Yucatan çukuruna “krater çukuru” diyorlar. Bunu diyebilmek için gerekli bilimsel delilleri bulunmadığı halde… Bu çukuru ilk defa keşfeden, petrol ararken keşfeden bilim adamları bile, hem de çok kısa süre içinde kesin sonuca vararak “Burası krater değil” deyip durduğu halde krater çukuru demeye devam ediyorlar. Yalan söylüyorlar. Krater olmadığını biliyorlar. Krater olmadığına dair delillere de sahipler. Lakin tek başına Yucatan çukuru bile, insanlığa anlatılan yalan tarihi ve dayatılan evrim teorisi saçmalığını yıkmaya yetiyor. Böyle olunca da Yucata çukuruna dair gerçekleri kabullenmiyorlar. Ahlaksızca ret ediyorlar. Yucatan çukurunun 200 km genişliği/çapı var. 20 km’den daha fazla derinliği var. Bir göktaşının açamayacağı kadar derin. Bir göktaşının sebep olamayacağı kadar pürüzsüz yüzeyi var, çok uzun süreli çalışmalarla kusursuz bir hale getirilmiş gibi… Ve ortada, düştüğü iddia edilen göktaşının parçaları/kalıntıları da hala yok.
Yucatan okyanus çukuru 30 km’ye yaklaşan bir derinliğe sahip olduğu halde, neden 11 km derinliğe sahip olan Mariana çukuruna “Dünyanın en derin yeri” deniyor? Biz neyi idrak edemiyoruz ya da hangi bilgiyi bilmiyoruz da bu değerlendirmeler, kabullenmeler ve yayınlar bize tuhaf geliyor? Gerçekte Yucatan çukuru ne kadar derinliğe sahip? Her şeyi didik didik eden Wiki, neden buranın derinliğine dair bilgi yazmamış? İnternet kaynaklarında (ki sadece yer bilimiyle alakalı olan internet siteleri de dahil) Yucatan çukuruna dair neden çok sınırlı bilgiler var ve neden bu bilgilerin her kısmı farklı kaynaklarda hep çelişkili? Buranın ne zaman, kim tarafından keşfedildiğine dair yazılanlar bile çelişkili. Burası 1960’larda mı, 70’lerde mi, 90’larda mı keşfedildi? Yoksa daha başka bir zamanda mı keşfedildi? Petrol arayan jeofizikçiler mi keşfetti ya da kim keşfetti? 20 ya da 30 km derinliği olduğunu yazan kaynaklar, neye dayanarak yazıyorlar? Derinlik yazmayanlar, neden yazmak istemiyorlar? Yucatan okyanus çukurunda aslında ne dönüyor? Orada, denizde de yaşayabilen farklı bir insan türü mü yerleşik halde yaşıyor? Sebe melikesi Belkıs’ın kavmi mi orada yaşıyor? Ya da benzeri bir kavim mi yaşıyor? Ya da önceden orada, çok ama çok gelişmiş teknolojiyle yapılan suni bir ada vardı da sonra havalanıp başka bir yere hatta uzaya mı gitti? Ya da orada eskiden okyanus içinde daima kalan, sabit olan, çok çok gelişmiş teknoloji ile yapılmış, üstü de kapalı/çatılı devasa bir şehir mi vardı? Peri kızı denilen tür, orayı bu şekilde mi kullanıyordu? Ya da eskiden okyanus suları o bölgeye ulaşmazdı da kara halindeyken çok özel bir şehir ya da suni göl mü yapılmıştı? Bütün bunlardan biri değilse, orada ne dönmüştü, bundan da mühim olanı günümüzde orada neler dönüyor? Bu gizliliğin, çekingenliğin, tezatların, konunun üzerine gitmeyişin gerçek sebebi ne? Gelişmiş sonar/ses dalgaları gönderen bir cihazı bir gemiye alarak oraya gitmek, suyun içine doğru ses dalgaları gönderek oranın derinliğini kesin şekilde ölçmek bu kadar mı zor?
Risk türü: Yer altı şehirlerinin suni güneşlerinin patlama ihtimali… Bunun neticesinde, “deprem” denemeyecek şiddette ve çok geniş alanda yıkılmaların, çökmelerin, magma hareketlerinin ve ayrıca dev dalgaların yaşanması ihtimali… Haritanın dahi değişmesi ihtimali…
Dünden beri bir senaryo daha yazacağım ama bir türlü fırsat bulup da yazamadım.
Hud suresi ile ağır sinyaller gönderiyorken, metafizik sahada karşımızda pek kimse kalmamışken… Ben bir senaryo daha yazayım.
Beklenen hazret-i Mehdi, gerçek Kudüs olan İstanbul’dadır. İstanbul’daki gerçek Mescid-i Aksa’ya hala giriş/çıkış sistemi vardır ve o geçit yerini bulur.
Bir gece, kimse görmeden o geçitten geçerek yerin altındaki gerçek Mescid-i Aksa’ya girer. Gördüklerine çok şaşırır. “Gerçekten de cinlerin ve uzaylıların da çalıştırıldığı kadar varmış. Bu yapı akıl almaz bir teknolojiyle ve sanatla yapılmış” der. Kısa sürede yapının her kısmını incelemeye, o sisteme dair her şeye vakıf olmaya başlar.
Bunu yaparken, adeta kendinden geçmiştir. Zamanın nasıl işlediğini fark edemez hale gelmiştir. Gördüklerine şaşırdıkça şaşırır. “Ben bunları insanığa anlatamam. Anlatsam da inanmazlar” diye diye her yeri incelemeye devam eder.
O mabedin çok geniş de olduğunu fark eder. Biraz da etrafını incelemek ister. Derken orada başka bir şeyle karşılaşır ve çok geçmeden onun Tur-i Sina olduğunu anlar.
Tur-i Sina, sanki kendisini bekliyormuş gibi, sanki cansız bir varlık değilmiş gibi hareket eder ve kapısını sonuna kadar Mehdi’ye açar. Kapıdan içeri giren Mehdi, “Daha da şaşırılacak çok şeyler varmış” der. Adeta kendinden geçer. Gördükleri “Burası başka bir alem mi, dünya değil mi?” dedirtir kendisine…
Sonra büyük bir merakla Tur-i Sina’nın nasıl bir şey olduğunu, nasıl işlediğini/çalıştığını ve nasıl şeyler yapabildiğini anlamaya çabalar.
Bu sırada, yine beklemediği şeyler olur. Nereden geldiği belli olmayan bir ses, kulağını devre dışı bırakarak doğrudan beynine konuşur. Önce bunun bir insan sesi olduğunu zan etse de sesin sahibi sarsıcı gerçekleri anlatmaya başlayınca, bunun çok gelişmiş bir yapay zeka olduğunu anlar.
Buradan sonrasında, her dakikası ömre bedel bilgiler öğrenmeye başlar. O ses konuşur, anlatır, Mehdi yeni yeni sorular sorar. Dinler, anlar, tekrar sorar. Bu sırada hiçbir cihaza ihtiyaç olmadan sesler duyabildiği gibi, hiçbir cihaza ihtiyaç olmadan beynine görüntüler de gönderilmeye devam eder. Yapay zeka kendisine ne anlatıyorsa, o şeye dair görüntüleri de gösterir. Mehdi sağa, sola veya başka yöne dönse de seslerde ve görüntülerde kopukluk olmaz.
En çok merak ettiği şeylerin başında gerçek dünya tarihi, gerçek peygamberler tarihi, insanlığın geçmişten bu günlere gelene kadar neler yaşadığı vardır ve bunlara dair sorular sormaya devam eder.
Adem peygamberi sorar, cevap gelirken Adem peygamberin görüntüsünü, sesini görüp duyarak öğrenir konuları. O vakit dünyanın tabiatı nasıldı, onları dahi izler.
İbrahim peygamberi sorar, o mübarek zatın da nasıl bir görünüşü olduğunu, nasıl ses tonu olduğunu, başlıca hangi hadiseleri yaşadığını, hayatının özetini görür, izler, öğrenir.
Konular böyle böyle devam ederken, özet bilgilerle ilerleye ilerleye günümüze doğru gelir. Çok merak ettiği ve öncelik verdiği onlarca soruyu sorup cevaplarını alırken, çok şaşıracağı bilgiler öğrenmeye devam eder.
En çok şaşırdığı bilgilerden biri de dünyanın merkezinin anlatıldığı gibi olmadığı gerçeğidir. Dünyanın merkezindeki çekirdek sistemi, hiç de anlatıldığı gibi değildir. Bunu görüntülü anlatımla dinlerken, sanki daha da başka bir aleme girmiş gibi olur. Üzerinde yaşadığı gezegene/dünyaya bakışı anında değişir.
Kendini tutamaz ve yapay zekaya “Pekiyi, dünya da tıpkı Ay gibi, suni bir gezegen mi? Yani Ay’ın üzerine magma ve toprak tabakası kaplanmış gibi bir sistem mi?” der. Gördükleri, duydukları karşısında çokça şaşırmaya devam eder.
Birkaç saat geçmiştir ki üstünde yaşadığı gezegene, Ay’a, güneş sistemine bakış açısında büyük değişiklikler olur.
Sonra birden aklına düşer ve Tur-i Sina’nın yapay zekasına “Nuh tufanı aslında nasıl oldu, ne sebep oldu, ne şekilde yaşandı?” diye sorar. Görüntüler ve sesler eşliğinde hz Nuh’un hayatının kısa özetini izledikten sonra, Nuh tufanı kısmını izler ve eş zamanlı olarak anlatımı dinler.
Öğrendiklerinden sonra “Öyle ise bu bir daha yaşanabilir, bir daha yapılabilir, öyle değil mi?” diye sorar. Olumlu cevap aldıktan sonra “Dünyada bir daha Nuh tufanı gibi bir tufan olması için neler yapmam, hangi sebeplere nasıl uymam gerekir?” diye sorar.
Yapay zeka ona her şeyi en güzel, en anlaşılır şekilde anlatır. Sonra da yapması gerekenin aslında Tur-i Sina’nın yapay zekasına gerekli emirleri vermek olduğunu, bu kadar basit olduğunu anlar. Tur-i Sina’nın yapay zekasının, dünyanın çekirdeğindeki ve ayrıca Ay’ın çekirdeğindeki yapay zekalı sistemlere gerekli kodları göndermesi yönünde talimat verir. Talimatı onaylar ve daha başka şeyleri çok merak ettiği halde, onları öğrenmeyi bile beklemeden dünyanın altını üstüne getirmek ister.
Bu sırada Tur-i Sina’nın görünmezlik özelliği de olduğunu, hiçbir insan gözüyle, hiçbir teknolojik cihazın kameraları ya da sensörleriyle görülemeyecek kadar kendini gizleyebildiğini zaten öğrenmiştir. Tabut-u Sekine’yi nasıl kullanacağını öğrenmiştir. Yer yüzünde yaşayan belli sayıdaki insanın korunmasını, bulundukları yerlerden kısa sürede alınmasını ve Tur-i Sina’ya getirilmesini de emir eder.
“Bunları yaparken de bana gerçek insanlık tarihinin en mühim yerlerini, benim sormama, benim düşünmeme gerek kalmadan aktarmaya devam et.” diyecektir ama birden aklına gelir.
Yerin altındaki uzaylı yer altı şehirlerini peş peşe ve kısa sürede imha etmek, tufandan önce evvela oraları çökertmek için neler yapabileceğini Tur-i Sina’ya sorar.
Aldığı kısa ve anlaşılır cevaplardan sonra “O halde on ya da yirmi kadarını önden çökert ve diğerleri tufan sırasında çöksün. Önce İsrail’in, ABD’nin, Çin’in, Rusya’nın, Suudi Amerika’nın, BAE’nin, Katar’ın, Kuveyt’in, İngiltere’nin, Almanya’nın, İtalya’nın, İspanyan’nın, Güney Kore’nin, Japonya’nın, Hindistan’ın, İran’ın ve ayrıca Türkiye’nin Ege, Ak deniz ve Kara deniz bölgelerinin altına denk gelen yer altı şehirlerinin çatılarının çökertilmesini emir ediyorum” der.
Bunlar çökertilirken, sıra sıra hepsinin üzerinde bulunup da çökme anlarını izleyip izleyemeyeceğini sorar. Buna da olumlu cevap alınca sevinçten kendinden geçer. “Şükür ki bu günlere de geldik. Onların helak oluşunu görmek ve -Ben size vaad ettiğimi gördüm, yaşadım. Siz de size vaad ettiğim helakı gördünüz ve yaşadınız mı? Şimdi de şeytanlığa devam edebilecek olanınız var mı aranızda?- demeyi çok istiyorum.” der.
O anda aklına düşen soruyu da sorar “Nuh peygamber, tufan iyice kendini belli etmeye başladığında, şartları oluşmaya başladığında, dünyanın dört bir yanındaki TV kanallarına, sosyal mecra platformlarına bağlandı mı ve son mesajını verdi mi?
Sonra yapay zekaya, “Birkaç dakika içinde, yer yüzünde ve yer altında kullanılan kaç sosyal mecra uygulamasını ve kaç TV kanalını ve diğer yayıncılık teknolojilerini kontrolüne alabilirsin, kodlarını değiştirebilirsin, sahiplerini devre dışı bırakabilirsin?” diye sorar. Aldığı cevaptan sonra, bunu yapmaya hazır olmasını ondan ister.
Artık anlamıştır ki bu sistem, Ay’ı dahi uzaktan kontrol edebiliyor ve istediği zaman Ay’ı dünyaya istediği kadar yaklaştırabiliyor. Hatta isterse Ay’ı dünyaya bile çarptırabiliyor.
Bir sakinleşme anında bunları düşünürken yapay zekaya birden “Hadislerde belirtilen sayha, Ay’ın dünyaya kısa sürede çok büyük oranda yaklaşması sırasında oluşan manyetik sürtünmenin insanlar tarafından duyulan hali mi?” diye sorar.
Aldığı pek çok cevaptan sonra “Tahmin ediyordum, anlamıştım. İşte bu… Böyle olmalıydı zaten. Lakin şu kısmını/detayını düşünememiştim.” diye içinden içinden değerlendirmeler yapmaya devam eder.
Sonrası malum… İnsanca yaşamamak için elinden gelen her mücadeleyi veren dünya insanlığı da yer altında yaşayan başka başka insan türleri/ümmetleri de helak olurlar.
Hem de akıl almaz felaketler üst üste gele gele… Önce hava aşırı ısınarak, ardından aşırı yağışlar ve seller başlayarak, ardından depremler daha da sıklaşarak ve şiddetlenerek helak süreci devam eder.
Kısa süre sonra “dabbetül arz” hadisesi yaşanmaya başlar. Peş peşe onlarca yer altı şehrinin çatısı çöker. Bu sırada, üzerlerindeki yer üstü şehirleri de üzerlerine çökerek hep birlikte helak olurlar. Yerin altındaki insan şeytanları ile, yerin üstündeki insan şeytanları, mahşerden önce o anlarda birbirlerine denk gelirler, kavuşurlar.
Amerika kıtasında çok büyük birkaç alanın peş peşe çöktüğü, ABD’nin batı ve doğu kıyılarındaki pek çok büyük eyaletin yok olduğu, dünyanın henüz çökmemiş yerlerinde haber olarak verilir/yayılır. İzleyenler ya da okuyanlar, bir Amerikan filmi izlediklerini zan ederler. İnanmak istemezler ama onlarca dakika süren inkar mücadelesinden sonra, istemeye istemeye inanırlar. O anlardan sonra intihar vakaları, gebe kadınların çocuk düşürme vakaları, korku/kriz ve bayılma vakaları bitmek bilmez. Hastahaneler kilitlenir, doğru düzgün hizmet veremez.
Neredeyse hepsi münafık, yiyici ve satanist olmuş din adamları ortada bile görünmez. Dünyanın pek çok yerindeki satanist, mason, yahudi, kara paracı, organ ve insan kaçakçısı kadrolar, ne yapacaklarını bilemezler. Bazıları yine de yer altı sığınaklarına sığınırlar, çünkü başka çare bulamazlar. Bazıları yerin üstündeki yüksek dağlarda kalacak yerler ayarlatırlar ama birkaç hafta sonra tufan tam halini almaya başladığında, kurşun hızında esen rüzgarlar onları da oraya kurdukları mekanları da savurur atar, yok eder.
Dünyada yerin altındaki magma, sayılamayacak kadar çok yerden çıkmaya devam eder. Felaket gün gün ve farklı farklı yönlerden devam eder. Hiç yanardağ olmayan yerlerde magma çıkışları olur. Sayısız şehrin halkı, hiçbir yere kaçamadan, şehrin her bir yerinden kocaman hatlar halinde akan magmaların içinde eriyerek can verir.
O anlara gelindiğinde dünya genelinde zaten haberleşmede de büyük kesintiler olmuş, devletlerin otoriteleri çökmüş, devlet başkanlarının çoğu ortada görünmez olmuştur. Herkes başının çaresine bakmak zorundadır.
Bir yandan da denizler, okyanuslar çok büyük bir hızda ısınmaya ve peşi sıra yükselmeye devam eder. Çok sayıda şehir de yıkılmadan yada magma altında kalmadan önce sular altında kalarak helak olmuştur.
Hala dünyada yerin altında ya da üstüne sağ kalabilmiş olanların neredeyse tamamı “Kesinlikle kıyamet kopuyor. İşte kutsal kitaplarda anlatılan kıyamet tam da böyle bir şeydi” demeye başlarlar. Lakin haberleri yoktur ve “kıyamet öncesi kıyamet” yaşanmaktadır.
Her gün on binlerce bebeğin, çocuğun, kadının, yetişkin insanın, hükumetlerin ittifakı ile kaçırıldığı ve organ, fuhuş, ayin mafyalarına satıldığı bu dünya… Kimsenin bunlardan rahatsız olmadığı ve karşı mücadele vermediği bu dünya… Her yeri ibne dolmuş, tecavüzcü dolmuş, ar ve namus bilmez insan şeytanları ile dolmuş bu dünya… Her yeri kumar, faiz, zulüm, cinayet, katliam, intihar, ruh hastalıkları, fiziki hastalıklar, kavgalar, kin, nefret dolmuş ve adeta cehenneme dönmüş bu dünya… En çok da çocuklarla kadınların akıl almaz acılar yaşadığı bu dünya… Artık hz Mehdi’nin tasarrufu ve kararı ile temizlenmeye başlamıştır. Temizlik o kadar kapsamlıdır ve o kadar akıl almaz felaketler vesilesiyle yaşanmaktadır ki insan şeytanlarının çoğunun ümidi kalmamıştır ve hayatta kalma mücadelesi de vermezler. İntiharların sayısını kimse bilemez, çünkü sayacak, kayda geçecek otoriteler de yıkılmıştır.
Tur-i Sina, Tabut-u Sekine ve gerçek müslümanlardan bir kısmı, yer yüzünden yükselerek uzaya çıkarlar. Tur-i Sina o kadar mucizevi bir şeydir ki kısa sürede cennete bile gidebilir. Daha önce sayısız kere cennete gidip gelmiştir. Mehdi, talimatı verir ve bir kez daha cennete gitmesini ister. Dünyadaki insan ve cin şeytanları topluca helak oluyorken… Gerçek Mescid-i Aksa ve gerçek Mescid-i Haram ve daha başka başka mukaddes ya da mühim yerler ilahi bir koruma altında bulunuyorken… Mehdi ve arkadaşları, o ashab-ı Rakim, cenneti gezerler. Kelimelerle tarif bile edilemeyecek kadar güzel zamanlar geçirirler. Onca yılın yorgunluğunu, acılarını, hüzünlerini, çilelerini kısacık sürede unutup adeta yeniden doğarlar. Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamazlar ve takdir edilen vakit gelince kısa süre bir yolculukla dünyaya geri dönerler.
Artık dünyada ABD, İngiltere, İsrail, Rusya, Çin, Almanya, İspanya, İtalya, Norveç, Hindistan, Japonya, Güney Kore ve benzeri şekilde insanlığa karşı mücadele veren, satanistlik yapan, İblis’e tabi olan, sömürgecilik yapan, terör örgütleri kurup kullanan, insan ve organ kaçakçılığı bile yapan ülkeler ve milletler kalmamıştır.
Artık dünyada, akıl almaz seviyede bir şer ve satanistlik merkezi olan Vatikan diye bir yer de kalmamıştır.
Artık dünyada sahte Kudüs şehri, oradaki sahte Mescid-i Aksa ve Mekke’deki sahte kabe de kalmamıştır. Tam aksine gerçek Mescid-i Haram ve İstanbuldaki yani gerçek Kudüsteki gerçek Mescid-i Aksa bütün ihtişamıyla meydana çıkmıştır.
Artık dünyada, yer yüzünü fesada veren, dünya insanlığını kasten hasta eden, genetiğini değiştiren, tabiata kasten zararlar veren, hayvanlara kasten zararlar veren, denzilere kasten zararlar veren, gölleri kasten kurutan, yer yüzü devletlerini gizlice sinsice yöneten, her yerde cinsi sapıklığı, çıplaklığı ,namussuzluğu hakim kılmaya çalışan uzaylı türler de kalmamıştır. Artık dünyada lanet olasıca masonluk da kalmamıştır. Ayasofya denilen satanist mabedi, dikili taşlar ve benzeri yapılar da kalmamıştır.
Artık dünyanın iklimini suni şekilde yönlendiren, bazı yerleri hep kurak tutan, bazı verimsiz yerlerin sık yağış almasını ve verimli olmasını sağlayan ve uzaylılar tarafından kullanılan gelişmiş elektromanyetik müdahale sistemi de kalmamıştır.
Artık dünyada genetik kod sorunları da Çingenelik ya da yarı çingenelik ya da çeyrek çingenelik de kalmamıştır. Bir daha bunlara sebep olabilecek, dünya insanlarının genlerine saldıracak birileri de kalmamıştır.
Artık dünyanın etrafında kaf dağı ya da Van Allen radyasyon kuşağı denilen koruma kalkanı da kalmamıştır ama yaşananları duyan diğer gezegenlerin insanlarının ve ordularının, Mehdiye karşı duruş sergileyecek cesaretleri de kalmamıştır.
Mehdi, sadece seçtiği, uygun gördüğü uzaylı insan türleri arasından, sadece izin verdiği fertlerin ya da grupların dünyaya gelip gitmesine izin verir.
Mehdi ve arkadaşları, yani ashab-ı rakim, artık dünyayı en temelden ve istedikleri gibi şekillendirmeye başlar.
Adana, Maraş, Kayseri, çok yer eş zamanlı sallandı. Deprem oldu.
5.5 diyorlar ama yalan. Beşik gibi gitti geldi koca arazi.. Maraş’taki ilk deprem gibi başladı ama uzun sürmedi. Uzun sürseydi yine milyonla kişi ölürdü.
12 km derinlikte olmuş deprem, daha doğrusu patlama/kırılma… Yer altı şehirleri feci hallerde. Böyle giderse, kısa süre sonra peş peşe çatıları çökecek. Üzerlerindeki şehirler de çökecek ve benim umurumda bile olmayacak.
Adana’da meydana gelen deprem sonrası kırsal alanda toz bulutu oluştu.
Son depremin/patlamanın merkez üssü: Gizli Ermeni Devlet Bohçalının doğduğu yer olan Osmaniye…
Şu depremin devamının yaşanması ihtimali çok çok yüksek. Yer altı şehirlerindeki yüksek teknoloji de bir yere kadar… Metafizik gücün karşısında güneş bile, gök ada bile duramaz. Bir insanın metafizik/manevi güçle yapabileceklerini, akıllar almaz.
Bölgedeki yer altı şehri yıkılmış, ölü çokmuş. Bunlar ilk bilgiler. İyice netleşsin, detaylarıyla yazarım.
Vatandaşın deprem anını cep telefonu ile kaydettiği görüntü.
Panik yapmayın, ben kahve içiyorum. Siz de için… Olur böyle, depremdir, yaşanır, ölen ölür, kalanlar şeytanlığına devam eder ve sonra ölür.
Deprem anı
Deprem korkuttu.
Bir takipçimizle, Adanalı bir arkadaşı arasındaki yazışma…
Adana’da deprem anında yaşanan panik kameraya yansıdı.
Adana’da meydana gelen depremin sonrasında bazı evlerde hasar meydana geldi.
Ben “Hain Ankara hükumeti” dedikçe sadece AKPKK’yi değil, MHPKK’yi ve danışıklı muhalefeti de bu ifadenin içine dahil ediyorum. Her fırsatta da “Tayyip aslında Bohçalı’nın kuklası, Bohçalı sistem içinde daha üst konumda” dedim durdum yıllardır…
Tayyip’i defalarca köşeye sıkıştırdığımda, hep son çare olarak Bohçalıya koştuğunu da bütün dünya gördü.
Şu son sözde seçim sürecini de Bohçalı ile çevresindeki kara paracı ihanet çetesinin yürüttüğünü herkes biliyor. Lakin Bohçalı diye ortada görünen kişi gerçek Bohçalı mı, buna kimse emin değil.
Böyle bir hainle, böyle bir pislikle benim ne işim olur? Türkiye çok büyük projelere İstanbul üzerinden girecek de bir de bunlar, bu pislikler bu işlere dahil mi olacaklar? Hatta bu işlerde başa mı geçecekler?
Bütün bunlara nasıl inanabiliyor, hala şu vasıfsız kara paracı hainlerin oyunlarına nasıl düşüyorsunuz?
Ben Bohçalı ile ve onu oynatanlarla iş tutmayacağım, Bohçalı’yı önden cenaze arabasına koyduracağım, sonra da çevresini ve üstlerini sıra sıra mezarlıklara göndereceğim.
Yıllardır verdiğim mücadele neticesinde, Ankebut Ağı dünya genelinde parasızlıktan kıvranıyor. İşleri her geçen gün krize giriyor. Hangi batağı nasıl gizleyeceğini, hangi krizi nasıl öteleyeceğini şaşırdı. İyice yoruldular, gerildiler. Bir yandan da son zamanlarda metafizikle çarpılan adamlarının sayısı belli değil. Çin Dışişleri bakanından, TR’deki Muharrem İnce’ye kadar, binlerce adamları, çok isteseler de siyaset sahasında boy gösteremiyorlar. O Çin Dışişleri bakanı da büyük ihtimalle öldü. Muharrem İnce yerine dublör kullanılmış olma ihtimali yüksekti, tartışmaların üstü örtüldü. Dünyanın farklı farklı ülkelerinde de vaziyet aynı. Ölenlerin, ölmeyip ama ölmekten beter olanların listesini tutmak bile zor iş. Bir yandan da dünya genelinde “izahını bile yapamadıkları afetler” sayıları artarak ve şiddetleri yükselerek devam ediyor. Hangi bir açığı/masrafı, ne ile kapatacaklarını şaşırdılar.
Senelerdir afetlere karşı gerçekten tedbirler alınmasını istedim. Hİçbir şey yapmadılar, sadece oyalamaya, kandırmaya dönük çıkışlar yaptılar. Bu günlerde ise dillerinden afet ikazları düşmüyor. Silivriye binlerce konteyler koydular. On binlerce çadır koydular. İnsanların İstanbul’u ve büyük şehirleri terk etmesien sebep olacak kadar vahim açıklamaları resmi ağızlardan yaptırdılar. Bütün bunları İstanbul’dan, yapabileceklerinden korktukları için yapıyorlar. Kenar köşelerde korkudan titriyorlar. Bunları en arka plandan yöneten yer altı şehirlerinin amirleri de aynı hallerdeler. Tepelerindeki çatı çöker mi, ne vakit ve nasıl çöker diye bakıyorlar. Dünya devletlerinin pek çoğunda, en ufak bir endişede nükleer santrallerin birimleri durduruluyor. Rusya’da batı uşağı Putin ve çetesi devrilmesin diye seferberlik halinde hamleler yapmaya devam ediyorlar. Rusya’dan daha çok ABD, dünyanın her yerinde Wagner unsurlarını yok etmeye çabalıyor. Saymakla bitmez vahim sorunları var bunların ve her geçen gün başlarına daha fazla sorunlar çıkartıyorum.
Kendi adamları arasında bile sorunlar çok büyüdü. Saçma sapan, mantığı olmayan kararlar alındığına ve sırf İstanbulla inatlaşma uğruna bütün sistemin ve hatta bütün dünyanın tehlikeye atıldığına inananlar çok. İçinde bulundukları iğrenç sistemin detaylarını bilmeyip de yayınlarım sayesinde öğrenen ve kandırıldığını anlayan da çok. Artık Ankebut Ağının tepesinden gelen emirlere, yönlendirmelere itaat etmeyenler de çok. Bu sırada bunlar birbirlerine de oyunlar kuruyorlar. Birbirlerine karşı artık gerçekten, danışıklı olmayan mücadeleler de veriyorlar.
Ben, devasa projeler için defalarca adımlar attım, sahayı ayarladım ama sahada şeytanlıktan, fesatçılıktan, dolandırıcılıktan, tuzaklardan, kinden, nefretten başka bir şey görmedim. Bu fırsatler geçmişte kaldı ve şu sıralarda yeni fırsatlar olmayacak. Dişimle kazıya kazıya ve sonuna kadar hak etmişlerken onları bu şartlara düşürmüşüm, nefeslerini kesmeden durmayacağım. Madem öyle, işte böyle…
Ben hain Ankara hükumetini ve ayrıca Putin ile çetesini çökertmeden… Bedeli üçüncü dünya savaşı hatta milyarlarca insanın ölmesi olsa bile Türkiye’yi gerçek hürriyetine ulaştırmadan… Bu hedefimin karşısında duran yer üstü ve yer altı düşmanlarının tamamını oyun dışına en feci şekilde atmadan… Bu dünyada büyük işlere/projelere girmeyeceğim. Günümüzde ve yakın gelecekte durmak bilmeden çatışmalar, toplu ölümler, sınırların değişmesi, açlık/kıtlık, bulaşıcı hastalık ve benzeri şeyler yaşanacak. Ben hemen şimdi değil, o ilk ve çok şiddetli çatışma ortamı nispeten ferahladığında kendi işlerime gireceğim ve onların bile çoğuna başka ülkelerde gireceğim. Büyük projelere girmek için doğru vaktin gelmesini, doğru şartların oluşmasını bekleyeceğim. Tahminime göre o doğru vakte yaklaşık beş sene var.
Bir kez daha bu kadar açık yazdım, yine de kandırılmak isteyenler varsa, kime gidiyorlar, kim tarafından kandırılıyorlarsa, kandırılsınlar. Benim meselem değil, umrumda da değil. Bu hususta daha ne yapabilirim. Bunca ikaza rağmen kandırılan, kandırıldığına doymasın, kendinden başka da suçlu aramasın.
Kesin bildiğim şey var ki ben o devasa projelerin başında olmadığımda, bunlar dünya genelinde siyasi, askeri, mali dengelerin hiçbirini bu projelere göre ayarlayamazlar. Zaten o projeleri yapacak değil, anlayacak kadar bile çapları, vizyonları yok. Son çare olarak yine kara para peşinde koşacaklar, koşuyorlar ama o sahaları da iyice boğuyorum, boğacağım.
Belki nasip olur da o Bohçalı’yı da ellerimle ve gerçek manada boğarım.
Adamı en azından bir kere daha makamında ve ekranlarda gösterselerdi de bari ondan sonra görevden alsalardı…
Çin’in Dışişleri bakanını görevden almışlar. Zaten haftalardır görevde değildi, ortada görünemiyordu. Çarpıla çarpıla öldü de çoktan mı gömdüler, belli değildi. Ortada görünenemeyen diğer Çinli yetkililer ve etkililer için ne yapacaklar?
Ya Çin’in haricinde, Ankarayı arkalamak uğruna kendini iyice batıran ülkelerin ortada görünemeyen etkili ve yetkili isimlerinin yerine ne yapılacak?
Sahi, George Soros’un bile çoktan öldüğünü daha ne kadar gizleyebilecekler?
Ahmakça işler yapıyorlar, sırf o İblis ve Deccal ahmakça kararlar alıp durduğu için…