Kanuni Sultan Süleyman, bize anlatıldığı gibi muteber, adil, cesur bir kişi değildi


Tam aksine olarak çok sorunlu tavırları, kararları, inanışları olan lüzumsuz bir kişiydi.

Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi olan Trabzonlu Yahya Efendi hakkında anlatılanlar da doğru değil. O da çok sorunluydu ve masondu.

Osmanlı devleti, İblis’in projelerinden bir projeydi. Onca güzellikler de yaşandı. Kandırılan çok geniş müslüman kitleler de oldu, çok kahramanca şeyler de yaşandı ama bu, acı gerçeği değiştirmez. Osmanlı’yı gerçekte kimin kurduğu da köklerinin aslında kimler olduğu da belli değil. Bu husustaki bilgilerin de doğru düzgün sıhhati, kaynağı yok. Osmanlı devletinin tarihi boyunca, idareci kadronun çoğu gizli Hristiyanlardı, gizli Yahudilerdi, gizli satanistlerdi. İlmiyye sınıfından olanların arasında da bunlardan doluydu. Devlet sistemi, gerçek müslümanların eline bırakılmıyordu. Oyun içinde oyunlar dönüyordu. Müslüman millet çok kandırıldı ve sömürüldü. Bu konulara dair de geçmişte yayınlar yapmıştım.


İsmail Ernur Yılmaz da bir gizli Ermeni. İkinci ismi ve soy ismi de gizli Ermeni şifrelemesi. Üfürükçünün teki ve sefil bir varlık. Münafığın, aldatıcının teki.

Koray Kamacı da bir gizli Ermeni. İsmi de soy ismi de gizli Ermeni şifrelemesi. Pek çok gizli Ermeni’de olduğu gibi, onda da Çingene kodları/genleri hala çok baskın. Koray’ın paslaştığı kişilerin neredeyse tamamı gizli kişiler ve hepsi birbirlerini biliyorlar.

İsmail Ernur ve Koray Kamacı… Bunlar gizli Ermeni ve aldatıcı kişiler olmasalardı, gerçek sahibi CIA olan Youtube, bizi büyük bir kararlılıkla sansürlediği gibi, onları da sansürlerdi. Kanalın ya da ilgili kanalların, yüz binlerce aboneye, milyonlarca izlenmeye ulaşmasına asla izin vermezdi.

Türk rolü oynayan ve çağdaş olduklarını iddia eden malum kripto çevreler de bunlara durmadan saldırırlar, sorunlar çıkartırlardı. Bize olduğu gibi, onlara da davalar yağmur gibi yağardı. Bunların hiçbiri yaşanmıyor, çünkü sistem ve sistemin mensupları, bu ikilinin de gerçek kimliklerini ve bağlantılarını biliyorlar.

Bu ikilinin son zamanlarda “metafizik istihbarat” iddiasıyla yaydıkları bilgilerin bir kısmı doğru, bir kısmı ise uydurma ve yalan yanlış bilgiler.

Hem metafizik istihbarattan doğru düzgün anlamıyorlar ve sık hatalar yapıyorlar hem de isabetli oldukları pek çok şeyi doğru şekliyle anlatmak ve müslüman millete faydalı olmak istemiyorlar.

Akademi Dergisi’nin estirdiği rüzgarların peşinden giderek kendine ikbal hazırlamak isteyenler de çok… Gidiyormuş gibi, destekliyormuş gibi görünerek tahrifat yapan, zihinleri bulandırmak isteyenler de çok.

Metafizik/manevi istihbarat, sadece cinlerden haber almak demek değildir. Zaten cinlere hiç güvenilmez, çok yalancıdırlar. Çok hilecidirler. Bir kişi, şu Ernur gibi, cinlerden gelen haberleri aktardığını iddia ediyorsa, sonra zaten başka ne dediğine bile bakılmaz. itibar edenin ya ilmi yoktur ya da onun da niyeti bozuktur.

İsmail Ernur Yılmaz yalanlar savuruyor. Metafizik istihbaratta geleceğe dair de metafizik veriler toplanabilir. Bu, kahinlik değildir. Yasaklanan şey değildir.

Salih rüyalar da bir metafizik istihbarat kaynağıdır. Dünya görüyor ki biz bu sahada çok iyi seviyedeyiz ve geleceğe dair çok isabetli veriler elde ettik rüyalardan… Zaman geçtikçe bunların bir kısmı yaşandı, bazıları da gelecekte yaşanacak.

Hz. Yusuf’un kıssasından da anlaşılabiliyor ki hz Yusuf, salih rüyaları doğru şekilde tabir ederek, gelecekte neler yaşanacağını isabetle haber verdi. Söylediği gibi de yaşandı. Bu da kahinlik değil. Yasaklanmış olan, haram olan, kahinlik ya da fal türünden faaliyetten değil.

Duru görü de bir metafizik istihbarat kaynağıdır. Durugörü de bir çeşit rüyadır. Bedenin gözlerine gerek olmadan görmektir. Üçüncü gözle görmektir. Uykuda iken görülen rüyalar/görüntüler gibi, uyanık iken görülen durugörü de doğru tabir edilirse, bir istihbarat kaynağı/verisi olur. Ve durugörüde de geleceğe dair şeyler görülebilir. Bu da kahinlik değildir, falcılık değildir, yasaklanan türden bir faaliyet değildir.

Buraya kadar olanları gayr-i müslimler hatta insanlıktan çıkmış üfürükçüler, sahte hocalar, rahipler, hahamlar, budist rahipler, herkes yapabiliyor. Bunları yapabilmek, yani cinlerle konuşup onlardan haberler toplamak… Rüyalar görerek doğru tabir ederek veri toplamak… Durugörü kullanarak isabetle yorumlamak ve veri toplamak… İşte bunları yapabilmek kişiye manevi bir derece, seviye kazandırmaz.

Kişi müslümansa ve Allah rızası için, insanlığın iyiliğini isteyerek bunları yaparsa, sevabını alır. Müslüman değilse ve niyeti de bozuksa, yaptığı için cezasını görür, çeker. Çünkü insanlara zararlar vermek için bu kabiliyeterini kullanır. Çünkü şeytana uyar, nefsine uyar. Günümüzdeki medyumların neredeyse tamamı bu sınıftan olan kişiler.

Metafizik istihbarat dediğimiz şey bunlarla sınırlı değildir. Çok başka yanları da var ve daha fazlasını sadece gerçekten müslüman olan ve gerçekten salih niyetli kişiler yapabilirler. Maneviyatı güçlenmiş ve mesafe almış kişiler yapabilirler.

Kişi, ruhunu bedeninden kendi iradesiyle çıkartarak, hedef bir yere gidebilir ve orada ruhuyla bulunarak veri toplayabilir. Çok uzak yerlere, başka gök adalara bile bu teknikle anında gidebilir ve dönebilir. Bunu cinler yapamazlar. Gayr-i müslim insanlar da bunu hakkıyla yapamazlar.

Durugörü daha çok beynin faaliyetleri ve bedenin hususiyetleri ile alakalıdır ve sınırlıdır. Lakin kalp gözü de vardır. Kalp ile de vücudun gözlerine gerek kalmadan çok şeyler görülebilir. Bunu da gayr-i müslimler yapamazlar. Kalple görmek, durugörü/medyumluk ile kıyas götürmeyecek kadar ileri bir şeydir.

Bitmedi… Kişinin kalbine ilham da gelebilir. İlham da bir manevi/metafizik istihbarat kaynağıdır.

İnsanın beynine, kulaklara ve gözlere hiç gerek kalmadan görüntü de ses de gönderilebilir. Hiç parazit, hışırtı olmadan, çok net sesleri ve çok net görüntüleri beyinden beyinden göndermek ve görüşme yapmak mümkündür. Buna telepati deniyor günümüzde… Bu şekilde haberleşmek de bir metafizik istihbarat tekniğidir. Bu da müslim ya da gayr-i müslim herkeste olabilir, görülebilir.

Lakin kalbe gelen ilham ise bunun çok ilerisidir ve gayr-i müslimler ya da müslüman olsa da maneviyatı zayıf olanlar bunu yapamazlar.

Kalbe gelen ilhamda da aldanma ihtimali vardır. Çünkü ilham şeytandan/cinlerden da meleklerden de mürşid-i kamilden de doğrudan Allah ü tealadan da gelmiş olabilir. Bunda aldanmamak için de İslami ilimlere vakıf olmak gerekir. Hakiki bir mürşid-i kamile tabi olmak gerekir.

Yine bitmedi… Yeterli manevi dereceye sahip müslüman bir kişi, daha önce yaşamış ve vefat etmiş bir kişinin ruhu ile de görüşebilir. Bu da metafizik istihbarat kaynağıdır.

Yeni ölmüş birinin başına gidip onun ruhuyla görüşebilir. Bir mezarın başına gidip de çoktan ölmüş bir kişinin ruhuyla da görüşebilir.

Hiçbir yere gitmeden, oturduğu yerden, geçmiş peygamberlerin, mürşidlerin, velilerin ya da şehitlerin, sıddıkların, salihlerin ruhları ile görüşebilir. Onlarla istişare edebilir.

Yine bitmedi… Müslüman kişi, melekleri net şekilde görerek onlarla konuşabiir, onlardan da istihbarat toplayabilir.

Müslüman kişinin…
– Rüyalarla
– Durugörü ile
– İlham ile
– Ruhaniyetlerle görüşerek
– Meleklerle görüşerek

geçmişe ya da geleceğe dair malumat toplaması da mümkündür. Bu, Allah’ın izni ve takdiri ile olur. Bu, kahinlik ya da falcılık değildir. Allah’ın ve resulünün yasakladığı şeyler, kahinlik, cincilik, falcılıktır.

Kahinlik/üfürükçülük, gizli Ermeni İsmail Ernur’un ve benzerlerinin yaptığıdır ve yasaklanmıştır. İnsanların cinlere tabi olması, onların her haberine itibar etmesi kahinliktir.

Kaldı ki Ernur Yılmaz’ın da durugörüsü var. Geleceğe dair de görüşler görüyor ama dürüst olmayıp sahtekar olduğu için, menfaatine uymadığı için “Metafizik istihbarat gelecekten bilgi vermez” mealinde konuşup yuvarlayıp geçiyor.

Adama sorarlar, “Bir ya da birkaç cini başına topladın. Soruyorsun, anlatıyorlar. Sen de millete anlatıyorsun. Bunlar kesin bilgiler de değil diyorsun ama insanların kafaları, inançları karışıyor. Neye nasıl karar verecekler? Hangi devirde, hangi gerçek müslümanda, hangi gerçek alimde, velide senin bu yaptığının yapıldığı görülmüş? Aksini yaptığını iddia ederken, apaçık şekilde kahinlik yapıyorsun. Sen kimi kandırdığını zan ediyorsun?” diye…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

İnsanlık dışı işler yapılıyor


Ayinlere çoktan başladılar. Zavallı insanları kesiyorlar. İblis’e kurban ediyorlar. Genç kızlara tecavüz ederek öldürüyorlar. Bebekleri kurban ediyorlar. Ağızlarını parçalıyorlar. Ateşe atıyorlar. Cesetlere dikişler atıyorlar. Çiviler çakıyorlar. Asit döküyorlar. Saymakla bitmezler şeytanlıklar yapıyorlar.

Sadece Fener Rum Patrikhanesinde değil, dünyanın dört bir yanında eş zamanlı olarak yapıyorlar.

Metafizikçi tanıdıklarınız varsa, danışın, anlatırlar.

Biz de karşılık veriyoruz. Sebep olmak istedikleri kötülüklere mani oluyoruz.

Şu anda Ayasofya’nın altındaki dehlizlerde de insan kesilen ayinler yapıyorlar.

Hindistan, Japonya, Çin, Kore, Filipinler, Afrika ülkeleri, Rusya, İngiltere, Almanya, ABD diye saysak, her yerde şu anda ayinler var.

Herkes ayın yedisini bekliyor ama sıkıntı ayın beşinden itibaren başlıyor. Belki de büyük sıkıntılar da bu gün ya da altısında olabilir.

Vatikan’da da şu anda ayinler var. Küçük çocuklara tecavüz ediyorlar. Hususi olarak erkek çocukları seçiyorlar.

İsrail de yine fitne başı…
Henüz ölmemiş kurbanların derilerini yüzüyorlar.
Ayinde insan kanı içiyorlar. İnsan organlarını çiğ yiyorlar.

Bütün bu eş zamanlı ve organize ayinlerde en öncelikli hedef benim ölmem ama ölmeyeceğimi biliyorlar. Hiç değilse acı çekmemi umuyorlar. Bir öncelikli hedefleri de siyasi sahada aleyhlerine devam eden her şeyin lehlerine dönmesi…

Gerçek sahada bir hiçler ve metafizikle dengeleri değiştirebilmek istiyorlar. İzin vermiyoruz… Çok geniş bir niyetle, mfs’nin niyetiyle, çok yüksek sayıda kişiye koruma sağlıyoruz. Korunanların da çoğu bunu bilmiyorlar.

Hakkari, Van ve çevre illerde terör saldırları hatta bombalı terör saldırıları yapmayı planladılar.

İstanbul’da kalabalık alış veriş merkezlerinde terör saldırıları yapmayı planladılar.

Ege bölgesinde çok geniş kitlelerin eş zamanlı olarak içme sularından zehirlenmesini ve hastahanelere dolmasını planladılar.

Konya’da olduğu gibi, Antalya’da da obruklar oluşmasını planladılar.

Türkiye’nin her yerinde bir kaos, bir otorite boşluğu oluşmasını planladılar. Bu çerçevede, Türkiye’nin farklı farklı yerlerinde büyük yangın afetleri de planladılar.

Türkiye’nin aciz ve kendini koruyamaz bir görüntüde olmasını istiyorlar. Bunu yapamadıkça, planlar üzerine planlar kuruyorlar.

Planları ve hazırlıkları arasında, uçak gemilerinin arızalanıp da dünyanın gözleri önünde geri dönmesi, hiç yoktu. Yaşan şu onlarca şey hiç yoktu. Planları bozuldukça daha da hırçınlaşıyorlar.

Karadeniz bölgesi için çok çok ileri seviyede fırtınalar, seller, hortumlar, heyelanlar planladılar.

ABD maşasını kullanarak İran’a müdahaleler yapmayı planladılar.

Seyreltilmiş nüve/nükleer bombaları kullanmayı planladılar.

Azerbaycan ile Ermenistan arasında şu anda yaşanan küçük çaplı askeri çatışmalar bile, kara para gelirleri elde etmek için yapılıyor.

İblis ile Deccal’ın ortak sistemi, kara paradan besleniyor. Kara para ile ayakta durabiliyor.

Bunu baştan beri bilerek, kara para yollarını sürekli kesmiş olmam da Türkiye’nin bu kadar büyük saldırılara uğramasına sebep oldu, oluyor. Kara para kesildikçe onlar daha da vahşileşiyorlar.

Son yıllarda pek çok defa, Suriye’ye gönderilmiş olan askerlerimiz üzerinde, yeni geliştirdikleri silahları acımasızca test ettiler. Şu ana kadar Suriye’de çok fazla sayıda askerimiz can verdi ve gizleniyor. Suriye’de, Libya’da, Somali’de olanlardan bu milletin hala haberi yok. Çok vahşice şeyler oldu ve oluyor. Çok vatan evladını harcadılar ve harcıyorlar.

Şu anlarda da dünyanın siyasi, askeri, mali dengeleri iyice karıştığı gibi, dünyanın üzerine oyun kurduğu Suriye’de de dengeler çok karıştı. Bu nedenle de Suriye’de asker kayıpları yaşıyoruz ve yaşayacağız. Türkiye’nin askerleri, Suriye’de sırf BOP için yani Büyük İsrail Projesi için tutuluyor.

İnsan, organ, değerli eşya, uyuşturucu, silah kaçırmak için, kara para işlerine alet edilmek için tutuluyor.

Esed karakteri iyice ABD’nin, İsrail’in, İngiltere’nin emrine girdi. İyice savruluyor ve bu da Türkiye için daha fazla güvenlik sorunu demek.

Türkiye’nin milli güvenliği, Esed karakterinin bir an evvel yok olmasını gerektiriyor.

Dünya genelinde organize şekilde satanist ayinleri yaparak güya beni durduracaklardı, bu günkü yayınlar nasıl, iyi mi?

Hala öleceğime ya da bir şekilde durdurulacağıma inananlar kaldı mı?

Dünya genelinde bankaların krizi daha da derinleşiyor ama bunu da gizliyorlar.

Türkiye’de temiz su kaynaklarının dibe vurduğunu ya da tamamen kuruduğunu nihayet yazıyorlar. Geçen sene ve önceki sene açıkladıkları veriler, tamamen sahteydi. O barajlar, iddia edildiği gibi dolmamışlardı. Şu anda da bu kadar sarsıcı şekilde kurumadılar. “Geliyorum” diye naralar atarak geldi bu sorun ama seksen milyon insanı yine adice kandırdılar ve bu millete organize şekilde düşman oldukları için, bu tehlikeye karşı da hiçbir tedbir almadılar. 15-20 gün içinde güya koca barajlar dolmuştu. O sözde basın ve medya kuruluşları ile çalışanları da bu insanlık suçuna ortaklar. Onlar da yalan olduğunu bilerek haberler yapıyorlardı, yapıyorlar.

Sözde muhalif vekillerin üçü beşi bile bu adice ihaneti, topluca canlara kast edilmesini engelleyebilirlerdi. Umurlarında bile olmadı ve iktidarla zaten aynı partiler, aynı yerlerden emirler alıyorlar, danışıklı dövüşüyorlar ve sadece tabelaları farklı. Her türlü kara para işlerinden beraber besleniyorlar.

Hepsinin de milletin ayakları altında kalması gerekiyor yoksa millet işgalcilerin ayakları altında kalacak. Yoksa millet açlıktan, susuzluktan ve hastalıklardan da kırılacak.

Bütün valilikler, bütün belediyeler alarm haline getirilseydi…

İçişleri bakanlığında merkezi bir yuvarlak masa kurulsaydı…

Türkiye’nin sivil imkanları bu şekilde seferber edilseydi…

Valiliklere ve belediyelere bağlı ekiplerle araçlar afet bölgesine acilen gönderilseydi…

Ordumuza da çok gerek kalmadan, ilk andan itibaren kurtarma ve yaraları sarma, ihtiyaçları karşılama hamlesi mükemmel şekilde başlatılabilirdi. Gerekiyorsa, gerekli kısımlarda ordumuz da vazife alabilirdi.

Pek çok büyük şehirde sadece acil vakalara bakacak tıp personelleri bırakılır, diğerleri eldeki teknik imkanlarla birlikte afet bölgesine acilen nakledilebilirdi. Sadece on saat içinde bile afet bölgesi sahra hastahaneleriyle, doktorlarla, hemşirelerle dolabilirdi.

Devamında her şey çok başka şekilde gelişirdi, yaşanırdı.

Umurlarında bile olmadı.

O saldırgan ülkelerin sözde yardım ve sağlık ekiplerinin afet bölgesine gelebilmesi ve tutunabilmesi için adeta çırpındılar. Biz sahada karşılıklar verip mani olmak istedikçe, o hain idareciler daha çok çırpındılar. Sinsice yollar aradılar.

Şimdi ise… Masum gençler, afet bölgesinden “Suyumuz yok” diyerek paylaşımlar yapıyorlar. Tavırlarından beli ki acilen su ulaştıracak vatandaşlar arıyorlar, devlet değil…

Lanet olasıca Suçişleri bakanı, o uyuşturucu ve organ baronu Solomon Soysuz çıkmış, herkesi toptan tehdit ediyor. “Provokasyondur, dezenformasyondur, ilgili hesaplar takip altındadır, gereken adli işlemler derhal yapılacaktır” mealinde konuşuyor, yazıyor. Şürekası da hemen peşi sıra hamleler yapıyor.

Bu kadar da kahpelik olur mu? Böylesini düşman işgal valisi bile yapabilir mi? Bu kadarına cesaret edebilir mi?

Onca gerçek basın mensubu da bölgeden görüntüler, röportajlar aktardı. Herkes aynı sorunları anlattı, anlatıyor. Bu millet topluca histeri mi yaşıyor, tarihte görülmemiş seviyede bir psikiyatrik salgın mı var yoksa bakanlar, yetkiililer, tarihte görülmemiş seviyede hadlerini mi aşıyorlar?

Bu millet bu tiplere tahammül etmek zorunda mı?
Polisler, jandarmalar, savcılar, hakimler, neden milletin aleyhine tavırlar içindeler? Ek ücretler mi alıyorlar Tayyip’ten ve çetesinden? Valilere, kaymakamlara, adli yetkilere, emniyet müdürlerine bu süreçte ek ödemeler mi yapılıyor?

Emniyet müdürü olabilmiş şeytanın teki, yardım malzemelerini çalmış da suç üstü olmuş. Dürüst polisler işlerini yapmışlar, somut delilleri de toplamışlar, savcı da ilk anda gereğini yapıp evde arama izni vermiş. Arama neticesinde de çalınmış yardım eşyası bulunmuş, o hırsızı neden serbest bırakırlar?

Ne oldu bu devlete, ne oldu bu sisteme? Kime çalışıyor bu sistem? Sistemi kimler organize şekilde ele geçirdiler?

Artık o Soysuz’un ve benzerlerinin emirlerine itaat eden emniyet amirlerinin bile, yargıyı siyasete hatta ihanete hatta yağmaya alet eden savcıların ve hakimlerin bile kafalarını kopartmanın vakti değil mi? Daha neyi görmemiz, yaşamamız gerekiyor?

On milyonlarca kişi ölünce mi aklımızı başımıza alarak bunu yapacağız? Bu, hukuksuz bir düşünce, karar ve eylem değil. Aksine, hukukun gereğidir. Devleti, milleti, vatanı ve can, mal, ırzı korumanın gereğidir.

7 Mart 2023 dolunayının enerjisi, sonrasındaki birkaç haftayı da yoğun şekilde etkiliyor. Bu ayın tamamı riskli…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Türklerin DNA’sını bozmayı hedeflediler

Japonları, Çinleri, Korelileri, Türklerin DNA’sını bozmak için genetik mühendisliği ile türettiler. Sonra Türklerin bu ırklarla sürekli kaynaşmasını, evlenmesini, gen kodlarının birleşmesini istediler. O genetik müdahalelerle insanların maneviyatına tesir eden kodlarını, idraki ve duygusal yanları belirleyen kodları, merhamet kodlarını baskıladılar. İdraki zayıf, hep sinirli, hep acımasız, nezaketsiz ırklar türettiler.

Uzaylı türler, Türklerin dünya hakimiyetini sonlandırmak ve dünyanın bütün milletlerini köleleştirip sömürmek için, en başta da İslam dinini yok etmek için genetik mühendisliği ile çok kapsamlı saldırıları gizlice ve sinsice yaptılar.

Bir yandan da yasak olmasına rağmen, farklı insan türleri arasındaki cinsi birliktelikler de sorunlu insan ırklarının türemesine sebep oldu. Sonra işte dünya bu kadar cehennemi bir dünyaya döndü.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Asıl Küdus, İstanbul… Süleyman mabedi tarihi yarımadada…


Tur-i Sina yani Sina dağı yani bir kara parçası, bir dağ gibi görünen uzay aracı da İstanbul’da tarihi yarımadada…

Musa peygamber zamanında da çok ileri teknoloji olduğunu hatta Nuh peygamber zamanında çok ileri teknoloji olduğunu, üstelik uzaylılardan alınmadığını anlatmıştım. Dünya insanlarına kimse yetişmezdi o vakitler bilim ve teknolojide ama iş çığırından çıktı diye Süleyman peygamber zamanında kasten geriletildi bilim ve teknoloji…

Musa peygamberin çıktığı Tur-i Sina, o teknoloji seviyesinde yapıldı ve kimse o seviyeye hala ulaşamadı.

Havada asılı durur, dünyalı ya da uzaylı kimse ona zarar veremezdi.

Yine Hızır aleyhisselam da Musa peygamber zamanında hayattaydı, hala hayatta… Hz. Hızır, Musa peygamberden de daha yüksek ilim ve hikmete sahipti. İki denizin birleştiği yerde, İstanbul’da buluştular.

Hızır a.s. da Musa peygamberi yönlendirdi, bilgilendirdi.

Ona, dünyadaki sarsıcı gerçeklere dair bilmediği çok şeyi öğretti hatta gösterdi. Bunlardan biri de Tur-i Sina denilen, dağ gibi de görünen ama uzay aracı olan şeydi.

İstanbul o vakit de yani yaklaşık 9-11 bin sene önce de yerleşme yeriydi ve dünyanın merkez şehriydi.

Musa peygamberden sonra, bir Türk olan hz. Zülkarneyn, dünyanın her yerini fethetti de tek devlet yaptı. Başkentini de İstanbul yaptı.

Tur-i Sina dahil, maddi ve manevi değere sahip pek çok şeyin kontrolü Zülkarneyn’e bırakıldı o devirde… O da Hızır gibi, ilim ve hikmette peygamberlerin yüz binlercesinden bile ileri seviyede idi. Elinin altına verilen, kullanımına verilen şeylerin bazılarını daha da geliştirdi.

Sonra Davud peygamber, sonra Süleyman peygamber devirleri yaşandı. Zülkarneyn’den sonra dünya devletinin başına Süleyman peygamber geçti. Hem hükümdarlık hem peygamberlik yaptı. Hem insanlara hem de cinlere peygamberlik yaptı. Cinler, o günlerde çok mutlu ve huzurluydular. Sonra İblis, cinler alemini yine karanlığa, vahşete, cahilliğe sürükledi. O günden beri cinler aleminde adeta güneş doğmadı. Hz Mehdi sayesinde tekrar doğacak.

Süleyman peygamber de İstanbul’u başkent olarak tuttu ve dünyayı İstanbuldan idare etti.

Bu süreç içinde, peygamberler hep birbirlerine maddi ve manevi değeri olan şeyleri elden ele bıraktılar. Peygamberler, kendilerine verilen maddi kıymete sahip şeyleri zaten sahiplenmediler ve kendilerinin bilmediler.

Gelelim en sarsıcı olan ve dünya üzerindeki bazı toplulukları kahredecek kısmına…

Bir vakit geldi, Tur-i Sina, şu anda tarihi yarımada denilen yere kondu ve orada kendini sabitledi.

Zamanla da etrafı ve üzeri iyice topraklarla, kayalarla doldu. Hatta suni tekniklerle orada zemin doldurma çalışmaları da yapıldı.

Tur-i Sina orada kaldı ama Süleyman peygamberden sonra pek çok gayr-i müslim devlet lideri, Tur-i Sina’nın peşine düştü. Bahtunnasır ve Nemrud da düştü.

Öyle ki şu anda uzaylı türlere liderlik yapan asıl Deccal da onun peşinde..

Orası zaten tarihten beri dünyanın idare merkezi olduğu için, bir de orada Tur-i Sina olduğu için, Deccal da o bölgeyi kendine merkez üs yaptı. Görünürde İngiltere üzerinden dünyaya yön verirken, aslında İstanbul’dan dünyanın siyasi, askeri, mali, dini, tıbbi dengelerine yön verdi.

Defalarca Tur-i Sina’nın içine girmek, onun kontrolünü ele geçirmek de istediler ama bir türlü bunu başaramadılar. Hala daha da bunun peşindeler…

Çünkü Adem peygambere indirilen on sayfanın aslı onun içinde…

Çünkü Şit peygambere indirilen 50 sayfa, İdris peygambere indirilen 30 sayfa, İbrahim peygambere indirilen 10 sayfa da onun, Tur-i Sina’nın içinde…

224 bin peygamberden bir kısmından kalan bütün kutsal emanetler onun içinde…

Osmanlı sarayında toplanan ve kutsal emanetler denilen şeylerin hiçbiri gerçek değildi ve son süreçte o sahteler de kaçırıldı da yerlerine sahtenin de sahteleri konuldu.

Dikkat edilsin, sahte kutsal emanetler Topkapı Sarayında yani tarihi yarımadada sergilendi, sergileniyor.

Yani gerçekleri yerin altında, o aracın içinde hala duruyor ama sahteleri tam üzerinde sergilendi, sergileniyor.

Musa’nın asası da orada.

Süleyman’ın mührü de orada.

Daha başka başka kutsal emanetler de orada.

Tevrat’ın aslı da orada.

Zebur’un aslı da orada.

İncil’in aslı da orada.

Karun, Musa peygamber zamanında yaşamıştı. Maraş merkezli suni saldırılar yapılmadan bir süre önce, bu konuda sarsıcı yayınlar yapmıştım.

Karun’un hazinelerinin büyük kısmının Türkiye sınırları içinde, yer altında olduğunu da açıkça yazmıştım. Ondan sonra malum çevrelerin hiç şüphesi kalmadı ve orayı hedef aldılar, alıyorlar.

Karun, zamanındaki yüksek teknoloji sayesinde, hazinelerini “ele geçirilemez” şartlarda saklıyordu.

Kur’an-ı Kerim’de onun hazinelerini sakladığı binaya/yapıya/sisteme de temas var

Muazzam bir teknolojik koruma var o binada, araçta…
Binlerce sene geçti de kimse o korumayı kıramadı. Yer altı şehirlerinde yaşayan uzaylı türler de kıramadılar. Yeşiller, griler ve diğer türler aciz kaldılar. Asıl Deccal aciz kaldı. Suni depremlere sebep olan şu son şok darbeleri ile de o kalkanın kırılmasını umdular ama kırılmadı.

Ben, bunun böyle olacağını anlamalarını da sağlamıştım oysa… Onu sadece hz Mehdi’nin açabileceğini, zamanı gelince açacağını açıkça yazmıştım.

Dönelim İstanbul’a… Karun’un sisteminden çok daha ileri bir koruma sistemi var Tur-i Sina’nın…

Karun’un hazinelerine ulaşamayanlar, Tur-i Sina’ya hiç giremezler ve içindekileri ele geçiremezler.

Tur-i Sina’yı da sadece hz. Mehdi açacak. Hem de çok kolay şekilde açacak. Çünkü koruma sistemi, hz. Mehdi’yi tanımaya, teşhis etmeye programlanmış vaziyette…

Tur-i Sina’nın içinde de çok büyük hazineler var. Hz Mehdi o hazineleri de kontrolüne alacak ve insanlığın faydasına kullanacak.

Tur-i Sina’nın içinde de Karun’un binasının içinde olduğu gibi, çok yüksek bilim ve teknolojiye dair kitaplar, dijital arşivler var.

Gerçek dünya tarihine dair somut bulgular ve ayrıca bilgiler, veriler var

Anlatmıştım, bu gibi araçların yakıta, bakıma ihtiyacı yok. Uçuk seviyede teknoloji ile imal edilmiş araçlar bunlar. Dünyanın tabii manyetik alanının devam etmesi, bunlar için yeterli

Maraş merkezli afet bölgesinde dünyanın tabii manyetik alanı ve yer çekimi ile bu seviyede abartılı şekilde oynamalarının bir sebebi de bu olmalı. Oradaki aracı enerjisiz bırakmak… Etrafındaki koruma kalkanını kırmak…

Hz. Mehdi, Tur-i Sina’yı açınca, içine girince, onu kontrolüne de alacak.

Onu tekrar uçuracak. Karalarda istediği yere indirecek. İstediği zaman havada sabit kalmasını sağlayacak. Ne karadan havaya, ne havadan havaya, ne uzaydan havaya saldırılar… Bunların hiçbiri ona hiç zarar veremeyecek.

Burada Ye’cüc ve Me’cüc artıkları var. Zülkarneyn onları geçmişte yenmişti ve onların gezegeninin etrafına da manyetik kalkan çekmişti. Dünyanın etrafına da manyetik kalkan çekti (Van Allen radyasyon kuşağı). Buradaki artıkların zaten hiçbir şey yapabilmeleri mümkün değil Tur-i Sina’ya ve benzeri sistemlere…

Lakin yakında Ye’cüc ve Me’cüc kavimlerinden kendi gezegenerinde hapsolmuş olanlar, etraflarındaki kalkanı aşıp çıkacaklar

Dünyamıza gelecekler ve etrafımızdaki kalkanı da kıracak, bozacaklar.

Hadis-i şeriflerde bu kısımlar da anlatıldı ki hz İsa o vakit yeryüzüne tekrar inmiş olacak. Hz. Mehdi ile bir araya gelecek ama dünyanın idaresini ondan almayacak. Ruhani liderlik yapacak.

Tam o vakitte Ye’cüc ve Me’cüc gelip de acımasızca bütün dünya insanlığını yok etmek isteyecek. İşte o vakit sadece Tur-i Sina içindekiler kurtulacaklar.

Hz. İsa, hz. Mehdi ve onlara samimiyetle tabi olmuş bir avuç gerçek mü’min kurtulacak. Geriye kalan “sürü”yü imha edecekler saldırganlar… Hz. İsa ve hz Mehdi bu imhaya da mani olmayacaklar.

Böylelikle, hz Nuh devrinde yaşanan büyük helakın çok çok benzeri yaşanmış olacak hz Mehdi devrinde… Zaten hz. Mehdi devrinde, büyük peygamberlerin yaşadıkları çok büyük ve sarsıcı hadiselerin çok benzerleri hep yaşanacak.

Onlar imhayı tamamladıklarında sonra, hz İsa ile hz Mehdi de onları, saldırganları imha edecekler.

Bunun da tamamına yakın kısmını nefesleriyle yani manevi/metafizik kabiliyetleri ile yapacaklar.

Hz. İsa ile hz Mehdi bir araya gelerek metafizik müdahale yaptıklarında, gök adanın dönüş ve akış yönünü tersine çevirebilirler. Metafizikle yani manevi tasarrufla yapılabilenler, hiçbir teknoloji ile yapılamaz. Teknoloji, metafizik tasarrufun yanında çok sönük kalır.

Şimdi size bir soru:
Nuh peygamberin gemisi de Tur-i Sina mıydı? Onunla önce göğe yükselip sonra uzaya çıkıp, tufan bittikten sonra dünyaya geri mi döndüler?

Birkaç soru daha sorayım, iyice karışsın ortalık…

– Tabut-u Sekine ve Tur-i Sina, daha önceki Adem devirlerinden bizim devrimize kalmış olabilir mi?

– Adem babamız, Venüs’e Tur-i Sina ile gitmiş, gelmiş olabilir mi? Venüslü olan ikinci Havva’ya bu vesile ile ulaşmış olabilir mi?

– Hz Mehdi de hz Musa gibi, vakti gelince Tur-i Sina da uzlete çekilecek ve manevi tekamülünü tamamlayacak olabilir mi?

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi