Etiket arşivi: Ay

Ay o, Ay… |Rüya tabirleri


“Gece güneşi” başlığı ile paylaştığım ve bu güne tabir etmediğim şu meşhur rüyamda, güneşle dünya arasına giren ve kimse bilmiyorken benim fark ettiğim, “uzay aracı” dediğim şey, aslında dünyanın uydusu olan Ay…

Gerçek hayatta da Ay bir uzay aracı zaten… Tamamen suni yollarla, çok yüksek teknoloji ile yapılmış bir gök cismi o Ay…

Hiç astrologlarınıza, medyumlarınıza koşmayın. Her zaman olduğu gibi, en dürüst şekilde ben size tabir edeceğim. Lakin, bütün detaylarıyla değil…


Bu rüyada haber verilen çok büyük afetlerle, Kur’an-ı Kerim’de Karia suresi arasında alakalar var.

Hz. Allah, Karia suresinde, sadece kıyamet hadisesinden bahsetmedi. Bir yanı ile de bu surede, dünyamızda, ahir zamanda yaşanacak olan çok çok büyük afetlerde bahsediliyor. O hadiseler, “Sanki kıyamet koptu” denilecek kadar büyük belalar olacak. Kıyametin prototipleri yaşanacak.

Kutup ışımalarının görülmediği ülkelerde kutup ışımaları görüldü. Bazı yerlerde gökyüzü mor/majenta karışımı bir renge büründü. Çok şeyler oluyor arka planda, çok…

Rüyada dolunay görmek, rüya sahibinin şansının ömrü boyunca yaver gideceği, kısmetinin hep arkasından geleceği, her gittiği yerde mutlaka rızkının orada kendisini bekleyeceği ile tabir edilir.

Rüyada dolunay görmek rüya sahibi için hayattaki en büyük mutlulukları yaşamaya ve en büyük zaferleri kazanmayı delalet eder. Rüya sahibi hayattan payına düşen mutluluğu da nimeti de mutlaka alacak ve her zaman en iyisi için uğraş verecektir. Rüyada dolunay görmek, rüya sahibinin temiz ve güzel olan geleceğini simgeler. Kişinin mutluluğu artarak çoğalacak ve hayatta yüzü her daim güleç olacak demektir.

Rüyada Ayın Parladığını Görmek

Hayırlı olacak kısmetler almak şeklinde yorumlanır. Rüya sahibi için sonsuz bir dünya saadeti sunacak olan, güzel ve kutsal bir şey yaşamak anlamına gelir. Bu olayın yaşatacağı duygular sayesinde rüya sahibi hayatında başka hiçbir güzellik olmasa bile bir ömür mutlu olacak demektir.


“Cafer-i Sadık’a göre; rüyada ay görmek on iki şekilde yorumlanır : Devlet reisi, devlet adamı, arkadaş, şef, erkek, baba, anne, koca, eş, sahip, hayır ve menfaat, hizmetçi.

Rüyanın görülüş şekline göre bunlardan uygun olanı alinarak, rüya yorumlanır”

Rüyada güneş ie Ay’ın bir arada görülmesinin başka bir yanı daha var. Tarihe geçecek seviyede afetler ve toplu ölümler…

Rüyada bir de ABD kısmı var. Sonradan bir paylaşım yaparak “Önce Türkiye’de mi yoksa ABD’de mi geçti rüya, emin olamadım bir türlü” demiştim. Bu rüyada çok büyük afetlerin hem Türkiye’de hem de ABD’de yaşanacağına kesin şekilde delalet var.

Bunlar, bilinenler gibi afetler değil. Şu Maraş merkezli suni afetler de olağanüstü seviyede afetler ama ben bu rüyadan, onları da gölgede bırakacak seviyede afetler yaşanacağını anlıyorum.


Bu rüyada haber verilen çok büyük afetlerle, Kur’an-ı Kerim’de Karia suresi arasında alakalar var.

Hz. Allah, Karia suresinde, sadece kıyamet hadisesinden bahsetmedi. Bir yanı ile de bu surede, dünyamızda, ahir zamanda yaşanacak olan çok çok büyük afetlerde bahsediliyor. O hadiseler, “Sanki kıyamet koptu” denilecek kadar büyük belalar olacak. Kıyametin prototipleri yaşanacak.

Kutup ışımalarının görülmediği ülkelerde kutup ışımaları görüldü. Bazı yerlerde gökyüzü mor/majenta karışımı bir renge büründü. Çok şeyler oluyor arka planda, çok…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Sayha bu dünyada çok kere görülmüş bir şeydir

Kaf suresinin 42. ayet-i kerimesinin hz. Mehdi hakkında mı yoksa kıyamet hakkında mı olduğu, çok sayıda alim kişi tarafından geçmişten beri hep tartışıldı. Günümüzde de hala tartışılıyor.

Kaf suresinin 41, 42. ve 43. ayet-i kerimeleri hem kıyamet vakti ve kıyametin nasıl yaşanacağı hakkında hem de hz. Mehdi’nin “çok büyük bir hadise” ile açıkça meydana çıkacağı hakkında ayetler…

Kaf suresinin 42. ayet-i kerimesinde geçen “sayha” bu dünyada çok kere görülmüş, yaşanmış bir şeydir.

Dört büyük melekten biri olan İsrafil aleyhisselamın suru üflemesi de aslında bir sayha… Hatta asıl sayha o ama sayhalara sebep olabilen tek kişi o değil. Bu güne kadar peygamberlerden bazıları da daha kısmi ve daha düşük seviyede sayhalara vesile/sebep oldular. Peygamber olmasalar da bazı büyük veli zatlar da oldular. Hz. Mehdi ve bazı yardımcıları da bunu yapabilecekler. Anlattığım gibi, yaşanacağı hadislerle ve ayet-i kerime ile haber verilmiş olan “duhan” hadisesi de bir sayha ve dabbetül arz ile hz. Mehdi aynı kişiler.

Sayhalar ile maddenin enerjisi, atomu ile oynanıyor. Kıyamet dediğimiz hadise, İsrafil aleyhisselamın suru üflemesi ile yaşanacak olan bir sayha ve sayhaların en büyüğü ve sonuncusu…

Sur nedir, tam olarak bilemiyoruz ama üflemesi de anladığımız manada değil. En doğrusunu Allah bilir ama benim anladığım, İsrafil aleyhisselam bir şekilde ve aniden çok büyük bir enerji yayacak. Bu sayede sadece dünyamızda ya da güneş sistemimizde ya da uzayda değil, bütün sema katları da dahil her yerde aynı anda kıyamet kopacak. Her şey gayb olacak. Yani atomlarına ayrılarak görünmez olacak. Gayb olmak, tamamen yok olmak demek değildir.

Her şey atomlarına ayrılacak, göz göremez olacak, zaten insanlar da gözleri de atomlara ayrılacak. Canlı kimse kalmadığı gibi üzerindeki canlı-cansız her şeyle beraber bütün gezegenler, güneşler, gök adalar, uzayın tamamı hatta üstündeki sema katları atomlarına ayrılacak. Lakin bu atomlar yok olmayacaklar da İsrail aleyhisselam sura ikinci kere üfleyince yani yeni bir sayha yapınca, o defa tekrar bir araya gelecekler.

İşte bu gözle bakınca daha iyi anlaşılacaktır ki sayha, atomlar arasındaki bağları bozan, dolayısıyla maddeyi/cismi oluşturan atomları dağıttığı için ortada madde/cisim bırakmayan bir enerji…

İşte geçmişte pek çok kavim bu şekilde de helak edildi. Onlara bir sayha isabet etti ve bedenlerini oluşturan atomları bir anda çözüldüler de öldüler ve gayb oldular. Ortada cesetleri bile kalmadı.

Ayet-i kerimelerde geçen sayha, saika ve karia, hep bu sarsıcı gerçeklerle alakalı. Sarsıntı, deprem, çığlık gibi manalara gelmiyorlar. Atomlarına kadar sarsıp dağıtan bir ses/şok enerjisi, dağıtılıp çözülme, çarpılma gibi manalara geliyorlar.

Ad kavminin devamı olan Semud kavminin elinde çok çok uçuk seviyede bilim ve teknoloji vardı.

Günümüzde ışın ya da plazma silahları da denilen silahları, çok ileri seviyede yapmışlar ve kullanıyorlardı. Aralarından bir kişi mesela bir hayvana ateş etse, saniye içinde hayvanın bedenindeki bütün atomlar ayrışıyor ve ortada ceset bile kalmadan hayvan ölüp yok oluyordu.

Kayadan devenin çıkışı da bir sayha…

Aralarındaki Salih peygambere hiç inanmıyorlar hatta onu deli, meczup, yalancı görüyorlardı. Onunla alay ediyorlardı. Salih aleyhisselam ne kadar nasihat etse de onu dinlemiyorlardı.

İşte o meşhur ve ayet-i kerimede de geçen hadisenin yaşandığı gün “Sen peygamber isen mucizeni göster” dediler ve Salih peygamber mucize gösterince inanacaklarına da söz verdiler.

Hz. Salih “Nasıl bir mucize göstermemi istiyorsunuz?” dediğinde, teknolojiyle, cinlerin gizli müdahaleleri ile ve sihir/büyü ile asla yapılamayacak bir şey düşündüler.

Bir kayanın ya da tepenin üzerinde iken söz konusu silahla vurulmuş ve gayb edilmiş bir deveyi geri getirmesini istediler. “Şu karşıki dağdan yavrusuyla beraber bir deve çıkaracaksın” dediler. Herhangi bir deve olursa kabul etmeyeceklerini, silahla vurulup yok edilen devenin hem dişi hem de gebe olduğunu, Salih peygamberin de aynı dişi deveyi geri getirmesi gerektiğini ısrarla söylediler.

Salih aleyhisselam Allah’a dua etti, Allah’ın takdiri ile mucizesini gösterdi. Atomlarına ayrılarak ölmüş olan dişi devenin atomları herkesin gözleri önünde bir araya tekrar toplandı. Yani hz. Salih mucizevi seviyede bir sayha gönderdi. Üstelik ölü halde değil, vurulmadan önce olduğu gibi diri halde bir araya toplandı o devenin atomları… Deve, yaşananlardan dolayı şaşkına dönen kalabalığın arasında yürüye yürüye dolaştı. Bir süre sonra yavruladı ve sağlıklı bir yavru verdi.

Semud kavminden olan inkarcılar, şaşkına döndüler. Aynı dişi deveyi, aynı boyda posta, aynı gebelik seviyesinde ve yok edildiği kayanın ya da tepenin üzerinde görünce, gördüklerine inanamadılar ama sözlerini tutup iman da etmediler. Aralarından sadece birkaç kişi iman etti. İman etmeyenler yine de o kadar sarsıldılar ki Salih peygambere deli, meczup diyemez oldular. Ona hala inanmıyor olsalar da sözlerine büyük oranda itaat eder oldular.

İşte kıyametin kopması da bir sayha ile yani “Sura üflenmesi” dediğimiz şey neticesinde devasa şiddette bir sayhanın yayılması ile yaşanacak. Kıyametin kopmasından bir süre sonra o sura bir daha üfleyecek İsrafil aleyhisselam ve yine akıl almaz büyüklükte bir sayha yayacak. O vakit ise her şey yerine geri gelecek. Yani dağınık durumda olan her şeyin atomları birleşecek.

Birinci sayhada atomlarına ayrılmış olan koca alem, ikinci sayhada yeniden atomlarının birleşmesi ile geri gelecek, yeniden yaratılacak. Kıyametin koptuğu anda dünya diye bir gezegen hala varsa, ikinci sur üflenince o da atomları toplanarak geri gelecek. Öyle ki mfs kıyamet kopmadan önce şunca projelerini yapıp bitirmişse, kıyametten sonra dünya tekrar yaratıldığında bütün bu projeler de eski haliyle geri gelecek. Kanallar, boğazlar, suni denizler, suni adalar yok olmayacaklar.

Kıyamet koptuğu anda dünyada başka nasıl faydalı ya da zararlı şeyler varsa, onlar da kıyamet kopma anındaki halleri ile geri gelecekler. Kıyamet kopma anında dünyada hangi hayvan türleri varsa, şu deve misalinde olduğu gibi, onlar da oldukları yere geri gelecekler ve yaşamaya, üremeye devam edecekler.

Lakin dünya insanlarının bedenleri de atomlarından yeniden bir araya getirilecek yani öldükten sonra dirilme dediğimiz şey yaşanacak olsa da ikinci surdan sonra dünyaya geri gelecek dünya insanları burada çok kalmayacaklar. Yargılanıp cennete ya da cehenneme gidecekler.

Sonra Allah’ın takdir ettiği kadar bir zaman geçecek. Dünya bir süre boş kalacak. Sonra yeni bir Adem ile yeni bir Havva’yı yaratacak Allah ve bu gezegene gönderecek. Sonra o yeni Adem neslinin kıyameti kopana kadar yeni yeni insanlar ve cinler gelecek bu dünyaya ve onlar da imtihan olacaklar. Onlar, daha önce yaşamış da ölmüş insanlar ya da cinler olmayacaklar. Kıyameti kopan, mahkemesi yapılan, cennete ya da cehenneme konulan milletler/ümmetler, bir daha dünyaya asla gönderilmeyecekler.

Bu sistem, bu güne kadar en az milyonlarca kere yaşandı. Bizden önce en az milyonlarca kere kıyametler yani dev sayhalar koptu. Milyonlarca başka Adem’in evlatları, kıyametleri kopana kadar imtihan oldular ve şimdi cennette ya da cehennemdeler. İsra mucizesi sırasında peygamberimizin cennette mükafat halindeyken ya da cennemede azap halindeyken gördüğü insanlar da bu kişiler. Bizden önceki Ademlerin evlatları olan kişiler.

İkinci sur üflenip de insanlar ölümden sonra diriltilince, çürümüş ve atomları ayrışmış haldeki bedenleri tekrar ilk haline gelince… O bedenlere o ruhlar yeniden konulunca… Bu insanların hesapları adaletle görülüp cennete ya da cehenne konulunca… Bunun üzerine dünyada hiç insan kalmayıp da bir süre de geçince… Ve sonra yeni Adem ile Havva gönderilince… İşte o arada insansız/boş geçen sürede dünyada yeryüzünü tamamen tarumar eden felaket ya da felaketler de yaşanmamışsa… O halde yeni Adem ile Havva yüksek teknoloji ile her yeri elden geçirilmiş, düzenlenmiş, şekillendirilmiş bir dünyaya gelmiş olacaklar.

Geldiklerinde elektrik santralleri, köprüler, yollar, yer altı şehirleri, kütüphaneler, dijital kütüphaneler, hava ve kara araçları, hastahaneler, askeri tesisler bulacaklar. Yeri kazıp araştırmalar yapsalar, yerin altında milyonlarca hatta milyarlarca yıl önceden kalma el aletleri, şehirler, mağaralar, tüneller, hayvan ve insan kalıntıları dahi bulacaklar.

Bu, bizim Adem babamız bu dünyaya gönderildiğinde de böyle oldu. Adem babamımız dünyamızda çok yüksek teknoloji ile yapılmış şehirlerin, binaların, devasa tesislerin, kütüphanelerin içinde yaşadı. Çünkü sayha ile atomlarına ayrılma ve sayha ile atomları toplanıp diriltilme, geri getirilme esnasında, her şey son anında olduğu gibi yeniden toplanıyor, şekilleniyor.

Bu sayede Adem babamız, dünyaya geldikten kısa süre sonra, dünyada sağlam kalmış uzay araçlarından birini kullanarak Venüs’e ve başka gezegenlere dahi gitti. Venüs’te de hala insanlık var ve dış görünüşleri bizimle tıpa tıp aynı…

Dünyanın uydusu olan Ay’ın suni bir uydu olduğunu, en az dört milyar yaşında olduğunu artık çok yüksek sayıda insan duydu, öğrendi kabullendi.

İşte o Ay, milyonlarca önceki Adem nesillerinden biri tarafından yapıldı. Arada milyonlarca kere kıyamet koptu, başka başka Ademler gönderildi, nesilleri yaşadı ve imtihan oldu ama o Ay’a bir zarar gelmedi. Kıyamet kopmakta iken nerede ve nasıl bir halde duruyorsa, ikinci sur üflenince aynı o yerde ve o halde geri geldi.

Yüzeyinde ne kadar göçükler, kayalar, izler varsa, onlara kadar, bütün detaylarına kadar aynı kalarak geri geldi. Ay ne halde iken atomları ayrıldı ve gayb olduysa, o atomlar tekrar o halde toplandı.

Anlaşılsın diye açıyorum. Bir kişi şu Ay’ın bizden sonraki Ademin nesline ulaşmasını istemiyorsa… O halde kıyamet kopmadan önce onu bombalamalı, paramparça etmeli ya da tek tek her yerini sökmeli. Bu yapılırsa, kıyamet kopmakta iken ortada bir Ay olmadığı için, ikinci sur üflenince de ortada bir Ay olmayacak.

Şimdi sayhanın, karianın, saikanın ne olduğu da bu alemin çalışma sistemi de büyük oranda anlaşılmıştır ve şu sözü ekleyebilirim:

En doğrusunu Allah bilir ama benim anladığım o ki hz. Mehdi açıkça meydana çıkarken, Mehdi olduğu herkesçe anlaşılacağı şekilde meydana çıkarken sayhalar atacak ve dünyanın farklı yerlerinde akıl almaz hadiselere sebep olacak. Öyle ki bu hadiselerde pek çok şehir ve şehir halkı bile yok olabilir.

Yakında yaşanacağını değerlendiriyorum, bakalım neler olacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Hala aynı film, aynı fırıldak…


Uzaya ne gönderiliyor, kimin başına ne düşecek, belli değil

Sene 2022 oldu ama hala Ay ve nükleer kelimeleri bir arada haber yapılıyor. Arka planda aslında ne dönüyor, bunu kaç kişi biliyor… Sadece ABD değil, dünyadaki bütün devletler ittifak ederek güçlerini, teknolojilerini birleştirseler bile Ay’a ve Ay’dakilere hiçbir şey yapamazlar.

ABD, Ay’a gitmeyi denediği ilk zamanlarda duvara çarmış gibi oldu. Sonra da Ay’a peş peşe nükleer bombalar atmanın yollarını araştırdı. Bu, daha sonra basına, medyaya da sızdı. Sovyet Rusya’nın hali de ABD’den farksızdı. Onlar da duvara çarptılar. Sonra ABD ve Rusya Ay projelerinde ortak hareket etmek istediler. Bazı gizli ortak projeler gerçekleştirdiler. Uzay araçları ve astronotlar göndermek yerine Ay’ın çevresinde dolaşacak uydular ve Ay yüzeyine inecek robotlar gönderebildiler. O günden bu güne kadar da hep tuhaf tavırlar, kararlar sergilediler ve Ay hakkındaki sarsıcı gerçekleri gizlemek istediler. Ay’dan neden bu kadar uzak durduklarına dair sarsıcı yayınlar da yapıldı, hatta bazı meşhur filmler de çekildi. Son birkaç yıl içinde hazırlanan bazı belgesel çalışmalarda Ay’daki devasa askeri tesisler, kilometrelerce yükseklikteki kuleler, kilometrelerce çapındaki çanak antenler somut delillere dayanılarak anlatıldılar. Böylelikle, yıllardır anlattığım hususlar, somut ispatları ve ABD ordusundan yüksek rütbeli emekli subayların anlatımları ile de doğrulandı.

ABD’deki ve Rusya’daki etkili ve yetkili kişiler ise, Ay’ın suni bir gezegen olduğunu, Ay’da müslümanların hakim olduğunu, orada bilim ve teknolojinin çok çok ileri seviyede olduğunu, çok zaruri olmadıkça dünyamızın hiçbir şeyine müdahale etmediklerini ta o zamanlarda öğrendiler.

Yıllardır yazdığım gibi, bu dünyanın insanlığının imtihan sürecini bozacak müdahaleler yapılmasına dinen izin yok. Ay’daki Müslüman unsurların da bu müdahaleleri yapmasına müsaade yok. O müsaade olsaydı, şu dünyada ne yeşiller, ne griler, ne ABD, ne Rusya, ne Çin, ne Satanistler, ne kara paracılar, ne organ kaçakçıları, ne zorla fuhuş yaptıranlar, ne NASA, ne NATO kalırdı. Sadece iki gün içinde hepsini tarihe gömerlerdi. Bunu yaparken belki de hiç zayiatları olmazdı.

Yıllar öncesinden beri yazıyorum ki Ay suni bir gezegen ve içinde kat kat sistemler var. Orada dünyadan gitmiş çok sayıda dünya insanı da var. Hatta alim, fazıl kişiler de var. Orada başka dünyaların insan türleri arasından müslüman olanları da var. Orada ırkçılık yok, orada cehalet yok, orada kin ve nefret hakim değil. Orada haksız yere kan dökülmüyor. Orada sömürgecilik yok. Orada İblis’in sözü geçmiyor. Orada gerçek manada insanlık var, mutluluk var, huzur var. Bilim ve teknolojinin insanlığın faydasına olacak şekilde kullanılması var. Ortak bir insanlık, ortak bir medeniyet var.

Ankebut Ağının mensupları bu güne kadar milyonla yalan haber ve açıklama yaptılar, yaptırdılar. Yarım asırdan fazladır dünyaya anlatamadıkları, anlatmak istemedikleri hakikat bu… Hala kıvranıp duruyorlar. O zamanlar bir çılgınlıkla Ay’a nükleer bombalar gönderip patlamayı ciddi ciddi tartıştılar ama kısa süre sonrasında, bu düşünceleri ile ne kadar komik hallere düştüklerini anlayıp kabullendiler. Bir filin karşısındaki bir karınca kadar bile olmadıklarını kabullendiler. Aralarından bazıları zaman zaman çıkıp “Bize düşman olsalardı mahvolmuştuk” diyerek basına, medyaya konuştular ama bildiklerinin devamını anlatmadılar.

Yine de sık sık Ay ve nükleer kelimelerinin bir arada geçtiği haberleri duyuyoruz. “Nedir, neler dönüyor” diyerek haberlere baktığımızda, Ay’a nükleer santral tesis edilmesine dair fikirleri, Ay’a gidecek roketlerin nükleer sistemle çalışan roketler olmasını sağlamaya dönük projeleri ve sık sık da ABD Savunma Bakanlığı İleri Araştırma Projeleri Dairesi (DARPA)’ni görüyoruz. Sanki her şey çok barışçılmış, her şey tertemiz hatta melek gibi niyetlerle yapılıyormuş, sanki her şey insanlığın faydası için yapılmaktaymış ya da yapılacakmış gibi masallar, yalanlar okuyoruz ya da dinliyor, izliyoruz.

Elli yıldan fazla süredir Ay’a, Mars’a, güneş sistemimize, bütünüyle uzaya dair masallar/yalanlar anlatan ve bunu devletler arası bir organize faaliyetle hala devam ettirmeye çabalayan satanist unsurlara nasıl güvenebiliriz.

Ay’a nükleer bombalarla ya da roketlerle saldırılar yapamadılar, yapamıyorlar. Ay’a yerleşme alanı da tesis edemiyorlar. Hatta öyle bir korkuyorlar ki onlarca yıldır Ay’a bir daha astronot bile gönderemiyorlar. Ay karşısında, Ay’dakiler karşısında hala bu kadar korkak ve çekingen kalıyorlar. O halde bunca nükleer projelerle aslında neler çeviriyorlar? Nükleer roket dedikleri şeylerden birinin, istediklerinde, hedef aldıkları bir ülkenin/şehrin tepesine düşmeyeceğinin, yüz binlerce hatta milyonlarca masum sivili öldürmeyeceğinin garantisini kim verebilir? 1945’de, masonlar/yahudiler tarafından bir süper güç olması istenen ABD, dünyanın gözleri önünde bunu yapmıştı, şimdi neden yapmasın?

NASA’nın batak olduğunu, kendi roket motorunu bile yapamayacak kadar krizde olduğunu, bu nedenle malum şirketlerin NASA’nın önüne geçirilmek istendiğini yıllar önce yazmıştım. O malum şirketlerin de iyi hallerde olmadıklarını, çünkü bir bütün olarak ABD’nin batak halde olduğunu, Elon Musk’ın ve şirketlerinin de aşırı şekilde abartıldığını yıllardır yazmıştım. Şimdilerde ise ABD’deki şirketler de amiyane tabirle nalları dikmek üzere… Bu güne kadar basın, medya faaliyetleri ile dünyaya bir süper güç olarak tanıtılmış, yutturulmuş olan ve bu günlerde nalları dikmemek için son çırpınışlarını sergileyen ABD’nin, sözde süper güç olmaya çalıştığı zamanlarda çekinmeden yaptığı şeyi, sahneden inmeden önce bir daha ve hatta daha şiddetli şekilde yapmayacağına kim garanti verebilir. Ankebut Ağının dünyayı sömürmekte, katletmekte, cehenneme çevirmekte kullandığı malum devletler tam manasıyla yok olana kadar çok dikkatli olmak gerekiyor. Söz konusu devletler, bunca zamandır ittifak halinde Milletler arası uzay istasyonunu bile insanlığın zararına olacak şekilde kullandılar. Dünyadaki suni kuraklık, kıtlık projelerinde, uzaydan dünyaya kuraklaştırıcı sinyaller gönderme projelerinde kullandılar. Suni depremler, seller, fırtınalar, tayfunlar, hortumlar yapmak için kullandıkları sistemin bir parçası olarak da kullandılar. Bir ülkenin ya da bölgenin insanlarına topluca zihin kontrolü uygulamak için kullandıkları sistemin bir parçası olarak da kullandılar. En göz önündeki uzay istasyonu üzerinden bile bunu yapmış o devletler, yıkılmamak için çırpınmakta oldukları şu süreçte neler yaparlar….

Birleşmiş Milletler ve NATO dahil olmak üzere, Ankebut Ağı tarafından tesis edilmiş, kontrol edilmiş ve edilmekte olan ittifaklar çoktan çöp oldular. Milletler arası yeni bir ittifak tesis edilmeli. Bu ittifaka bağlı yeni bir denetleme kurumu da derhal tesis edilmeli. ABD, Çin, Rusya başta olmak üzere dünyanın herhangi bir devletinin, kendi kafasına göre uzaya istediğini gönderebilmesinin önüne geçilmeli. Bağımsız denetleyiciler, insanlık namına hareket ederek, uzaya gönderilmek istenen şeylerin insanlığın zararına olacak şeyler olup olmadığını denetleyebilmeli. Uzaya silah ve de stratejik silah gönderilmesi, insanlığın ortak ve kesin kararı olarak yasaklanmalı. Bu milletler arası teşkilata dahil olmayan, bağımsız ve şeffaf denetlemelere izin vermeyen ülkeler, ABD, Çin ya da Rusya bile olsa bütün dünya ülkelerinden gerekli tavırları, baskıları, ambargoları görmeli. İnsanlığın korunması için gerekiyorsa bu ülkelere ittifakla harp ilan edilmeli. Söz konusu ittifak, uzaya dair anlatılan masalları da yayından kaldırmalı ve bir an önce uzayı gerçeklerini dünya insanlığına anlatmalı. Bu, insanlığın en temel haklarından biri…

Dünyanın önde gelen devletlerinin organize şekilde hareket ederek dünya insanlığını kandırmalarına, yanlış bilgilendirmelerine karşı, artık bu dünyanın namuslu, dürüst bilim, fikir, eğitim, din ve siyaset adamları ittifak etmeli. Bu insanlık düşmanlığı, bu oyunlar, bu yalanlar, bu filim fırıldaklar artık sıktı…

Ben, söz konusu milletler arası teşkilatın ve denetleme kurumunun bir an evvel tesis edilebilmesi ve ayrıca çalışanları arasına masonların, satanistlerin ve muhtelif insanlık düşmanı akımlara kapılmış kişilerin sızmaması için üzerime düşenleri yapmaya her zaman hazırım.

Artık, insanlık düşmanlığının ve düşmanlarının hakim olmadığı yeni bir dünya düzeni tesis edilmeli…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Bermuda Şeytan Üçgeni 2

Bermuda Şeytan Üçgeni denilen alanın altında, okyanus suyunun altındaki yeraltı üssünde gizlenen uzaylı türü, Griler denilen tür…

Bunların okyanus altındaki mağaralarda yaşadığı iddia edilemez. Yaşadıkları o yere mağara denemez. Orada muazzam bir sistem var. Öylesine büyük bir yeraltı üssü kurmuşlar ki yerleri ile gökleri arasında yani üzerinde yaşadıkları zemin ile tavandaki toprak arasında çok büyük mesafe var. Orada aynı anda çok sayıda dev uçak ya da UFO bir arada uçabilir.

Oradakiler sanki yer üstünde yaşıyorlarmış gibi şartlar içindeler. Başka türlerin, dünyanın başka yerlerinde yaptığı gibi burada da tavanları karanlık bir toprak parçası gibi durmuyor. Gelişmiş aydınlatma sistemleri var ve gün ışığı yayıyor. Bu sistem dünyamıza göre ayarlanmış ve dünyamızda o bölgede gece olunca onların da ışıkları kararıyor. Gündüz olunca yanıyor. Bazı kısımlarında ise daha ilginç bir hal var. Sanki okyanus suyu ile kendileri arasında kalın bir toprak parçası yokmuş gibi duruyor. O kısımlarda yukarı bakılınca okyanus suyunu ve içindeki deniz canlılarını görüyorlar.

Dünyamızda kendilerine Griler denilen bu uzaylı insan türünden olanların çoğu gayr-i müslim, saldırgan ve işgalci…

Fırsat bulsalar hemen şu dakika dünyamızın tamamını istila ederler ve dünya insanlığından kimseyi sağ bırakmazlar. Lakin buna fırsat bulamıyorlar. Başka bir uzaylı insan türü onlara set oluyor ki bu tür Merihli/Marslı Müslüman kardeşlerimiz.

Şu anda dünyamız üzerinde çok sayıda uzaylı başka insan türü var. Kiminin az sayıda adamı var, kiminin çok sayıda… Kiminin dostane niyetleri var ve kimi ise çok saldırgan. Lakin dünyamız üzerinde bulunan türlerden en ileri teknolojiye sahip olanı Merihliler… Bunun böyle olması, dünya tarihinde bir kırılma noktası oluşturuyor. Yoksa tamamen istila edilen ya da hiç istila edilmeden tamamen imha edilen belki yüzbinlerce gezegenden biri de biz olacaktık.

Merihliler gezegenimizi Ay üzerinden de koruyorlar. Ay’da da onlar ve başka türlerden Müslüman müttefikleri var. Uzaydan gelecek saldırıları karşılayıp bizim haberimiz bile olmadan engelliyorlar. Geçen sene emekli bir ABD Generali bu gerçeği kameralar önünde itiraf etmişti ve hemen etramızda birilerinin bizi saldırgan başka birilerinden koruduğunu, lazerle savaştıklarını açıkça ifade etmişti. Bu ifadeleri bir belgeselde yer almıştı.

Mehmet Fahri Sertkaya|Akademi Dergisi