Peygamber Efendimizin doğumu ile Hz. Mehdi’nin zuhuru arasındaki benzerlikler


“Onun (Mehdinin) zuhur mebdeleri ve mukaddimeleri (Açıkça meydana çıkışının başlangıcı, alametleri) Resulullah Efendimizin irhasatına* benzer.”

(Mektubat-ı Rabbani, 2/258)

* İrhasat: Hz. Muhammed (sav)’in doğmasından kısa süre önce ve peygamberlik vazifesi verilmesinden kısa süre önce meydana gelen olağanüstü hallerdir ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden olaylardandır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in doğduğu geceydi. Saatler doğum anını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medâyin halkı korkunç bir gürültü ve çatırtı sesleriyle uyandı. Hükümdarla birlikte bütün halk heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara oldukça korkunç ve dehşet vericiydi. Zira çok sağlam olduğu sanılan hükümdar sarayının burçlarından on dört tanesi çatırdayarak yere yıkılı vermişti.

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinden bir tanesi de Kabe’nin içinde bulunan putların yıkılışı olayıdır. Bilindiği gibi Kureyşli müşrikler, yeryüzünde Allah Teala’nın tek mabut oluşunun ilk olarak abideleştirdiği Kabe’yi elleriyle yaptıkları putlarla doldurmuşlardı. Ne var ki, tevhit temsilcisi, ahir zaman nebisi’nin dünyaya gözlerini açması karşısında bile, pek çok kurşunla perçinlenmiş olan bu putlar bu olağanüstü hadisenin azametine dayanamıyordu ve yüzüstü yıkılıveriyordu.
Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinde bu olay, diğer meydana gelen olaylar gibi büyük bir mana ifade ediyordu. Nitekim o anda teşrif eden zat, kendisine verilecek görev gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracak gönüllere pak nezih ve saadet dolu tevhit inancı yerleştirecekti.

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinden biri de hiç şüphesiz Mecusilerin yaklaşık 1000 seneden beri yakıp taptıkları büyük ateşin bir anda sönüvermesidir. Mecusiler bu büyük ateş yığınını kendilerine ilah kabul etmişlerdi. Ahir Zaman Peygamberi’nin dünyaya teşrifiyle birlikte bu kocaman ateş sanki okyanusların istilasına uğramış bir basit ateş gibi sönüvermişti

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinden bir diğeri de, müşrikler tarafından takdis edilen (tapılan) meşhur Sâve (tebriye) gölünün bir anda kuruyuvermesidir. Bu da ahir zamanda gelen zatın, Allah’ın rızası dairesinde olmayan batıl şeylerin takdis edilmesini (ona tapılmasını) yasaklayacağının bir ifadesidir.

Resul’ü Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’in dünyaya gözlerini açtıkları geceydi. O anda taşan sel suları Semâve vadisi ve aynı ismi alan şehri sular altında bıraktı. Bütün şehir haklı korku ve dehşet içinde kalarak çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu. Bu durum üzerine halk bir mektup yazarak, keyfiyeti Kisra’ya bildirerek ondan kendileri için yiyecek ve içecek yardımı istediler.

Kainatın Efendisi (s.a.v.) dünyaya teşrif ettikleri geceydi. O gece gökyüzünde daha önce vuku bulmamış bir olay yaşanıyordu.
Geceleyin hazan yaprakları gibi gök kubbeden (kuyruklu) yıldızların dökülüşü, seyredenlerin hayretini çekiyordu.
Bu hadiseler de şuna işaret ediyordu: “Bundan böyle şeytan ve cinnîlerin gökten haber almaları son bulmuştur.”

Hey Yahudîler!’ 

Yahudîler arasında birçok âlim vardı. Bunlar, kitaplarında Allah Resûlünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada (müneccimlikte, astrolojide) da usta sayılırlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudî âlimler bu yıldızdan Ahirzaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı.

Resûl-i Zîşan (asm)’ın meşhur şâiri Hassan bin Sâbit (r.a.) bu hususu şöyle anlatmıştır:
“Ben sekiz yaşlarında var yoktum. Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudînin biri ‘Hey Yahudîler!’ diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudîler, ‘Ne var, ne yırtınıyorsun?’ diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudî şöyle haykırıyordu:

“‘Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”

1. Kastalanî, Mevâbibü’l-Ledünniye: 1/122

İbni Sa’d’ın naklettiği konu ile ilgili bir rivâyette ise şöyle denilmektedir:
“Mekke’de oturan bir Yahudî vardı. Allah Resûlünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:

“‘Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?’

Kureyşliler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti:
“‘Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alâmeti var.'”

Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudîye haber verdiler:

‘Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var.'”

Yahudî gidip peygamberlik alâmetini gördü. Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:
“‘Peygamberlik artık İsrâiloğullarından gitti. Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.'” 

Tabakât, 1/162-163

Medâyin’deki Kisrâ Sarayından On Dört Burç Çatırdayarak Yıkıldı.

Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi…

Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı. Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti.

Geceyi korkular içinde geçiren Kisrâ sabaha çıkar çıkmaz memleketinin dinî reislerini derhal bir toplantıya çağırdı. Toplantıda, cereyan eden hâdisenin neyin nesi olduğunu görüşeceklerdi.

Kisrâ tacını giymiş tahtına oturmuştu. Henüz müzakereye başlamamışlardı ki, doludizgin yaklaşan bir atlı, elinde bir mektup getirdi. Mektupta, İstahrabat’ta binlerce seneden beri ışıl ışıl yanan ateşlerinin söndüğü haber veriliyordu.

Bu haber, Kisrâ’nın korku ve heyecanını daha da arttırdı. Bu sırada toplantıda bulunan İran başkadısı Mûbezan söz alarak gördüğü bir rüyâyı anlattı:

“Gördüm ki yüzlerce kükremiş deve, önlerine şaha kalkmış Arap atları olduğu halde Dicle suyunu geçti ve İran topraklarına yayıldılar.”

“Peki, bu neye işâret olabilir?”

Kisrâ, doğru sözlü, bilgili ve adaletli Mûbezan’ın bu rüyâsını da mânâlı buldu.

Sinirleri fazlasıyla gerilmişti. Bu muammayı çözmek istiyordu. Bilgisine ve irfânına güvendiği Mûbezan’a sordu:
“Peki, bu neye işâret olabilir?”

Başkadının cevabı kısa ve öz oldu:
“Araplar tarafından çok önemli bir şeyler olacağına işâret olabilir.”

Kisrâ, bunun üzerine derhal Hîre Valisi Numan bin Münzir’e bir mektup yazdı. Mektupta, “Bana orada bulunan âlimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!” diyordu.

Mektubu alan Numan, işin ciddiyetini anladı ve derhal Abdü’l-Mesîh bin Amr adında bir bilgini Medayin’e gönderdi. Gelen âlimi hükümdar derhal huzura kabul etti. Cereyan eden hâdiseleri anlattıktan sonra, kendisinden bu hususta bilgi istedi. Abdü’l-Mesih, Kisrâ’ya hâdiseler hakkında bir bilgi veremeyeceğini söyledi ve ilâve etti: “Şam yakınında Câbiye’de oturan dayım Satîh’de bunlara cevap verecek bilgi vardır.”

Heyecan içinde haykırdı

Bunun üzerine Kisrâ, Abdü’l-Mesîh’i gidip Satîh’ten hâdiseler hakkında bilgi almak üzere vazifelendirdi.

Meşhur Şam kâhini Satîh, kemiksiz, âdetâ âzâsız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acûbe-i hilkat ve çok yaşlı bir kâhindi. Dâimâ sırt üstü yatardı. Bir yere götürülmek istendiği zaman bohça gibi katlanırdı. Gaipten verdiği doğru haberler, o zamanın insanları arasında meşhurdu.

Abdü’l-Mesîh, dağ taş demeden yol alarak dayısı Satîh’in yanına vardı. O sırada Satîh, hayatının son anlarını yaşıyordu. Şiddetli hastalık içinde kıvranıyordu. Hastalığın şiddeti dudaklarından konuşma kudretini de alıp götürmüştü ki, gelen adamın ne selâmın alabildi ve ne de konuşabildi.

Fakat, Abdü’l-Mesîh olup bitenleri anlatınca iş birden değişiverdi. Ölüm döşeğinde ecelle pençeleşen Satîh gözlerini birden açtı ve sanki kabir kapısına değil, dünya evinin kapısına yeni ayak basacakmış gibi canlanarak heyecan içinde haykırdı:

“Ey Abdü’l-Mesîh! İlâhi vahyin okunması çoğalacak. Asâ’nın sahibi peygamber olarak gönderildi. Semâve Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü. Artık Şam da Şam değil, Satîh için. Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hâkim, böyle istedi ve gelen peygamberle nebîlik ipinin iki ucunu düğümledi.”
Derin bir nefes çektikten sonra da ilâve etti:
“Sasanîlerden, yıkılan burç sayısınca hükümdar gelecek ve sonra hüküm yerini bulacaktır.”3

Bu cümleler, Satîh’in dudaklarından dökülen son sözler oldu. Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu. Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce Allah’a teslim etti.

3. Taberî, 2/131-132

Meşhur kâhin Satîh, bu sözleriyle açıkça Âhir Zaman Peygamberinin dünyaya gelmiş olduğunu haber veriyordu. O âna kadar bir benzeri görülmemiş bu hâdise, dünyaya o gece şeref veren zâtın beraberinde getirdiği sönmez nûr ile Mazdeizmin(4) karanlık inancı içinde kıvranan İran saltanatını ortadan kaldıracağına işaretti. Nitekim, tarih buna şahid oldu ve hâdiseler Satîh’in haber verdiği gibi cereyan etti: İran Devleti, 67 yıl süren on dört hükümdarın idaresinden sonra, Kadisiyye’de Hâtemü’l-Enbiyânın ordusu tarafından İslâm topraklarına katıldı.

4. Mezdek (Mazdek) adında birinin kurduğu eski İran’da bir dinî mezheptir. Zerdüşt tarafından vaz’edilen Maniheizmin ıslah edilmiş bir şekli olarak gören ve kabul edenler de vardır. Bu mezhebin bilinen belli başlı hususiyeti, mülkte ve kadınlarda iştirakı kabul etmesidir. Bunun yanında, zühdle ilgili olarak, hayvanları öldürmek ve etini yemek de bu mezhebin yasakladığı şeyler arasındadır. (İslâm Ansiklopedisi: 8/201-205.)

İran, İblis’in ve Deccal’ın en büyük projelerinden biri… En başından beri İran’ı kimlerin kurduğu, İran’ın aslında ne olduğu ve neye yaradığı, yakında bütün insanlık tarafından bilinecek. İran, ikinci defa hz. Mehdi tarafından yok edilecek. (mfs)

Namuslu müneccimler/astrologlar onun Mehdi olduğunu hep bilirler

4.18 — Kesir ibn: Mürne El Huderi’den Buyurdu ki:

Ramazandaki olayların alameti, kendisinden (Ramazan ayından) sonra insanlar arasında ihtilafın olacağı semada bir alamettir (Astrologlar tarafından bilinir). Sen ona yetişirsen azığını gücün yettiği kadar çoğalt. (Naim b. Hammad’da bu hadisi tahric etti)

(“Semadan bir münadi nida eder” ya da “semada bir alameti vardır” mealindeki ifadeler çoğunlukla “Hakiki astrologlar, normal insanlardan önce o alametleri görürler, o hususları anlarlar, bilirler” manasınadır. Astroloji ile de bilirler, rüyalar ve başka metafizik yollar ile de onlara malum edilir. Gerçek Mehdi çıkmadan az öncesini, çıktığı vakti ve yapacağı şeylerin genel bilgisini bilebilirler.)

4.22 — Ebu Cafer b. Muhammed b. Ali (r.a.)’dan rivayet edildi. Buyurdu ki:

“Siz üç veya yedi gün, doğudan bir ateş gördüg‌ünüz zaman Al-i Muhammed’in (Mehdi’nin) çıkmasını bekleyiniz, inşAllah’ü Teala, bir münadi Mehdi’nin ismi ile semadan nida edecek ki, doğuda batıda olan (hakiki astrolog ve meydumlardan olan) herkes bu sesi işitecek. Öyleki korkudan, uykuda olanlar uyanacak, ayakta olan çökecek, oturan ise ayağa fırlayacaktır. O sesi işitip de “icabet eden” kimseye Allah rahmet etsin. Zira bu birinci ses Cebrail’in sesidir.

“O (Mehdi) gelmeden önce, doğudan ışık veren bir kuyruklu yıldız görünecektir.

(El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 53)

“O yıldızın doğması, Güneş ve Ay tutulmasından sonra olacaktır.”

(Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 32)

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Bir Yorum Yazın