Faydasız, mantıksız bir direniş


İran’ın çöktüğünü, bittiğini, son olarak askeri operasyon yapmamıza, devletçe ve milletçe oradaki 45 milyon Türkü sahiplenmemize kaldığını, hain Ankara hükumetinin bunu yapmamak için de direndiğini yazmış, söylemiştim.

İran’da son yaşananlar bunu açıkça gözler önüne seriyor. İran diye bir devlet sistemi/otoritesi aslında kalmadı. Geriye kalan kısmı, üflemekle bile yıkılacak türden… İran maliyesi diye bir şey de kalmadı. Karşımda direnmeleri kimseye kazandırmadı. Zaman hep düşmanlarımın aleyhine işledi, işliyor.

Şu anda Ankebut Ağı, iran denilen kadim topraklarımızı resmen ilhak etmemize, açıkça topraklarımıza dahil etmemize mani olmaya çalışıyor. Onlar da boşa direniyorlar. Yerin altındakiler de üstündekiler de İran’ı elimden alamazlar.

Yunanistan için de aynı şeyler söylenebilir. Bütün şartları çoktan ayarladım. Zaten gerçek bir devlet bile değil Yunanistan ve hain Ankara hükumetinin, ayrıca ordumuzdaki bazı yüksek rütbeli subayların ihanetleri ile Yunanistan meselesinde son direnişlerini sergiliyorlar. Bizi durdurabilmeyi umuyorlar. Açıkça ilhak etmemize mani olmaya çabalıyorlar.

Bu hususta da boşa çırpınıyorlar. Ordumun genel kurmay kademesini ve Ankara hükumetini devirmek toplamda en fazla iki saatlik iş… Bunu, dünya dengelerini kollayarak yapacağımızı, her an her şeyin olabileceğini dünyadaki bütün taraflar biliyorlar.

Sonrasında İranla ve Yunanistanla gerçek bir harp bile yaşanmadan topraklarımızı geri alabilmemiz mümkün. Şu andaki İran’ın, Azerbaycan ile gireceği bir harbi bile kazanması mümkün değil. İran’da halk, idareye kesinlikle itaat etmeyecek, asker de olmayacaklar. 45 milyon İranlı Türk, hiç İran yanlısı olmayacak. Bu şartlardaki bir İran’ın, Türkiye ile harbe girmesi ise imkansız.

Azerbaycan cephesi de çok iyi ilerliyor. Çok yakında gerçek Türkler, Azerbaycan’da da idareyi ele alacaklar. Bu gibi planlarıma, hedeflerime direnenler, mani olmaya çabalayanlar, dünyanın her neresinde olurlarsa olsunlar, yerin altında bile olsalar, hak ettikleri darbeleri alıyorlar, alacaklar.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

..

Deniz rafinerisi projesi çalışmamız lazım

Bir proje geliştirmemiz lazım. Teknik adamlardan bir yuvarlak masa kurmamız ve bir deniz rafinerisi projesi çalışmamız lazım.

Daha önce anlattığım deniz platformu tekniği ile altıgen şekilli ve kocaman platformlar yapılacak.

Onların altında da batmayı imkansıza yaklaştıran türden çelik balonlar olacak.

O çelik balonlar da dalgada sallanacaklar ve elektrik enerjisi üretecekler.

Altıgen şekilli deniz platformlarının ortasında bir tane olacak, etrafı için sınır yok.

Merkezdeki kocaman parça, petrol işleme tesisi olacak. Etrafındaki altıgen kısımlar ise kocaman depolar olacak.

Yan platformlar, merkezdeki platforma ve birbirlerine bağlanırken, biraz esneme ve gerilme imkanı veren bağlantı sistemi kullanılacak

Normal havalarda bunlar pek sallanmazlar ama fırtınalı havalarda aradaki esneme ve gerilme payları sayesinde, hiç sorun kalmamış olacak.

Yine daha önce anlattığım bir teknik kullanılacak. Açık denizde, denizin dibine kocaman beton bloklar bırakılacak.

Bu beton bloklara bağlanan kalın çelik halatlar, deniz üstündeki altıgen platformaları sabit tutacaklar.

Bu proje ile de pek çok fayda bir arada sağlanmış olacak.

Öncelikle, karadan, şehirlerden, şehir kenarlarından o rafineriler kaldırılabilecek.

Onlar hakikaten bütün milletler için devasa bir risk oluşturuyorlar

Onların patlaması ile oluşacak yakıcı, yıkıcı ve zehirleyici tesirlerden korunulmuş olacak.

Rafineriler yapmak kolaylaşacak.

Gerektiğinde rafinerilere eklemeler yapmak kolaylaşacak ve ucuzlayacak.

İstenildiğinde bu deniz rafinerileri, denizden ham petrol çıkartılan petrol platformlarının çok yakınına gidebilecekler.

Biz bunları Türkiye’de yaparak dünya genelinde başka ülkelere de anahtar teslim şekilde satabileceğiz.

Müşterimiz daha sonra hacmini büyütmek isterse, ek bir petrol işleme tesisli altıgen platform ve çevresine altıgen platformlu depolar satacağız. İsterse bunları birleştirir. İsterse sonradan aldıklarını ayrı bir yerde kullanır. İsterse soradan başka altıgen depolar satın alır ve mevcut rafinerisine ekler.

Petrol ve petrol ürünleri dolu ve büyük risk taşıyan gemilerin limanlara, şehirlere yaklaşması da azalacak.

Herhangi bir yangın başlarsa, yangın olan birim birkaç dakika içinde ve otomatik sistemlerle sökülerek diğer birimlerden ayrılabilecek. Denizde ilerletilerek uzaklaştırılabilecek.

Otomatik sistemde bir sorun olmuşsa, personellerin elle müdahaleri ile de dakikalar içinde bir altıgen platform, diğerlerinden ayrılabilecek.

Bu sistemdeki her altıgen kısmın, kendini topraklama, üzerindeki statik elektriği nötrleme imkanı olacak.

Yine her altıgen kısmın, herhangi bir yangın başladığında deniz suyunu çekerek yoğun su ile söndürme imkanı olacak.

Su ile söndürelemeyen kimyevi maddeler için ise özel söndürme teknikleri de olacak. O söndürücü madde, altıgen platformada bol miktarda depolanabilecek. Üstelik işleri hiç bozmadan ve sorun çıkartmadan…

En kötü ihtimalde, platform üzerinde çok büyük ve kontrol edilemez bir yangın yaşanıyorsa, eğitimli olan personel bir araya gelerek, kaçış filikaları misali her zaman hazırda bekletilen birkaç denizaltıya binecekler. Kısa süre içinde derine dalacaklar. Çok şiddetli bir patlamanın parçalayıcı, yakıcı ve parçalayıcı şok tesirinden korunmuş olacaklar. Böylelikle can kayıpları asgariye indirilecek.

Bu altıgen şekilli deniz platformlarının her biri zaten çok büyük olacağı için, bu deniz rafinerisinin dört bir yanına aynı anda çok sayıda gemi yanaşabilecek. Gemileri yükleme ve boşaltma sırasında süre kısalacak, emek azalacak.

Bunlar en kaba kısımları… Her safhasında farklı fikirler, alternatif teknikler ve malzemeler ortaya sürülebilir. Böyle bir projeye de bu dünyanın ihtiyacı var.

Merkez birimi, etraf birimlerden çok daha büyük yapmak da mümkün…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Ahir zamana ışık tutan hadisler

Ahir zamandaki yüksek bilim ve teknoloji seviyesini haber veren bir hadis-i şerif…

Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Ruhumu kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye kamçısının ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendisinden sonra ehlinin ne yaptığını dizi haber vermedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî, Fiten 19)


Hadis-i şerifte “kırbacın ucundaki meşin”e benzetetilen şey… Günümüzdeki hoparlörlerin diyaframlarıdır.

“Ayakkabı bağcığı”na benzetilerek, teknoloji ve hatta elektrik bile bilinmeyen devirde insanlara anlatılan şey, elektrik kablosu…

Mikrofonlar, insan sesini elektromanyetik enerji darbelerine çevirir. Bu enerjiler elektrik kablolarından geçerek gider. Kablo hoparlöre bağlıdır. Hoparlör de bu enerji dalgalarını, diyaframı titreterek insan kulağının duyabileceği ses dalgalarına tekrar çevirir. Yeniden ses oluşturur.

Sekiz-on yıl kadar önce de bu hususu anlatan kısa yazılar yazıp da o vakit Akademi Dergisi’nin Facebook hesabında paylaşmıştım. Her şey gibi o yazılar da sansürlenmiş ve yayılmasına izin verilmemişti.

En doğrusunu Allah bilir ama hayvanların insanlarla konuşması da canlıların beyinleri ile kusursuz şekilde haberleşebilen cihazların ve bilgisayarların ve yazılımların yapılacağına delalet ediyor. Günümüzde bu sahada büyük gelişmeler zaten var. İnsan beynine yapılan bağlantılar ile rüya görmekte olan bir insanın gördüğü rüyalar bilgisayar ekranına yansıtılabiliyor. Ya da uzaktan, kablosuz şekilde bir insanın beynine ulaşılabliyor ve o beyne kablosuz olarak sesi görüntü ve bilgi aktarılabiliyor. Hatta bu teknikle, her şeyden habersiz insanlara eziyet ve zihin kontrolü de uygulanabiliyor.

Yine sekiz on yıl kadar önce anlatmıştım ki öldürülmüş halde bulunan insanlar da bu teknikle konuşacaklar. Yani onların beyni bir süre daha durmuyor ve o süre içinde yetkililer yetişirlerse, hala tamamen durmamış olan beyne hemen bağlanacaklar. Maktulün son gördüğü görüntüleri izleyecekler. Son duyduğu sesleri dinleyecekler. Böylece maktulün başına ne geldiğini, neden ve nasıl öldüğünü öğrenebilecekler. Bu da bir manada ölülerin konuşabilmesi demek olacak.

Arap yarımadasının yeşereceğini, kanallarla dolacağını haber veren hadis-i şerif…

“Mal çoğalıp da kapıdan taşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. O derecede ki: (Mehdi devrinde) Bir adam malının zekâtını çıkaracak, fakat onu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak. Hatta Arap toprağı / Arap yarımadası (ziraat, mera, bağ-bahçe ile) ırmakların aktığı yemyeşil bir hale dönmedikçe kıyamet kopmaz.”

(bk. Müslim, Zekât, 60; Ahmed b. Hanbel, 2/370, 417; Mecmau’z-Zevaid, 7/331)

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Çok büyük kazanacağız | Rüya tabirleri

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Akademi Dergisi takipçisi: – Selamun aleyküm hayırlı sabahlar.
Rüyamda kafeterya gibi bir yere gidiyorum. Birden biri bağırıyor geri dönün Ocak patladı. Herkes koşar adımlarla geri kaçıyor. Merdivenlerden çıkıyorum arkamda bir yığın kalabalık. Düşersem Allah korusun ezileceğim diyorum temkinli ve dikkatli çıkıyorum.
Önümde çocuklar oyun oynarken yere uzanmış görüyorum. Ne yapıyorsunuz kalkın diyip çocuğun kolundan kaldırıp çıkıyorum ordan kalabalığa ezdirmeden.
Kısa bir anlığına dönüyorum arkamı baya yanmış kapkara olmuş görüyorum. Oturmuş yanan yerlerin yanında kara kara düşünen insanlar vardı.

Mehmet Fahri Sertkaya:
= v.a.s. Son günlerdeki rüyalarla aynı şeyleri haber veren bir rüya görmüşsün, çünkü vakti geldi. Ankebut Ağı tarafı dünyanın her yerinde çok fena hallere düşecek. Can, mal, şirket kayıpları çok olacak.

Aynı zamanda bu rüya benim ve benimle birlikte hareket edenlerin çok büyük kazanacağımıza da delalet ediyor.

Kafe, gerçekleştirmek istediğim projeler.

Ocak, şansımın yaver gitmesi. Beklediklerimin olması…

Patlama, gelişmelerin bir anda TV ve gazete haberlerien konu olacağına delalet.

Merdivenlerden çıkmak, makamın, itibarın, maddi ve siyasi gücün artması. Yükselmek.

Süreç boyunca maneviyatıma dikkat edeceğim, tedbirli ve dikkatli olacağım anlaşılıyor.

“Rüyada bir çocuğu kötü bir durumdan kurtardığını görmek, kişiliğinizin çocuksu kalmış yönlerini kaybetmekten korktuğunuza yorumlanır. Aynı zamanda, zarar gören kişilik özelliklerinizi kurtarmak ve düzeltmek için gösterdiğiniz çabaları temsil eder.”

Oyun oynayan çocuklar, bana zarar verememiş düşmanlarım aynı zamanda… Yere uzanmış olmaları da şu andaki halleri. Artık kontrolü kaybettiler, darmadağın oldular ve çaresizler.

Aralarından bir çocuğun kaldırılmış olması, düşman taraflardan birinin benden yana olacağı, saf değiştireceği ve onu hemen ayağa kaldıracağım, sorunlarından çıkartacağım manasına gelebilir.

“Rüyada kalabalık görmek güzel şeylere yorulur. Hedeflerin ve ideallerin gerçekleşerek, kişinin esenlik, mutluluk ve refah içinde yaşayacağı anlamına gelir. Rüyasında kalabalık gören kişi çok azimli sebatkâr ve çalışkan kişidir ve üstesinden gelemeyeceği hiçbir iş yoktur. Rüyada açık ya da kapalı mekânlarda görülen kalabalıklar nedensiz bir araya gelen kişilere işaret eder. Rüyada kişinin kendini kalabalık içinde bir lider, başkan ya da komutan olarak görmesi, kişinin toplumda yaptıkları ve konuştukları sayesinde beğeni toplayarak, çok sayılan ve sevilen biri olacağına işaret eder. İş sahibi olan kişi rüyasında kalabalık görürse rüyası, işlerinin büyük ilgi göreceğine ve artacağına delalet eder. Hükümete karşı bir adaletsizliğe ya da yanlışlığa karşı toplanır ve ses verirse eğer bolluğu ve berekete işarettir.”

Her yerin yanmış olması da Ankebut Ağına büyük gelir getiren her yerin kontrolüme geçecek olması. Kara kara düşünenler de Ankebut Ağındaki düşmanlarımın önde gelenleri.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Peygamber Efendimizin doğumu ile Hz. Mehdi’nin zuhuru arasındaki benzerlikler


“Onun (Mehdinin) zuhur mebdeleri ve mukaddimeleri (Açıkça meydana çıkışının başlangıcı, alametleri) Resulullah Efendimizin irhasatına* benzer.”

(Mektubat-ı Rabbani, 2/258)

* İrhasat: Hz. Muhammed (sav)’in doğmasından kısa süre önce ve peygamberlik vazifesi verilmesinden kısa süre önce meydana gelen olağanüstü hallerdir ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden olaylardandır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in doğduğu geceydi. Saatler doğum anını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medâyin halkı korkunç bir gürültü ve çatırtı sesleriyle uyandı. Hükümdarla birlikte bütün halk heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara oldukça korkunç ve dehşet vericiydi. Zira çok sağlam olduğu sanılan hükümdar sarayının burçlarından on dört tanesi çatırdayarak yere yıkılı vermişti.

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinden bir tanesi de Kabe’nin içinde bulunan putların yıkılışı olayıdır. Bilindiği gibi Kureyşli müşrikler, yeryüzünde Allah Teala’nın tek mabut oluşunun ilk olarak abideleştirdiği Kabe’yi elleriyle yaptıkları putlarla doldurmuşlardı. Ne var ki, tevhit temsilcisi, ahir zaman nebisi’nin dünyaya gözlerini açması karşısında bile, pek çok kurşunla perçinlenmiş olan bu putlar bu olağanüstü hadisenin azametine dayanamıyordu ve yüzüstü yıkılıveriyordu.
Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinde bu olay, diğer meydana gelen olaylar gibi büyük bir mana ifade ediyordu. Nitekim o anda teşrif eden zat, kendisine verilecek görev gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracak gönüllere pak nezih ve saadet dolu tevhit inancı yerleştirecekti.

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinden biri de hiç şüphesiz Mecusilerin yaklaşık 1000 seneden beri yakıp taptıkları büyük ateşin bir anda sönüvermesidir. Mecusiler bu büyük ateş yığınını kendilerine ilah kabul etmişlerdi. Ahir Zaman Peygamberi’nin dünyaya teşrifiyle birlikte bu kocaman ateş sanki okyanusların istilasına uğramış bir basit ateş gibi sönüvermişti

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinden bir diğeri de, müşrikler tarafından takdis edilen (tapılan) meşhur Sâve (tebriye) gölünün bir anda kuruyuvermesidir. Bu da ahir zamanda gelen zatın, Allah’ın rızası dairesinde olmayan batıl şeylerin takdis edilmesini (ona tapılmasını) yasaklayacağının bir ifadesidir.

Resul’ü Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’in dünyaya gözlerini açtıkları geceydi. O anda taşan sel suları Semâve vadisi ve aynı ismi alan şehri sular altında bıraktı. Bütün şehir haklı korku ve dehşet içinde kalarak çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu. Bu durum üzerine halk bir mektup yazarak, keyfiyeti Kisra’ya bildirerek ondan kendileri için yiyecek ve içecek yardımı istediler.

Kainatın Efendisi (s.a.v.) dünyaya teşrif ettikleri geceydi. O gece gökyüzünde daha önce vuku bulmamış bir olay yaşanıyordu.
Geceleyin hazan yaprakları gibi gök kubbeden (kuyruklu) yıldızların dökülüşü, seyredenlerin hayretini çekiyordu.
Bu hadiseler de şuna işaret ediyordu: “Bundan böyle şeytan ve cinnîlerin gökten haber almaları son bulmuştur.”

Hey Yahudîler!’ 

Yahudîler arasında birçok âlim vardı. Bunlar, kitaplarında Allah Resûlünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada (müneccimlikte, astrolojide) da usta sayılırlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudî âlimler bu yıldızdan Ahirzaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı.

Resûl-i Zîşan (asm)’ın meşhur şâiri Hassan bin Sâbit (r.a.) bu hususu şöyle anlatmıştır:
“Ben sekiz yaşlarında var yoktum. Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudînin biri ‘Hey Yahudîler!’ diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudîler, ‘Ne var, ne yırtınıyorsun?’ diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudî şöyle haykırıyordu:

“‘Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”

1. Kastalanî, Mevâbibü’l-Ledünniye: 1/122

İbni Sa’d’ın naklettiği konu ile ilgili bir rivâyette ise şöyle denilmektedir:
“Mekke’de oturan bir Yahudî vardı. Allah Resûlünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:

“‘Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?’

Kureyşliler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti:
“‘Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu. Sırtında alâmeti var.'”

Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudîye haber verdiler:

‘Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var.'”

Yahudî gidip peygamberlik alâmetini gördü. Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:
“‘Peygamberlik artık İsrâiloğullarından gitti. Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır.'” 

Tabakât, 1/162-163

Medâyin’deki Kisrâ Sarayından On Dört Burç Çatırdayarak Yıkıldı.

Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi…

Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı. Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti.

Geceyi korkular içinde geçiren Kisrâ sabaha çıkar çıkmaz memleketinin dinî reislerini derhal bir toplantıya çağırdı. Toplantıda, cereyan eden hâdisenin neyin nesi olduğunu görüşeceklerdi.

Kisrâ tacını giymiş tahtına oturmuştu. Henüz müzakereye başlamamışlardı ki, doludizgin yaklaşan bir atlı, elinde bir mektup getirdi. Mektupta, İstahrabat’ta binlerce seneden beri ışıl ışıl yanan ateşlerinin söndüğü haber veriliyordu.

Bu haber, Kisrâ’nın korku ve heyecanını daha da arttırdı. Bu sırada toplantıda bulunan İran başkadısı Mûbezan söz alarak gördüğü bir rüyâyı anlattı:

“Gördüm ki yüzlerce kükremiş deve, önlerine şaha kalkmış Arap atları olduğu halde Dicle suyunu geçti ve İran topraklarına yayıldılar.”

“Peki, bu neye işâret olabilir?”

Kisrâ, doğru sözlü, bilgili ve adaletli Mûbezan’ın bu rüyâsını da mânâlı buldu.

Sinirleri fazlasıyla gerilmişti. Bu muammayı çözmek istiyordu. Bilgisine ve irfânına güvendiği Mûbezan’a sordu:
“Peki, bu neye işâret olabilir?”

Başkadının cevabı kısa ve öz oldu:
“Araplar tarafından çok önemli bir şeyler olacağına işâret olabilir.”

Kisrâ, bunun üzerine derhal Hîre Valisi Numan bin Münzir’e bir mektup yazdı. Mektupta, “Bana orada bulunan âlimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!” diyordu.

Mektubu alan Numan, işin ciddiyetini anladı ve derhal Abdü’l-Mesîh bin Amr adında bir bilgini Medayin’e gönderdi. Gelen âlimi hükümdar derhal huzura kabul etti. Cereyan eden hâdiseleri anlattıktan sonra, kendisinden bu hususta bilgi istedi. Abdü’l-Mesih, Kisrâ’ya hâdiseler hakkında bir bilgi veremeyeceğini söyledi ve ilâve etti: “Şam yakınında Câbiye’de oturan dayım Satîh’de bunlara cevap verecek bilgi vardır.”

Heyecan içinde haykırdı

Bunun üzerine Kisrâ, Abdü’l-Mesîh’i gidip Satîh’ten hâdiseler hakkında bilgi almak üzere vazifelendirdi.

Meşhur Şam kâhini Satîh, kemiksiz, âdetâ âzâsız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acûbe-i hilkat ve çok yaşlı bir kâhindi. Dâimâ sırt üstü yatardı. Bir yere götürülmek istendiği zaman bohça gibi katlanırdı. Gaipten verdiği doğru haberler, o zamanın insanları arasında meşhurdu.

Abdü’l-Mesîh, dağ taş demeden yol alarak dayısı Satîh’in yanına vardı. O sırada Satîh, hayatının son anlarını yaşıyordu. Şiddetli hastalık içinde kıvranıyordu. Hastalığın şiddeti dudaklarından konuşma kudretini de alıp götürmüştü ki, gelen adamın ne selâmın alabildi ve ne de konuşabildi.

Fakat, Abdü’l-Mesîh olup bitenleri anlatınca iş birden değişiverdi. Ölüm döşeğinde ecelle pençeleşen Satîh gözlerini birden açtı ve sanki kabir kapısına değil, dünya evinin kapısına yeni ayak basacakmış gibi canlanarak heyecan içinde haykırdı:

“Ey Abdü’l-Mesîh! İlâhi vahyin okunması çoğalacak. Asâ’nın sahibi peygamber olarak gönderildi. Semâve Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü. Artık Şam da Şam değil, Satîh için. Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hâkim, böyle istedi ve gelen peygamberle nebîlik ipinin iki ucunu düğümledi.”
Derin bir nefes çektikten sonra da ilâve etti:
“Sasanîlerden, yıkılan burç sayısınca hükümdar gelecek ve sonra hüküm yerini bulacaktır.”3

Bu cümleler, Satîh’in dudaklarından dökülen son sözler oldu. Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu. Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce Allah’a teslim etti.

3. Taberî, 2/131-132

Meşhur kâhin Satîh, bu sözleriyle açıkça Âhir Zaman Peygamberinin dünyaya gelmiş olduğunu haber veriyordu. O âna kadar bir benzeri görülmemiş bu hâdise, dünyaya o gece şeref veren zâtın beraberinde getirdiği sönmez nûr ile Mazdeizmin(4) karanlık inancı içinde kıvranan İran saltanatını ortadan kaldıracağına işaretti. Nitekim, tarih buna şahid oldu ve hâdiseler Satîh’in haber verdiği gibi cereyan etti: İran Devleti, 67 yıl süren on dört hükümdarın idaresinden sonra, Kadisiyye’de Hâtemü’l-Enbiyânın ordusu tarafından İslâm topraklarına katıldı.

4. Mezdek (Mazdek) adında birinin kurduğu eski İran’da bir dinî mezheptir. Zerdüşt tarafından vaz’edilen Maniheizmin ıslah edilmiş bir şekli olarak gören ve kabul edenler de vardır. Bu mezhebin bilinen belli başlı hususiyeti, mülkte ve kadınlarda iştirakı kabul etmesidir. Bunun yanında, zühdle ilgili olarak, hayvanları öldürmek ve etini yemek de bu mezhebin yasakladığı şeyler arasındadır. (İslâm Ansiklopedisi: 8/201-205.)

İran, İblis’in ve Deccal’ın en büyük projelerinden biri… En başından beri İran’ı kimlerin kurduğu, İran’ın aslında ne olduğu ve neye yaradığı, yakında bütün insanlık tarafından bilinecek. İran, ikinci defa hz. Mehdi tarafından yok edilecek. (mfs)

Namuslu müneccimler/astrologlar onun Mehdi olduğunu hep bilirler

4.18 — Kesir ibn: Mürne El Huderi’den Buyurdu ki:

Ramazandaki olayların alameti, kendisinden (Ramazan ayından) sonra insanlar arasında ihtilafın olacağı semada bir alamettir (Astrologlar tarafından bilinir). Sen ona yetişirsen azığını gücün yettiği kadar çoğalt. (Naim b. Hammad’da bu hadisi tahric etti)

(“Semadan bir münadi nida eder” ya da “semada bir alameti vardır” mealindeki ifadeler çoğunlukla “Hakiki astrologlar, normal insanlardan önce o alametleri görürler, o hususları anlarlar, bilirler” manasınadır. Astroloji ile de bilirler, rüyalar ve başka metafizik yollar ile de onlara malum edilir. Gerçek Mehdi çıkmadan az öncesini, çıktığı vakti ve yapacağı şeylerin genel bilgisini bilebilirler.)

4.22 — Ebu Cafer b. Muhammed b. Ali (r.a.)’dan rivayet edildi. Buyurdu ki:

“Siz üç veya yedi gün, doğudan bir ateş gördüg‌ünüz zaman Al-i Muhammed’in (Mehdi’nin) çıkmasını bekleyiniz, inşAllah’ü Teala, bir münadi Mehdi’nin ismi ile semadan nida edecek ki, doğuda batıda olan (hakiki astrolog ve meydumlardan olan) herkes bu sesi işitecek. Öyleki korkudan, uykuda olanlar uyanacak, ayakta olan çökecek, oturan ise ayağa fırlayacaktır. O sesi işitip de “icabet eden” kimseye Allah rahmet etsin. Zira bu birinci ses Cebrail’in sesidir.

“O (Mehdi) gelmeden önce, doğudan ışık veren bir kuyruklu yıldız görünecektir.

(El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 53)

“O yıldızın doğması, Güneş ve Ay tutulmasından sonra olacaktır.”

(Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 32)

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi