Etiket arşivi: Arif Ahmet Denizolgun

Türkiye’deki gizli Ermeni paralel devlet çöküyor – 27

Erkan Mumcu da bir gizli Ermeni

Yaşı çok genç olanlar bilemeyeceklerdir. Gizli Ermeni, kara paracı, kumarbaz, mafya boşbakan Mesut Yılmaz’dan sonra, ANAP’ın başına gizli Ermeni Erkan Mumcu geçti bir süre… Erkan’ı siyasete Mesut Yılmaz sokmuştu.

Erkan muhtelif bakanlıklar da yaptı. AKPKK’ye katıldı ve Milli Eğitme Bakanlığı ile Seyahat (turizm) bakanlığı da yaptı.

Turgut Özal’ın soyunun bir yanı Yahudi, bir yanı Ermeni, bir yanı Kürttü.. Karısı Semra ise gizli Yahudi yanı ağır basan biriydi. ANAP’ta her zaman gizli Ermeniler de tesirli oldular.

Gizli Ermeni Arif Ahmet Denizolgun, ANAP’ın tabela partisine döndüğü, seçmeni ve teşkilatı kalmadığı 2002 seçimlerinde ANAP’ı destekledi. Cemaatimizin oylarını ANAP’a yönlendirdi. Bu hususun çok da üzerine düştü ama cemaatimizin idaresini ele geçiren kriptolar da grup gruplardı. Çok fireler verilse de yine de ANAP çok iyi oy aldı.

Adile Kurt Karatepe de bir gizli Ermeni

Adile Naşit benzeri bir gizli Ermeni kodlaması…

Şükrü Başdeğirmen de bir gizli Ermeni

Erkan Mumcu’nun memleketi Isparta…

Melissa Bağcı da bir gizli Ermeni
Ertekin Durukurt da bir gizli Ermeni

Sabetaycı gizli Yahudi Adnan Menderes, soy adı kanunu çıkınca , önce Ertekin soy adını almış, sonra erkek sevgilisinin Menderes soy adı aldığını anlayınca gidip soy adını Menderes’e çevirmişti.

Pek çok kod hem gizli Ermenilerde hem de gizli Yahudilerde ortak olarak kullanılıyor. Zaten Ermeni-Yahudi karışık soylardan gelenlerin sayısı çok çok fazla.

Hacı Yakışıklı da bir gizli Ermeni

Yakışıklı mı yoksa yak-ışıklı mı?
Ne diyorsunuz, gizli Ermeni mi?
Bu kadar vasıfsızlığı ve güven vermeyen siması ile nasıl oluyor da bu kadar yükseliyor ve bizim gibilerin karşısına anında çıkan sistem, bunların önünü senelerce kesemiyor?

Kesemiyor mu, kesmiyor mu? Yanındaki da Akit’in kurucu sahiplerinden Karahasanoğlu…

Yıllarca, gizli Ermeni ve çok ileri seviyede insan şeytanı olan Mustafa İslamoğlu’na, sahibi olduğu Nakit paçavrasında sözde İslami yazılar yazdırdı. Toplumdan ve okuyucu kitlesinden ve hatta Akit’in diğer bazı yazarlarından çok sert tepkiler yükselmesine rağmen, Müslüman hoca rolüyle İslam’a saldıran İslamoğlunu orada tuttu, yazdırdı.

Sonra Kayseri Develili olan İslamoğlu’nun, bir erkek çocuğuna tecavüz ettiğinin resmi belgesi çıktı piyasaya da gerçek Müslümanlar bir rahat nefes aldılar. İslamoğlu’nu her şeye rağmen arkalayan sistem mecburen geri durdu. Bunda da Akademi Dergisinin çok büyük payı, hizmetleri oldu.

Engin Altan Düzyatan da bir gizli Ermeni

Bakın şimdi nasıl da hemen çözeceksiniz…

Gürbüz Doğan Ekşioğlu da bir gizli Ermeni

Kazım Karabekir de gizli Ermenilerdendi.

İktidardaki Sabetaycı gizli Yahudilerle anlaşamıyordu. Muhalefet yapmasına rağmen, diğer muhalifler gibi de yok edilemiyordu. Çünkü bağlantıları, gücü vardı. Ordumuzdaki gücü çok fazla olmasaydı, Sabetaycı Kamal Adıtürk’e muhalefet eden diğerleri gibi kesinlikle asılacaktı.

Gürbüz çocuklar operasyonunu insan ve yetim sevgisinden ötürü yapmadı. Ordumuzu iyice gizli Ermenilerle doldurmak için yaptı. Çok haince bir niyetle, çok güçlü bir dip darbe vurdu. Hala onun ve çetesinin pek çok uygulamasının sıkıntıları çekiliyor bu ülkede…

Mağduru oynamaya çabalayan Ekrem İmamyan da o çetenin günümüz mensuplarından biri…

Rahşan Gülsan da bir gizli Ermeni
Ali Tekin de bir gizli Ermeni
İdris Akbıyık da bir gizli Ermeni
Büşra Sanay da bir gizli Ermeni
Bengi Başer de bir gizli Ermeni
Soner Arıca da bir gizli Ermeni

Gizli Ermeni Kadir İnanır’ın yeğeni…

Melih Ecertaş da bir gizli Ermeni
Cengiz Alçayır da bir gizli Ermeni
Tuğrul Selmanoğlu da bir gizli Ermeni
Erdem Özveren de bir gizli Ermeni
Cafer Gülseven de bir gizli Ermeni

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Üstazımızın gerçek ailesi değiller

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Artık şu kısımları da anlatmanın vakti geldi, zemini oluştu

Asıl hikayeyi anlatayım sen de rahatla, bunca kardeşlerimiz de rahatlasınlar.

Sene 1950 olmadan önce gerçek üstazımız hicret etti. Hiç kimseye hiçbir şey söylemeden, anlatmadan hicret etti.

Durmaksızın üzerine gidenler, onu imha edebilmek için devletler arası seferberlik ilan edenler, kendi devletinin bütün kurum ve kuruluşlarını üstazımızın imha edilmesi için seferber eden o kriptolar, o hainler, neye uğradıklarını şaşırdılar. Onca şeye rağmen öldürülemeyen hazretimizin öldüğüne kanaat edecekler, edemediler, geri gelir dediler ama zaman geçtikçe gelmediğini gördüler.

Verdiği mücadelenin, tesis ettiği temelin devam etmesini, kriptolar olarak bu sistemin kontrollerine girmesini çok istediler.

Ortada hazretimiz yoktu, onu tanıyanlar da hep soruyorlar, merak ediyorlardı. Evrak oyunlarıyla ve millete söylenen yalanlarla, ikamet adresini Şehzadebaşı’ndan Kısıklı’ya taşıdılar.

Bu da evrakta sahtecilikle yapılan bir şeydi. O tarihlerde henüz yerine dublör hazırlayamamışlardı.

Üstazımız yıllarca maaşını da çekmedi, tek bir resmi işlem de yapmadı, yaptırmadı, çünkü ortada yoktu. Sene 1956 olana kadar hiç ortada görünmedi.

Sonra birden o Akçelioğlu Ermenisi üzerinden hamleler yapıldı, güya muhtarlıktan “hayatta olduğuna dair” resmi evrak alındı.

Geçen paylaştığım muhtarlık evrakındaki resmi gördünüz, o kişi yıllarca eğitilerek üstazımız gibi davranması istenen kütük gibi bir herifti, lakin genel hatlarıyla üstazımıza benziyordu, andırıyordu.

Zaten devletin bütün kurum ve kuruluşlarını çoktan kriptolar ele geçirmişler, zaten devletimizin istihbarat teşkilatlarını ele geçirmişler, zaten İngiltere kraliyet ailesi ne emrederse onu yapıyorlar.

Cumhuriyet diye bir ihanet sistemi kurmuşlar, tasmalarını İngilizlere vermişler, bir çekinceleri yok, evrakta sahtecilik, yalan, dolan, üçkağıt, cinayet, fitne, fesat, her şey bunlara serbest ve çekinmiyorlar.

Müslüman Türk rolü oynayarak az Müslüman öldürmediler. Çok kan döktüler çok.

Lakin üstazımızı öldüremeyince, ne olduğunu bilemeyince, yıllarca geri gelmeyince, bu yolu bitirmediler, kendilerince devam ettirdiler.

O dublörün yanına, bir süre sonra, eşi ve kızları denilerek birileri getirilmiş. Resmi evrakların, resmi kayıtların hiçbirinin sıhhati yok. Her hususun ayrıca doğrulanması gerekiyor. Kesin olan, o kişi üstazımız değil de dublör. Dublörün yanına getirilen kişiler ise dublörün gerçek eşi mi çocukları mı bu bile net değil. Yine kesin olan, o eşin ve çocukların gerçek üstazımızın eşi ve çocukları olmadıkları…

Eşi görünen kişi de gizli Ermeniymiş ve Yahudilik tarzı karışmış olsa da daha çok Ermeni/Hristiyan gibi yetiştirmek istemiş kızlarını.

o kadın gerçek üstazımızın eşi değil, onun yanındaki kızlar da üstazımızın kızları değil, gerçek üstazımız hiç evlenmedi, hiç dikkat etmedin mi?

Üstazımızın kronolojisinde, köyü Ferhatlar’a son defa gidip 40 gün kaldığı bilgisi bile var ama evlilik tarihi? Nerede evlendiğine dair kayıt? Onlar yok. Eşi diye gösterilen, anlatılan kişiye dair ne biliyorsun? Cemaatimizdeki gerçek Süleymanlılar, bu hususta ne kadar bilgiye sahip olabilmişler? İşte dikkatle üzerine düşülmesi gereken yerlerden bir yer de burası.

Yani üstazımızın eşi de yok, çocukları da yok. Kemal Kacar diye bir damadı yok ki kemal kacar soyu gözler önünde olan Sabetaycı bir Yahudi… Kemal Kacar ve Hüseyin Kamil, üstazımızın kızları gibi gösterilmiş kişilerle evlendiler.

Kemal Kacar

Hüseyin Kamil de kripto ve soyu Osmanlı’ya en büyük ihanetleri yapıp içerden deviren kadronun önde gelenlerinden biri olan Mustafa Reşid paşa hainine dayanıyor.

Buna göre, üstazımızın torunları diye bilinen Arif Ahmet Denizolgun, Mehmet Beyazıt Denizolgun, Gülderen Kuriş gibi kişiler de gerçek üstazımızın hiçbir şeyi değiller.

Gülderen Kuriş’in oğlu Alihan Kuriş de gerçek üstazımızın hiçbir şeyi… Fatih Süleyman Denizolgun da aynı.

Bak, Süleyman Demirel gibi, Bülent Ecevit gibi, Devlet Bohçalı gibi Kemal Kacar’ın da çocuğu yok. Gerçekten bir aile hayatı yok. Sabetaycılar, Kemal Kacar’ı dava diyerek bu yola adamışlar. Sorunsuz yol alabilsin diye onun erkekliğini elinden daha çocuk yaşlarda almışlar. İsteseydi de çocuğu olmazdı. Belki firari eşi de bu nedenle başka birine kaçtı.

Bak sahte üstazın kızına verilmiş isim Ferhan, evlenince Ferhan Denizolgun oluyor.

İnternete yaz, kendin arat.

Ferkan Denizman kimdir de.

Selanik kökenli güya Türk, aslında Yahudi dönmesi bir ailenin meşhur edilmiş bir evladı.

Neden öyle bir isim ve soy ismi var?

Çünkü hem ismi hem de soyismi kriptoloji/şifreleme ürünü, gizli yahudilerin birbirlerini tanıması için konulan şifreler ve bir de ibranice olan gerçek isimleriyle mana ya da telaffuz olarak benzesin diye güya türkçe denilerek böyle isimler kullanıyorlar.

Bu Denizolgun diye bilinen hain soyda zaten geçmişte de denizcilik işleri var.

Soy adı kanunu çıktığında deniz geçen soy adı alırken, Türkiye’deki gizli Yahudilerin ve Ermenilerin yaptığı gibi -ol ve -gun eklerini de ekletiyor, hani şu meşhur hain kişilerin başol, ongun, ergun gibi kişilerin isimlerindeki şifreleme ile bu şifrelemeler tamamen aynı temele dayalı…

Bir ara, anlamak isteyenlerin anlayacağı şekilde anlatmıştım.

Şu kabri şerifte de dublör yatıyor ve onu kendi elleriyle öldürmüş olabilirler, öldüğünde yanında yine kripto ermeniler ve yahudiler var.

Cesedi usulden yıkanırken yıkayan kişi yine Akçelioğlu soy adındaki gizil Ermeni kişi. Bir de yanında meşhur Mehmet Emre var, hani şu ahir ömründe hatırat yazan, birbirine tezat şeyler yazan ve Kemal Kacar tarafından cemaatten uzaklaştırılan Mehmet Emre…

Mısırlı Mason Cemaleddin Afgani’yi islam alimi olarak göstermeye cüret etmiş ve saymakla bitmez hainliği somut şekilde gözler önünde olan, saatlerce anlatılabilecek olan Mehmet Emre…

O Mehmet Emre de çok büyük hainlerden, hikayenin aslını bilenlerden, rolünü onlarca sene oynayanlara, onun da akrabalarını kendin bile, kendi dar imkanlarınla bile bulabilirsin, hep kriptolar. Ersan gibi soyadları bile var, tutmuşlar sahte üstaza bir de kabr-i şerif yapmışlar.

Mason usulüyle yedi tane sütun kullanmışlar.

Bak ne diyeceğim, şu sıralarda cemaatimizin mecmualarında sık sık reklam veren firmalar bile kriptoların, hainlerin firmaları onlar bile, dahası da var ki o firmaların çoğu eş zamanlı olarak kara para işleri de yapan firmalar, bazıları doğrudan Adnancıların paravan firmaları.

Devletimizin Emniyet Teşkilatı’nın mali suçlarla mücadele birimi olan MASAK bile birkaç gün gerçek soruşturma yapsa, her şeyi çözer, görür.

MİT’in yapmasına gerek bile yok, MASAK bile yeterli, lakin…

MASAK’ın başındakileri, MİT’in başındakileri de Kraliyet seçiyorsa, bizler adalet sistemine başvurduğumuzda muhatabımız olan savcılar, hakimler bile Kraliyetin sistemine çalışan mason, gizli ermeni, gizli yahudi kişilerse, sistem birbirini kollaya kolaya çalışan farklı kollar halinde ve devlet içinde farklı devlet teşkilatı halinde, gerçek bir paralel devlet teşkilatı halinde işliyorsa ki öyle, işte sorun burada.

Bizim de gerçekçi tavrımızı anlayamayanlar, biraz fazla sert bulanlar, bu kısmı göz önünde bulunduramıyorlar.

Biz hukuk yoluna gitmeyi defalarca denedik, neticede suçlu biz çıktık.

Karşımızda devletimizin adalet sistemi değil, masonların hakimleri, savcıları, doktorları ve ceza evi müdürleri ile infaz memurları vardı. O ceza evinin müdürü bile ben oraya konuldum diye peşimden oraya getirildi ve o da Sabetaycı bir gizli Yahudi. Sözde mahkemelerde karşıma çıkanlardan meşhur ettiğim Fatih Erdem’i de sabetaycı Yahudi. Ceza veren mahkemelere itiraz dilekçesi yazdım, onlar bile işleme girmedi, yok edildi. Hastahane süreci altı ay uzatıldı, günü birlik git gel, git gel, git gel ama bir şey yapamıyorlar. Ortada sorun yok. Ellerinde binden fazla yazımın bulunduğu dava dilekçelerinin kopyaları var, birini bir gün olsun açıp “Bunu nasıl yazdın” diye soramıyorlar. Anlatmakla bitmez skandallar. Ceza evi süreci boyunca Adnancıların benden davacı olduğu ve yıllardır süregelen iki tane davaya beni çıkartmıyorlar. İkisinin de ikişer duruşması ben içeride iken yapılıyor, devletin elindeyim ama beni duruşmalara çıkartmıyorlar. Her şeye rağmen akıl sağlığı raporu veremiyorlar, hukuk olsa hepsi toplanıp alınacaklar, onlarca açık daha vermişler, yüze yaklaşan şahit sayısı da ayrı ama hala rapor verilmiş gibi devletin sistemi, adalet sistemi işletilmek isteniyor. Hepsi ile tek tek Mehmet Haberal, Adnan Oktar, Bohçalı, Soysuz, Tayyip ve daha kalabalık bir kadro ilgileniyor. tepeye bakınca yine karşımıza Kraliyet ailesi çıkıyor. Fitnenin eskiden de şimdi de kraliyet ailesi. Yakında patlayacak ve herkes görecek, bu dava sürecinde, haksız mahkumiyet ve ceza evi sürecinde İngiltere’nin kraliyetin rolünü, payını…

Şu anda bile gerçekten bir hukuk devleti olsak, şu ana kadarki dosyalarım zaten ortada ne hükumet, ne MİT, ne Alihan, ne Adnancılar diye birilerini bırakır.

Daha o Mahmutçular, Menzilciler ve diğerlerinin de üst isimleri toplanıp alınır. Direnmeleri bu yüzden ama öyle ya da böyle sona gelindi daha fazla direnmelerine imkan olmadığını kendileri de görüyorlar.

Şimdi o Alihan, o Gülderen, O üstazımızın sözde talebelerinden kripto Seyfettin Alkan gibiler… Ayrıca Behlül Karak gibiler, Zeki Çalışkan gibiler, neye, nerede, nasıl cevaplar verebilecekler? Neler uydurabilecekler? Bu iş buraya kadar gelmişken, direnseler bile ne yapabilecekler?

Aklın yolu bir, görülüyor ki daha şimdiden temelden çöktüler, bittiler.

Hani araştıran oldu mu AAD’nin yurt dışındaki gayr-i müslim eşini?

Basına medyaya yansımış onca skandalı bile araştırmamışlar, somut delillerle, evraklarla zaten gözler önünde olanları bile dikkate almamışlar.

Hala itirazlar ediyorlar güya, neden? Kadın zaten Adnancı? Zaten kara paracı, zaten büyücü.

Süleymanlılık yalan. Ya da herif, bunca şeye rağmen itiraz ediyor, nasıl?

Zaten Adnancı… Zaten gizli Ermeni, Zaten gizli Yahudi, zaten gizli Mason, zaten karşımızdaki teşkilatın bir mensubu sizin sorununuz bu. Hala onları Türk, Müslüman, Hocaefendi, hocahanım zan etmeniz, hala tertemiz niyetler mevzulara bakmanız. Karşınızda çakallar sürüsü var.

Bunların kim bilir kaç kuşak geriden beri dedeleri, dedelerinin dedeleri bile böyle yaşadılar. Evet, bizim aramızda Müslüman Türk rolü oynadılar, şimdi ise her şeyleri ile gözler önündeler, ifşa oldular, çöktü ler, isterlerse dirensinler. Kim takar onların direnmelerini? Hangisi ne zaman benim karşıma geçebilmişler?

Anlamadınız hala beni açıkça, net bir şekilde yasaklamama sebeplerini?

Bir kere bile benle, Akademi Dergisi ile alakalı konularda mindere gelmemelerini?

Bir tek açık verseler yerden yere vuracağımı, her şeylerini gözler önüne sereceğimi, iplik söküğü misali olacaklarını bildiklerinden geri durdular bunca senedir, durdular da ne oldu?

Netice değişmedi. Daha da bir şey anlatmadım. Bunları da acı acı yutkunarak kardeşlerimiz bir sindirsinler, ben kim nereden koşuyor, nasıl taklalar atıyor, isimler, firmalar, bağlantılar, mafyalar, localar, kayıt numaraları, Adnancılar ve diğerleri,hükumetler ve gizli servisleri, her şeyi anlatacağım ve ispat edeceğim.

Sonra da bir tek savcı ya da hakim hala onları kollamaya çalışsın, bir tek idari yetkili bile hala onları kollamaya çalışsın, bütün milletin gözleri önünde aldıracağım, sıktıracağım.

Kanun, devlet ben olacağım. Adalet ben teşkilatımla ve milltimle birlikte dağıtacaım. Bu, hakimi bir hürriyeti mücadelesi ve bunda silah kullanmak hak değil, vazife, şart, zorunluluk. Silahtan, kurşundan, atardan, yatardan, düşman korkan geri dursun. Biz hep ileri gideceğiz.

Bu hususta da son derece ciddiyim samimiyim.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Bir Süleymanlı, cemaatin gerçek yüzünü anlatıyor | Dünyayı sarsacak gerçekler

Kemal Kacar aslında kimdi, neye, kimlere hizmet etti

Kemal Kacar’ın firari eşi

Kemal Kacar dilsiz şeytanlardan mı

Öldüğü halde kalbi atmaya devam eden Hüseyin Bakır meselesi

Cemaat içindeki cinayetler, tacizler, tecavüzler, satanist ayinleri, yeraltı tünelleri, evrakta sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçları ve daha neler neler

Arif Ahmet Denizolgun’un gerçek yüzü ve Mustafa Reşid Paşa

Masonlarla Süleymancılar arasındaki bağlantılar

Cemaatte toplanan paraların akıbeti

Cemaat içinde eskiden beri neden ahlaksızlar, dolandırıcılar, alçaklar el üstünde tutuldular

Cemaat alet edilerek yapılan türlü kara para işleri

Türkiye darül harp ise cemaat neden buna göre yönlendirilmedi

Nazlı Ilıcak ve Tercüman Gazetesi

Süleymanlılar cemaatinde toplanan paraları hangi mekanizma denetliyor

Kurban bayramlarında herkesin kurbanı gerçekten kesiliyor mu

Süleymanlılar cemaatindeki kara paracı ve gizli servislerle bağlantılı bölge idarecileri

Gerçek Süleymanlılar, Süleymanlılar cemaatinden neden hep uzaklaştırılmak isteniyor

Cemaatin yurtlarında öldürülen hocalar

Cemaatte sosyal medya neden yasak

Tansu Çiller’e bu sorular sorulacak mı açıklamalar yapacak mı ya da yargılanacak mı

Seyfettin Alkan, Behlül Karak, Zeki Çalışkan ve benzerleri konuşacaklar mı ya da yargılanacaklar mı

Hocaların hediyeleri aylarca neden verilmiyor

Talebe bulunamayan şu zamanda neden yeni yeni kurslar yapılıyor

Fazilet Takvimi uygulaması neden ücretli

Kapatmış

Yıllardır gerçek, hain, terörist, mafya yüzünü gözler önüne serdiğim sözde avukat Zeki Çalışkan sosyal mecralardaki hesaplarını kapatmış. Akademi Dergisinde son günlerde yayınlanan, Süleymanlılar cemaatinin dününe, bu gününe ışık tutan, gizlenen binbir türlü ihanetleri ve suçları gün yüzüne çıkartan yazılardaki sarsıcı iddiaların birinci dereceden muhataplarından biri de Zeki Çalışkan.

Bu hususların birinci derecede şüphelileri arasında da bulunan ve normal bir hukuk devletinde, seneler önce gerçek yüzünü anlatmaya başladığımda tutuklanıp yargılanması gereken sözde avukat Zeki Çalışkan, sosyal mecralardaki hesaplarını kapattı. Bir önceki sefer karşımda çok sıkıştığında, mensubu bulunduğu milletler arası suç, terör, ihanet, misyonerlik ve kara para teşkilatının, Türkiye ayağındaki en üst isimlerinden biri olan gizli Hristiyan/Ermeni Devlet Bohçalı’ya koşmuş, onunla aynı fotoğraf karesine girerek, fotoğrafı sosyal mecralardaki hesaplarında paylaşarak bir yerlere “ince” mesajlar vermişti. “Beni göz altına da alamazsınız, tutuklayamazsınız, yargılayamazsınız. Benim arkamda kimler var, siz biliyor musunuz?” demişti. O hareketiyle o sıralarda kendisiyle beraber Bohçalı’yı da “ölüm çukuru”nun içine çekmişti. Böyle bir neticeyle bitecek bir hareket başlattığının muhtemen farkında bile değildi.

Bir zamanlar Süleymanlılar cemaatinin en önde gelen isimlerinden biri olan, cemaatin en üst idari kadrosu arasında uzun süre bulunan Zeki Çalışkan, Sabetaycı gizli Yahudi ve mason, ayrıca kara paracı Kemal Kacar’la birlikte uzun süre binbir türlü suçlar işlemişti. Adnan Oktar suç, terör ve ihanet örgütüyle… Türkiye’deki gizli Ermeni suç, terör ve ihanet örgütleriyle… Türkiye’deki Sabetaycı suç, terör ve ihanet örgütleriyle… Türkiye’deki mason hainler, kara paracılar ile… Türkiye’deki üst seviye siyasetçiler ve yüksek rütbeli subaylarla… MİT ile, CIA ile, İngiltere ile, ABD ile, Almanya ile, AB’nin ve NATO’nun kontrolünde olan milletler arası suç, terör ve ihanet teşkilatlarıyla ve Türk/İslam düşmanlığı yapan herkesle paslaşan, bunu yaparken bir yandan da Türk ve Müslüman rolü oynayan, diğer yandan Süleymanlılar cemaatinin idaresini elinde bulunduran derin ihanet çetesinin en faal ve en üst isimlerinden olan biri idi Zeki Çalışkan… Süleymanlılar cemaati kısmında işler istediği, beklediği gibi gitmedi ama o hız kesmedi ve Tayyip’e daha yakın durarak, onunla daha içli dışlı olarak her türlü pis, kanlı ve kara işlerine devam etti, ediyor.

Kemal Kacar’ın ölmesinden sonraki süreçte, Arif Ahmet Denizolgun’un (AAD) da bulunduğu grubun cemaatimizin tepe noktalarını elinde tutmasıyla, Zeki’nin içinde bulunduğu grubun hesapları epeyi bozuldu. Zeki ve cemaat içindeki grubu AAD ile yıllarca uğraştı. Onu çok daha önce oyundan düşürürlerdi ama Akademi Dergisi bu çetenin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerinin önünde hep aşılmaz bir koca duvar gibi durdu.

Gün geldi AAD de oyundan düşürüldü ve hemen Zeki Çalışkan’ın da içinde bulunduğu muhalif çete “açıkça” sahneye çıktı. Bütün dünya anbean takip edip gördü ki karşılarına yine Akademi Dergisi aşılmaz ve yıkılmaz bir duvar gibi çıktı. Zeki sinirden çılgına döndü. O kadar çetesi, bağlantıları, maddi imkanları, adalet sisteminde emrine amade olan savcılar, hakimler, hiçbir işe yaramadılar. Sadece birkaç gün sonrasında şahsi profilinde Akademi Dergisini açıkça hedef gösterip karalayan bir paylaşım yapmaktan da geri duramadı. O sıralarda Akademi Dergisindeki yayınlarda “Hepinizi isim isim, cisim cisim biliyoruz. Akıllı olun, her şeyinizi buralarda açıkça yazdırmayın” şeklinde açıkça mesajlar veriliyordu. Neticede Akademi Dergisi kazandı, mfs kazandı ve cemaatin başına Alihan Kuriş isimli budala, gereksiz, şuursuz, vasıfsız, ahlaksız, namussuz, yediği içtiği haram, hasedçi, fitneci, hayatı boyunca bir baltaya sap olamamış, oturup kalkmayı bile bilmez, korkak, aciz, sünepe ve cahil kişi getirildi. Onun oraya gelmesi de gelebilseydi orada durabilmesi de imkansızdı, Akademi Dergisinin sayesinde mümkün oldu. O korkaklığı, vasıfsızlığı, acizliğiyle yine de Zeki gibilerin istediği pek çok şey gerçekleşiyordu ama Alihan, o şartlarda kötünün iyisiydi biz gerçek Süleymanlılar için…

Çıldıran sadece Zeki değildi. Sabetaycı gizli Yahudiler ve bir yandan mafya anaları olup da çok eskilerden beri cemaatimiz içinde cemaat olan Tansu Çiller ve Meral Akşener ikilisi de çıldırıyordu. Onlarla birlikte iş tutanlar da çıldırıyorlardı. Aydın Doğan’dan tutulsun da Türkiye’nin en büyük iş adamları listesinde bulunan onlarca kişiye kadar, milletvekillerine, bakanlara, sözde siyasi partilerin genel başkanlarına, Tayyip’e ve daha saymakla bitmez kişilere kadar herkes çıldırıyordu. Bunların iplerini ellerinde tutan yurt dışındaki taraflar da çıldırıyorlardı. O sıralarda zaten Adnan Oktar organize suç, terör ve ihanet teşkilatının dibini de oymuştu Akademi Dergisi ve onlar en çok çıldıranlar arasındaydı. Yine de mfs karşısında hiçbir açık hamle yapamıyorlardı. Yapa yapa Adnancılar adalet sistemimizi akıl almaz, anlatılınca inanılamaz şekilde oyuncak gibi kullanıyorlardı, bir yandan da her biri kendini dev gören söz konusu taraflar, cemaatimiz içinde, hiç şahıs ismi geçmeden, güya Akademi Dergisinin takip edilmesini yasaklayan bir sahte yasaklama yazısı paylaşılmasını sağlayabiliyorlardı. Onu da dünyanın bir yarısına hiç Akademi Dergisi ismi ve linkleri geçmeyen genel bir yasaklama yazısı şeklinde, diğer yarısındaki teşkilatlarımıza ise, parantez açılarak Akademi Dergisi ismi geçen şekilde dolaştırdılar. “Bu ne rezilliktir, böyle yasaklama yazısı mı olur? Teşkilatın yarısına başka, diğer yarısına başka metin mi gönderilir? Hani, kim Akademi Dergisini yasaklamış?” denildiğinde ise yıllarca susmak, geri durmak zorunda kalıyorlardı.

Yıllarca, okuyucuların tam olarak anlayamayacağı surette bir karşılıklı mücadele yaşandı. Senelerce hakkımda bir tek açık bile olsa, aradılar, aradılar ama bulamadılar. Çünkü yok. O Adnancılar ayrı bir yandan, o Zeki Çalışkan ayrı bir yandan ve daha onlarca taraf ayrı ayrı araştırdılar, soruşturdular, didik didik ettiler ve bulamadılar. Tamamen sessiz kalamayacakları anlarda “Deli, raporu var” dediler. Senelerce bunu deyip başka hiçbir şey diyemediler. Sonra da kendilerinin beslediği hakiki bir deli üzerinden, o deliye verilen gerçek deli raporunun montajlanması suretiyle güya hakkımda deli raporu çıkarttılar ve devletin resmi kayıtlarında “var olmayan” sözde raporu sosyal ağlardan yaydılar.

Gün geldi, Ankebut Operasyonu başladı, neye uğradıklarını iyice şaşırdılar. Üzerine aylar geçti, korkudan titreye titreye riske girdiler, girmek zorunda da kaldılar ve ABD’den, Fransa’dan, Almanya’dan ve daha pek çok ülkeden gelen talimatlarla ve baskılarla da beni içeri aldılar. Hiç bir şey yapamadılar. Oradan sağ çıkmama da mani olamadılar. Hukuksuzca üzerime belki yüzlerce sene cezalar yığacaklardı, her ceza yığma denemesinde bir ya da birkaç hakim ve savcıyı yaktılar. Suç üstü olmalarını sağlamış oldular. Bu süreçte şeytanlaşmışçasına hukuk ve tıp sistemini ayarından çıkarttılar. Ortada ne hukuk/adalet, ne insanlık bıraktılar. Sözde devlet memuru olan ve kendileri gibi kripto olan adamlarına çok sayıda suçlar daha işlettiler ve şahitler, deliller bıraktılar. Kendilerine sorulsa koskoca bir sistem gördükleri şey, bütün umudunu, bir şekilde bana deli raporu yamamaya bağlayacak kadar düşmüştü, hiç olmuştu. Israrla, kuralsızca denediler, bu defa sözle değil, evrakla delilik yamamayı da denediler ama yine de yapamadılar.

Yapmayacakları ve benim kazanacağım ve benim cezaevinden de çıkacağım kesinleşince Solomon Soysuz istifa oyunları bile oynamak zorunda kaldı. Boğazlarına kadar pisliğe batmış ve bu hallerini her yerde açık etmişlerdi. İşte bütün bu insanlık dışı süreçte en etkili olan kişilerden biri de Zeki Çalışkan’dı. Bütün bağlantılarını, imkanlarını seferber etti. Kendini bu yolda adeta heder etti. Bir yandan cemaatimizin içine, bir yandan adalet sistemine, bir yandan hastahane sistemine ve içindeki düşük seviyeli personellere kadar, nereye karışabiliyorsa, her yolu denedi ama istediği gibi olmadı. Belki de hayatında ilk defa böyle gerçek bir Süleymanlı dava adamı gördü, zaman ilerledikçe neler neler gördü ama kabullenmedi ve kendini bitirdi. Kendisiyle birlikte daha pek çok kişiyi de bitirdi. Şimdi Zeki Çalışkan’dan bir tutulacak, “Alın onu da getirin” denile denile, peşinden birbiriyle bağlantılı binlerce insan şeytanı daha toplanacak ve yargılanacak. Vakti geldi ve buna artık Kraliçe bile, İblis bile mani olamayacak. Olmaya çalıştıkça sistemleri daha da batacak, daha çok kayıplar verecek.

Zekat diyerek, kurban hissesi diyerek onlarca senedir organize şekilde çaldıkları paraların…

Kurslarımıza, talebelerimize yapılan yardım/destek paralarından onlarca senedir çaldıklarının….

“Kurs yapıyoruz” diyerek çaldıklarının…

Güya dernekler, vakıflar üzerinden çaldıklarının…

Çaldıkları devasa meblağda paralar, çok sayıda araziler v.s. bir yana, organize insan ve organ kaçakçılığı, organize fuhuş işleri kapsamında pek çok ülkede çaldıkları çocukların, kaçırdıkları insanların, kadınların, kızların…

Kuruluşundan beri Türk/İslam düşmanlığı yapan, devlete ve millete ihanet eden, her türlü kara para işleri yapan ve hala yapmaya devam eden MİT’le el ele, kol kola çalışmanın…

MİT’in tasmalarını elinde tutan kara paracı ABD gizli servislerine çalışmanın…

ABD’yi ilan edilmemiş bir sömürge devlet ayarında tutan ve onu perde arkasından yöneten İngiltere’ye çalışmanın…

Bu güne kadar dünya genelinde en az 25 milyon çocuk ve gencin kaçırılarak tecavüz edilmesi, ayinlere kurban edilmesi, fuhuş ve organ mafyalarına kurban edilmesinden sorumlu olan Kraliçe’ye çalışmanın…

Daha detayları yazmakla bitmeyecek kadar geniş olan insanlık dışı, şeytanca bir milletler arası sisteme çalışmanın ne demek olduğuna dair yargılamalar yapılmadan, gerekli cezalar kesilmeden, suçluların milletimizin elinde lime lime parçalanmasına imkan verilmeden, en ağır şekilde cezalandırılmaları sağlanmadan, şüpheli hiç kimsenin kaçıp kaybolmasına izin verilemez, verilmeyecek.

İşte böyle… Keser döner, sap döner, gün gelir mfs adamı gömer.

Herkes şimdi kara paracı gizli Hristiyan Behlül Karak’a, kara paracı kripto kimlikli Seyfettin Alkan’a, kara paracı kripto kimlikli Zeki Çalışkan’a ve benzerlerine yazdıklarımı soracak. Daha da bir şey yazmadım aslında, bundan sonra yazacaklarım da sorulacak. Bunların ortadan kaybolmasının zamanı mı, yeri mi… Aksine, inadına meydanlarda olmalılar, sesleri çok gür çıkmalı, öfke ile bağırarak karşılıklar vermeliler, bir gün bile geçirmeden o tamamen kontrollerinde tuttukları adalet sistemine gitmeliler, benden davacı olmalılar ama neredeler bu kişiler? Neden susuyorlar, neden kuyruklarını sıkıştırıp geri duruyorlar, neden kaçışıyorlar? Ya adli yetkililer, onlar neden geri duruyorlar ve susuyorlar?

Yemin olsun, dünyadaki en feci ölüm şekilleri ile infaz ettireceğim o sözde hakimleri, o sözde savcıları. Laf olsun diye demiyorum, hakikaten yemin ediyorum ki yargılanıp da haklarında idam kararları verildikten hemen sonra, topluca gruplar halinde infaz edilirlerken ben de o meydanda olacağım. Devletin televizyon kanalları başta olmak üzere, yerli yabancı özel kanallardan her isteyenin oradan canlı yayınlar yapmasını sağlayacağım. Zaten yargılamaları da hep dediğim gibi TBMM’de son derece şeffaf şekilde yaptıracağım. “Durun, herkes bir yana, en canileri, organcıları, tecavüzcüleri, ayincileri, hainleri bile ikinci sıraya koyun. Birinci sıradan o sözde hakimleri, sözde savcıları hemen şurada topluca infaz edin” diyeceğim. “Kaçırılan milyonla bebek ve çocuklar nasıl parçalandıysa, en vahşi/yırtıcı hayvanları koyun şuraya, parçalasınlar bu insan şeytanlarını” diyeceğim. “Leşleri bile kalmasın, bunlar için bir hainler mezarlığı bile olmasın. Buraya bir anıt dikin, üzerinde şu yaşananın özet şekilde hikayesi anlatılsın. Altında da – İnsanlık namına lanet- yazılsın” diyeceğim.

Yazılacak çok şey var da hem vaktim yok, hem de yıllardır takip edenler biliyorlar ve yazmadığım kısımları da tahmin edebiliyorlar. Benim adım mfs, ölmedim, ölmeyeceğim ve yemin ederim ki bu seviyede şeytanlaşmış Yahudilerin, satanistlerin, Hristiyanların, masonların, kripto/münafık müslümanların hepsini dünyanın her yerinde en feci şekillerde öldüreceğim. Hepsi de hukuka uygun olacak. Ben bunları yaparken dünya insanlığı “Yak onları”, “Parçala onları”, “Kolayca öldürme onları” diye tempo tutacak. Ankebut Ağını, dünya insanları kısmıyla, uzaylı insanlar kısmıyla, cinler alemindeki kısmıyla birlikte yok edeceğim.

O Adnancılarla da hususi şekilde ilgileniyorum, ilgileneceğim. Devlet sistemi içinde onlarla birlikte bunca zamandır milletimize her pisliği yapmış olan başta hakim ve savcılar olmak üzere her yetkili ve etkili kişi, şimdiden feci şekillerde ölmeye hazırlansın.

Dünya denilen şu gezegen üzerine gücü kalmış bir taraf varsa da haydi çıkıp beni durdursun.

Az daha unutuyordum. Bakalım, Sabetaycı gizli Yahudi ve kara paracı pislik herif Tuğrul İnançer gibi kaç kişi daha öldürülecek de bu şeytani sistemin topluca alınmasına, yargılanmasına ve insanlığın/hukukun gereği olarak topluca katledilmelerine mani olunabilecek. Binlerce kişi öldürülse ve ortadan kaldırılsa bile mani olunamaz. Kraliçe kendini feda etse bile mani olunamaz.

| Mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

Şarkın büyük hainleri: Soner Demirsoy

Çamlıca Basım Yayın ya da Çamlıca Kitap olarak bilinen ve cemaatimize, Süleymanlılar cemaatine ait olan o müessesenin günümüzdeki mensuplarıyla/vazifelileriyle yıllardır uğraşırım.

Yakın geçmişte, münafıkların önde gidenlerinden ve kitapları itikadı bozacak kadar vahim pusularla dolu olan Kadir Mısıroğlu’nun kitaplarını bile satarlardı. İslamcı münafık bir çizgide ve bağlantılar içinde olduğunu başından beri herkesin bildiği Mustafa Armağan’ın bile kitaplarını satarlardı. Eserleri intihal/hırsızlık dolu olan, defalarca rezil yüzünü gözler önüne çıkarttığım ve karşımda gık bile diyemez hale gelmiş, şimdilerde ise silinmemek ve yok olmamak için Youtube kanalında mücadele veren Ahmet Şimşirgil’in kitaplarını da inatla satarlardı. Karşımda çok direndiler bunlar gibilerin kitaplarını Çamlıca Kitap’ta satışa devam etmek için ama buna yol bulamaz hale çoktan geldiler.

Böyle sözde yazarların, araştırmacıların, tarihçilerin, üstadların hepsi de masonlara çalışan, AKPKK’ye hizmet eden, paraya, şöhrete ve makama tapan, dinimizi ve değerlerimizi dünya menfaat ve siyasetine alet eden kişiler. Bunların gerçek, çirkin, haince yüzlerini, tartışmaya mahal kalmayacak netlikle gözler önüne serdiğim halde bile, Çamlıca Kitap, bunların kitaplarını satıştan kaldırmamak için adeta büyük bir direniş sergilemişti.

Neden ısrarla satmak istediler, direndiler? Kadir Mısıroğlu’nun kitaplarında Hamidullah başta olmak üzere, aslında İngiliz casusları oldukları kırk yıl önce bile ispat edilmiş kişilerin inatla, ısrarla muteber gösteriliyor olmasından, müslümanların itikadının bile bozuluyor olmasından mı memnunlardı?

Sabetaycı bir gizli Yahudi ve İngiliz piyonu olduğunu sonrasında ispat ettiğim Kadir Mısıoğlu’nun, İslam hukuku/fıkhı cihetinden bakılınca boş teneke misali haline rağmen, “Hz Ali de yanlış yapmıştır” diye kameralar karşısında, o ayyaş gibi görünen haliyle bağırıp çağırmasından ve gençlere bunların ilim, hikmet, dava diye sunuluyor olmasından mı memnunlardı?

Yine bir sözde şeyhin, gerçekte gizli Hristiyan bir İngiliz piyonu olan Nazım Kıbrısi’nin gerçek yüzünü ispatlarıyla meydana sermemden yıllar sonra bile Kadir Mısıroğlu’nun onu muteber göstermeye, Allah dostu olarak kabullendirmeye çalışmasından mı memnunlardı?

Yine Kadir Mısıroğlu’nun Sebil yayın evi üzerinden satılan ve Ömer Ferruh isimli Lübnanlı gizli Hristiyan yazarın “İslam Aile Hukuku” isimli pusu dolu kitapta, mut’a nikahına bile cevaz veriliyor olmasından ve bunun kırk yıldır inatla, ısrarla satılmasından ve ben yıllarca tekrar tekrar gündeme getirdiğim halde satılmaya devam edilmesinde mi memnunlardı?

Bir gün gelip de “Yeter artık. Bu kadarı da müslümanca bir duruş değil. Bu kadarı da aldanış değil, gaflet değil. Bu apaçık şekilde bir kasıt ve kaybedilenler imanlar, sonsuz saadetler” diyerek Kadir Mısıroğlu’na sert darbeler vurduğumdan sonra, 950 bin kişilik Facebook sayfalarında iftiralarla, kuru gürültüyle beni hedef göstermelerinden ve binlerce lüzumsuzla aramın gerilmesinden mi memnunlardı?

Beni 950 bin kişiye seviyesizce ve münafıkça hedef gösterdikleri o paylaşımda “Yok öyle bir şey. Üstadın kitapları ehl-i sünnete uygundur” dedikleri halde, birkaç gün sonrasında kitabın ilgili kısmının resmini paylaşmış ve mut’a nikahına açıkça “helal” denildiğini göstermiştim. Kadir Mısıroğlu’nun ve çetesinin, buna rağmen bile o sözde islam hukukunu anlatan kitabı satmaya devam etmesinden mi ve müslümanların sonsuz cehenneme sürüklenmesinden mi memnunlardı?

Kripto bir soydan gelen ve türlü ahlaki rezilikleri olan, benzer kişiler gibi kendisi de AKPKK’nin açıkça militanı olan…. AKPKK’nin İslam hukukuna açıkça aykırı kararlarını bile islam dinini alet edinerek, tarihi şahsiyetleri hatta Yavuz Selim Han’ı bile alet edinerek savunan Ahmet Şimşirgil’in münafıklığından, kurduğu tuzaklardan, hayasız ve küstah duruşundan mı memnunlardı?

Yoksa, Kayı serisi kitaplarının tamamının intihal ürünü olmasından, buna rağmen bile Ahmet Şimşirgil’e İslamcılardan hiç kimsenin darbe vurmamasından mı memnunlardı?

Arif Ahmet Denizolgun’un liderliği zamanında, çirkin, kusurlu işler yaptıkları için, dolandırıcılık yaptıkları için, kurban ve zekat paralarını bile çaldıkları için, masonlara çalıştıkları için ifşa ettiğim ve cemaatten “gerçek” yazılı uzaklaştırma ile uzaklaştırılmasını sağladığım kişiler oldu. Bunlarla mücadele süreci oldu, onlarca sarsıcı yayın yaptım, karşımda gık diyemez hallere girdiler, takipçilerimin mesajlarına cevaplar verirken bile herkese ayrı bir yalan söylediklerini dahi gözler önüne ispatlarıyla serdim. Münafık, yiyici, ahlaksız, namussuz, zinakar, dolandırıcı, yalancı ve tek kelimeyle şeytanlaşmış denilecek bu kişilerin zararlarına mani oldum. Çamlıca Kitap’takiler, neden böyle kişilerle ısrarla, inatla, göstere göstere ortak iş yapmaya devam ettiler?

Yıllardır yaşanmış neler neler var. “Bu kadarı apaçık surette münafıklık, İslam düşmanlığı, Türk düşmanlığı, ahlak ve namus düşmanlığıdır. Bu anlayamamak, fark edememek ya da düzeltememek değildir” demek zorunda kalınan neler neler var.

Bunların hiçbirine hiçbir mantıklı, meşru, delilli, İslam akaidine ve hukukuna uygun cevaplar veremeyecekleri için sustular, yıllardır susuyorlar. Alihan Kuriş de bunları gördü, “Ha bu gün ha yarın gerekeni yapacak, olmadı birer ikişer bunları yasaklayacak. Zaten elini çok güçlendirdik, artık bunları temizlemesi mesele bile değil.” dedikçe, hiçbir şey olmadı. Oyaladı durdu. Aksine bu kripto kimlikli münafık hainlerin sayıları ve tesirleri arttı. Yani ihanetleri, darbeleri, tuzakları, pusuları arttı. Vurgunları, yolsuzlukları, cinayetleri, tecavüzleri, tacizleri arttı. Kara para işleri de arttı.

Alihan Kuriş’i de çok baskı altında bıraktığımda, birkaç yayın evinin kitaplarını mecburen yasaklamak zorunda kaldı. Bu yasaklara, cemaatimizin mensupları riayet ediyor mu, etmiyor mu, hiç umursamadı. Onun safı çoktan belliydi. Onun derdi ve maksadı başkaydı. “Aman cemaat mensuplarından Akademi Dergisi takip eden var mı, onları bulalım, onları baskı altına alalım. Akademi Dergisi’ni ve Mfs’yi karşımıza açıkça almayalım, her şeyi biliyor, darbeleri çok ağır oluyor.” dediler, diğer hiçbir şeyi sorun etmediler.

O nedenle Akademi Dergisi’ne karşı baskıları da dik durarak yapamadılar. Oyunlar içinde türlü oyunlar kurarak yaptılar. İğrenç yüzünü belki yüz defa farklı kısımlarıyla yazdığım o Ali Eren’i ve artık insan türünden sayılamayacak olan Halil Akdere’yi bile cemaatten ve çevresinden uzaklaştırmadı. Hala sağa sola giderken çevresinde, sıfatına bile bakılamayacak, tipleri bile kayık hatta beden şekilleri bile kayık, yüzlerinden zulmet akan, bütün hesapları mide ve uçkur üzerine kurulu olan ve sözde hoca efendi sayılan insan şeytanları var. Ha bir de hoca efendi gibi görünen, çaprazından yürüyen MİT personeli korumalar var.

Balık baştan kokarmış. Annesinin kuzusu Alihan Kuriş böyle yaparsa, böyle bir duruş sergilerse, Çamlıca Kitap’takiler ne yapar? Son yıllarda ne beklenir onlardan? Bir yandan susarken, bir yandan dinimize, devletimize, milletimize devasa darbeler vurmaya devam ediyorlar. Dünyalık zararlar veriyorlar, bunlar da büyük sorunlara, acılara, sıkıntılara sebep oluyor ama şu müslüman kardeşlerimizin sonsuz saadetlerini bile çalmak için çırpınıyorlar. Ve mfs, bunca senedir bu mücadeleyi verirken, aleni şekilde gözler önündeki bunca vahim gerçeğe rağmen hala bu hainler karşısında susabilen o cemaat mensupları da çok yakında ilahi bir silleyi yemek üzereler. “Yandım Allah! Aman Allah” diyecekler, üstüne bir değil, birkaç sille daha inecek. Çünkü sonuna kadar hak ettiler.

İşte, cemaatimiz içine sızmış gizli kimlikli hainlerden, Türk ve müslüman rolü oynayanlardan biri de, böyle meydanı boş bulan, Alihan’ın ve Gülderen’in bile kendinden yana olduğunu bilen ve ayrıca cemaat içindeki kardeşlerimizin susup durduğunu gören Soner Demirsoy… Dikkat edilsin Son-er Demir-soy… Şunu yazdıktan sonra, yılların Akademi Dergisi takipçilerine başka bir şey yazmaya gerek yok. Ben de sözü uzatacak değilim, yeni takipçiler var, ayrıca hafızası zayıf olanlar büyük sillelerden önce son bir kez daha nefisleriyle karşı karşıya bir pozisyona gelsinler diye zaten çokça tekrara girdim.

Soner Demirsoy bir gizli Yahudi. Çapsızın, ahlaksızın, münafığın teki. Hani yıllardır anlatıyorum ya siyaset, hukuk, eğitim, bürokrasi, sanayi ve ticaret dünyasındaki çapsız ama bir yerlere gelmiş o sözde Türk, özde gizli Yahudi kişileri… İsim ve soyisimlerinde şifre olarak kullandıkları heceleri/takıları da anlatıyorum ya… İşte Soner Demirsoy’un onlardan hiçbir farkı yok. Aynı soyun, aynı yolun yolcusu. Ha Koç Holding içindeki kripto Yahudiler, ha Hürriyet ve benzeri gazeteler, CNN Türk, Haber Türk ve benzerleri içindeki gizli Yahudiler… Ha Soner Demirsoy. Bunların hepsi birler, birbirlerini bilmekteler ve danışıklı dövüşmekteler. Hatta son zamanlarda dövüşmedikleri bile söylenebilir. Çünkü cemaatimiz tamamen istedikleri ayara girdi.

Cemaatimizin içinde hem de Çamlıca Kitap’ta ve hep el üstünde bir Son-er… Neden? Çünkü oralarda tek değil. Onlarca yıldır, ondan öncesinde de cemaatimizin her yerine gizli Yahudiler, gizli Ermeniler, gizli Rumlar, gizli masonlar sızdılar.


Bakın son kitabına… Şarkın büyük alimlerini anlatacakmış. Defalarca zaten anlatılmış. Muteber kaynaklardan şunu derlemek ve yazmak bir insanın azami bir haftasını alır. Almaz ama aldığını kabul edelim. Sonra? Sonra ne yapılır? Müslümanların istifadesine sunulur. Hemen başka derlemeler de yapılır muteber eserlerden… Hepsini yok etmeye kalktılar ama muvaffak olamadılar. İslam dünyasının günümüzde muteber eser ve kaynak sorunu yok. Bunları günümüz dilinde halka aktaracak samimi, hakiki Müslüman ilim adamı sorunu var.

Milletin ekmek almaya zorlandığı ve bir de küfrün şubelerinin basın ve yayıncılık gücünü dünya genelinde silah misali kullandığı ve zihinleri kodladığı şu zamanda, düşen düşene, ayağı kayan kayana, cehenneme akan akana şu zamanda, e-kitap yapılır, ücretsiz dağıtılır. Web siteleri üzerinden dağıtılır ve diğer site sahiplerine de “Lütfen dağıtalım, duyuralım” denilir. Seslendirme ve animasyon tekniklerinin de kullanıldığı videolar da hazırlanır ve her yere yayılması sağlanır. Böyle şartlar içinde bu, cihad-ı ekberdir. Bu yapıldığında, bu yol devleşir, bu yolun mensubu olan ya da olmayan müslümanlar kuvvetlenir. Cehalet kalkar. Şeytan’ın ve şeytanlaşmış insanların devri sona erer. Yalanlar, asimilasyonlar yıkılır, gerçekten Türk/İslam devri yeniden tesis edilir. Zaten telif değil, tercüme sayılacak bir eser, şu şartlarda bile neden 40-50 liraya satılır? Sözü uzatıp vurulacak çok yer var ama ölü toprağı serpilmiş gibi tepkisiz duran koca bir cemaat var. Gerek yok. Bir musibet bin nasihattan evladır. Artık bu sessizliği “Yandım Allah” diye feryat ettiren musibetler bozar.

Hem hainler, hem alçaklar, hem din sömürüyorlar hem de maddi imkanları sömürüyorlar. Bunu da Süleymanlı bir müslüman rolü oynayarak ve İslam düşmanlarıyla organize halde yapıyorlar.

Ve artık bunlar çok oldular. Hepsi de isim isim, cisim cisim ifşa oldular. Artık bunlara hak ettikleri muameleleri yapmanın vakti de geldi. “Ben uyumuyorum, dinimde, davamda samimiyim. Cihadıma, hizmetime devam etmekteyim” diyenlere sesleniyorum, gün cihad gününüzdür. Cihada kalkın, gerçekten hizmete kalkın ve helak olanlar, ahirette de rezil rüsva olanlar, elim azap görenler içinde olmayın.

Belki bu size son ikazdır. Kime ecel ne zaman, nerede, ne vesileyle gelir bilinmez.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi