, hemen lanetleneceklerine inandırılmış haldeler. Dünya insanlarına büyük bir düşmanlık halinde yetiştirilip yaşatılıyorlar.
Ahir zamanda, hz Mehdi, Deccal ile İblis’in ortak sistemini, onların dünya düzenini yıktıktan sonra, yeni bir dünya düzeni tesis edecek ve o uzaylı türlerden hala hayatta kalabilmiş olanlarını da hz. Mehdi idare edecek. Altı ile üstü ile dünya tek devlet olacak. Geçmişte dünyayı tek devlet halinde idare eden dört hükümdardan sonra, beşinci hükümdar da hz Mehdi olacak.
Her an sahaya inebilirim, herkes her şeye hazırlıklı olsun. Bütün dünyaya çok kesin, çok net bir bilgiyi ilan ediyorum: Rusya iflas etti ve ona düşman görünen ülkeler bile bu gerçeği insanlıktan gizlemeye çabalıyorlar. Son süreçte yaşanan pek çok siyasi gelişme, danışıklı dövüşten ibaret…
Rusya bu iflası yaşamasın diye, Maraş merkezli suni deprem saldırıları da yapıldı. Çok şeyler de denendi ama hiçbiri işe yaramadı.
Yine herkes bilmeli ki Rusya Federasyonunun devlet sistemi düzgün işlemez vaziyette. Yaşanmakta olan çok sarsıcı gelişmeler dünya basınına açıkça yansımıyor.
Balkondan düşenler, müstehcen görüntüleri paylaşılanlar ve benzeri gelişmeler, devede kulak sayılacak hadiseler. Şu anda Rusya’nın içi kaynıyor ve doğru düzgün işler vaziyette bir Rusya yok.
Bir süre önce yazdığım gibi Rusya, gerçek bir harpte kendini bile savunamayacak vaziyette…
Buna rağmen, o Rusya’ya sözde/görünürde düşman olan ülkeler, Rusya’nın değil, Türkiye’nin üzerine oynadılar. Rusya’ya değil, Türkiye’ye son darbeleri vurmaya kalktılar. Aslında İstanbul’u/Mfs’yi durdumaya çabaladılar. Bunda da başarısız oldular ve günlerdir büyük siyasi, mali, askeri krizlerdeler.
“UFO’ya bak UFO’ya” oyunları bile gündemi meşgul edebilmek için oynandı.
Rusya-Ukrayna danışıklı dövüşü kapsamında bölgede konuşlandırılan askeri unsurların çoğu aslında Türkiye’ye karşı bölgede toplanıyorlar.
Rusya Federasyonunun parçalanmasına mani olamazlarsa, Türkiye’nin bir anda nasıl bir siyasi, askeri ve mali güce ulaşabileceğini çok iyi biliyorlar. Kabus gibi bu korkunun içindeler ve bundan çıkamıyorlar.
Bu nedenle, bir avuç azınlık hariç, geriye kalanlarının Türklükle ve Müslümanlıkla zerre kadar bağı kalmamış olan Azerbaycan’ı da maşa olarak kullanıyorlar. Dünya basınına yansıyan hadiselerin, görüşmelerin, açıklamaların hepsinin gerçek olan ve insanlıktan gizlenen arka planları var.
Bütün dünyanın gözleri önüne açıkça serdim ki ABD değil sadece, yanına onlarca ülke de gelse, Türkiye’yi işgal edebilecek ordulara, donanmalara, mali güce, eğitime, tecrübeye, mühimmata, benzine, cesarete sahip değiller.
Sadece elektromanyetik silahlar, uzun menzilli füzeler, nükleer bombalar kullanarak varlık gösterebilirler. Bir de savaş uçakları ile kısmi hava bombardımanları yapabilirler. Başka hiçbir hünerleri yok.
Ellerindeki en tesirli kart ise, sayıları on binleri bulan ve Türkiye’de her etkili/yetkili yere getirilmiş olan gizli Ermeni, gizli Yahudi, mason hainler…
Türkiye için asıl tehdit bunlar ve bunların oyundan düşürülmesinin hemen sonrasında somut şekilde dünya lideri olacak bir Türkiye var.
Tarafların bu kadar korkmasının ve saldırgan olmasının arka planında bu gerçekler var
Seçim falan olmayacaktı, yine olmayacak. Türkiye genelinde OHAL şartlarına herkes hazır olsun. Bu OHAL’i AKPKK ya da başka bir sözde siyasi parti ilan etmeyecek ve yönetmeyecek. Herkes hazır olsun ve ayağa kalksın. Üzerine ne düştüğüne, neler yapabileceğine baksın.
Ne beni yok edebildiler, ne Türkiye’yi… Şimdi hamle sırası bizde ve hamle için doğru zamana da geldik.
“Açık alan toplantıları ile gösteri yürüyüşleri, oturma eylemi ve miting gibi etkinlikler”, yetkililer tarafından keyfi şekilde engellenemez.
Vatana ihanetleri, kanun tanımaz oldukları, sürekli halkı tehdit ettikleri, mafya babacıkları ile halkı korkutmaya çabaladıkları açıkça gözler önünde olan… Yüz binlerce kişinin kasten ölüme terk edilmesi sonrasında “gerçek” tek bir soruşturma bile başlatmayan… Askerimizi sahaya indirmemenin ardından birbirini yalanlayan onlarca açıklama yapan… Birinin bile hala istifa etmediği de görülen şu seçilmişlerin ya da atanmışların emirlerine uymak mecburiyeti yoktur. Hukukta, kanunda böyle bir zorunluluk yok.
Bu türlü emirlerin tamamı hükümsüzdür, bağlayıcı değildir.
Türkiye an itibari ile bir kanun devleti değildir. Orman kanunlarını hakim kılmaya çabalayan ve buna açıkça ve defalarca teşebbüs eden hainlerin “resmi” idaresi altındadır.
Türk milleti olarak bu ihanetleri, cinayetleri, katliamları bir an evvet durdurmak bir tercih hakkı değil, milli bir vazifedir. Söz konusu kişilerin söz konusu hükümsüz emirlerine itaat etmek vatana ihanet etmektir.
Maraş merkezli suni deprem saldırıları sonrasında afet bölgesine dönüşen o bölgenin yükünü vatandaşlarımız daha fazla taşımak zorunda değildir.
Bu güne kadar hukuksuzca, zorla toplanan deprem vergilerine ne oldu? Kim/ler çaldıysa derhal geri getirsin, hemen devletin ve milletin menfaatine olacak şekilde kullanılsın ya da bu tarihi çapta kanunsuzluğun ve hırsızlığın hesabı, ilgili herkesten sorulsun.
Türkiye hukuk devleti ise, bu yapılır. Hukuk devleti değilse, ilgili kişiler ayaklar altına alınır.
Suni deprem saldırıları sonrasında toplanan yardım paraları nerede? Ne zaman bölgeye “gerçekten” kullanılacak?
Kızılay’ın yetkililerinin depremden iki üç gün sonra fahişelerin mekanlarında eğlendikleri meydana çıktı, kim gereğini yapacak? Kimin paralarıyla eğleniyorlardı?
Kızılay’ın, zaten milletin yardımları ile ürettiği çadırları, bir de milletin yardımları ile satın alan AHBAP’a sattığı açıkça gözler önünde, kim, hangi kurum ve yetkililer müdahale edecek? Türkiye hukuk devleti ise müdahale edilir, değilse müdahale etmeyen yetkililer de ayaklar altına alınır.
Nerede o gizli Ermeni ve büyükbaş vatan haini Binali Yıldırım? Nerede ailesi, akrabaları? Kimseyle helalleşilmeyecek, ilgili herkese hesap sorulacak. Küstahlaşıp devlet gücünü milletin aleyhine çevirmeye kalkan her kim ise ayaklar altına alınacak.
Madem o çadırlar vardı, o imkan eldeydi, günler boyunca afet bölgesinde on binlerce insanın battaniyeye sarılarak o kış şartlardında sokaklarda yatmasına neden izin verildi? Kimin izni beklendi? Düşmanın işgal valisi olsa memleketin başında, bu kadar rahat hareket edebilir miydi bu ülkede?
Madem ki o çadırlar vardı, madem ki onca tıbbi imkan da sağlık çalışanları da vardı, neden ille de o yabancı ülkelerin Türkiye’ye gelmeleri için hamleler yapıldı?
Hala Türkiye’nin elinde çok sayıda sahra hastahanesi, yeterli tıbbi malzemeler, yeterli sağlık çalışanları var ve neden afet bölgesinde hala o yabancı unsurlar var?
Sahra hastahanesi kuran onlarca ülkenin ve NATO teşkilatının insan, organ hasadı yapmasına neden izin veriliyor?
O sözde sahra hastahanelerinin etrafında durarak cep telefonları ile görüntü alanlar neden engelleniyor? Bizim askerimiz ve polisimiz, vatandaşın çektiği görüntüleri cep telefonlarından neden sildiriyor?
İngiltere’den, ABD’den, İsrail’den talimat alan AKPKK-MHPKK organize suç, terör ve ihanet örgütü, işine geldiği anda, lazım olan her yerde askeri de polisi de fazlasıyla hazır ediyor.
İşine gelen yerde iş makinelerini de yakıtlarını da kamyonları da personelleri de hazır ediyor. Tıkır tıkır işletiyor sistemi… İşine gelince her şeyi alasıyla organize ediyor da neden gerçek yardımları, neden gerçek milli güvenlik tedbirlerini organize etmiyor?
Neden bu kadar açık ihanetlere ve kasıtlara rağmen birileri basında, medyada ve sosyal medyada hala “ihmal, liyakatsızlık” diyor?
İhmaller ve liyakatsizlik ikinci planda, aleni şekilde ihanet var, kasıt var, katliam var, kim bunu görüp de milleti oyalayabilir? Bunu yapmak basın ve medya özgürlüğü müdür, bunca vahim insanlık suçlarına bile suç ortağı olmak mıdır? Herkes titreyip kendine gelsin. Şu anlarda yaptığı icraatlarla, bulunduğu safla, herkes kendi sonunu belirliyor.
Ne kadar rest çekersem çekeyim, ayağa kalkabilecek bir dünya yok. Üzerimize gelebilecek bir dünya yok. Hepsinin hali Türkiye’den bin beter…
Sağcı, solcu, şucu, bucu diye ayırt etmeyeceğim. Dik duran, hesap soran, hak arayan, hukuk isteyen, ihanete isyan eden herkesi, her grubu/kesimi destekleyeceğim. Gerekiyorsa silahlı unsurlarımla destekleyeceğim.
Hiç kimse tereddüt etmesin, başka Türkiye yok…
Rusya, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Suriye, Irak, birlikte hareket ediyorlar. AKPKK de MHPKK de CHPKK de HDPKK de Muharrem de Ümit de onlarla bereber hareket ediyorlar.
O sözde siyasi partiler ve liderler, bir yandan NATO ile AB ile ABD ile ve İsrail ile de beraber hareket ediyorlar.
Afrika kıtasındaki ilgili taraflar, gruplar da tetikte olsunlar. Ankebut Ağı Türkiye’de açıkça devrildikten hemen sonra Afrika kıtası da hürriyetine koşacak. Ankebut Ağı ülkelerinin hepsi kendi dertlerine düşmüş olacaklar ve Afrika’ya müdahale edemeyecekler.
İngiltere de her an iflas edebilir. ABD’den bile önce tam bir iflas haline girebilir.
Çok güzel, çok hayırlı şeyler olacak. Korkaklar ölecek, cesurlar muzaffer olacak. Sürü belasını bulacak, millet kurtulacak.
The Economist’e, yanına tarihi vesikalar ve türlü deliller koya koya, bir kamyon dolusu laf anlatmak lazım ama zaten biliyorlar anlatacaklarımızı ve bilerek yapıyorlar bu alçakça davranışlarını…
Türkiye, daha Osmanlı sisteminin/rejiminin son zamanlarında iken bile, gizli Ermeni ve Yahudi hainler tarafından diktatörlük ayarına geçirilmişti. Ülkeyi görünürdeki padişahlar değil, söz konusu hainler diktatörlükle, keyfilikle ve acımasızlıkla idare eder olmuştu. Uygulamalar tam bir diktatörlük uygulamaları idi.
Bu hainler, Osmanlı sistemini yıkarak güya cumhuriyet rejimini kurdular, Londra’nın talimatları gereği… Girilen son harplerde askerlerimizi düşmanlarımıza kırdırarak ve özetle anlatması bile aylarca sürecek ihanetleri organize şekilde yaparak… Bu sırada beyin takımından olan Türklere su-i kastlar da yaparak… Sözde cumhuriyet rejimi, Osmanlının son devrindeki diktatörlükten çok ama çok çok daha yüksek/şiddetli bir diktatörlükle tesis edildi. Daha tesis edilme ve ilan edilme kısmında bile saymakla bitmez diktatörce uygulama var.
Hususiyle ilk 15 yıl içinde, Sabetaycı gizli Yahudi Adıtürk piyonu üzerinden sergilenen İngiliz diktatörlüğü, dünyada nadir görülmüş seviyedeydi. Sonrasında gizli Ermeni İsmet İnönü üzerinden sergilenen/uygulanan diktatörlük de öncekinin çok altında değildi.
İsmet’ten sonra da sözde cumhuriyet rejimi uygulamada olan Türkiye, hiçbir zaman diktatörlükten kurtulamadı. Çünkü Türkiye, hiçbir zaman Londra piyonu gizli Ermeni ve Yahudi hainlerden kurtulamadı. Hep danışıklı ya da yarı danışıklı mücadeleler neticesinde, biri yıkılsa da diktatörün diğeri iktidar oldu. Sık sık da kripto kimlikli ve diktatör TSK subayları da askeri müdahaleler yaptılar.
Türkiye’nin gerçekten cumhuriyet ya da demokratik cumhuriyet rejimi ile idare edildiği bir gün değil, bir saat bile yok…
Diktatör Tayyip’e de dense dense “son diktatör” denilebilir. Hem şu ana kadar gelmiş diktatörlerin an itibariyle sonuncusu olduğu için “son diktatör” denilebilir… Hem de artık Londra’ya çalışan hain siyasetçilerin danışıklı dövüşlü ihanet ve sömürge sistemleri ifşa olup çöktüğü ve cumhuriyet dedikleri ihanet ve diktatörlük rejimi çöktüğü için de “son diktatör” denilebilir.
Bütün bunları ve çok daha fazlasını, emin olabilirsiniz ki The Economist’tekiler de biliyorlar.
Mesela kılık kıyafet kanunu, cumhuriyet ve demokrasiye uygun bir uygulama mıdır, yoksa diktatörlüklerde görülecek bir uygulama mıdır?
Mesela, baş şehrin Ankara olmasını kime sordular? Bunu halk mı istedi? Halk buna razı mıydı? Cumhurun tercihi miydi bu? Değilse kimin tercihiydi?
Alfabenin değiştirilmesini ve üstelik yıkıcı seviyede bir hızla, doğru düzgün bir geçiş süreci bile olmadan değiştirilmesi, cumhurun tercihi miydi?
Böyle bir uygulama cumhuriyet rejimlerinde mi diktatörlüklerde mi görülür?
Mesela Agop Martayan Dilaçar, Türk milletine hizmet etme sevdasında bir Ermeni miydi?
Yoksa sözde cumhuriyet rejimi kuran, aslında Londra adına bir vesayet diktatörlüğü kuran gizli Ermeni ve Yahudi hainlerin, diktatörlerin emrinde miydi?
Dilaçar’ın ne olduğu baştan belliydi ve Osmanlı idam etmek istemişti Dilaçar hainini… Onu cumhuriyet, hürriyet, demokrasi, eşitlik naraları ile ipten alanlar bile daha sonra sözde cumhuriyet rejimi kuran hainlerin, diktatörlerin adamlarıydı…
Paranın para olduğu zamanlarda, görünürde 175 milyon doları, gerçekte kim bilir ne kadar doları, babasının hayrına mı veriyordu Rockefeller ailesi?
Bu aile gerçek cumhuriyetçileri mi desteklemiş tarihi boyunca, yoksa hainleri ve diktatörleri maşa olarak mı kullanmış dünyanın türlü yerlerinde?
Bunlar gerçekten yardım, destek midir, yoksa göstere göstere din, devlet ve hürriyet işlerine müdahale midir?
Böyle müdahalelere açık hatta bu müdahaleleri faydalı bir iş gibi gösteren bir cumhuriyet rejimi olabilir mi?
O halde sözde cumhuriyeti ve lanetli Kemalizm rejimini, Rockefeller ailesi mi kurmuş?
Rockefeller ailesi mensupları satanist Yahudi ve mason kişiler değil mi? İblis’e tapan kişiler değil mi? Bu güne kadar yaptıkları işler/pislikler hep gözler önünde değil mi?
Ermenistan denilen suni devletin mensuplarının kendisiyle gurur duyduğu gizli Ermeni İsmet İnönü, o büyük diktatör İsmet İnönün, hayatta olsaydı da sorsaydık binlerce kazık soruyu o haine…
Sorsaydık diktatörce tarzdaki binlerce eylem ve söyleminin hesabını…
Türklüğe ve müslümanlığa dair her ne şey varsa tamamını en kısa sürede ve diktatörce ve vahşice uygulamarla yok etmek istediler…
Sonra yeni ve hain rejimde her şeyi Yahudilere, Hristiyanlara göre ayarladılar. Daha doğrusu, onun da arka planında aslında satanizme göre ayarladılar. İblis’in tercihlerine göre programladılar.
Bütün bunları da güya Türk ve müslüman görünerek yaptılar.
Hepsini de Londra’nın sevk ve idaresinde yaptılar. Yoksa bu diktatörlerin, gözlerinin önünü görecek kadar, düz yolda yürüyebilecek kadar akılları, mantıkları, bilgileri, eğitimleri, cesaretleri yoktu.
Kanunları bile Yahudilere yazdırdılar. Üniversiteleri bile onlara kurdurdular. Hala Türkiye’nin basınında, medyasında, üniversitelerinde ve hatta sosyal medyasında bile gerçek Türklere yer vermiyorlar.
Şu diktatör Kamal, adadaki o meşhur Rum yetimhanesi denilen yere gider, bebeklerin bile vahşice İblis’e kurban edildiği satanist ayinlerine katılırdı.
Şimdi Kanada’da sözde kiliselerin bahçelerinde binlerce çocuk cesedi bulunuyor da şu İstanbul’un adalarını bir kazsınlar bakalım neler bulunacak.
Bunun gibi onlarca var ve on seneden fazla süredir bu sarsıcı gerçekleri önce Türkiye’ye sonra dünyaya duyurdum ve yaydım.
Tarihçileri de gık bile diyemediler… Onca sene sonra güya Adıtürk’e hakaretten yargılandım, iki kelime bile ettirmediler. Yayınlarımın zaten kendileri delil ve savunma niteliğinde… Hukuka göre de tarih ilmine göre de meseleyi dakikalar içinde netleştirip kapatıyor ama ne yayınları kaale aldılar, ne bilirkişiye gönderdiler. Ne savunma hakkı verdiler. Ne gerekçeli bir karar yazabildiler. Yine de en üst seviyenin de üstünde cezalar yağdırdılar. Çünkü sicilim tertemizdi ve ceza kısmında da hukuk dışına çıkmasalar, içeri girmezdim. Talimat verdikleri gizli Ermeni ve Yahudi savcılar ve hakimler üzerinden güya beni yargılayıp cezalar yağdırdılar. Gençliğimi harcadılar… İtibarıma, saygınlığıma her türlü saldırıyı yaptılar. Her türlü maddi sıkıntıların içine sürüklediler. Ben pes etmedikçe onlar peş peşe haddi aşmaya, zorbalaşmaya, diktatörlüğe devam ettiler.
Bu mu cumhuriyet? Bu mu demokrasi? Bu mu çağdaşlık? Bu mu bilimsellik? Bu mu fikir ve ifade hürriyeti?
Bundan bin beterini işte sözde cumhuriyeti kurararken yaptılar. O vakit bu kadar uğraşmıyorlar, keyfilerince ve yargılamadan asıyorlardı. Astıkları masum Türk/Müslüman sayısını kendileri bile bilmiyorlar.
Cumhuriyet gelmişmiş… Kimin cumhuriyeti, Londra’nın cumhuriyeti mi gelmiş? Satanistlerin cumhuriyeti mi? Gizli Ermeni ve Yahudi hainlerin cumhuriyeti mi?
Londra piyonları… Şimdikilerin dedeleri, ataları…
Öyle aşağılık diktatörler ve aslında İngiliz piyonları idi ki bunlar… Devletten sayılmaz Yunan’ın karşısında bile eğiliyorlardı. Londra talimatı veriyordu, burnumuzun dibindeki adalarımızı bile Yunan’a keyifle bırakıyorlardı.
Sonra Türk milleti olarak biz bunların imzaları olan sözde antlaşmaları, sözleşmeleri dikkate almak, uygulamak zorundayız, öyle mi…
Yok öyle bir dünya ve öyle bir Türkiye…
Yunanistan diye bir devlet de yok ve orası bile dört yüz sene idaremiz altında kalmış topraklarımız. Adalar ise işgal altındaki adalarımız… Bu işte Yunan tarafı da piyon, işgal altında tutanlar satanist İngilizler…
Ülkemizi kendilerine çalışan gizli Ermeni ve Yahudi hainlerin eline bırakmak… Onlar üzerinden işgali örtülü şekilde devam ettirmek için çekip gittiler…
Sözde cumhuriyet rejiminin de bu süre zarfında imzalanan hiçbir resmi evrakın ve çıkartılan kanunun da hukuki geçerliliği yok… İngiltere adına ülkemizde işgal valiliği yapanların imzaları ve çıkarttığı kanunlar onlar… Zaten sözde seçimlerin ve referandumların hiç geçerlilikleri yok. Rejim meşru/geçerli sayılabilecek olsaydı bile seçimlerin ve referandumların yine de geçerlilikleri yok. Çünkü ilan edilmiş kanunlara uygunlukları yok. Hileler de ayrıca çok…
O işgal valisi Harrington, Adıtürk ile çok ortak mesai yaptı, çok…
The Economist, hangi diktatörden bahsediyor? Şimdi çıksın, önce Türkiye’ye cumhuriyet ve demokrasi geldiğini ispat etsin, edebiliyorsa… Edemiyorsa, çıksın özür dilesin. “Türkiye’yi böyle bilmiyorduk, yeni öğrendik” desin. Hem de kapaktan versin… Eğer gerçekten hukuka, bilime, tarihe, insan haklarına saygılı gerçek bir yayın kuruluşu ise…
The Economist de biliyor, yeni Türkiye’nin ilk ama tek olmayan diktatörünün kim olduğunu… Dünyadaki o meşhur, o önde gelen yayın kuruluşları da biliyorlar.
Bunlar, evet bu sözde yayın kuruluşları, aslında gizli servislerin yayın organları… Hükumetlerinin de dahil olduğu bir milletler arası teşkilat ile, hala Türk milletini sömürge millet ayarında tutmak için hamleler yapıyorlar.
Yaptıkları haber değil, yorum değil, tarih değil, ilim değil, hukuka uygun değil, insanca bir faaliyet de değil…
Abdullah Gül’e de verdiler… Yanına ve emrine de altılı bir çete verdiler.
Şimdi güya seçim yapılacak… İktidarda kendi adamları var, muhalefette yine kendilerine çalışan başka bir grup/çete var.
Hepsinin ortak özelliği ise kripto kimlikli olmaları… Terör işlerinde ve kara para işlerinde olmaları… Türkiye’de Türklüğü ve müslümanlığı daha da yok etmek sevdasında olmaları ve bunu Türk/müslüman rolü oynayarak yapmaları…
İşte Anayasa belli, açık hüküm var ama güya muhalifler, bundan bile rahatsız değiller. Bu kartı bile kullanmıyorlar. Neden, Londra’nın talimatları gereği…
Gıyaben bile vatana/millete ihanetle yargılanmaları, attıkları bütün imzalar arasından, aleyhimize olanların tamamının hükümsüz/geçersiz olduklarının ilan edilmesi ve hakkımız olan her şeyin geri alınabilmesi için mücadele verilmesi gerekiyor.
Lakin… Şu anda gayr-i meşru şekilde Türkiye’yi idare eden hain Ankara hükumetinin bunları yapmasını bir kenara koyduk… Bütün şartları ayarladığım halde, üstelik aylardır Yunanistanla restleştiği halde, Yunanistan’a askeri sefer yapmıyor… Oynadıkları danışıklı dövüşü tam yerinde ve zamanında bozdum, “haydi” dedim ve anında sessizliğe gömüldüler. Birkaç gün sonra da “Bizim Yunanla bir sorunumuz” yok diye defalarca tekrarla açıklamalar yaptılar. Bunların Adıtürk’ten, İsmet’ten farkları varmı?
Buna da cumhuriyet, demokrasi, hürriyet, seçimler, TBMM, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve bilmem ne diyoruz öyle mi? Haydi oradan…
Şu izahlardan sonra, bu gerçeklerin aleyhine tek cümle eden kişinin, ilk önce gerçek kimliği ve bağlantıları soruşturulmalı. Bu da dergilerin, yayın organlarının değil MİT’in, kolluğun, adalet sisteminin vazifesi…
Türkiye’de cumhuriyet rejimi de yok, gerçek bir hürriyet de yok. Bir seçim yapılacağı da yok, yapılsa meşruiyeti de yok. Ankara hükumetinin ve en başta o Tayyip’in emirlerinin ve imzalarının hiçbirinin hükmü/geçerliliği de yok. İtaat edenler, suç işliyorlar. Bunların emrindeki savcılara, hakimlere itaat edenler de suç işliyorlar.
Aslında meşruiyeti olmayan sözde bir anayasa var ama ona da uyulmuyor. Mevcut anayasaya rağmen, 14 Mayıs’ta sözde seçim yapılacakmış ve meşru imiş, hiç sorun yokmuş gibi haber ve yorum yapanlar bile suç işliyorlar. Üstelik bu ağır suçu, idamlık suçu, basın yolu ile işleyerek cezalarını daha da ağırlaştırıyorlar.
Sonunda o abideyi de kendilerinden bir omurgasız kripto kimlikliye çizdirdiler ve masonik bir abide olarak oraya haince sapladılar.
Ne alakası var o anıtın Türklükle, müslümanlıkla ve orada Allah için, din için, vatan için, namus için can veren yüz binle şehidimizle? Nereden, nasıl bir bağı ve mesajı var?
Bu işgal nasıl kalkmıştır ve bu nasıl bir hürriyet ve cumhuriyetttir ki halkın istemediği her şey yapılmış, istediği hiçbir şey yapılmamış ve işgal ordularının yapamayacağı uygulamalar bile yapılmış…
Şimdi manzara daha da vahim… Hepsi aynı alfabenin harfleri, hepsi aslında aynı parti… Ya da aynı suç, terör ve ihanet örgütü… Aralarında temel meselelerde ayrışma yok, detaylarda kavgalılar sadece. Temel esasları Türk, Türkiye ve İslam düşmanlığı… Kara para ve terör işleri… İnsan ve organ kaçakçılığı v.s….
İnanmıyorsanız, mafya anası Meral Ana’ya, kameralar karşısında bir anda sorarsınız. İnkar ederse, ben gerekenleri hemen yapar, ispatlarım.
Neden? Neye müteşekkirler? Filistin cephesinde komutan iken yaptığı ihanetlere mi? Kadim topraklarımızda İsrail denilen sözde bir devletin kurulmasındaki katkısına mı? Türkiye’de Türklüğün ve müslümanlığın kökünü kazıma hususundaki gayretlerine mi? Yahudilere ve Ermenilere Türkçe isimler ve soyisimler vererek her yere yerleştirmesine mi? Daha saymakla bitmez ihanetlerine mi müteşekkirler?