Etiket arşivi: Deccal

Asıl Küdus, İstanbul… Süleyman mabedi tarihi yarımadada…


Tur-i Sina yani Sina dağı yani bir kara parçası, bir dağ gibi görünen uzay aracı da İstanbul’da tarihi yarımadada…

Musa peygamber zamanında da çok ileri teknoloji olduğunu hatta Nuh peygamber zamanında çok ileri teknoloji olduğunu, üstelik uzaylılardan alınmadığını anlatmıştım. Dünya insanlarına kimse yetişmezdi o vakitler bilim ve teknolojide ama iş çığırından çıktı diye Süleyman peygamber zamanında kasten geriletildi bilim ve teknoloji…

Musa peygamberin çıktığı Tur-i Sina, o teknoloji seviyesinde yapıldı ve kimse o seviyeye hala ulaşamadı.

Havada asılı durur, dünyalı ya da uzaylı kimse ona zarar veremezdi.

Yine Hızır aleyhisselam da Musa peygamber zamanında hayattaydı, hala hayatta… Hz. Hızır, Musa peygamberden de daha yüksek ilim ve hikmete sahipti. İki denizin birleştiği yerde, İstanbul’da buluştular.

Hızır a.s. da Musa peygamberi yönlendirdi, bilgilendirdi.

Ona, dünyadaki sarsıcı gerçeklere dair bilmediği çok şeyi öğretti hatta gösterdi. Bunlardan biri de Tur-i Sina denilen, dağ gibi de görünen ama uzay aracı olan şeydi.

İstanbul o vakit de yani yaklaşık 9-11 bin sene önce de yerleşme yeriydi ve dünyanın merkez şehriydi.

Musa peygamberden sonra, bir Türk olan hz. Zülkarneyn, dünyanın her yerini fethetti de tek devlet yaptı. Başkentini de İstanbul yaptı.

Tur-i Sina dahil, maddi ve manevi değere sahip pek çok şeyin kontrolü Zülkarneyn’e bırakıldı o devirde… O da Hızır gibi, ilim ve hikmette peygamberlerin yüz binlercesinden bile ileri seviyede idi. Elinin altına verilen, kullanımına verilen şeylerin bazılarını daha da geliştirdi.

Sonra Davud peygamber, sonra Süleyman peygamber devirleri yaşandı. Zülkarneyn’den sonra dünya devletinin başına Süleyman peygamber geçti. Hem hükümdarlık hem peygamberlik yaptı. Hem insanlara hem de cinlere peygamberlik yaptı. Cinler, o günlerde çok mutlu ve huzurluydular. Sonra İblis, cinler alemini yine karanlığa, vahşete, cahilliğe sürükledi. O günden beri cinler aleminde adeta güneş doğmadı. Hz Mehdi sayesinde tekrar doğacak.

Süleyman peygamber de İstanbul’u başkent olarak tuttu ve dünyayı İstanbuldan idare etti.

Bu süreç içinde, peygamberler hep birbirlerine maddi ve manevi değeri olan şeyleri elden ele bıraktılar. Peygamberler, kendilerine verilen maddi kıymete sahip şeyleri zaten sahiplenmediler ve kendilerinin bilmediler.

Gelelim en sarsıcı olan ve dünya üzerindeki bazı toplulukları kahredecek kısmına…

Bir vakit geldi, Tur-i Sina, şu anda tarihi yarımada denilen yere kondu ve orada kendini sabitledi.

Zamanla da etrafı ve üzeri iyice topraklarla, kayalarla doldu. Hatta suni tekniklerle orada zemin doldurma çalışmaları da yapıldı.

Tur-i Sina orada kaldı ama Süleyman peygamberden sonra pek çok gayr-i müslim devlet lideri, Tur-i Sina’nın peşine düştü. Bahtunnasır ve Nemrud da düştü.

Öyle ki şu anda uzaylı türlere liderlik yapan asıl Deccal da onun peşinde..

Orası zaten tarihten beri dünyanın idare merkezi olduğu için, bir de orada Tur-i Sina olduğu için, Deccal da o bölgeyi kendine merkez üs yaptı. Görünürde İngiltere üzerinden dünyaya yön verirken, aslında İstanbul’dan dünyanın siyasi, askeri, mali, dini, tıbbi dengelerine yön verdi.

Defalarca Tur-i Sina’nın içine girmek, onun kontrolünü ele geçirmek de istediler ama bir türlü bunu başaramadılar. Hala daha da bunun peşindeler…

Çünkü Adem peygambere indirilen on sayfanın aslı onun içinde…

Çünkü Şit peygambere indirilen 50 sayfa, İdris peygambere indirilen 30 sayfa, İbrahim peygambere indirilen 10 sayfa da onun, Tur-i Sina’nın içinde…

224 bin peygamberden bir kısmından kalan bütün kutsal emanetler onun içinde…

Osmanlı sarayında toplanan ve kutsal emanetler denilen şeylerin hiçbiri gerçek değildi ve son süreçte o sahteler de kaçırıldı da yerlerine sahtenin de sahteleri konuldu.

Dikkat edilsin, sahte kutsal emanetler Topkapı Sarayında yani tarihi yarımadada sergilendi, sergileniyor.

Yani gerçekleri yerin altında, o aracın içinde hala duruyor ama sahteleri tam üzerinde sergilendi, sergileniyor.

Musa’nın asası da orada.

Süleyman’ın mührü de orada.

Daha başka başka kutsal emanetler de orada.

Tevrat’ın aslı da orada.

Zebur’un aslı da orada.

İncil’in aslı da orada.

Karun, Musa peygamber zamanında yaşamıştı. Maraş merkezli suni saldırılar yapılmadan bir süre önce, bu konuda sarsıcı yayınlar yapmıştım.

Karun’un hazinelerinin büyük kısmının Türkiye sınırları içinde, yer altında olduğunu da açıkça yazmıştım. Ondan sonra malum çevrelerin hiç şüphesi kalmadı ve orayı hedef aldılar, alıyorlar.

Karun, zamanındaki yüksek teknoloji sayesinde, hazinelerini “ele geçirilemez” şartlarda saklıyordu.

Kur’an-ı Kerim’de onun hazinelerini sakladığı binaya/yapıya/sisteme de temas var

Muazzam bir teknolojik koruma var o binada, araçta…
Binlerce sene geçti de kimse o korumayı kıramadı. Yer altı şehirlerinde yaşayan uzaylı türler de kıramadılar. Yeşiller, griler ve diğer türler aciz kaldılar. Asıl Deccal aciz kaldı. Suni depremlere sebep olan şu son şok darbeleri ile de o kalkanın kırılmasını umdular ama kırılmadı.

Ben, bunun böyle olacağını anlamalarını da sağlamıştım oysa… Onu sadece hz Mehdi’nin açabileceğini, zamanı gelince açacağını açıkça yazmıştım.

Dönelim İstanbul’a… Karun’un sisteminden çok daha ileri bir koruma sistemi var Tur-i Sina’nın…

Karun’un hazinelerine ulaşamayanlar, Tur-i Sina’ya hiç giremezler ve içindekileri ele geçiremezler.

Tur-i Sina’yı da sadece hz. Mehdi açacak. Hem de çok kolay şekilde açacak. Çünkü koruma sistemi, hz. Mehdi’yi tanımaya, teşhis etmeye programlanmış vaziyette…

Tur-i Sina’nın içinde de çok büyük hazineler var. Hz Mehdi o hazineleri de kontrolüne alacak ve insanlığın faydasına kullanacak.

Tur-i Sina’nın içinde de Karun’un binasının içinde olduğu gibi, çok yüksek bilim ve teknolojiye dair kitaplar, dijital arşivler var.

Gerçek dünya tarihine dair somut bulgular ve ayrıca bilgiler, veriler var

Anlatmıştım, bu gibi araçların yakıta, bakıma ihtiyacı yok. Uçuk seviyede teknoloji ile imal edilmiş araçlar bunlar. Dünyanın tabii manyetik alanının devam etmesi, bunlar için yeterli

Maraş merkezli afet bölgesinde dünyanın tabii manyetik alanı ve yer çekimi ile bu seviyede abartılı şekilde oynamalarının bir sebebi de bu olmalı. Oradaki aracı enerjisiz bırakmak… Etrafındaki koruma kalkanını kırmak…

Hz. Mehdi, Tur-i Sina’yı açınca, içine girince, onu kontrolüne de alacak.

Onu tekrar uçuracak. Karalarda istediği yere indirecek. İstediği zaman havada sabit kalmasını sağlayacak. Ne karadan havaya, ne havadan havaya, ne uzaydan havaya saldırılar… Bunların hiçbiri ona hiç zarar veremeyecek.

Burada Ye’cüc ve Me’cüc artıkları var. Zülkarneyn onları geçmişte yenmişti ve onların gezegeninin etrafına da manyetik kalkan çekmişti. Dünyanın etrafına da manyetik kalkan çekti (Van Allen radyasyon kuşağı). Buradaki artıkların zaten hiçbir şey yapabilmeleri mümkün değil Tur-i Sina’ya ve benzeri sistemlere…

Lakin yakında Ye’cüc ve Me’cüc kavimlerinden kendi gezegenerinde hapsolmuş olanlar, etraflarındaki kalkanı aşıp çıkacaklar

Dünyamıza gelecekler ve etrafımızdaki kalkanı da kıracak, bozacaklar.

Hadis-i şeriflerde bu kısımlar da anlatıldı ki hz İsa o vakit yeryüzüne tekrar inmiş olacak. Hz. Mehdi ile bir araya gelecek ama dünyanın idaresini ondan almayacak. Ruhani liderlik yapacak.

Tam o vakitte Ye’cüc ve Me’cüc gelip de acımasızca bütün dünya insanlığını yok etmek isteyecek. İşte o vakit sadece Tur-i Sina içindekiler kurtulacaklar.

Hz. İsa, hz. Mehdi ve onlara samimiyetle tabi olmuş bir avuç gerçek mü’min kurtulacak. Geriye kalan “sürü”yü imha edecekler saldırganlar… Hz. İsa ve hz Mehdi bu imhaya da mani olmayacaklar.

Böylelikle, hz Nuh devrinde yaşanan büyük helakın çok çok benzeri yaşanmış olacak hz Mehdi devrinde… Zaten hz. Mehdi devrinde, büyük peygamberlerin yaşadıkları çok büyük ve sarsıcı hadiselerin çok benzerleri hep yaşanacak.

Onlar imhayı tamamladıklarında sonra, hz İsa ile hz Mehdi de onları, saldırganları imha edecekler.

Bunun da tamamına yakın kısmını nefesleriyle yani manevi/metafizik kabiliyetleri ile yapacaklar.

Hz. İsa ile hz Mehdi bir araya gelerek metafizik müdahale yaptıklarında, gök adanın dönüş ve akış yönünü tersine çevirebilirler. Metafizikle yani manevi tasarrufla yapılabilenler, hiçbir teknoloji ile yapılamaz. Teknoloji, metafizik tasarrufun yanında çok sönük kalır.

Şimdi size bir soru:
Nuh peygamberin gemisi de Tur-i Sina mıydı? Onunla önce göğe yükselip sonra uzaya çıkıp, tufan bittikten sonra dünyaya geri mi döndüler?

Birkaç soru daha sorayım, iyice karışsın ortalık…

– Tabut-u Sekine ve Tur-i Sina, daha önceki Adem devirlerinden bizim devrimize kalmış olabilir mi?

– Adem babamız, Venüs’e Tur-i Sina ile gitmiş, gelmiş olabilir mi? Venüslü olan ikinci Havva’ya bu vesile ile ulaşmış olabilir mi?

– Hz Mehdi de hz Musa gibi, vakti gelince Tur-i Sina da uzlete çekilecek ve manevi tekamülünü tamamlayacak olabilir mi?

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

İşte Deccaliyet sistemi böyle bir sistem…


Kızılay, Kızılhaç ve benzeri teşkilatlara bağışlanan kanların bir kısmı düzenli olarak yer altı şehirlerine yani uzaylı türlere gidiyor.

Daha önce de anlatmıştım, dünyamızda yer altı şehirlerinde gizlice yaşayan uzaylı türlerin arasında bazıları yamyam. İnsan eti de yiyorlar, kanı da içiyorlar. Hatta çupakabra hadiseleri de bununla bağlantılı… Bir hayvanı, sanki anatomisini en ince detaylarına kadar biliyormuş gibi davranarak öldüren, bir ya da birkaç delik açarak kanını en hızlı şekilde çeken şeyler biyonik robotlar ve topladıkları kanlar da yer altı şehirlerinde değerlendiriliyor

Yer yüzünden yer altına giden kanların bir kısmı ise satanist ayinlerinde düzenli olarak kullanılıyor.

Bir kısmı ise tıp sahasında kullanılıyor. Bu da kendi arasında farklılıklar gösteriyor. Bazı kanlarla ilaç yapılırken, bazılarıyla kök hücreler elde ediliyor.

Dünya insanlarının kanlarından elde edilen kök hücreler ile biyonik robotlar da yapılıyor. Kök hücreler sayesinde, biyonik robotların etten, kastan, kemikten olan kısımları suni yollarla üretiliyor.

Suni ortamlarda gerçek yapıda insan organlarının oluşması da sağlanıyor. Lakin bu, masraflı ve yorucu görülüyor. Bu nedenle, çoğunlukla yer yüzünden dünya insanlarını kaçırarak hem kanından, hem organlarından istifade etmeyi tercih ediyorlar. Hatta saçlarına, tırnaklarına kadar, her şeyinden istifade ediyorlar. Dünya insanlarına bir böcek kadar bile kıymet vermiyorlar, acımıyorlar

Bir şekilde kaçırılan ve ele geçirilen dünya insanlarının organlarını çıkartıp biyonik robotların içinde de kullanıyorlar.

Biyonik robotların, gerçek insan vücuduna çok yakın özellikleri olması gerekiyor. Mesela robotun dış yüzeyindeki gerçek insan derisi, tıpkı biz gerçek insanlarda olduğu gibi sorunsuzca beslenebilmeli, yenilenebilmeli.

Bunun için de o biyonik robotun iç sisteminde sürekli gerçek insan kanı olmalı ve dolaşmalı. Bu da biyonik robotun içinde böbrek olmasını zorunlu kılıyor ama içlerinde bulunan böbreğe rağmen bile biyonik robotlar gerçek insan kadar profesyonel seviyede işlemiyorlar, çalışmıyorlar.

Bu nedenle de sık sık onlara müdahale/bakım yapıyorlar da kanlarını değiştiriyorlar. Bu kadar yüksek sayıda biyonik robotun kanlarını düzenli olarak değiştirmek bile, toplamda yüksek miktarda kan stoğuna sahip olmalarını gerektiriyor.

Dünyamızda en az 20 bin senedir biyonik robotlar kullanılıyor ve bu sarsıcı gerçek en az yedi bin senedir biz dünya insanlarından gizleniyor. Süleyman peygamber zamanında dünya insanları arasında bilim ve teknoloji seviyesi kasıtlı olarak geriye çekildi, dünyanın ve insanlığın devasa sorunlardan korunması hedeflendi. Lakin yer altında gizlice yaşayan uzaylı türler bu akıma uymadılar. Bilim ve teknoloji seviyelerini korudular. Zamanla, nesiller geçtikçe, geçmişte neler yaşandığını dünya insanları unutmuş ve bilemez oldu. Uzaylı türler ise biyonik robotlarla dünya insanlığının her dengesine sinsice ve gizlice müdahale etmeye devam ettiler.

İşte arada geçen bu binlerce sene boyunca hep vampir hikayeleri duyuldu ve onlar gerçekti. Uzaylı türler, binlerce sene boyunca, ihtiyaç duydukları kanları toplamak için, insan görünüşlü biyonik robotlar da kullandılar. Vampirler de biyonik robotlardı. Biyonik robot oldukları için kolayca öldürülemezlerdi, daha doğrusu bozulamazlardı da kalp hizası başta olmak üzere belli yerlerine tahta kazıklar çakınca bozulurlardı.

Günümüzde adrenochrome ya da gençlik iksiri denilen şey de konumuzla alakalı. Bu tekniği kendine uygulayanların tamamına yakını aslında biyonik robot. Aslında gençleşmek ya da genç kalmak için değil de faaliyetine/çalışmasına devam edebilmek için o biyonik robotlar bu gibi şeylere ihtiyaç duyuyorlar.

Çoktandır biz dünya insanları da suni ortamlarda/şartlarda, gerçek dokulu insan organları, insan kemiği, insan saçı, insan tırnağı, insan kıkırdağı, insan kanı üretebiliyoruz. Çoktandır yapay zeka teknolojisine de sahibiz. Hatta son yıllarda imal ettiğimiz robotlar hala hepimizi şaşırtıyor ve çok insansı davranabiliyorlar. O uzaylı türler ise bizden on bin yıl daha ileri bilim ve teknoloji seviyesine sahipler. Buna rağmen bile, bilim ve teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, tamamen gerçekçi ve tamamen sorunsuz insan organları, insan dokuları üretemiyorlar. İnsan vücudu kusursuz yaratılmış ve bilim ve teknoloji ile tamamen taklit edilemiyor. Biyonik robotları kullanmak için hala dünya genelinde insan kaçırmak, organ kaçırmak, kan kaçırmak zorundalar. Zaten biyonik robotlarla pek çok ülkenin hükumetlerine, ordularına, istihbarat teşkilatlarına, yardım kuruluşlarına, önde gelen hastahaneler zincirlerine, basın ve medyasına sızdıkları için, bunları en tepeden idare eden kişiler oldukları için, dünyada milletler arası sistemi bile bu ihtiyaçlarına göre şekillendirdiler ve milletler arası seviyede insan, organ, kan kaçakçılığı yapmaktalar.

Bu sarsıcı gerçeklerden habersiz olan insanlar, sistemleri sorguladıkça art niyet olduğunu anlıyorlar, yalan açıklamalar yapıldığını anlıyorlar, verilerin gerçekçi olmadığını anlıyorlar ama konuları birbirine tam bağlayamıyorlardı. Şimdiden sonra bağlayacaklar.

Yer altı şehirlerinde gizlice yaşayan uzaylı türlerin çoğu, bizim teknoloji seviyemizi çok ilkel buluyorlar. Zaten ilerlememize de binlerce senedir onlar mani oluyorlar.

Şu andaki bilim ve teknoloji seviyemizle yaptığımız ameliyatları da çok ilkel buluyorlar.

Çünkü onlar bir kişiyi öldürmeden ve gayet kısa süre içinde boyunu uzatıp kısaltabiliyorlar. Atomlarıyla oynayarak vücudun hacmini değiştirebiliyorlar. İnsanı öldürmeden kemiklerini eğip büküp yeniden şekillendirebiliyorlar. Yüzünü büyük oranda değiştirebiliyorlar. Kopmuş, kesilmiş bir uzvunu yeniden ve sorunsuz şekilde çıkartabiliyorlar. Bu teknikleri, biyonik robotların içinde uzaylı insanlar yerleştirirken de kullanıyorlar.

Tam manasıyla biyonik robot diyemeyeceğiz bir takım maskeler, kıyafetler kullanıyorlar. Bunları giyince de biz dünya insanlarından ayırt edilemez hale geliyorlar. Bu maskeleri ve kıyafetleri kullanarak da aramızda çok yüksek sayıda uzaylı insan dolaşıyor.

Dünya insanlarının kadınlarını da erkeklerini de kaçırıyorlar. Kaçırılan kadınların hamile kalmasını ve çocuk doğurmasını sağlıyorlar. Bütün bu süreç boyunca isterlerse o kadını uyku halinde tutuyorlar.

Doğan çocuğun bütün verilerini alıyorlar, sonra onu da keyiflerince öldürüp kanını, organlarını kullanıyorlar.

Bu çocukların aslında fiziki özelliklerini ve DNA kodlarını elde etmek için doğmalarını sağlıyorlar. Bebeğin özelliklerini, kodlarını kullanarak ayrıca biyonik robot yapıyorlar. O gerçek dünya insanı bebeğin DNA kodlarıyla, bizim aramızda dolaşsa hiç fark edemeyeceğimiz görünüşte ve özelliklerde yetişkin biyonik robot yapıyorlar.

Böyle çok çok yüksek sayıda biyonik robot ürettiler ve bunlardan görünüşü çok iyi, kodları çok düzgün, işleyişi çok düzgün ve bütün yönlerden bakılınca çok verimli olanları, sonraki asırlarda bir daha üreterek kullanıyorlar. Çünkü elllerinde zaten ihtiyaç duydukları bütün veriler var. Ve daha önce o sureti tanıyan dünyalı insanlar hep vefat etmiş oluyorlar. Lakin bu bilim ve teknoloji çağında bunu yapmakta çok zorlanıyorlar. Çünkü artık bizim de yüz küsur yıl öncesine dair elimizde fotoğraflar, videolar var.

Son zamanlarda suni afet saldırılarını artırmalarının ve son Maraş merkezli suni depremlerden sonra devletimizin gücünü kullanmamıza mani olmak istemelerinin bir sebebi de bu…

Bir süredir tekrarla yazdığım gibi, uzaylı türlerin kolayca biyonik robotlar yapabildiği kadim tesislerinde bile büyük sorunlara sebep olduk. Hep metafizik sinyallere girdi oralar ve oralarda çalışan teknik kadrolar. Üstelik yer yüzünde, aramızda dolaştırdıkları biyonik robotları da topluca sinyale aldık ve zaman geçtikçe sinyal darbelerini artırdık. “Yakında aramızda biyonik robotlarla dolaşamayacaklar. Devletlerin, kurumların idaresini ele geçiremeyecekler. Her dengemize müdahale edemeyecekler” mealinde cümleler de yazdım.

İşte bu kötüye gidiş onları çok büyük sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Şimdilerde, eskisinden daha fazla insan, organ, kan kaçırmak zorundalar. Biyonik robotlar sistemini faaliyette tutmak zorundalar.

Bu da bir yerlerde savaş çıkartmakla, otorite boşlukları oluşturmakla, milyonlarca kişinin sahipsiz şekilde mülteci olmasıyla, suni afetlerde toplu ölümler ve otorite boşlukları oluşmasıyla mümkün olabilir.

Tayyip, Fuat, Hulusi, Soysuz suretindeki biyonik robotların, son süreçteki kararlarının arka planında işte bu sarsıcı gerçekler de var. Afet bölgesinden sadece maddi değere sahip şeyleri değil, canlı insanları ve çıkartılmış organları da kaçırmak zorundalar.

Hatta cesetleri bile kullanıyorlar. Kısa süre içinde kaçırılmış ve korumaya alınmış cesetleri de yer altı ya da yer üstü mekanlarında işliyorlar, değerlendiriyorlar. Hiçbir işe yaramaz gördüklerini de çok çok ağır ve kısa sürede öldürücü tesiri olan ceset büyüleri yapmakta kullanıyorlar. Büyücülük, Yahudiler ve Masonlar/satanistler arasında ne kadar yaygınsa, yer altındakilerden İblis’e tabi olmuş uzaylı insan türleri arasında da o kadar yaygın.

İzmit Tüpraş, İzmir Tüpraş gibi rafinerileri, bu sistemde ana aktarma merkezlerinden birkaçı olarak da kullanıyorlar.

Buralara yanaşan ve görünürde petrol ya da petrol mamülleri taşıyan gemilerle aslında çok çok başka şeyler de taşıyorlar. Uyuşturucu, uyuşturucu imalatında kullanılan ham maddeler zaten hep taşınıyor ama her fırsatta insan, organ ve ceset kaçırmada da buraları kullanıyorlar.

Özel muhafaza şartları oluşturan paketler ya da kutular, içlerinde uyuşturucu, organ ya da insan uzuvları bulunur şekilde varillerin ya da doğrudan gemilerin depolarının içine atılıyorlar.

Bu gibi yerlerde çalışanların büyük çoğunluğunun gizli Ermeniler, gizli Yahudiler, gizli Rumlar, gizli Süryaniler, gizli Ezidiler olmalarına dikkat ediyorlar. Bunlardan mümkün olanların tamamını mason da yapıyorlar. Adıtürkçülüğü acayip bir hukuksuzlukla zaten dokunulmaz yapmışlardı ve fark edilmeye başladıklarında hemen Adıtürkçülük naraları ile ortamı gerip dikkatleri dağıtmaya oynuyorlar. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve bilinen benzerlerine üye olmaları sağlanıyor. Bu sözde dernekler de hep aslında mason locaları ve kara para teşkilatları. Buralar üzerinden de bu kadroları organize halde tutuyorlar.

Rafineri çevresinde ikamet etmelerini de sağlıyorlar. Böylelikle sistemi mümkün olduğunca “emniyetli” hale getiriyorlar. Yine de çalışanların büyük çoğunluğu sistemin tam olarak ne seviyede işler yaptığını ve nerelerle bağlantılı olduğunu bilmiyorlar.

Bu kişilerin maddi şartlarını da iyi tutuyorlar ve bu kişiler üzerinden bir de çevre diyarları hatta ülke genelini yönlendirmek, herkesi dinsiz, kuralsız, şeytanlaşmış, masonlaşmış kişiler yapmak istiyorlar.

Basına, medyaya, sosyal medyaya da mason teşkilatı üzerinden ayar çekerek, hep böyle kişilerin yayınlara çıkmasını, sosyal medyayı yönlendirmesini de sağlıyorlar. Her yönüyle organize ve her yönüyle vahşi, insanlık düşmanı bir teşkilat/sistem bu… Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde benzeri tarzlarda teşkilatlanmış vaziyetteler.

Mesela İzmir Aliağa Tüpraş tesisinin etrafı kripto kimlikli ve mason kişilerle dolu.

Yine o tesisin ve İzmit Tüpraş tesisinin, yerin altına doğru giden gizli bölümleri ve gizli depoları da var. Bunlar da kara para sisteminin işleyişi için yapılmış yerler.

Görünürde kendi halinde işleyen bir rafineri… Arka planda her türlü kara para işlerinde bir ana istasyon olarak kullanılan bir mekan… Daha arka planda gizli Ermeniler ve gizli Yahudilerle masonlar bu işin içindeler. Daha arka planda ise işin arkasında İsrail, İngiltere, ABD, Rusya, Çin, Katar, BAE, Suudi Amerika, İran, Almanya, Fransa ve bilinen o diğer ülkeler var. O ülkelerin hükumetleri, masonları var.

Daha arka planda ise bunların arasına sızmış biyonik robotlar ve yer altı şehirleri var. İşte böyle bir sistemi en tepede yöneten iki kişi var. Biri İblis, diğeri uzaylı bir insan olan asıl Deccal…

İşte Deccaliyet sistemi böyle bir sistem…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

“Kimsenin öldüremeyeceği kullar yarattım”


Hadis-i şerif meali:

(…) Mesih (İsa peygamber) parıldayan yüzüyle başını yere eğince, saçlarından terler damlar. Başını kaldırınca, inci gibi nûrânî damlalar dökülür. Onun nefesini koklayan kâfir derhal ölür. Nefesi, baktığı yere ânında ulaşır. Mesih deccâlin peşine düşer, onu (Kudüs yakınındaki) Bâbülüd’de yakalayıp öldürür. Sonra Îsâ aleyhisselam, Allah Teâlâ’nın kendilerini deccâlin şerrinden koruduğu birtakım insanların yanına gelir, onların yüzlerini okşayarak deccâl fitnesinin sona erdiğini söyler ve kendilerine cennetteki yüksek derecelerini haber verir. Bu sırada Allahü Teâlâ, Îsâ’ya (aleyhisselam) vahyederek “Kimsenin öldüremeyeceği kullar yarattım; diğer kullarımı toplayıp Tûr’a götür” buyurur. Allah Teâlâ Ye’cûc ve Me’cûc’ü yeryüzüne gönderir. Onlar tepelerden süratle inip giderler; öncüleri Taberiye gölüne varıp gölün bütün suyunu içer…

(Müslim, Fiten 110. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 59; İbni Mâce, Fiten 33)

Daha önce de izah etmiştim. Bu gibi hadis-i şeriflerde “nefes”ten kasıt, metafizik kabiliyetler. Peygamberler ve yüksek dereceli veliler, bir Huuu diyerek nefes verseler, kıtaları bile yerinden oynatabilirler.

Başka gezegenlerdeki milyonlarca kişiyi bile bir anda ve topluca öldürebilirler.

Hz İsa ile hz. Mehdi’nin, Deccal’ı nasıl öldüreceklerini anlatan hadiste de “nefes”e temas edilmiş. Metafizikle, uzaktan öldürecekler.

Yine bu gibi hadislerde bahsedilen “Kudüs” de aslında İstanbul…

Tur-i Sina da suni bir dağ. Çok gelişmiş bir uzay aracı. Onun yüksek teknolojisi Ye’cüc ve Me’cüc’ün yani yeşillerin ve grilerin elinde bile yok. Yeşillerin ve grilerin ana gezegenlerinde de o teknoloji seviyesi yok. Buraya gelecekler, dünyanın her yerindeki millet denemez sürüleri eş zamanlı olarak imha edecekler, o sırada hz İsa, hz Mehdi ve az sayıdaki gerçek mü’minler Tur-i Sina içinde olacaklar, muhafaza edilecekler. Yeşiller ve griler, Tur-i Sina’ya hiç zarar veremeyecekler.

Böylece hz Nuh’un yaşadığı en büyük/sarsıcı hadisenin çok benzerini hz Mehdi de yaşamış olacak. Hep söylediğim gibi, hz Mehdi, bütün büyük peygamberlerin yaşadığı büyük hadiselerin çok benzerlerini yaşayacak. Büyük peygamberler nelerle imtihan olmuşlarsa, o imtihanların hepsini verecek, geçecek.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Hep beraber göreceğiz

Türkiye mi çökecek, Shell mi çökecek…


Türkiye mi çökecek, ABD mi çökecek…

Türkiye mi çökecek, Rusya, Çin, Japonya, Güney Kore, Tayvan, İran, AB mi çökecek…

Hep beraber göreceğiz Deccal’ın sistemini oluşturan devletler ve yer altı şehirleri mi çökecek yoksa Türkiye mi çökecek.

Bekleyin, kısa süre sonra JP Morgan’ı, Sony’i, Samsung’u, Tesla’yı da göreceksiniz.

O saydığım ülkelerin ve ayrıca o ülkelere ait markaların hallerini de göreceksiniz.

Hala Kuzey akım hattını kimin patlattığını bulamadılar da o ülkeler kendi aralarındaki kontrollü/danışıklı siyasi atışmalarla size mevzuyu unutturdular. Hala Kırım köprüsünü kimin, nasıl patlattığını da bulamadılar.

Metafizikle bakıyorlar, İstanbul’un sinyaline girdiğini kısa sürede görüyorlar. Etrafınızda varsa metafizikçiler, sorun, size de anlatsınlar. Bunlar çok zor işler değil…

Türkiye’ye yapılan hiçbir kötülük karşılıksız kalmayacak. Dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse insan ve organ kaçakçılığı yapamayacak. LGBT sapıklığını yayamayacak. Rest çeke çeke yok edeceğim o rezillikleri… Direnenler ve bu süreçte Türkiye’ye saldıranlar da işte bu hallerde olacaklar. Bu süreçte kendine gelmeyen Türkiye’deki yığın/sürü de imha olacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Hedefleri çok büyük, içimizdeki ihanet kadar büyük


Oturup planlar yaptılar ve hala yapıyorlar. Hedefleri, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerine de tam manasıyla hakim olmak, açıkça idareleri altına almak.

Ayrıca Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Güney Azerbaycan, Irak ve Suriye’yi de dahil ederek bütün bölgede hakim olmak. İlan ettiğim projeleri kendileri yapmak, bu bölgeyi kendi kontrollerinde dünyanın yeni merkezi yapmak peşindeler. Belde-i Tayyibe’yi de güya kendileri tesis edecekler. Bana mani olmak, yolumu kesmek, kendileri önden gitmek istiyorlar. Zaten Şeytan’a tapınan kuralsızlar, şeytanlaşmış tipler ve hiç umursamadan bu bölgede nüfusu büyük oranda kırmaya başladılar. Siyasi/demografik dengeleri değiştirmek de istiyorlar.

Şimdiden sonra da bölgeye elektromanyetik saldırı teknikleriyle saldırmaya devam edecekler. Temiz su kaynaklarını da bu nedenle hızla, bilimsel izahı yapılamayacak tarzda kurutuyorlar. Uygun saha şartlarını bulabilselerdi, bulaşıcı hastalıkları çoktan yaymışlardı. İlk fırsatta da yayacaklar.

Barajları ve elektrik santrallerini de hedef alacaklar. Ziraatı da ayrıca darbeleyecekler. Bu maksatla, Türkiye’nin devlet gücünün en baştan beri geri tutulmasını, kullanılmamasını sağlamaya çabalıyorlar. Hiçbir şeye gücü yetmeyecek, sürekli dış desteğe mecbur kalmış bir Türkiye görüntüsü oluşturmak istediler. Onca devlet ve ordusu buna baştan hazırlanmıştı ve ben deprem sonrasında buna izin vermeyince, onların istedikleri şartların oluşmasına izin vermeyince, kendini durduramayan, şartları hemen okuyamayan, değerlendiremeyen ve ezber yaptığı şekilde adımlar atan devletler, ordular oldu. Kendilerini suç üstü yaptılar. İspanya bunların başında geliyor.

Bütün bu bölgede kimler varsa, kırıp geçmekten hiç çekinmeyecekler. Türk, Yahudi, Ermeni, Süryani, Ezidi, Gürcü, müslim ya da gayr-i müslim, sünni ya da şii, şucu ya da bucu diye ayırt etmiyorlar, etmeyecekler. Buraları adeta bedavaya, mümkün olursa hiç satın alma yapmadan kendi kontrollerine almak istiyorlar. Onların şirketlerinden biri olan Alarko’nun ziraat işine gireceğini açıklaması ve benim buna karşı hamleler yapmam bile, bu konularla ve bu mücadeleyle bağlantılı. Çok sayıda hükumetin, bana inat şekilde Esed ile son süreçte görüşmeler yapmaları da bu planlarla bağlantılı. Bu planın içinde dünyadaki onlarca farklı devlet/hükumet ve bunların orduları ile gizli servisleri de var.

Bölgedeki yer altı zenginliklerine, en çok da Karun’un hazinelerine ve Göbekli Tepe ile Fırat havzası civarındaki değerli hazinelerle, madenlere ulaşmak istiyorlar. Devamında bütün bölgede madencilik ve definecilik yapmak peşindeler. Bunları çıkartma faaliyetlerini, hep olduğundan farklı gösterecekleri büyük projeler kapsamında sinsice yapmak istiyorlar.

Şu anlarda, hususiyle Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde yer altındaki devasa tabii gaz kaynaklarını patlatmaktan da çekinmeyecekler. Onları patlatmaları için bölgeye bombalar yerleştirmeleri bile gerekmiyor. Onlar çok ilkel teknolojiler artık… Enerji, frekans, manyetik alan silahları kullanılıyor bu işlerde ve arka planda onları besleyen, enerji sağlayan çok sayıda nüve/nükleer enerji santralleri var.

Bölgedeki rafinerileri, nükleer santralleri de patlatmaktan çekinmeyecekler. Ermenistan’ın o hurdaya çıkmış nükleer santrali hakkında geçmiş yıllarda da ikazlar yapmıştım ve orayı patlatmaktan da çekinmeyecekler. İran’da patlatmaya müsait çok sayıda yeri belki de en baştan patlatacaklar.

Planlar büyük, kasıtlar büyük, düşmanlar çok ama tek büyük sıkıntımız var: Türkiye’nin resmi idaresi, onlara çalışan hainlerin elinde…

Muhalefet de iktidar da on binle gizli Ermeni, gizli Yahudi, gizli mason bürokrat da onlara çalışıyor. Ordumuzun genel kurmay kademesi de onlara çalışıyor.

An itibariyle Ankara ve yakın çevresinin altını oyuyorlar. Yerin altında büyük çaplı düzenlemeler yapılıyor. Bazı yerler oyuluyor, bazı yerler kırılıyor, bazı yerlere gazlar ve sular dolduruluyor.

Köstebek araçlar yani daha önce bahsettiğim ve yer altında hızlıca hareket edebilen, nüve/nükleer teknolojili araçlar kullanılıyor.

Lavrov, kısa süre önce, Azerbaycanla birlikte mega projelere gireceklerini açıklamıştı ama bunun detayları mevzu edilmemişti. Büyük çapta petrol ve gaz işlerine gireceklerini değerlendirenler olmuştu.

Türkiye’nin acımasız saldırılara uğradığı zamanda sözde Türk ülkesi olan Azerbaycan’ın Rusya ile bu denli yakın olmasına ve ortak hamleler yapmasına, ilginçtir ki kimse de tepki vermemişti.

Baştan beri açıkça yazmıştım ki Rusya ile Azerbaycan arasında ciddi sorunlar yok. Ukrayna meselesinde bile danışıklı dövüşmektelerdi hala o vaziyetteler. Yine yıllardır dikkat çekmiştim, Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye zararlar vermek isteyeceklerine…

Şimdi o süreç yaşanıyor. Ankebut Ağı, Türklükle ve müslümanlıkla neredeyse hiç alakası/bağı kalmamış olan ve Türk/İslam düşmanları tarafından idare edilmekte olan Azerbaycan’ı, Türkiye’ye ve Türk dünyasına karşı bir kart olarak kullanıyor. Son suni deprem saldırılarında Azerbaycan’ın toprakları ve o topraklara gizlice yerleştirilmiş olan bazı teçhizat da kullanıldı.

O mega proje denilen şey, az yukarıda yazdığım devasa planlardan başka bir şey değil. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi ve devamında saydığım ülkelerin topraklarını kapsayacak şekilde devasa bir temiz su, temiz enerji, ziraat, hayvancılık, inşaat, madencilik, denizcilik/balıkçılık, her türlü imalat ve nakliyat işlerine girişecekler. Yapmak istediğim gibi, Kara denizi Hazar denizine bağlayacaklar. Her yerde tuzlu su kanalları açacaklar. Fırat’ı kurutup yatağını genişletecekler ve derinleştirecekler. Basra’ya kadar geniş ve derin bir tuzlu su kanalı da açacaklar.

Çin de bu devasa projenin finansörlerinden biri… Hindistan da bu çok kanlı ve çok vahşi projenin tam içinde… Batı tarafı karşı duruyor zan etmeyin, onlar da beraberler ve bu planın içindeler.

Baştan beri ifade ettiğim gibi, bu suni deprem saldırılarında en çok da ABD, Rusya ve Çin’in elindeki elektromanyetik saldırı sistemlerini kullandılar.

O ülkeden sayılmaz Ermenistan’ın, tiplerine bakılmaz, serseri görüntülü sözde yetkililerini afet bölgesine getirip boy gösterdiler, bu bile bu proje kapsamında verdikleri bir mesajdı…

Plan büyük, çok büyük ve vakit dar.

Şimdi ben böyle açık açık yazıyorum diye, son iki buçuk senedir olduğu gibi, bu defa da tehir olur, uzar, bozulur, iptal olur diye kimse kendini kandırmasın. Buradan dönüş yok. Bu mücadele verilecek. Vatan, millet, devlet muhafaza edilecek. Onlar, bekleyemeyecek şartlar içindeler. Hepsi de aslında iflas etmiş haldeler ve son kartlarını oynamaktalar.


Türkiye’de volkanik dağların peş peşe patlaması ihtimaline karşı da hazırlıklar, planlamalar yapılmalı. En başta da halk bilgilendirilmeli. Aniden bir volkanik patlama yaşanırsa, ilk anından itabaren safha safha neler yapması gerektiğini, halk bilmeli. Bunları öğretmek de devletin vazifesi…

Bursa için en büyük tehlikelerden biri de volkanik patlama tehlikesi…

Manisa, Uşak, Afyon hattında çok şiddetli volkanik patlamaların yaşanması ihtimali var. Bu patlamalar önce çok şiddetli depremlere ve devamında yoğun kül/duman ile lav çıkışına sebep olabilir. Bu ihtimal yüksek, çok yüksek bir ihtimal. Öncelikle Uşak’ta, sonra Afyon’da böyle afetler yaşanbilir. Manisa ise risk sıralamasında üçüncü sırada…

Bunlar da malum ülkelerin, orduların, gizli servislerin planları arasında…

Ege bölgemizde yerin altında, farklı farklı noktalarda/konumlarda, çok büyük su kütleleri var. Çok büyük alana yayılmış olan bu su kütlelerinin altında ise uzaylı şehirleri var.

Ege bölgemiz sonradan volkanik patlamalar ile oluşmuş bir bölge ve onbinlerce senedir dünyalılar da uzaylılar da bu bögede yerin altına ve üstüne suni müdahaleler yaptılar. Çok büyük ihtimalle, bölgenin bu hale gelmesi için, geçmişte kontrollü şekilde volkanik patlamalara da sebep olundu.

Günümüzde Ege denizine olan sınırlarımızın bile suni sınırlar olduğunu, insan eli ve çok yüksek teknoloji ile yapılan müdahaleler sonrasında oluşmuş sınırlar olduğunu, daha önce de yazmıştım.

Hususiyle Manisa’nın altında çok büyük su kütlesi var ve bu hususa aslında ahir zamana ve hz Mehdi’ye dair hadislerde (herkesin anlayabileceği açıklıkta olmasa da) temas edilmiş.

Benzeri sarsıcı gerçekler Muğla ve Mersin için de var. Oralarda da çok suni müdahaleler ve yoğun yer altı sistemleri var.

Ülkemizin altındaki çok sayıda yer altı şehirlerinde, fiziki görünüşleri birbirinden farklı olan çok sayıda uzaylı insan türleri yaşıyor. Ye’cüc ve Me’cüc bunlardan sadece ikisi, onların haricinde dünyada onlarca başka uzaylı insan türü var.

Bu uzaylı insan türlerinden bazıları, sadece bir ya da bir buçuk karışımız kadar küçükler. Bazılarının sanki doğuştan kalkanlı vücutları var. Bazıları yeşil, bazıları gri, bazıları sarı, bazıları kahverengi, bazıları mavi derilere sahipler.

Kafa ve vücut oranları hep değişik değişik. Bazıları hem suda hem de karada rahatça nefes alabiliyorlar. Bazılarının sırtlarında doğuştan kanatları var ve karada yürümenin haricinde, sorunsuzca havada uçabiliyorlar.

İblis, bunların hepsine ayrı ayrı oyunlar, tuzaklar kurmuş vaziyette… Bunların neredeyse tamamını satanistleştirip o asıl Deccal’a yani uzaylı Deccal’a bağlamış vaziyette…

Bu türler arasından çoğu, yeryüzüne çıkarlarsa hemen öleceklerine, hemen lanetleneceklerine inandırılmış haldeler. Dünya insanlarına büyük bir düşmanlık halinde yetiştirilip yaşatılıyorlar.

Ahir zamanda, hz Mehdi, Deccal ile İblis’in ortak sistemini, onların dünya düzenini yıktıktan sonra, yeni bir dünya düzeni tesis edecek ve o uzaylı türlerden hala hayatta kalabilmiş olanlarını da hz. Mehdi idare edecek. Altı ile üstü ile dünya tek devlet olacak. Geçmişte dünyayı tek devlet halinde idare eden dört hükümdardan sonra, beşinci hükümdar da hz Mehdi olacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi