Etiket arşivi: Akademi Dergisi

İlk müslümanlar, Peygamberimiz (sav) ve ona ilk tabi olanlar değildir.

İlk müslümanlar Adem babamız, Havva validemiz ve Adem aleyhisselamı ilk insan ve İslam dininin ilk peygamberi kabul eden evlatlarıdır. (Bu meselenin tasavvufi izahı da vardır ve aslında ilk insan ve ilk peygamber, peygamberler peygamberi hz. Muhammed Mustafa -sav-dir ama bu kısımlar derin ilim gerektirir.)

Adem aleyhisselamdan bu güne kadar devam eden dinin adı İslam’dır ve İslam dini bu dünyanın ve bütün alemlerin(üzerinde hayat bulunan diğer dünyaların da) tek hak dinidir.

Allahü Teala bu dünyaya ve başka dünyalara, ayrı ayrı dinler göndermemiştir. Dünyamızdaki 124 bin peygamberin tamamı İslam peygamberi idi.

Musa aleyhisselamın Musevilik diye bir dini yoktu. O da İslam peygamberiydi.
İsa aleyhisselamın İsevilik-Hristiyanlık diye bir dini yoktu. O da islam peygamberiydi.

Din tek, peygamberleri ve şeriatları(muamele hukuku) çoktu. Hepsinin inanç esasları tamamen aynıydı ve İslam’ın inanç esasları idi.

Musa aleyhisselamdan sonra, onun yolundan gittiğini iddia ederek sapıklık ve küfür üzere gidenlerin inancına “Semavi din” denemez. “Bozuk din” denebilir.

Şu an itibari ile de dünyamızda ve bütün diğer alemlerde, kurtuluşun yegane yolu İslam’a, Kur’an-ı Kerime ve Hz. Peygambere(sav) tabi olmaktır.

Bir musevi, bir isevi İslam’ı, Kur’an’ı ve Peygamberimizi duyar da iman edip tabi olmazsa, ebedi cehennemdedir ve bu tartışılamaz netlikte bir bilgidir. Bunun aksine inanmak, müslümanı da dinden çıkarır.

TV’larda, son yayınlanan kitaplarda ve dergilerde, belgeseller v.s. bu hususlara dair çok tuzaklar kuruluyor.

Bir insanın hayatında her ama her şeyden önce yapması gereken şey, itikad-inanç bilgilerini derhal doğruca öğrenmesidir. Yoksa tuzaklardan kurtulamaz ve helak olur.

Büyük alimlerden Ömer Nesefi hazretlerinin Akaid kitabı, asırlarca medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Bayrak yayınlarından çıkan tercüme, gayet anlaşılır ve sade bir dille yazılmıştır. Şayet daha önce akaid bilgilerini doğru şekilde öğrenmedi ise, her müslümanın bu eseri ya da benzeri bir eseri anlayarak okuması farzdır.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Harun Çetin’in gerçek ve çirkin yüzü

Bu gördüğünüz; Akademi’nin izinsiz olduğunu iddia ederek tavır almaya kalkan Harun Çetin’in, profilinde nişanlısı olarak tanıttığı Zeynep Karaarslan isimli şahsın herkese açık profilinden bir ekran görüntüsü. Bu kişiler, merkezimizin neye izin verdiği neye izin vermediği çok net şekilde meydanda iken, böyle akıl zorlayan bir oyunu neden oynuyorlar? Neden çift kimlikli yaşıyorlar? Oldukları gibi görünsünler ya da göründükleri gibi olsunlar! O zaman da sizlere Harun Çetin ya da benzerleri ile alakalı bir duyuru yapmıştım hatırlarsınız. Şu çivisi çıkmış dünyada, Akademi gibi dimdik duran bir hizmete karşı olabilmek için insanın bu derece samimiyetsiz olması gerekir. Sonra bir de kardeşlerimizmiş gibi meydanda geziyorlar. “Yolumuz” kelimesi ağızlarından hiç düşmüyor. Akademi hakkında yedi senedir merkezimizin yazılı bir yasaklama çıkarmasını bekliyorlar da, aslında büyüğümüz bu gibileri yedi-sekiz sene önce toptan kovup “Şu yolda içtiğiniz çorbalar bile haram olsun” dedi de umurlarında bile değil. Utanmaz adam, bir de kendi profilinde bozuk tarikatların sözde ilim yuvalarını çok büyük hizmet mekanları gibi tanıtmış. Allah hasmın da dostun da kardeşin de hakikisini, samimisini denk getirsin.

Mehmet Fahri Sertkaya

Türkiye PKK ile savaş halinde değildir…

Türkiye PKK ile savaş halinde değildir. Devlet, eşkıyayı ibret-i alem etme hakkına sahiptir. Devlet askerine leş taşıtmaz. Ceset sürüklemek harp hukukuna aykırıdır. Fakat ortada bir harp var mı? Sürüklenen ceset savaş halindeki bir ordunun askerine ait değil de, aklına gelen her şeyi meşru gören, bebek, çocuk, kadın, sivil, ihtiyar, din adamı, masum vuran, masum ve hiç tanımadığı insanları bile bombalar patlatıp parça parça ederek katleden, işkence ederek öldüren, ayrıca istediği her an devletin yani bütün bir milletin malını ve şahısların özel malını gasp etme, çalma hakkını kendinde bulan teröristlere / eşkıyalara ait ise, o ceset muharip/savaş halindeki bir ordunun askeri olmadığından, eşkıyaya ait olduğundan leştir ve sürüklenebilir. Ölü ya da diri ele geçirildiğinde kısas yapılabilir. Aynı şekli ile bomba ile parça parça edilebilir. Kurşunlar ile delik deşik edilebilir. Yaralı ele geçirilmesi durumunda bile tedavi edilmesi gerekli değildir. Hatta istihbari bilgi alınamayacak, diğer eşkıyalara karşı mücadelede bir fayda sağlamayacak ise, asla tedavi edilmemeli ve boş yere sağlık malzemesi ile erzak heba edilmemelidir. Zira, eşkıyaların varlığı, hangi dinden, ırktan ve fikriyattan olursa olsun bütün dünya insanları için, dünya düzeni, nizam-ı alem için olağan üstü bir tehlikedir. Bu derece düşmüş ve insanlıktan çıkıp hayvanlaşmış, hatta en vahşi hayvanları bile canavarlıkta geride bırakmış bir mahlukun ne dirisinin ne de ölüsünün hiçbir hususta saygı görme hakkı yoktur. Hiç kimse böyle bir eşkıya ile, böyle bir lanetli varlık ile, inandığı bir dava için hukuki sınırlar içinde mücadele eden bir askeri aynı kefeye koyma terbiyesizliğinde bulunamaz. Şunun altı iyice çizilmeli ve medyadaki kirli kelime oyunlarına bir an önce son verilmelidir ki, Türkiye’nin ve ordusunun, PKK ile bir savaşı olmamıştır ve şu anda da yaşanan bir savaş değildir. Savaş iki meşru ve düzenli ordu arasında, savaş hukukuna uygun olarak yapılan karşılıklı öldürme işidir. Eşkıya ile savaş edilmez, mücadele edilir. Eşkıyanın cephesi yoktur, sınırı yoktur. Kim olduğu, ne zaman nereden çıkacağı, ne zaman nasıl insanlık dışı bir saldırı yapacağı belli değildir. Böyle bir yapılanma ile, düzenli ve hukuki sınırlara bağlı bir ordunun savaştığını iddia edebilmek, cehaletin de ötesinde art niyettir. Eşkıya da, kelime oyunları ile eşkıyayı savunup eşkıyalaşanlar da iyi biliyorlar ki, eşkıya ordunun karşısında bir savaşa girişmesi durumunda, kelimenin tam anlamı ile bir hiçtir. İki düzenli ve meşru ordu bulunduğunda, bu ordulardan biri bile harp hukukunun dışına çıktığında yaşanan karşılıklı katletme hadisesi bile savaş değildir. Hukukun dışına çıkan o ordunun yaptığı da eşkıyalığa dönüşür. Ayrıca İslam harp hukuku, bu günkü uydurma hukuklar gibi değildir. Bedir harbi sırasında Hz. Abdullah ibn-i Mesud (r.a.), yaralanmış ve can çekişmekte olan Ebu Cehil’in (küfrün babasının) kafasını kesti. Kulağını deldi. Bir ip bağladı. Çekti sürükledi ta Hz. Peygamberin (s.a.v.)in huzuruna kadar getirdi. Peygamberimiz buna çok memnun oldu. Tebessüm etti ve “Kulağa kulak ile kısas olundu” buyurdu. Ebu Cehil hayatta iken eşkıyanın teki idi. Hukuki ve insani sınırlar dahilinde hareket eden biri değildi. Bir davanın, fikriyatın, inanç sisteminin değil, eşkıyalığının mücadelesini veriyordu. Kendi menfaatine gördüğü her şeyi, aklına gelen her ama her şeyi yapmayı meşru görüyordu. Aynı şimdiki teröristler / eşkıyalar gibi… Abdullah ibn-i Mesud’a (r.a.) zulüm etmiş, onu tamamen eşkıyaca bir tavırla darp etmiş ve kulağını yırtıp kanatmıştı. Daha dün denilebilecek tarihe kadar, dünyanın bütün kültürlerinde askerin yeri farklı idi, eşkıyanın yeri farklı. Bütün kültürlerde eşkıyanın ölüsü ve dirisi aleme ibret edilirdi. Bu “demokrasi” denilen Yahudi uydurması çıkana ve alim cahil demeden herkese söz hakkı verip dünyanın düzenini alt üst edene kadar bu böyleydi… Devlet, eşkıyanın leşlerini türlü masraf edip helikopterlerle dağlardan toplayıp getirmek ve türlü emek harcayıp yakınlarına teslim etmek zorunda da değildir. Medeni bir devlet, eşkıya ile vakit kaybetmez, ezer geçer. Devlet askerine leş taşıtmaz. Devlet sağ ele geçirdiği eşkıyaları tedavi etmez. Hapishanelerine doldurarak, uzun yıllar boyunca milletin parası ile bunları beslemez. Bu insanlığa karşı işlenmiş dev bir suçtur. İstatistik çıkarılsın, kaç eşkıya hapis yattıktan sonra tekrar insana dönüşmüş?

Mehmet Fahri Sertkaya

Damacanadan ve pet şişeden su içmeyin, kanser olmayın!

İstanbul Anadolu yakasında uzun yıllardır damacana sektöründe çalışan, şimdi de ünlü bir damacana su markasında müdür olarak çalışan bir kişi ile, bir esnaf arkadaşım vesilesi ile tanıştım.

Anlattıklarına şaşırmadım. Zaten farkındaydım ve damacana sulardan hep uzak durdum. Pet şişelerdeki sulardan da mümkün olduğu kadar kaçtım. Zaruret olmadan almadım.

Bana içilebilecek iki su markası söyledi, isimlerini ilk defa duydum*. Mesele, suyun, plastik damacanaların içinde güneş ışınlarının da etkisi ile etkileşime girmesi ve zehirli kimyasallar bulaşması ve bunun da kansere sebep olması değil sadece… Anlattığına göre serbestçe satış yapabilen çok sayıda su markası, damacana ve pet şişelere suyu, açtıkları su kuyularından dolduruyorlar. Bu kuyu suları gerektiği şekilde denetlenmiyor. Bazıları suyu değişik işlemlerden geçiriyorlar ama anlattığına göre bunlar bile şebeke suyundan daha sağlıksız. Suyun kokusu alınabiliyor ama bu durum o suyun sağlıklı olduğu anlamına gelmiyor.

Sağlık bakanlığının damacana suyu denetlemeye başladığı iddialarına da gülüp geçiyor bu kişi…

En temiz su bile plastik şişelerde kirleniyor ve kanser yapıcı bir etkiye sahip oluyor. Hayatınızda mümkün olduğu kadar plastik ürünleri çıkarmalısınız. Hiç değilse gıda sahasından, yeyip içme araçlarından çıkarmalısınız. Market poşetleri bile insanları zehirlemeye devam ediyor.

Yeniden cama, yeniden ahşaba, yeniden kumaşa dönülmeli. Özellikle de plastik gövdeli hızlı su ısıtan kettle’lardan, plastik kepçe ve kaşıklardan ve bir de bulaşık deterjanlarından uzak durmalısınız. Gerçek bir islam alimi, bunların tamamına haram fetvası verebilir ve derhal kullanılmasını yasaklayabilir. Gerçekten şehir suyunu arıtabilen kaliteli su arıtıcılar damacana sulardan daha ucuza geliyor. Plastik yerine cam ya da ahşap mutfak eşyası tercih etmek çok ciddi bir maliyet artışına sebep olmuyor. Tamamen doğal deterjanlar iyice yayıldı, üretici firmalar arttı, maliyetler düştü. Aslında sağlıklı yaşamak, kanser olmamak, hiç zor değil.

Mehmet Fahri Sertkaya

Ahmet Bey Ağabeyimizin sözü denilen o sözler MFS’ye ait çok sayıda yazılardan sadece biri…

“Bu Ahmet bey ağabeyimizin sözü idi” denilen sözlerin tamamı, o kritik anda, Akademi Dergisi çırpınıp fitnecilere, acılı anımızı fırsata çevirmek isteyen düşman kesimlere mani olmaya çabalarken, mfs’nin yazdığı çok sayıda yazıdan biridir. Bu yazı, bütün müesseselerimizde merhum büyüğümüzün sözleri olarak okunmuştur. Daha sonraki süreçte, önlerine set çektiğimiz çevreler, içimizdeki hainler ile paslaşarak, genel bir yasaklama yazısının içine parantez açarak, Akademi Dergisi url’lerini eklemişlerdi. Üzerine geçen süre boyunca da merkezimiz, bu ihaneti yapanların çoğunun hakkından geldi, azı kaldı ve yeni yasaklamalar artık eposta ile dağıtılmıyor.

Akademi Dergisi, [13.01.18 22:02]
[Silinen Hesap kişisinden iletildi]

o gün akademi nin varlığı, bu yola onlarca sene sıkıntı olacak

Akademi Dergisi, [13.01.18 22:02]
[Silinen Hesap kişisinden iletildi]

fitnelerin çıkartılmasına set oldu

Akademi Dergisi, [13.01.18 22:02]
[Silinen Hesap kişisinden iletildi]

Ondan sonra da Akademi dik durdu ve set olmaya devam etti. Biz, bunun sonunda Akademi’nin hedefe konacağına en başından emindik ve öyle de yaptılar

Akademi Dergisi, [13.01.18 22:02]
[Silinen Hesap kişisinden iletildi]

Ama bu uzun sürecin sonunda Akademi kazandı. Büyüğümüz bu sene yazılı yasaklama yazısını eposta ile dağıttırmayarak, evinin yolunu bulacak kadar aklı olan herkese mesajını verdi

Akademi Dergisi, [13.01.18 22:02]
[Silinen Hesap kişisinden iletildi]

Onlar da bu mesajı anında anladılar ve aralarından bazıları nerede ise kazan kaldıracaklardı. Yüzlercesi toplanıp Akademi yasaklanmalı diye imza topladılar. Büyüğümüz oralı bile olmadı

Akademi Dergisi, [13.01.18 22:02]
[Silinen Hesap kişisinden iletildi]

Üzerine geçen son aylarda da, bunların bir kısmı elendi. Yüzlerce kişi yerinden oldu, oluyor. Daha da hızla kıskaç daraltılacak. Yedikıta ve Çamlıca’ya karşı bu kadar sert çıkışlarımız bile, merkezde en ufak bir tepkiye, rahatsızlığa sebep olmadı. Aksine merkezimiz yine hemen Akademi’yi destekleyen manevralar yaptı. Son haftalardaki videolarımızda anlattığımız gibi, biz buradan, merkez oradan, aramızdaki AKPKK’li kalabilmiş münafık tipleri temizliyoruz.

Mehmet Fahri Sertkaya