Etiket arşivi: Ankebut operasyonu

Kapatmış

Yıllardır gerçek, hain, terörist, mafya yüzünü gözler önüne serdiğim sözde avukat Zeki Çalışkan sosyal mecralardaki hesaplarını kapatmış. Akademi Dergisinde son günlerde yayınlanan, Süleymanlılar cemaatinin dününe, bu gününe ışık tutan, gizlenen binbir türlü ihanetleri ve suçları gün yüzüne çıkartan yazılardaki sarsıcı iddiaların birinci dereceden muhataplarından biri de Zeki Çalışkan.

Bu hususların birinci derecede şüphelileri arasında da bulunan ve normal bir hukuk devletinde, seneler önce gerçek yüzünü anlatmaya başladığımda tutuklanıp yargılanması gereken sözde avukat Zeki Çalışkan, sosyal mecralardaki hesaplarını kapattı. Bir önceki sefer karşımda çok sıkıştığında, mensubu bulunduğu milletler arası suç, terör, ihanet, misyonerlik ve kara para teşkilatının, Türkiye ayağındaki en üst isimlerinden biri olan gizli Hristiyan/Ermeni Devlet Bohçalı’ya koşmuş, onunla aynı fotoğraf karesine girerek, fotoğrafı sosyal mecralardaki hesaplarında paylaşarak bir yerlere “ince” mesajlar vermişti. “Beni göz altına da alamazsınız, tutuklayamazsınız, yargılayamazsınız. Benim arkamda kimler var, siz biliyor musunuz?” demişti. O hareketiyle o sıralarda kendisiyle beraber Bohçalı’yı da “ölüm çukuru”nun içine çekmişti. Böyle bir neticeyle bitecek bir hareket başlattığının muhtemen farkında bile değildi.

Bir zamanlar Süleymanlılar cemaatinin en önde gelen isimlerinden biri olan, cemaatin en üst idari kadrosu arasında uzun süre bulunan Zeki Çalışkan, Sabetaycı gizli Yahudi ve mason, ayrıca kara paracı Kemal Kacar’la birlikte uzun süre binbir türlü suçlar işlemişti. Adnan Oktar suç, terör ve ihanet örgütüyle… Türkiye’deki gizli Ermeni suç, terör ve ihanet örgütleriyle… Türkiye’deki Sabetaycı suç, terör ve ihanet örgütleriyle… Türkiye’deki mason hainler, kara paracılar ile… Türkiye’deki üst seviye siyasetçiler ve yüksek rütbeli subaylarla… MİT ile, CIA ile, İngiltere ile, ABD ile, Almanya ile, AB’nin ve NATO’nun kontrolünde olan milletler arası suç, terör ve ihanet teşkilatlarıyla ve Türk/İslam düşmanlığı yapan herkesle paslaşan, bunu yaparken bir yandan da Türk ve Müslüman rolü oynayan, diğer yandan Süleymanlılar cemaatinin idaresini elinde bulunduran derin ihanet çetesinin en faal ve en üst isimlerinden olan biri idi Zeki Çalışkan… Süleymanlılar cemaati kısmında işler istediği, beklediği gibi gitmedi ama o hız kesmedi ve Tayyip’e daha yakın durarak, onunla daha içli dışlı olarak her türlü pis, kanlı ve kara işlerine devam etti, ediyor.

Kemal Kacar’ın ölmesinden sonraki süreçte, Arif Ahmet Denizolgun’un (AAD) da bulunduğu grubun cemaatimizin tepe noktalarını elinde tutmasıyla, Zeki’nin içinde bulunduğu grubun hesapları epeyi bozuldu. Zeki ve cemaat içindeki grubu AAD ile yıllarca uğraştı. Onu çok daha önce oyundan düşürürlerdi ama Akademi Dergisi bu çetenin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerinin önünde hep aşılmaz bir koca duvar gibi durdu.

Gün geldi AAD de oyundan düşürüldü ve hemen Zeki Çalışkan’ın da içinde bulunduğu muhalif çete “açıkça” sahneye çıktı. Bütün dünya anbean takip edip gördü ki karşılarına yine Akademi Dergisi aşılmaz ve yıkılmaz bir duvar gibi çıktı. Zeki sinirden çılgına döndü. O kadar çetesi, bağlantıları, maddi imkanları, adalet sisteminde emrine amade olan savcılar, hakimler, hiçbir işe yaramadılar. Sadece birkaç gün sonrasında şahsi profilinde Akademi Dergisini açıkça hedef gösterip karalayan bir paylaşım yapmaktan da geri duramadı. O sıralarda Akademi Dergisindeki yayınlarda “Hepinizi isim isim, cisim cisim biliyoruz. Akıllı olun, her şeyinizi buralarda açıkça yazdırmayın” şeklinde açıkça mesajlar veriliyordu. Neticede Akademi Dergisi kazandı, mfs kazandı ve cemaatin başına Alihan Kuriş isimli budala, gereksiz, şuursuz, vasıfsız, ahlaksız, namussuz, yediği içtiği haram, hasedçi, fitneci, hayatı boyunca bir baltaya sap olamamış, oturup kalkmayı bile bilmez, korkak, aciz, sünepe ve cahil kişi getirildi. Onun oraya gelmesi de gelebilseydi orada durabilmesi de imkansızdı, Akademi Dergisinin sayesinde mümkün oldu. O korkaklığı, vasıfsızlığı, acizliğiyle yine de Zeki gibilerin istediği pek çok şey gerçekleşiyordu ama Alihan, o şartlarda kötünün iyisiydi biz gerçek Süleymanlılar için…

Çıldıran sadece Zeki değildi. Sabetaycı gizli Yahudiler ve bir yandan mafya anaları olup da çok eskilerden beri cemaatimiz içinde cemaat olan Tansu Çiller ve Meral Akşener ikilisi de çıldırıyordu. Onlarla birlikte iş tutanlar da çıldırıyorlardı. Aydın Doğan’dan tutulsun da Türkiye’nin en büyük iş adamları listesinde bulunan onlarca kişiye kadar, milletvekillerine, bakanlara, sözde siyasi partilerin genel başkanlarına, Tayyip’e ve daha saymakla bitmez kişilere kadar herkes çıldırıyordu. Bunların iplerini ellerinde tutan yurt dışındaki taraflar da çıldırıyorlardı. O sıralarda zaten Adnan Oktar organize suç, terör ve ihanet teşkilatının dibini de oymuştu Akademi Dergisi ve onlar en çok çıldıranlar arasındaydı. Yine de mfs karşısında hiçbir açık hamle yapamıyorlardı. Yapa yapa Adnancılar adalet sistemimizi akıl almaz, anlatılınca inanılamaz şekilde oyuncak gibi kullanıyorlardı, bir yandan da her biri kendini dev gören söz konusu taraflar, cemaatimiz içinde, hiç şahıs ismi geçmeden, güya Akademi Dergisinin takip edilmesini yasaklayan bir sahte yasaklama yazısı paylaşılmasını sağlayabiliyorlardı. Onu da dünyanın bir yarısına hiç Akademi Dergisi ismi ve linkleri geçmeyen genel bir yasaklama yazısı şeklinde, diğer yarısındaki teşkilatlarımıza ise, parantez açılarak Akademi Dergisi ismi geçen şekilde dolaştırdılar. “Bu ne rezilliktir, böyle yasaklama yazısı mı olur? Teşkilatın yarısına başka, diğer yarısına başka metin mi gönderilir? Hani, kim Akademi Dergisini yasaklamış?” denildiğinde ise yıllarca susmak, geri durmak zorunda kalıyorlardı.

Yıllarca, okuyucuların tam olarak anlayamayacağı surette bir karşılıklı mücadele yaşandı. Senelerce hakkımda bir tek açık bile olsa, aradılar, aradılar ama bulamadılar. Çünkü yok. O Adnancılar ayrı bir yandan, o Zeki Çalışkan ayrı bir yandan ve daha onlarca taraf ayrı ayrı araştırdılar, soruşturdular, didik didik ettiler ve bulamadılar. Tamamen sessiz kalamayacakları anlarda “Deli, raporu var” dediler. Senelerce bunu deyip başka hiçbir şey diyemediler. Sonra da kendilerinin beslediği hakiki bir deli üzerinden, o deliye verilen gerçek deli raporunun montajlanması suretiyle güya hakkımda deli raporu çıkarttılar ve devletin resmi kayıtlarında “var olmayan” sözde raporu sosyal ağlardan yaydılar.

Gün geldi, Ankebut Operasyonu başladı, neye uğradıklarını iyice şaşırdılar. Üzerine aylar geçti, korkudan titreye titreye riske girdiler, girmek zorunda da kaldılar ve ABD’den, Fransa’dan, Almanya’dan ve daha pek çok ülkeden gelen talimatlarla ve baskılarla da beni içeri aldılar. Hiç bir şey yapamadılar. Oradan sağ çıkmama da mani olamadılar. Hukuksuzca üzerime belki yüzlerce sene cezalar yığacaklardı, her ceza yığma denemesinde bir ya da birkaç hakim ve savcıyı yaktılar. Suç üstü olmalarını sağlamış oldular. Bu süreçte şeytanlaşmışçasına hukuk ve tıp sistemini ayarından çıkarttılar. Ortada ne hukuk/adalet, ne insanlık bıraktılar. Sözde devlet memuru olan ve kendileri gibi kripto olan adamlarına çok sayıda suçlar daha işlettiler ve şahitler, deliller bıraktılar. Kendilerine sorulsa koskoca bir sistem gördükleri şey, bütün umudunu, bir şekilde bana deli raporu yamamaya bağlayacak kadar düşmüştü, hiç olmuştu. Israrla, kuralsızca denediler, bu defa sözle değil, evrakla delilik yamamayı da denediler ama yine de yapamadılar.

Yapmayacakları ve benim kazanacağım ve benim cezaevinden de çıkacağım kesinleşince Solomon Soysuz istifa oyunları bile oynamak zorunda kaldı. Boğazlarına kadar pisliğe batmış ve bu hallerini her yerde açık etmişlerdi. İşte bütün bu insanlık dışı süreçte en etkili olan kişilerden biri de Zeki Çalışkan’dı. Bütün bağlantılarını, imkanlarını seferber etti. Kendini bu yolda adeta heder etti. Bir yandan cemaatimizin içine, bir yandan adalet sistemine, bir yandan hastahane sistemine ve içindeki düşük seviyeli personellere kadar, nereye karışabiliyorsa, her yolu denedi ama istediği gibi olmadı. Belki de hayatında ilk defa böyle gerçek bir Süleymanlı dava adamı gördü, zaman ilerledikçe neler neler gördü ama kabullenmedi ve kendini bitirdi. Kendisiyle birlikte daha pek çok kişiyi de bitirdi. Şimdi Zeki Çalışkan’dan bir tutulacak, “Alın onu da getirin” denile denile, peşinden birbiriyle bağlantılı binlerce insan şeytanı daha toplanacak ve yargılanacak. Vakti geldi ve buna artık Kraliçe bile, İblis bile mani olamayacak. Olmaya çalıştıkça sistemleri daha da batacak, daha çok kayıplar verecek.

Zekat diyerek, kurban hissesi diyerek onlarca senedir organize şekilde çaldıkları paraların…

Kurslarımıza, talebelerimize yapılan yardım/destek paralarından onlarca senedir çaldıklarının….

“Kurs yapıyoruz” diyerek çaldıklarının…

Güya dernekler, vakıflar üzerinden çaldıklarının…

Çaldıkları devasa meblağda paralar, çok sayıda araziler v.s. bir yana, organize insan ve organ kaçakçılığı, organize fuhuş işleri kapsamında pek çok ülkede çaldıkları çocukların, kaçırdıkları insanların, kadınların, kızların…

Kuruluşundan beri Türk/İslam düşmanlığı yapan, devlete ve millete ihanet eden, her türlü kara para işleri yapan ve hala yapmaya devam eden MİT’le el ele, kol kola çalışmanın…

MİT’in tasmalarını elinde tutan kara paracı ABD gizli servislerine çalışmanın…

ABD’yi ilan edilmemiş bir sömürge devlet ayarında tutan ve onu perde arkasından yöneten İngiltere’ye çalışmanın…

Bu güne kadar dünya genelinde en az 25 milyon çocuk ve gencin kaçırılarak tecavüz edilmesi, ayinlere kurban edilmesi, fuhuş ve organ mafyalarına kurban edilmesinden sorumlu olan Kraliçe’ye çalışmanın…

Daha detayları yazmakla bitmeyecek kadar geniş olan insanlık dışı, şeytanca bir milletler arası sisteme çalışmanın ne demek olduğuna dair yargılamalar yapılmadan, gerekli cezalar kesilmeden, suçluların milletimizin elinde lime lime parçalanmasına imkan verilmeden, en ağır şekilde cezalandırılmaları sağlanmadan, şüpheli hiç kimsenin kaçıp kaybolmasına izin verilemez, verilmeyecek.

İşte böyle… Keser döner, sap döner, gün gelir mfs adamı gömer.

Herkes şimdi kara paracı gizli Hristiyan Behlül Karak’a, kara paracı kripto kimlikli Seyfettin Alkan’a, kara paracı kripto kimlikli Zeki Çalışkan’a ve benzerlerine yazdıklarımı soracak. Daha da bir şey yazmadım aslında, bundan sonra yazacaklarım da sorulacak. Bunların ortadan kaybolmasının zamanı mı, yeri mi… Aksine, inadına meydanlarda olmalılar, sesleri çok gür çıkmalı, öfke ile bağırarak karşılıklar vermeliler, bir gün bile geçirmeden o tamamen kontrollerinde tuttukları adalet sistemine gitmeliler, benden davacı olmalılar ama neredeler bu kişiler? Neden susuyorlar, neden kuyruklarını sıkıştırıp geri duruyorlar, neden kaçışıyorlar? Ya adli yetkililer, onlar neden geri duruyorlar ve susuyorlar?

Yemin olsun, dünyadaki en feci ölüm şekilleri ile infaz ettireceğim o sözde hakimleri, o sözde savcıları. Laf olsun diye demiyorum, hakikaten yemin ediyorum ki yargılanıp da haklarında idam kararları verildikten hemen sonra, topluca gruplar halinde infaz edilirlerken ben de o meydanda olacağım. Devletin televizyon kanalları başta olmak üzere, yerli yabancı özel kanallardan her isteyenin oradan canlı yayınlar yapmasını sağlayacağım. Zaten yargılamaları da hep dediğim gibi TBMM’de son derece şeffaf şekilde yaptıracağım. “Durun, herkes bir yana, en canileri, organcıları, tecavüzcüleri, ayincileri, hainleri bile ikinci sıraya koyun. Birinci sıradan o sözde hakimleri, sözde savcıları hemen şurada topluca infaz edin” diyeceğim. “Kaçırılan milyonla bebek ve çocuklar nasıl parçalandıysa, en vahşi/yırtıcı hayvanları koyun şuraya, parçalasınlar bu insan şeytanlarını” diyeceğim. “Leşleri bile kalmasın, bunlar için bir hainler mezarlığı bile olmasın. Buraya bir anıt dikin, üzerinde şu yaşananın özet şekilde hikayesi anlatılsın. Altında da – İnsanlık namına lanet- yazılsın” diyeceğim.

Yazılacak çok şey var da hem vaktim yok, hem de yıllardır takip edenler biliyorlar ve yazmadığım kısımları da tahmin edebiliyorlar. Benim adım mfs, ölmedim, ölmeyeceğim ve yemin ederim ki bu seviyede şeytanlaşmış Yahudilerin, satanistlerin, Hristiyanların, masonların, kripto/münafık müslümanların hepsini dünyanın her yerinde en feci şekillerde öldüreceğim. Hepsi de hukuka uygun olacak. Ben bunları yaparken dünya insanlığı “Yak onları”, “Parçala onları”, “Kolayca öldürme onları” diye tempo tutacak. Ankebut Ağını, dünya insanları kısmıyla, uzaylı insanlar kısmıyla, cinler alemindeki kısmıyla birlikte yok edeceğim.

O Adnancılarla da hususi şekilde ilgileniyorum, ilgileneceğim. Devlet sistemi içinde onlarla birlikte bunca zamandır milletimize her pisliği yapmış olan başta hakim ve savcılar olmak üzere her yetkili ve etkili kişi, şimdiden feci şekillerde ölmeye hazırlansın.

Dünya denilen şu gezegen üzerine gücü kalmış bir taraf varsa da haydi çıkıp beni durdursun.

Az daha unutuyordum. Bakalım, Sabetaycı gizli Yahudi ve kara paracı pislik herif Tuğrul İnançer gibi kaç kişi daha öldürülecek de bu şeytani sistemin topluca alınmasına, yargılanmasına ve insanlığın/hukukun gereği olarak topluca katledilmelerine mani olunabilecek. Binlerce kişi öldürülse ve ortadan kaldırılsa bile mani olunamaz. Kraliçe kendini feda etse bile mani olunamaz.

| Mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

Tehlikesi çok, mantığı yok

Bir devletin, herhangi bir başka devlete kendi topraklarında nükleer enerji santralleri yaptırması, vahim seviyede bir milli güvenlik sorunudur. Milli güvenlik uzmanlarından ve ayrıca nükleer bilimcilerden bir heyet oluşturup “Mfs ne demek istedi? Bir nükleer enerji santrali art niyetle yapılmak, kullanılmak istenirse, başımıza nasıl sorunlar açar? Biz fark edemeden bize nasıl oyunlar oynanabilir?” diye sorulduğunda, alınacak cevaplar da sarsıcı cevaplar olacaktır. Dahası, Türkiye’deki nükleer enerji santrali projelerinde “Türk tarafı” olarak bilinenler, yığma mason, gizli Ermeni, gizli Yahudi, vatan haini kişiler, odaklar… Koca bir milletin, çoluk çocuğun hatta yetimlerle dulların haklarını bile yemeyi/çalmayı güya “dava” gören insanlıktan çıkmış, karaktersiz, ahlaksız, acımasız tipler… En başta da ihanetlerini, hırsızlıklarını, yalanlarını, tuzaklarını, zararlarını anlatmak günlerce sürecek olan Zapsu ailesi…

Bu yazdıklarımdan yanlış manalar da çıkartılmasın. Türkiye, gerçek Türk ve gerçek Müslüman bilim adamları vesilesiyle nükleer santraller yapabilecek olsa bile, yapmayacak. Yapılmışsa bile kullanmayacak. Zaruri sayıda kendi nükleer silahlarını yapacak, bunları elinde her an hazır tutacak, zaruret olmuşsa bu nükleer silahları kullanacak ama daha ötesine gitmeyecek.

Zaten nükleer maddeleri “enerji” elde etmek için kullanmanın bir mantığı da yok. Sadece Kuzey Afrika’nın çöl halindeki arazileri, dünyanın büyük kısmının enerji ihtiyacını çok ama çok uzun süre karşılayabilir. Daha ABD’nin, Avustralyanın ve Asyanın devasa çölleri de var.

Çoktan üretilmesi gereken çok verimli güneş enerjisi panellerinin üretilmesine, satılmasına da izin verilmedi. Bu mesele de istenirse hemen çözülebilir. Şu anda “oyuncak” denilebilecek kadar basit güneş enerjisi panelleri kullanılıyor. Türkiye’de Karapınar’da yapılan güneş enerjisi santrali bile Türk görünen, Müslüman görünen vatan hainlerinin oyalama, vurgun, geri bırakma projelerinden biri, başka bir şey değil. Araplara da benzer oyunları oynadılar, oynuyorlar. Çölleri yeşertecekleri iddiasıyla çember şeklindeki sürekli sulanan arazilerle güya çiftçilik yaptırdılar. Bunca sene geçti, arazi serinlemedi, yeşermedi. Toprak kendine gelmedi, canlanmadı. Bölge serinlemedi. Gerekli ağaçlandırma faaliyetleri yapılmadı, elde mevcut olup işe yarayacak teknolojiler bile kullanılmadı, arka planda bırakıldı ve şimdilerde yeraltı sularının da tamamına yakını bitmek üzere… Hangi mühendis ekibi, hangi bilim adamı ekibi, böyle bir sona varılacağını en başından itibaren göremez. Bu, art niyet değil de nedir. Deniz suyundan temiz su elde etme sisteminde de aynı kandırma, aynı insanlık düşmanlığı, aynı sömürücülük ve oyalama görülüyor. Dünyanın çölleri, çöllerin altındaki devasa uzaylı üslerine, yerleşme alanlarına enerji sağlamak yerine artık dünya insanlığına enerji sağlamalıdır.

Türkiye’de İstanbul Boğazının akıntısı hala boşa akıyor. En fazla üç ay içinde oraya mükemmel, tertemiz, atıksız ve büyük güç üreten bir santral kurulabilir. Ayrıca Türkiye jeotermal sahasında dünyanın belki de en şanslı ülkesi… Neden hep jeotermal hakkında konuşuluyor da işe yarar jeotermal projeleri yapılmıyor. Büyük İsrail projesi için on milyondan fazla onursuza baktırılan Türkiye, neden kendi vatandaşı için zaruri olan projeleri yapmadı, yapmıyor. Neden imkanlarını onursuzlara harcamak yerine projelere harcamıyor.

Jeotermal sahasındaki taktik, sinsi engellemeler de kaldırılır, devletimizin gücüyle gerçekten teşvikler ve gerçekten işe yarayacak projeler yapılır ve böylece kısa sürede mükemmel neticeler alınabilir. Rüzgardan, deniz dalgalarından elde edilecek enerjileri ve daha başka alternatifleri de “gerçekten” değerlendirmek gerekir. Türkiye bunların hepsi için münasip bir devlet. Türkiye’nin asla enerji, temiz su ve gıda sorunu olamaz. Lakin bütün dünya nükleer enerji santrallerinden kurtulmanın yolunu ararken, şimdilerde yakıtsız kalan Avrupa “Yine de nükleer enerji santrallerine geri dönmeyeceğiz” derken, bize hangi siyasi/idari yetkililer, hangi akademik yetkililer nükleer enerji santralleri dayatıyorlar. Bunu neden yapıyorlar, asıl bu kısmın derhal meydana çıkartılması gerekiyor.

Gece yazdığım yazılarda petrol ve doğalgaz kaynaklarımıza da temas etmiştim. Türkiye doğalgazdan en yüksek seviyede elektrik enerjisi üreten ülkelerden biri olabilir. Bu hakikaten çok az vaktini ve emeğini alır. Doğalgazla çalışan daha güçlü arabalar yapılabilir. Bilim ve teknoloji bu kadar ayağa düşmüşken hala koca Türkiye’nin yerli motor sorunu yaşaması da nedir. Hangi devlet kurumu, hangi devlet yetkilisi bu sorunu gerçekten çözmek istemiş de en fazla üç ayda çözememiş? Çözememiş mi, çözmek istememiş ve oyalamış mı, bunun soruşturulması gerekir. Türkiye çok kısa süre içerisinde her sahada kendi kendine yeten bir ülke olabilir.

Bunun ilk şartı yönünü sömürgeci batı/NATO çetesinden, her devirde medeniyetin menbaı olan doğuya çevirmesidir. İçimizdeki İsrail’in, İçimizdeki Ermenistan’ın ve ülkedeki bütün vatan hainlerini bünyesinde toplayan mason tarikatının başları derhal ezilmelidir. Aksi halde Türk milleti varlık içinde yokluk yaşamaya, akıl almaz geniş imkanlar içinde açlıkla/yoksullukla boğuşmaya devam edecektir. Sorun imkanların olmayışı ya da çok kısıtlı oluşu değil, sorun devletin her kademesine hainlerin sızmasıdır. Üç tarafı deniz olduğu halde balık yiyemeyen, her yeri tarla olduğu halde toprak mahsullerini yurt dışından getiren ve ekmeğe para yetiştiremeyen bir milleti/devleti, sadece organize bir ihanet çetesi bu hale getirebilir.

İşte Türkiye’deki nükleer santral projeleri de bu hainlerin yeni ihanet projelerinden başka bir şey değildir. Söz konusu nükleer santral projelerine hala milletin parasını akıtma vatana ihanet eylemidir. Söz konusu projeleri şu andan sonra savunan, öven, faydalı ve zaruri gösteren basın, medya ve sosyal medya aktörleri de bu gün değilse yarın yargılanırlar.

| Mfs

Ya büyük ve hür Türkiye ya ölüm

Suriye meselesi tamam, bundan sonrası da hızla istediğim gibi olacak. ABD, İngiltere, İsrail ve diğer müttefikler karşılık vermek isteseler bile bu, cılız bir müdahale olur ve şiddetli şekilde aleyhlerine döner. Çok daha fazla zararla çıkarlar bu işten.

NATO bu defa daha da güçsüz, daha da çaresiz ve tesirsiz bir teşkilat. İçinde Türkiye’nin olmadığı bir NATO’ya hiç çekinmeden “çöp” denilebilir ve ben Türkiye’nin artık NATO üyesi olmadığını açıkça ilan ettim. NATO kapsamında alınacak ciddi kararların, yapılmak istenecek müdahalelerin içinde Türkiye’nin olmasına izin vermeyeceğim. NATO kapsamında şurada burada yapılan açıklamalara ve tatbikatlara ehemmiyet vermiyorum, ilgilenmiyorum.

AB içinde de taraflar/saflar iyice netleşiyor. NATO’nun artık çöp olduğunu açıkça konuşan etkili yetkili kişiler var aralarında. AB’nin de ona yakın halde olduğunu biliyorlar. Batı, bütün uzuvlarıyla birlikte battı. Gizlemeye çalışmanın kimseye faydası yok. Batıya da yok.

Ankebut Operasyonu kapsamında dünyanın ve hususiyle de bölgemizin şartlarını bu kadar lehimize çevirmişken, şimdi öncelikli hedefimiz Suriye’deki askeri varlığımızı açıkça geri çekmek, eş zamanlı olarak işgal altındaki adalarımızı ve şimdilerde Yunanistan denilen işgal altındaki topraklarımızı geri almak olacak. Aynı anlarda Kıbrıs’ın da tamamını alacağız.

Türk vatandaşları ve Türk sermayesi Baltık ülkelerinden tamamen çekilmeli. Ukrayna’nın, Polonya’nın, Litvanya’nın sonlarını düşünmek bile istemiyorum.

Hala İngiltere Kraliçesi ile iş tutanlara söyleyecek sözümüz kalmadı, kendileri bilirler. Sonları Kraliçenin ve İngiltere’nin sonundan bile hazin olabilir.

Bay Biden ve Bay Kamala ile vedalaşmayanlar kaldıysa, hemen vedalaşsınlar. Çok çok az zamanları kaldı. ABD meclisi dağılacak, hükumeti düşecek ve ABD’de kurulu düzen bozulacak, kaos hakim olacak. Türkiye olarak ABD’den devasa meblağda alacağımız var. 70 yıldan fazla süredir kanımıza, iliğimize kadar acımasızca sömürdüler ve zulümle, hırsızlıkla elde edilen haksız kazançların üzerine bir saadet tesis etmeyi denediler. Boşa kürek çektiler, boşa zulüm ettiler, boşa zaman ve emek tükettiler. ABD’nin parası olmazsa arazilerini/şehirlerini, toplayacağı vergileri, kamu kurumlarına ait menkul ve gayr-i menkulleri, enerji santrallerini, köprülerini, askeri araç ve mühimmatını alacağız. ABD kısa süre içinde parçalanırsa bilinsin ki Türkiye’nin devlet olarak alacakları bir yana, benim ayrıca hesabım var. Kendi namıma şehirlerinden ziyade çölleri ile ilgileniyorum. Bana ABD’nin batı tarafındaki devasa çöller lazım. Oradan insanlığa çok büyük hizmetler etmeyi planlıyorum. Çöl, enerji demek. Çöl, gıda demek. Çöl, hayat demek. Bu proje, hala ABD diye bir ülke kalmışsa ABD’ye ve halkına, kalmamışsa yeni kurulan devlete/devletlere, bütün Amerika kıtasına da hayat kaynağı olacak. Enerji çok ucuza temin edilebilecek, bol bol sebzeler, meyveler, et ve süt ürünleri bulunabilecek. Buralardan dünyanın dört bir yanına satışlar yapılacak. Binlerce sene sonra Amerika kıtasında yeniden Müslüman Türk medeniyeti, adaleti, nizamı olacak. O vahşi kıta nihayet uzaylı türlerin ve satanist unsurların tasallutundan kurtularak medeniyetle tanışacak.

Aynı şekilde Güney Azerbaycan’daki, Irak’taki, Suriye’deki kurak ya da yarı kurak devasa arazilerle de ilgileniyorum. Oralarda da aynı sistemi tesis etmeyi planlıyorum. Hemen devamında şaşırtıcı dev projeler orta Asya Türk diyarlarına da uzayacak.

Hain Aliyev öfkeli, sıkıntılı. Daha önce birkaç kez bahsetmiştim ki onun kontrolsüz ve ileri seviyede haince çıkışlar yapmasına ihtimal veriyorum.

Türkiye’de bir Selefi/Vehhabi hareketinden endişe duymuyorum. Onların ıslahı mümkün değil, ne kadar varsa onlardan bu topraklarda, hepsi birden istedikleri silahlarla ayaklanabilirler. Bu, Türkiye için çok ama çok sevindirici bir gelişme olur. Kısa sürede hepsinden topluca kurtuluruz. Kadınları da silahlanıp ayaklanabilirler. Eline silah alıp “harbi” olduktan sonra kadınları ayırt etmiyoruz, icap edenleri yapıyoruz biz…

İsrail, İngiltere ve ABD, Türkiye içinde ve çevresinde/bölgede nüfuz edebildiği toplulukları ve yerleri karıştırmayı deniyor. Bu türlü karışılıklar hem Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya hem de karışıklık olan yerlerden kara/kanlı para işleri yapmaya dönük… Karışıklıklar, gerilmeler de menfaatimize olacak gelişmeler. Türkiye’nin hızla ayağa kalkması için önce her yerin iyice bir karışması zaten şart. Kadim toprağımız Irak’ta yerleşmiş teröristler onlarca senedir Türkiye vatandaşlarının kanlarını dökerken Türkiye’nin haklı ve meşru karşılıklar vermesine izin verilmemişti. Şimdi bölge ve dünya dengeleri, Türkiye’nin Irakta devasa bir temizlik yapması için de son derece münasip. Musul, Kerkük, Süleymaniye, Erbil gibi kadim Türk şehirlerini alarak işe başlayıp kısa sürede Basra körfezine kadar inebiliriz, inmeliyiz. İngilere’yi, ABD’yi, İsrail’i ve müttefiklerini buralardan tamamen söküp atmalıyız.

Şundan bundan çekinen, endişelenen bir duruşumuz olmayacak. Biz bedel ödemeye de savaşmaya da yorulmaya da çoktan hazırız. Hürriyetimizin bedeli ne ise, elimizden hainlerin ihanetleriyle alınmış topraklarımızı geri almanın bedeli ne ise ödeyeceğiz, yine de alacağız ve hür olacağız. Güçlü ve huzurlu büyük bir Türkiye olacağız. Sahada benimle birlikte hareket eden bütün taraflar, bu hususlardaki duruşumu en net şekilde anlayabilsinler diye, en açık şekliyle yazdım, yazıyorum. Hak isteyenin hakkı verilecek, baş kaldıranın başı ezilecek. Türkiye’nin ve bölge halklarının düşmanlarının oyunlarına gelen topluluklar, hatalarının bedellerini ödeyecekler. Bunun vebali de kendilerinin ve oyunlarına alet oldukları tarafların üzerine olacak.

Bölgemizde olsun, dünyanın başka yerlerinde olsun, Türkiye ile iyi geçinmek, birlikte güçlenmek isteyen bütün devletlerle ya da devletlerin içindeki güçlü gruplarla iyi ilişkiler içinde olacağız. Kazanırken onlara da kazandıracağız. Türk adaleti ile hareket edeceğiz. Aksine tavırları olan, Türkiye ile çatışmak isteyen bütün taraflarla da çatışacağız. O kısımda da Türk’ün adaletini, cesaretini, hak edenleri nasıl ezip yıkıp yok ettiğini göstereceğiz.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Endişeye mahal yok, yıllardır yazdığım gibi olacak

Tayyip çok köşeye sıkıştı

Tayyip’in çok sayıda kirli bağlantısı hızla kopuyor, kopacak. Türkiye’nin gerçek manada hürriyetine kavuşması ve sonrasında her sahada güçlü ve huzurlu bir ülke olması için ödenmesi gereken bedeller varsa, ödenecek. Türkiye resetlenmesi gerekiyorsa resetlenecek.

Türkiye’de temiz temiz iş yapmak isteyen taraflara kapımız her zaman açık. Dinlerine, kültürlerine, dillerine bakmadan onlara fırsat vereceğiz. Lakin, bu güne kadar AKPKK’nin yaptığı yanlış işlerin devam etmesine, Türkiye’nin imkanlarının/varlıklarının başka ülkelere daha fazla peşkeş çekilmesine izin vermeyeceğiz. Ülkeden bile sayılamayacak el yakmayan maşaların Türkiye’nin her şeyine yön vermesine daha fazla asla izin vermeyeceğiz. Türkiye’de paradan para kazanılmasına, devlet gücüyle acımasızca kara para işleri yapılmasına izin vermeyeceğiz. Devletimizin, ordumuzun gücüyle başka başka ülkelerde bile kara para işleri yapılıp kanlar akıtılmasına asla izin vermeyeceğiz.

Söz konusu ülkelerden BAE de Katar da Suudi Amerika da ABD de Rusya da İsrail de İngiltere de Çin de ve diğerleri de Türkiye’den kovulacaklar. Bunların gerçek yüzleri somut delillerle dünya insanlığı ile de paylaşılacak. Türkiye’nin siyasi ve mali kararlarının arka planı herkese izah edilecek. İşte bu de devlet gücüyle, devletin kurumlarıyla yapılacak.

Evet, Türkiye büyük krize girecek ama peşinden onlar çok daha büyük krizlere girecekler. Milletimizin bu nesli, zaten krizler içinde dünyaya gözlerini açmış, zor şartlarda ayakta durmayı ve çalışmayı öğrenmiş bir nesil. Lakin diğer milletler bunu yapamayacaklar. Onlar sömüre sömüre, kan ve göz yaşı döke döke lüks ve şatafat içinde yaşamaya, bir yandan da ahlaki ve ruhi hastalıklarla yaşamaya alıştırıldılar.

Türkiye o darlığın ardından kısa sürede ayağa kalkacak, ben de bunun böyle olması için çok şeyler yapacağım hatta dünyayı yine şaşkına çevireceğim ama söz konusu ülkeler tarumar olacaklar. Yeni bir dünya düzeni böylelikle de kolaylıkla kurulmuş olacak. Bu ülkelerin şirketlerinden olup da bu güne kadar dürüstçe işini yapmış ve bundan sonra dürüstçe işini yapacak olan şirketler ise hariç tutulacaklar. Çok kısa sürecek bir çöküş sürecinin hemen ardından Türkiye’nin hemen girişeceği devasa projelerde, söz konusu “temiz işini temiz yapan” şirketlerle ortaklıklar da kurulabilir.

Bundan sonra Tayyip köşeye sıkıştıkça, bu güne kadar beraberce kara para işleri yaptıkları ülkelerden Türkiye’ye kayıt dışı nakit paraları, biraz zor getirirler. Zaten o ülkeler de o kara paralara muhtaçlar ve kendi dertlerini, krizlerini bile çözemez hale geldiler. Danışıklı dövüşlerle Ukrayna’da insan kasaplığı yapmakla, insan ve organ kaçırmakla meşguller. Biz “Olur mu öyle şey” demeseydik, çaresizlikten Taliban’ı bile resmen hükumet olarak tanıyacaklardı. Her şeyleri kara paraya bağlı ve kara paraları kesilince işte bu kadar güçsüz, çaresiz ve hiçler…

Zaten Tayyip aylardır söz konusu kara paraları dileniyor. Dilenci gibi geziyor, dolaşıyor, arıyor, soruyor ve bu türlü paralar istiyor. İstediği kadarı gelmedikçe de iyice sıkıntıya giriyor. Ankebut Operasyonunun en temel hedeflerinden biri buydu: kara paraları kesmek…

Şimdi ise o Tayyip, bunca yıldır milleti kandırmanın… Sahte projelerle, oyuncak gibi İHA’larla, sözde hızlı trenlerle, bir türlü imalata geçilmeyen arabalarla ve uçaklarla kandırmanın… Başka bir ülkenin çoktan yapıp da hala satmakta olduğu bir askeri aracı “Türkiye yaptı” diyerek fuarlarda sergilemenin… Almanların meşhur tüfeğini yine “Türkiye yaptı” diyerek duyurmanın ve sergilemenin… Ayakları bile çatlak çakma köprülerle, su sızdıran ve her an tüp kısmı patlayabilecek Marmaray’la, bir liraya yapmak yerine 25 liraya yapılan beş para etmez projelerle milleti kandırmanın… Senelerdir kara ve kanlı paralarla maliyeyi/ekonomiyi ayakta tutmaya çalışmanın… Türkiye’yi dünyanın bütün mafyalarına kucak açan bir ülke yapmanın… İçişleri Bakanlığını bile “Uyuşturucu, insan ve organ kaçakçılığı işleri bakanlığı”na çevirmenin…

Soysuz gibi pislik kere pislik bir herifi ısrarla o bakanlıkta tutmanın… Bu maksatla on milyondan fazla vatansız ve onursuz yığınları Türkiye’ye almanın… BOP projesine adi bir piyon olarak Türkiye’yi ve Suriye dahil pek çok ülkeyi ateşlere atmanın… Eğitimi/öğretimi, en çok da ahlaki eğitimi kasten yozlaştırmanın… İbneliği, zinayı, evlilerin zinasını meşrulaştırmanın… TBMM’yi teröristlerle, hainlerle doldurmanın… Mafya babalarını cezaevlerinden göstere göstere çıkartmanın… FETÖ diye diye zulmü arşa vardırmanın… Darbe tiyatrolarının… Hayvancılığı ve ziraati kasten çökertmenin… Saymakla bitmez fabrikayı Türk düşmanlarına peşkeş çekmenin ve imalatı yok etmenin… Adalet sistemini rayından çıkartmanın ve emir eri yapmanın…Her gün başka başka yalanlar konuşmanın… Tedavi etmek yerine cerahatin üzerine dikiş atıp durmanın çok çok ağır bedelini çetesiyle beraber ödeyecek. Dinimizi bile hiç çekinmeden alet ederek bu sahtekarlara, bu hainlere, bu insan şeytanlarına oylar veren münafık yığınlara da kendiyle beraber ödetecek. Adalet-i ilahi tecelli edecek. Evet, arada iyiler de biraz sıkıntılar çekecek ama kötüler helak olacaklar. Mühletleri bitti.

“Korkmayın, yatırım yapın. Şu ana kadar iki kere devalüasyon olacaktı ama ABD izin vermedi” demişti ATO Başkanı Sinan Aygün ta kaç sene önce… O günden sonra da başına gelmeyen kalmamıştı. O zamanlarda bile Türkiye’nin maliyesini/ekonomisini kara paralarla ayakta tutmaya çalışıyorlardı, bir yandan da Türkiye’yi iyice kara para merkezi haline getiriyorlardı. Artık bu sistem de çöktü. Dolayısıyla kara paralarla hala ayakta tutmaya çalıştıkları Türkiye maliyesini daha fazla suni ve hukuk dışı müdahalelerle ayakta tutamayacaklar.

Bu kısımdan sonrasını izaha gerek yok, aylardır anlatıyorum. Ne bankada para tutun, ne bir kuruş yatırım yapın. Kazanmayı bir yana bırakıp sermayenizi/varlıklarınızı bu krizde koruyabilirseniz bile büyük iş çıkartmış olursunuz. Dolara da sakın ha yatırım yapmayın. Dolar, Türk lirasından çok daha beter patlayacak. ABD, Türkiye’den bin beter olacak. Bakalım Türkiye’de önce bu kriz mi patlak veriyor ve her şey tam manasıyla berbat mı oluyor… Ya da bakalım bu kriz patlak vermeden önce biz mi ülkenin idaresini resmen ele alıyoruz. Senelerdir samimiyetle yazıyorum. Her milletin olduğu gibi bu milletin de arasında iyisi ve kötüsü var. Kötüler belalarını bulmadan önce bu ülkenin idaresini ele almamak için çok çırpındım. Hala daha da şartları zorluyorum ama karşımdaki taraflar ve şartlar da beni buna zorluyor.

Çok zor ama yine dışarıdan kara paralar gelirse ve maliyeye hukuk dışı suni müdahaleler yapılırsa… Hala Türkiye’de kara para işleri yapılmak ve Türkiye üzerinden batı dünyası ayakta tutulmak istenirse… O sözde mülteciler hala Türkiye’de tutulmak istenirse, bir gün bile kaybetmeden hemen Türkiye’yi resmen de elimize alacağız. Bu en son ikaz, tuşa basmak üzereyim. Hala meramımı anlatamamışsam, hala karşımda direniş görürsem, bundan sonrası karanlık… Türkiye’yi de dünyayı da yakacak yangını ben çıkartacağım demektir.

Dışarıdan kara paralar gelmezse, malum kara paracı ülkeler suni destekler vermezse Türkiye bir anda “korkunç” denilecek bir devalüasyon yaşayacak ve zaten yine ve kolayca Tayyip ve çetesi devrilecek. Bu ihtimalde de danışıklı muhalefetin iktidar olmasına izin vermeyecek ve ülkenin idaresini resmen elimize alacağız.

Bizde her şey bu kadar açık ve net. Şimdi herkes kararını alsın, oyun mu kurmak isteyecekler, sözümüzü mü dinleyecekler, herkes kararında hür ve yapmak istediğini yapsın. Gerçekten ama gerçekten çok uzadı bu iş… Biz gücümüzü biliyoruz, duruşumuzdan taviz vermeyeceğimizi biliyoruz, gerisini de herkes kendi biliyor. Bakalım Türkiye ve dünya tarihi nasıl akacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Türkiye ayağa kalkıyor, saha hazır mı?

Türkiye bir barut fıçısı gibi

Ankebut Ağının BOP projesi kapsamında kullandığı “merkez üs” ülke olan Türkiye’nin vaziyeti hiç iyi değil. BOP projesi çöktü, Ankebut Ağı gün gün güç kaybediyor, dağılıp çöküyor. Dünya siyasetinde neler neler yapmayı planlamışlardı ama ne hallere düştükleri herkesin gözleri önünde… Ortadoğuya dair planları da çöktü. Artık dünyanın hiçbir bölgesinde Ankebut Ağının istedikleri olmuyor, planları, talepleri gerçekleşmiyor.

Bu süreç, bu yaşananlar, Türkiye’nin de çok büyük sıkıntılar çekmesine, sorunlarının üst üste eklenerek büyümesine sebep oldu, oluyor. Türkiye öyle bir hale geldi ki bölünme hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Derhal gerekli müdahaleler yapılmazsa, Türkiye için buradan sonrası bir uçurum…

Türkiye’nin en ileri seviyede, çok büyük kriz seviyesinde bir ekonomi sorunu var. Yine aynı seviyede toplumsal gerginlik sorunu var. Eğitim, ahlak, maneviyat sorunu var, iletişim sorunu var. Toplumsal adaletsizlik sorunu var. Akıl almaz seviyelere ulaşmış rüşvet ve yolsuzluk sorunu var. Halkın yüzde birinin bile güvenmediği, adalet dağıtmak yerine can yakan mahkemeler sorunu var. Açlık, sefalet hızla artışta. Geçinemeyenlerin, faturalarını bile ödeyemeyenlerin sayıları çığ gibi artıyor. Bankalar gibi icra dairelerinin de ayarı çoktan kaçtı. Dosyalar dağ gibi yığıldı. Döviz kuru, gayr-i resmi ve suni müdahalelerle kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Alım gücü her geçen gün eriyor. Ziraat bitti, besicilik bitti. Gıda krizi de çığ gibi büyüyor. Afetler de peş peşe gelmeye devam ediyor. Hızla artan kuraklığa karşı, yaşanması beklenen afetlere karşı, çoktan alınması gereken tedbirlerin hiç biri alınmadı. Bu günlerin kaybedildiğini bütün millet biliyor ama millet geleceğe dair ümidini tamamen yitirmek üzere ki başa gelebilecek en büyük, en bitirici felaket de bu olacaktır.

Ümit tamamen bitmediği halde bile sokaklarda öfke hakim, her yerden isyan kokusu yavaş yavaş yükseliyor ve bu öfkeyi dahi art niyetli şekilde yönlendirmek, kontrol etmek isteyen iç ve dış düşmanlar var. Türkiye bir barut fıçısı gibi ve herhangi bir taraf bir kıvılcım çakarsa, bütün Türkiye çok şiddetli şekilde patlayacak.

Daha fazla zaman kaybedilmesi, Türkiye’nin varlığını da birliğini de iyice riske atacak. Uzun zaman önce ifade ettiğim gibi, Türkiye yönetilmiyor, savruluyor.

Osmanlının son devri de böyleydi. Bir İstanbul hükumeti vardı ama her şeyi berbat etmişti, her şey üzerine yıkılmıştı. Hareket sahası bile kalmamıştı. Otoritesini büyük oranda kaybetmişti. İçimizdeki İsrail ve İçimizdeki Ermenistan, bu milletin ve devletin düşmanlarıyla ortaklaşa hareket ederek bir Ankara hükumetini tesis etmişlerdi. O günden bu güne kadar da Türkiye’de demokrasi, laiklik, cumhuriyet, fikir ve ifade hürriyeti hep lafta kalmıştı. Danışıklı dövüşlerin arasında kalmıştı. Ankara hükumetleri hiçbir zaman meşru hükumetler olmadılar. Dış güçlerin, içimizdeki piyonları olarak faaliyet gösterdiler. “Türkiye cumhuriyeti” denilen sistem, hiçbir zaman hür/bağımsız bir devlet sistemi olmadı. Bu güne kadar yapılan seçimlerin ve referandumların tamamı gayr-i meşru… Türkiye, üstü örtülü bir işgal sistemiyle, sömürge sistemiyle idare edildi. Gerçekte Türkiye’yi İngiltere ve ABD büyük elçileri yönettiler ve şu anda da vaziyet aynı… Bunun tek bir istisnası bile olmadı. Evet, gerçek manasında yazıyorum, o günden bu güne kadar, bu millete ve devlete hizmet eden tek bir Ankara hükumeti bile olmadı.

Türkiye onların hiçbir zaman umurlarında olmadı ve şimdi Türkiyenin parçalanmasını hatta yok olmasını istiyorlar. Şimdi, Türkiye’yi varlıkta tutmanın, birliğini de muhafaza etmenin, devleti ve milleti bu kadar çok sorundan kurtarmanın, gerçekten hürriyetimize kavuşmanın vakti geldi.

Yeniden ve gerçek bir İstanbul hükumetini tesis etmenin vakti geldi. Yeniden gerçek bir Türkiye’yi tesis etmenin, sömürgeci ve kara paracı devletlerin tahakkümünden ve sömürmesinden kurtulmanın vakti geldi. İstanbul’u yeniden Türkiye’nin başkenti yapmanın ve ilerleyen süreçte yeniden dünyanın başkenti yapmanın vakti geldi.

Ankara hükumetinin, İstanbul hükumeti ile nasıl ilişkiler içinde olacağına “kesin” karar vermesinin ve ona göre bir duruş sergilemesinin de vakti geldi.

Türk milleti sorunlarıyla mücadele edecek, dertleriyle savaşacak, çareler üretecek, bir ve beraber olacak, tarihe geçecek bir hızla bir dönüşmeyi gerçekleştirecek. Birkaç yıl sonrasının Türkiyesi bile çok başka bir Türkiye olacak.

Mülteci oldukları iddasıyla pek çok ülkeden BOP projesi kapsamında vatanımıza getirilen onursuz harp kaçkınları gibi olmayacak Türk milleti… Devlet sisteminin tamamen çöküşünü izlemeyecek. Canının, malının, ırzının, dininin daha büyük tehlikelere düşmesine seyirci kalmayacak Türk milleti… İlk iş olarak da sayılarının 11 milyonu bulduğu konuşulan bu sözde mültecilerin ülkelerine ya da geldikleri ülkelere geri gönderilmesi sağlanacak. Bunlara yapılmakta olan her türlü nakdi ve ayni yardımın bu milletin fertlerine yapılması derhal sağlanacak.

Türkiye’nin, bu güne kadar büyük zararlara sebep olmuş ve olmaya devam eden bu kadar büyük bir mülteci sorununu aşması için, gerçekçi olması şart. Derhal yapması gereken sarsıcı müdaheleler var. Türkiye, hukukun gereği olarak Suriye’ye tam kapsamlı bir müdahale yapacak. Anlaşmak istiyorsa Esed’le de anlaşacak, anlaşmak istemiyorsa onu da ezecek. Suriye içindeki sorunlu her yere ve her şeye müdahale edecek ve gerekirse harplere de girecek ve bu bölgeyi bu kadar acılarla dolduran ABD’yi de Rusya’yı da Çin’i de diğer kara paracı ülkeleri de bölgeden uzaklaştıracak. Onursuz harp kaçkınlarına da şöyle diyecek: “Meşru müdahale hakkımızı kullanarak memleketinize müdahale ettik, ayar çektik. Şimdi gidin, birlik içinde, iyi niyetlerle, dayanışma halinde olun ve sorunlarınızı da çözün. Kendi sorunlarınızı başkalarının üzerine yıkmayın. Bir daha devletiniz, vatanınız tehlikeye düşerse onursuzca kaçmayın, kalın ve savaşın. Biz şimdi en çok da sizler yüzünden batmak üzere olan ülkemize de ayar çekeceğiz.” Bu sürece mani olmak isteyecek ülkelere de bu onursuz, utanmaz harp kaçkınlarını milyon milyon gönderebiliriz. Batıya doğru bütün sınır kapılarını sonuna kadar açabiliriz. Bu hususta yazılı ya da sözlü surette herhangi bir aksi çıkış yapacak bütün büyükelçileri de 48 saat içinde ülkelerine göndereceğiz. Bunlardan talimat ve para alarak haber yapan meşhur sözde Türk haber kanallarını, sunucularına kadar, sözde tartışma programlarına çıkarttıkları alçak hainlere kadar tutuklayıp asacağız. Dikkat edin, öfkeyle yazmıyorum, gerçek manasında yazıyorum, asacağız… Hem de meydan yerde asacağız.

Türkiye, görenlerin, duyanların bir anda “Ne oluyor, nasıl oluyor” dediği kararlar alacak, müdahaleler yapacak ve kısa sürede ayağa kalkacak. Türkiye İstanbul’dan ayağa kalkacak. Ortadoğu da İstanbul üzerinden ayağa kalkacak, doğrulacak, selamete çıkacak. Sonraki süreçte bütün dünya İstanbul sayesinde selamete, huzura, mutluluğa, adalete, emniyete çıkacak.

Türkiye’nin bunu yapabilmesi için, İstanbul’dan bir ayağa kalkma hamlesi yapabilmesi için, dünya siyasetinin, dengelerinin buna ayarlanması gerekiyordu. Ankebut Operasyonu yıllardır bunu sağladı. Dünya zaten İstanbul merkezli olarak dönüyor. Dünya buna zaten hazır. Dünya devleri denilen ülkeler ve liderleri, ittifak ederek bile İstanbul’un karşısına dikilemiyor. Uzun uzun anlatılması gereken kısımlar var ama şu temel kısmı anlatıldıktan sonra, detayları herkes anlayabilecektir. Sözü uzatmanın gereği yok.

Ankara hükumeti ve onunla bağlantılı bütün taraflar kararlarını derhal versinler, nasıl duracaklarına kesin şekilde karar versinler, 32. gün bu defa tehir olmayacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi