Onun arkasındaki Yahudi/Satanist/Mason birliğini de tanımam. Daha arkasındaki uzaylı unsurları da tanımam.
Bakın ben Süfyan’ı de Köpek kabilesini de tanımadım, tanımıyorum. Suriye’ye dair hedeflerini bunca yıldır bozdum, bozuyorum. Bu güne kadar olduğu gibi bu gün de Suriye’de benim dediğim olacak. Kimse oraya bir çivi bile çakmayacak. Çakanı da tanımam. Hem Suriye’deki bütün işlerini, düzenini bozar ve adamlarını da harcarım… Hem de kendi ülkesindeki, bölgesindeki bütün işlerini, düzenini de bozar teknik adamlarını harcarım.
Makineleri bile çalışmaz. Bilgisayarları ve diğer elektronik cihazları da çalışmaz. Üstüne bastığı yer, yerinde durmaz.
Herkes aklını başına alsın.
Suriye fırsatı, İstanbul’a oyun kurmaya çalışan birkaç aptal yüzünden bozulmuş ve kaçırılmıştır. Böyle bir sonu taraflar kendileri istediler. Kimseyi Suriye’de görmek istemiyorum. Orada taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmam. Hala kesin kararımı vermedim.
Bu güne kadar yapabildiklerim, yapabileceklerimin teminatıdır.
Hangisi Arap şunların?
Aralarında bir tane Arap var mı?
Ermeni, Süryani, Ezidi, Yahudi, Çingene bunlar… Ortak buluşma noktaları İslam düşmanlığı ve masonluk…
Ankebut Ağının piyonları, maşaları, ayak takımı bunlar.
Bataklığa batmak isteyenler için Suriye orada, gidip gidip batsınlar. Biz melhame-i kübrada Suriye’yi de kurtarmak, özgürleştirmek için harp edeceğiz.
İsteyen taraflar, çok uzatmasınlar süreci ve orduları hemen getirsinler. İşgale de Türkiye’den başlasınlar.
Bu kadar geri adımlar attım, meydanı bu kadar açtım, şartları bu kadar kolaylaştırdım ama hala ordularıyla gelemeyenler, ayak takımından üç beş piyonu kulanarak mı yol alabilecekler?
Gizli Ermenilerin ve gizli Yahudilerin bu ülkede gizli kimlikle, Türk görünerek, müslüman rolü oynayarak yaşadıklarını ifşa etmeme rağmen…
Devlet içinde devlet olduklarını ifşa etmeme rağmen…
Basını, medyayı, sanayii, ticareti, eğitimi, her şeyi ellerinde tutmaya çalıştıklarını ifşa etmeme rağmen…
Bunları soruşturmak, peşlerine düşmek, yargılamak ve suçlu bulununca cezalandırmak, bu yolla derhal milli güvenliğimizi tesis etmek yerine….
Tutup bunların hukuksuz şikayetlerini dikkate alan, soruşturma yapmadan ve ifademi almadan dava açan ve o davayı gören savcılar ve hakimler de vatan hainleridir. Milliyeti, dini, mezhebi ne olursa olsun, katıksız vatan hainleridir. Onlar da derhal yargılanarak idam edilmelidir.
Böyle hukuksuzluk sistemini de savcıları da hakimleri de güya yargılamalarını da cezalarını da ayakalarımın altında eziyorum. Evet, bunu son yıllarda tekrarla da ilan ediyorum.
Savcılar, hakimler vazifelerini yapmış olsalardı, gerçekten adaleti tesis ve temin ediyor olsalardı, son Maraş merkezli depremlerde 2 milyonun üzerinde sivil ölmezdi. Çünkü oralardaki idari kadrolar da bunlarla, tıka basa gizli Ermeni ve Yahudi ve mason hainlerle dolu… İlk andan itibaren devletin imkanlarını seferber ettirmeyenler ve yabancı devletlerin ordularını buraya toplamaya, bütün tepkilere rağmen burada tutmaya çalışanlar da aynı hainler… İspanyol askerlerine, askeri araçlarıyla İskenderun’da devriye attıranlar da aynı kadrolar…
Ben o teşkilata kafa tutuyorum. O hainlere de onlara çalışan savcılara da hakimlere de siyasi/idari yetkililere de basın/medya mensuplarına da kafa turuyorum. Hukuk dışı bağlantılarını da çevirdikleri türlü türlü pis işleri de somut delilelle ispat edebiliyorum. Onların çalıştığı hükumetlere, mafyalara, gizli servislere ve ordulara da kafa tutuyorum.
İşte, son süreçte herkes gördü, sözde bağımsız adalet sistemine her hususta talimatlar yağdıran Devlet Bohçalı’ya da Tayyip’e de Soysuz’a da kafa tutuyorum. Mehmet Haberal’a da kafa tutuyorum. Mason tarikatına da kafa tutuyorum. Emirlerindeki mafyalara ve sözde siyasi partilere de tutuyorum. On yıldan fazladır bu mücadeleyi veriyorum, önceleri adalet de aradım ama kripto kimlikli savcıların ve hakimlerin sözde yargılamalarına muhatap oldum. Ve bunca güç unsurunu eze eze tahliye oldum, dışarı çıktım, restimi de çektim. Senelerdir de yine mekanımdayım ve hiçbir yere kaçmadım, asla da kaçmam.
Haydi, o ihanet teşkilatının büzüğü yetiyorsa, göndersin kolluğu, aldırsın beni? Kalabalık da geleceğim, yıka yıka da eze eze de geleceğim, haydi, yetiyor mu?
Türkiye’de savcı, savcı değil, sistemin adamı…
Savcılık makamı, sanık hiç kendini savunamıyor olsa bile sanığın masum olup olmadığını araştırmakla, soruşturmakla, sanığın lehine olan delilleri bulup meydana çıkartmakla da mükelleftir. Nerede, hangi bu uygulama kaç davanın kaçında yapılıyor?
Hukukun sadece bu maddesi uygulansa, hangi savcıya denk gelirse gelsin bu dosya, peşinden kısa sürede en az beş bin kişi hakkında gözaltı kararı vermek zorundadır.
Bunların çoğu da ünlü, etkili, yetkili, oyuncu, sanatçı kişiler olur. Çünkü onlar sayesinde bu ülke İngiltere’nin, ABD’nin, ülkeden sayılmaz İsrail’in at koşturduğu bir ülke vaziyetinde…
Aleni ihanetler, pusular, casusluklar, kara para işleri, mafyalar, nüfuz casuslukları, sözde diplomatik temsilciliklerle bağlantılar, kamuoyunu başka ülkelerin menfaatine olacak şekilde yönlendirmeler, yardım derneği çatısı arkasında hırsızlıklar ve hatta organ ve insan kaçakçılıkları, her şey, saymakla bitmez suçlar gözler önünde… Hep bu kripto kimlikli kadrolar yapıyor bu işleri…
Bu neyin, kimin savcısı, kimin hakimi? Hangi ülkenin adalet sistemi? Böyle bir hukuk sistemi mi olabilir?
3 bin kişiye yakın ifşa yaptım, bir kişi mi davacı olabildi? Savcı, hakim, bunu bile dikkate alamadı mı, göremedi mi?
Açsın da baksın dava dosyalarıma, her bir kısmı hukukun katledilmesi… Üzerinde tartışılacak bir vaziyet bile yok ve her şey net şekilde gözler önünde…
Hani benim cumhuriyet savcılığına kavga ile gürültü ile, koca ceza evini karıştıra karıştıra nihayet gönderdiğim şikayet dilekçem? Elimde duruyor kopyası, işlenmiştir kaşesi de üzerinde… Dilekçede her şey net ve o dilekçe bile gerçek bir savcıya ya da hakime denk gelseydi, yine son depremlerde 2 milyon sivil ölmemişti, son yıllarda türlü kamu zararı da yaşanmamıştı, peşkeşler de önlenmişti ve ihanetler de önlenmişti. Çünkü silsile halinde etkili, yetkili, ünlü binlerce kişi tutuklanmıştı. Tek o cezaevi müdürüne bile dokunulmadı. El yazısı ile oluşturduğu suç ispatını da ayrıca paylaştım, iki gün sonra ceza evinde güya yangın çıktı. Kimse araştırdı mı, hangi evraklar yakıldı, hangi suç delilleri imha edildi? Neredeydi hukuk? Hukuk varsa, adalet varsa, boynum kıldan ince ama bunun adı ne? Hangi Türk vatandaşı neden itaat etsin bu kadar aleni ihanetlere, resmi kurumların ayarından çıkartılmasına? Kripto kimlikli yetkililere, savcılara, hakimlere? Geri zekalı mıyız biz, toptan ahmak mıyız biz? Bu milletin arasında herkes mi korkak, aciz, cahil zan ediliyor?
Nerede hukuk? Adamına göre mi? Ben gizli Ermeni ya da gizli Yahudi değilim diye mi bu böyle? Halkın ahlakına, dinine, namusuna, malına, evladına, kızına, karısına, organına, ziynet eşyasına, toprağına, parasına kastetmedim ve aksine korumak istedim diye mi bu böyle?
Hani ondan önce ceza evi idaresi tarafından yok edilen çok sayıda dilekçem?
Hani suç duyurusu kapsamındaki binlerce yayınım? Hani paylaştığım somut delillerin gereği yapıldı mı?
Nerede hukuk, adalet ve kime çalışıyor bu sistem?
Yerim ben böyle sistemi… Tekrara girmeye de gerek yok. İsrail’den mi, ABD’den mi, İngiltere’den mi, Rusya’dan mı, Çin’den mi, hepsinden birden mi güç alıyorlarsa, gaz alıyorlarsa alsınlar, gelip de beni kollukla alsınlar. Yeter, karışsın bu ülke, inceldiği yerden kopsun artık. Zaten tahammül edilesi bir manzara yok.
Şu Selen Yakıcı kodlamalı gizli Ermeni ekran fahişesini de tanımıyorum, onu korumaya ve varlıkta tutmaya çalışan hiçbir resmi yetkiliyi de kurumu da tanımıyorum ve itaat da etmiyorum. Bundan büyük suç mu var, müebbetlik suç değil mi bu? Haydi gücü yeten gelsin.
Onun bunun piyonları, maşaları… Hainler güruhu… Çift kimlikler, omurgasız sürüngenler… Acziyetten, çaresizlikten yerlerde sürünüyorlar, korkudan titriyorlar, sonra eskisi gibi iki dava açınca, kendilerinden olan savcı ve hakimi araya katınca, her şey olacak bitecek zan ediyorlar.
Bu oyunları çoktan bozdum. Herkes de her şeyi gördü, bildi, anladı.
Şu millet isyan etmeyecek mi zan ediyorlar. Hayır, iyice aç, açıkta kalınca edecek. Vahşi hayvanlar misali, hayvani bir refleksle parçalamaya başlayacak. Bu, tarih boyunca böyle oldu. Şu kriptoların hakimleri, savcıları bile bu milletin elinde parçalanacak. Evet, din için değil, namus için değil, vatan için değil ama aç ve açıkta kaldıkları için parçalayacaklar. Bunlara kimin sebep olduğunu bildikleri için parçalayacaklar.
Bu milletin iyice aç ve açıkta kalmasına da çok çok birkaç hafta vardır.
17 Ağustos 1999 Marmara depremine farklı noktalarda yakalanan, birbirini hiç tanımayan ve birbirinden hala habersizken aynı şeyleri anlatan çok sayıda insan oldu.
Bu insanlar, Marmara denizinin aniden ısındığını, tanıdıkları bazı insanların yanık tedavisi görmekte olduklarını, yanıkların deniz suyu sebebiyle oluştuğunu anlattılar.
Yine benzeri şekilde birbiriyle tanışıklığı olmayan, birbirinden habersiz çok yüksek sayıda insan “Biz depremden değil, o yer altından gelen darbeden, vurma sesi gibi sesten ve bir de göğün bir anda aydınlanmasından korktuk” dediler.
17 Ağustos 99 Marmara depremi bir suni deprem saldırısıydı. Elektromanyetik alanla, tabii manyetik alana müdahale edilmesi tekniği ile o depreme sebep olundu. Aynı zamanda frekansla da oynandı.
Ben 99 depreminde İstanbul dışında, üniversite tahsilindeydim. Yaklaşık iki ay sonra İstanbul’a döndüğümde insanlarda hala korku hakimdi ve kime ne sorsam yerdeki o tek vuruşlu ve şiddetli darbeden, onunla birlikte duyulan çok şiddetli sesten ve ayrıca gökteki ışımadan bahsediyorlardı.
Maraş merkezli son suni deprem saldırılarında da aynı tekniğin daha da gelişmişi kullanıldı. Daha da kapsamlı bir plan icra edildi.
Şimdi önümüzde çok sarsıcı bir bilimsel veri daha var. Maraş merkezli depremler sırasında, yeryüzü seviyesine çok çok yakın olan yer altı suları aniden ısındı.
Isınan bu sular, ilk suni depremden yaklaşık 20 ile 30 dk sonrasında kaynar ve buharlı şekilde yeri delip yüzeye çıktı.
Bunlar fotoğraflandı, video kaydına alındı, hakkında sözde uzmanlar çoktan açıklama bile yaptılar. “Yerin sıvılaşması arttı” dedier. Hiçbiri bu suların derin kaynak suları olmadığını açıklamadı. Yüzey suyu denilebilecek kadar yüzeye yakın sular olduğunu açıklamadı. Çünkü bunu açıklarlarsa, nasıl ısındığını açıklamayacaklar.
Tıpkı, depremlerin mesafe ilerledikçe kuvvetsiz düşmesi yerine daha da güçlendiğini bilimsel olarak açıklamayadıkları gibi…
Maraş merkezli son suni deprem saldırıları ve ardından Hatay merkezli suni deprem saldırısı, HAARP ile yapılmadı. Daha da ileri sistemler, teknolojiler kullanıldı. Manyetik alanla, frekansla, yer çekimiyle, gazlarla, sularla her şeyle oynandı.
Eş zamanlı olarak devlet gücümüzle de oynandı. Devletimizin gücünün afet bölgesine ulaşmaması için de her şey baştan planlanmış ve çalışılmıştı. İhmal olmadı, açıkça kasıt vardı ve hala devam ediyor bu açık kasıt…
Türkiye’nin imkanları tek başına bile bu afete acil yardım götürmeye yarardı. AFAD, Kızılay ve sözde yardım/kurtarma kuruluşları olarak bilinenler kasıtlı olarak bu hallerde tutuldu. Dahası, milletçe başlatılan yardım gayretlerinin sabote edilmesi, engellenmesi için de bu kurum ve kuruluşlar kullanıldı.
Depremden sonraki ilk 48 saat ya da 72 saat ortada görünmeme, ihmal sergileme diye bir şey yok. Bu da planın parçasıydı. O saatlerden sonra da devlet gerçekten ortada yoktu. Hala devletin imkanları Ukrayna’ya, Libya’ya, Somali’ye ve sömürgeci ülkelere akıyor da afet bölgesinde seferber edilmiyor. Bu da kasıt. Devleti elinde tutanlar hala yardımları çalmanın, hatta ayni yardımları bile çalıp nakite çevirmenin, ziynet eşyasını çalmanın, bölgeden bebek, çocuk, kadın kaçırmanın peşindeler. Sözde yardıma gelen o yabancı ekiplerin hiçbiri de gerçek yardım ekibi değildir. Şu anda hala yabancıların sahra hastahanelerinin sahada olması da kaçakçılığa devam etme gayreti… Türkiye’nin her yerinde sahra çadırları da doktorlar da tıbbi imkanlar da var ama gönderilmiyor. Organize edilmiyor.
Bu kadar büyük bir saldırı ve açık kasıtlara, ihanetlere rağmen sebep olduğum onca hayırlı şeyler olmasaydı, şimdi manzara çok ama çok çok daha vahimdi. Şu şartlarda, onca sosyal medya sayfası, onca web sitesi, onca tanınmış kişi, adımı bile anmadılar. Oralı bile olmadılar. Bir yayınımı bile yaymadılar. Her şeyi gördüler, anladılar ama insan taklidi yapmaya devam ettiler. Halk da titreyip kendine gelmedi.
İşte ben, bunca güzelliğe, mücadeleye, hayra, iyiliğe, bir yandan da bunca canın yanmasına, ibretlik ve sarsıcı hadiselerin yaşanmasına rağmen titreyip kendine gelmeyen, hala tesirlenmeyen bu sürüyü kendi feci akıbetine bıraktım.
Bu haldeki milyonlarca kişinin bu topraklar üzerinden bulunuyor olmasından daha vahim bir tehlike mi olur. Böyleleri nedeniyle başımıza afet de yağar, insanlar maddi ve manevi tuzaklara da sürekli düşer. Bunların bir an evvel temizlenip cehenneme doldurulmaları için üzerime ne düştüğüne bakıyorum ve buna göre karar, tavır değişiklikleri yapıyorum.
Yıllar öncesinden bu günleri biliyor ve haber veriyordum. Bu günler geldiğinde halkın epeyi bir kısmının, can acısıyla, can korkusuyla, mal kaybetme korkusuyla da olsa doğru düzgün adımlar atacağını, şu hainleri de başlarından devireceğini zan ediyordum. Bu kadarını da beklemiyor ve tahmin etmiyordum.
Sahih hadislerde, Süfyan’a tabi olanların çoğunun Kelp kabilesinden olacağına dair rivayetler, ülkücülere delalet ediyor. Kelp, köpek demek. Kurt da köpek türünden bir hayvandır. En başından beri gizli Ermeniler ve gizli Yahudiler tarafından kurulup yönetilen Ülkücü hareket, son süreçte sınır tanımaz bir şekilde CIA piyonu bir kara para teşkilatına dönüştürülmüştü.
Suriye meselesi başlayınca Süfyan’ın yani Tayyip’in yanında duran, ona yardım ve yataklık eden de ülkü ocakları oldu. En başta da CIA-MİT ortak casusu olup gizli Ermeni olan Devlet Bohçalı oldu. Aralarında temiz kalmış ve kandırılmış bir avuç ülkücüyü tenzih ederim ama acı hakikat bu…
Yine rivayetlerde Süfyan’ın, kadınların karınlarını bile yaracağı, zulmünün o seviyeye çıkacağı ifade edilmiş. Ülkü ocakları üzerinden Suriye’de organ kaçakçılığı da bebek kaçakçılığı da en başından beri yapıldı ve hala yapılıyor.
Ayrıca Süfyan yani Tayyip, Türkiye’ye getirdikleri Suriyeli ve başka ülkelerden olan sözde mültecileri de mümkün oldukça hep nakite çevirdi, çeviriyor. Onların da karınları yarıldı, organları çalındı, bebekleri çalındı, çalınıyor. Çocukları, gençleri ve kadınları fuhuş ve ayin mafyalarına satıldı, satılıyor. Devlet Bohçalı, Semih Yalçın, Şenkal Atasagun, Hakan Fidan gibi kişiler üzerinden MİT de bu insanlık dışı işlerin hep içinde oldu ve şimdi de içinde…
Yine Tayyip ile Emine’nin kontrolünde olan o malum hastahaneler zincirleri de daimi olarak organ ve bebek kaçakçılığında kullanıldı, hala kullanılıyor.
Bütün bu insanlık dışı suçlar işlenirken Kelp kabilesi yani ülkü ocakları hep Tayyip’in yanında oldu, hala oluyor.
Güney Kore’de de sebebi anlaşılamayan acayip ölümlerin sayısı çok arttı.
Dünya genelinde tuhaf ölümlerin sayısı giderek artacak. Vakaların çoğunda insanların başlarını tutarak ya da ellerini kalplerine götürerek ölecekler. Teşhis konulamayacak ve kalp krizi denilerek, beyin kanaması denilerek gömüp geçecekler.
O kadar artacak ki vakaların çoğunu hastahanelere götürmez olacaklar. Halk tepki gösterir diye ambulanslarla toplayıp hastahanelere götürdükleri kişilere hiçbir müdahale yapmayacaklar. Yetişemeyecekler, anlayamayacaklar, önleyemeyecekler, kurtaramayacaklar.
Madde olarak görülen her şey aslında bir de enerjidir. Atomlardan oluşur ve bu nedenle enerjisi de vardır. Atomlardan oluşan ve enerjisi bulunan her şey aslında bir manada canlıdır. Cansız dediklerimiz bile bu gözle bakınca canlıdır, hareket halindedir ve muazzam bir denge içinde varlığını devam ettirir.
İşte iyi metafizikçiler o canlıların ya da cansız denilenlerin temelini oluşturan enerji dengesini bozabilirler. Çok uzak mesafelerden bile bozabilirler. Doktorlar, uzmanlar ne olduğunu bile anlayamazlar.
İnsanların kalpleri durur, ölürler. Beyinleri durur, ölürler. Ölene kadar da adeta içten yanarlar, akıl almaz acılar yaşarlar. Sinir ağarı kopar ve kısmi felç geçirirler. Beden kontrolünü kaybederler. Ölmeyenerin içinde bir kor varmış gibi olur. Derileri, etleri, kasları yanar. Akıl almaz haller görülür. Acıya dayanamayıp da intihar edenleri de çok olur. Daha cehenneme girmeden bir çeşit cehenneme hali yaşamış olurlar.
İşte dünyanın her yerindeki insan şeytanlarında (uzaylı insan şeytanları da dahil) yaşananların temelinde bu gerçek var. Enerji dengesi bozuluyor. Buna da duhan yani tütme/titreşme sebep oluyor. Ayet-i kerimede ve hadis-i şerifte haber verilen şey de bu…
Evet, duhan dünyayı sarıyor.
Bulaşıcı hastalıklar artacak, çok artacak. Duhan’ın sebep olduğu hastalıklarla bulaşıcı hastalıklar birbirine karışacak. İşler iyice içinden çıkılmaz bir hal alacak. Dünya çok temiz, tertemiz bir yer olacak.
Dünyanın bazı ülkelerinde sessiz darbeler yaşanacak. İktidarlar değişmemiş gibi görünecek ama arka plandan idareyi ordular ele almış olacaklar. Hain hükumetleri kendi istedikleri tarzda hareket ettirecekler.
Satanist uzaylı türler arasında da ölümler çok fazla…
Tayyip’in cenazesi çok yakın. Ben geri durmaya devam etsem de yakın. Ben geri durmaya devam etsem de Türkiye’de ve dünyada bana inat işler yapılamıyor. Beni hiçe sayan işler yapılamıyor. Gölgem bile o acizlere sorun olarak, engel olarak yetiyor.
Dahası, şu anda sudan çıkmış balık gibiler. Ne yapacaklarını bile bilmiyorlar.
Metafizikçi bir ekip desteği ile hazırlanan yayınlardan biri olan meşhur Simpsons dizisinde, yıllar önce Trump böyle çizilmişti…
Tayyip’le ve çetesiyle alakalı çok büyük ifşalar olacak. Çok sayıda somut delile dayalı bu ifşalar yapıldıkça, devletin ilgili kurumları ve yetkilileri işlerini yapmak, soruşturmalar başlatmak ve devlet gücüyle müdahaleler yapmak zorunda kalacaklar. İnsanlık dışı işleri bile ifşa olacak.
Yunanistan’da da toplu ölüm vakaları yaşanacak.
Tayyip’in çocukları olarak sahada görünen kişiler, gerçekten onun çocukları mı, çok tartışmalı bir konu…