Haydi, Ege denizine doğru gelebilecek olan donanmalar varsa, gelsinler. Türkiye’ye karşı bir şey yapabileceğini düşünenler, sahaya insinler.
Bana karşı hukuk yoluyla, devlet kurumları yoluyla, hukuk dışı yollarla ya da basın ve medya ve sosyal medyada şeytanca iftiralarla son bir saldırı denemesi yapmak isteyenler varsa, onlar da denemeye başlasınlar.
Çünkü bundan sonrası yok. Bu akşamdan itibaren başka bir Türkiye, başka bir dünya var.
Ve benim her ihtimale verecek çok kuvvetli, çok çökertici, çok şok edici karşılıklarım var.
Ve benimle birlikte hareket eden dünya kadar taraf da var.
Projeleri yaparken, dağları, taşları, kayaları lava çevireceğiz. Bunun için, daha önce anlattığım araçları ve teknolojileri kullanacağız.
Yüzlerce farklı noktada, yüksek kısımlardan aşağı doğru akan lav kanalları oluşacak. Bunların aktığı güzergahlarda, lavı alıp kasalara yükleyen üniteler olacak. Dağı taşı lava çeviren araçların içinde hiç insan bulunmadığı gibi, akmakta olan lavları kasalara yüklesen ünitelerde de insanlar bulunmayacaklar.
Lavlar, görünüşte konteynere benzeyen ama hem malzemesi hem de özellikleri çok farklı olan özel kasalara doldurulacaklar. Bu kasaların iç kısımlarında ısıyı dış yüzeye kolay kolay geçirmeyen, ayrıca yüke/zorlanmaya karşı mukavemetli olan özel kaplamalar olacak. Bu teknoloji de günümüzde yeryüzünde var.
Temsili resim…
Sonra bunların binlercesi, çok sağlam ve özel şartlarda yapılmış olan deniz platformuna, eşit aralıklarla konacaklar. Zaten deniz platformunun üst yüzeyinde, konteynerlerin tam isabetle konulmasını ve anında yerine kilitlenip kalmasını/sabitlenmesini sağlayan ek özellikler olacak.
Şu kasaların üst kapakları tek parça halinde açılabilir, gövdeden de kolayca ayrılabilir olacak. Üst kapakların iç kısmında ise, dar kenardan karşısındaki dar kenara doğru borular yerleştirilmiş olacak. Borular, yüksek ısıya dayanıklı olan bir metal cinsinden yapılmış olacak.
Çünkü, yol boyunca bu lavların ısısı enerjiye çevrilecek. Kasaların içinde kalan ama lava da doğrudan temas etmeyen borular çokça ısınacaklar. İçlerinden tazyiki ayarlanmış şekilde deniz suyu geçecek ve neticede bu boru hattının son kısmında çok yüksek basınçlı ve kesintisiz buhar oluşacak. Bu güçlü buhar da güçlü ve büyük jeneratörleri çevirecek.
Güçlü jeneratörlerden elde edilen yüksek güçteki elektrik enerjisi ise, platformu hareket ettiren yüzlerce büyük elektrik motorunu besleyecek. Bu sayede koca platform uzun yol boyunca, kendi enerji üretme sisteminin haricinde, bir de böyle bol ve bedavaya yakın bir enerji ile de beslenerek yoluna gidecek.
Bu sayede platform, mazot içmeden, aşırı yüksek masraflara sebep olmadan ve çok hızlı şekilde gidebilecek. Elektrikli motorlar tercih edileceği için çevreye de zarar vermeyecek.
Binlerce kamyonun karadan ve tehlikeli şekilde lav taşıması ve bu sırada adeta mazot içmesi yerine… Binlerce kamyon şoförü çalışması yerine… Bunların maaşlarının ayrıca büyük maliyet oluşturması yerine… Arada kaza, arıza, bakım, lastik, yedek parça, sigorta, vergi, köprü ve yol geçiş ücretleri de ödemek yerine… Bu anlattığım sistem neredeyse bedavaya bu işleri topluca ve emniyetli şekilde halledecek.
(Temsili resim)
Dahası da var…
Söz konusu kasalar baştan sağlam ve uzun ömürlü şekilde yapılacaklar. Yapılırken bunlara değişik özellikler eklenecek. Bu kasalar, az elektrik enerjisi sarf ederek ve gelişmiş bir indüksiyon ısıtma sistemiyle yer yer lavları ısıtacaklar. Kasanın içindeki ısı belli bir seviyenin altına inince, kasalar yoluyla elde edilen elektriğin çok az bir kısmı, kasaların içindeki lavları ısıtmakta kullanılacak.
Buradan yol nerelere çıkıyor, neler neler değişiyor, keşfediliyor, teknik kişiler zaten anlamışlardır.
Konu en basit şekliyle anlaşılsın diye bu şekilde anlattım ama aslında bu iş böyle olmayacak…
Platform daha baştan yapılırken çok özel şartlarda yapılacak. Üzerine bir kasa getirilip konulduğunda bir çok noktasında geçmeli/takmalı/tırnaklı kısımlar olacak.
İşte o anda kasanın boru sistemi ile platformun altında dolaşan boru sistemi de birbirine şak diye geçip kilitlenecekler. Bu sayede, kasalar platforma kondukça ek boruları getirme, bağlama, sökme gibi işçilikler olmadığı gibi, kötü bir görüntü de olmayacak. Adeta platformun çalışması için lazım olan ısı kapsüllerini yüzenindeki yuvalara takıp geçer gibi bir hal olacak.
Platformun yüzeyinde değil de yüzeyin altındaki tesisat kısmında her şey yapılmış, halledilmiş olacak. Ve oradaki borular zaten asırlarca yüksek ısıya, buhara ve basınca dayanacak kadar sağlam da olacaklar. Yani kasaya deniz suyunu veren boru hattı da ısınan suyu ve buharı tahliye eden boru hattı da plaftormun alt kısmında olacak.
Sonra platform, yüzlerce kilometre ya da binlerce kilometre ötedeki hedef noktaya durmaksızın ve yok denecek kadar düşük masrafla gidecek. Bu sırada platform çalışanlarının sayısı da çok az olacak. Binlerce kasayı da götürmüş olacak. Bu kasalar orada demirlemiş/sabitlenmiş olan ve sabit suni adanın temelini yapmakta olan başka bir platforma aktarılacak.
Böyle böyle, sadece çevremizde bile onlarca sabit suni ada yapılacak. Bir yandan da pek çok ülkenin deniz sınırlarında düzeltmeler, doldurmalar yapılacak. Sonra iş okyanuslarda devasa sabit suni adalar yapmaya kadar gidecek.
Farklı teknikler de kullanacağız.
İstediğimiz zamanlarda lavları, biraz daha farklı yapılmış ve kalıp maksadıyla kullanılan kasalara dolduracağız. Üst kapaklarını açık bırakacağız. En hızlı şekilde soğuyup katılaşmasını sağlayacağız. Sonra kalıplar haline getirilmiş kocaman kayaları, soğuk/kaya halinde nakil edeceğiz. Gerekli yerlere de soğuk halde iken döşeyeceğiz.
Zemin yaparken, yüksek su basıncını taşıyacak duvarlar yaparken, sahil şeritlerini düzenlerken, dalgakıranlar yaparken ya da farklı farklı maksatlarla bu kalıp halindeki kayaları değerlendireceğiz.
Her halde anlaşılmıştır. Çalışan sayısı az olacak. Kamyon ve iş makineleri çok az sayıda olacak. Şoförler de çok az olacak. Mazot ya da benzin kullanan araç ve iş makinesi sayısı da çok az olacak. Karadan nakliye çok az olacak. Şantiyelerin bir ucu hep kanallara ya da denizlere bağlanacak, nakliye çoğunlukla su üzerinde ve topluca yapılacak. İnsanların yaşadığı meskun mahallerde sorunlar çıkartılmamış olacak.
Bu devasa projeler, birilerinin hesap ettiğinden çok çok ucuza mal olacak ve çok çok kısa sürecek.
Şantiyelerin bir yanı hep denize ya da kanala sınır olduğu için, deniz suyundan istifade ile bol elektrik enerjisi ve temiz su üretilecek. Bunlar da bedavaya yakın denebilecek kadar ucuza üretilmiş olacaklar. Şantiyenin türlü sistemleri elektriği çok ucuza kullanmış olacak. Ayrıca şantiye içindeki pek çok araç da doğrudan elektrik hattına bağlı olarak çalışacak. Beş para etmez bataryalarla vakit ve para kaybedilmeyecek.
Şantiye içinde, sanki havada uçuyormuş gibi görünen kasalar olacak. Hiç tekerleği, şoför kabini, motoru, şaftı olmayan kasalar, havada uçuyormuş gibi görünecekler. Yere sürtünmeden ve kimseye tehlike oluşturmadan, yerden yarım metre kadar yüksekte nakliye yapacaklar.
Çünkü suni mıktanıslarla donatılmış, elektromanyetik sistemlerle beslenmiş yollar olacak. Kasaların suni mıknatısları olacak ve yoldaki manyetik alanla etkileşerek havada hareket edecekler. Aynı kutupları birbirine dönük olan iki mıknatısın birbirini itmesi gibi… Bu da devrim gibi olacak ve toplamda trilyonlarca dolar iktisat sağlayacak. Ayrıca işleri çok hızlandıracak, kolaylaştıracak. Kazaları da çok azaltacak.
Şantiye içindeki yolların bozuk/engebeli, taşlı, sulu, çamurlu/batak olması, sorun olmaktan çıkacak. O bina kadar büyük maden kamyonlarını, onların kocaman lastiklerini antika müzesine kaldırırlar artık.
Doğru taş çeşitlerini seçerseniz, bunları doğru/isabetli usullerle/tekniklerle eritir ve lava çevirirseniz, lavı doğru şekilde kalıba döküp soğutursanız, dökme taş yöntemiyle o devasa kemerli köprülerin ayaklarını dökebilir misiniz?
Dökebilirseniz, o taş ayak yeterince sağlam olur mu? Yeterince yük taşır mı? Çatlama yapar mı? Deniz suyuna dayanıklılığı nasıl olur?
Denemeler sonrasında en doğru şekilde bunu yapabilirseniz o köprü ayağının ömrü çok yaklaşık olarak kaç sene olur?
Şöyle büyükçe bir ekran görüntüsü (EG) aldım ki kimsenin gözünden kaçmasın.
Haber metnini de paylaşayım…
İngiltere’nin iki uçak gemisinden biri olan HMS Prince of Wales hala limanda demirli. Gemi, şu anda limanda tamir edilmek için denizde olduğundan daha fazla zaman harcamış durumda.
İngiliz filosundaki en büyük gemi olan 3.2 milyar sterlinlik uçak gemisi, Ağustos ayında Wight Adası’ndan ayrıldıktan sonra bir İskoç Tersanesi’nde çürüyor.
Pervane mili ile ilgili bir sorun, üç yıl önce Deniz Kuvvetleri’ne göreve başladığından beri 284 m uzunluğundaki gemiyi etkileyen bir dizi teknik sorunun sadece en sonuncusu. İngiliz Savunma Kurmay Başkanı Amiral Sir Tony Radakin, bu ay geminin “olmasını istediği kadar iyi olmadığını” söyleyerek sorunların “derin derecede sinir bozucu” olduğunu itiraf etti.
“Bunlar bazen işlerin ters gideceği devasa sermaye projeleri.”
Sorunlar 2020’de başladı.
Gemideki bir sızıntı, elektrik dolapları ve boruların yaklaşık bir metre suya batmasına neden oldu ve denizciler sular altında kaldı. Makine dairesindeki bir sızıntı da gemide yer alan konaklama alanının çatısının çökmesine neden olmuştu.
Başka bir olayda ise gemide elektrikler kesildi. Bu olayın ardından gemide bulunan 100’den fazla mürettebat geceyi kardeş gemi olan HMS Queen Elizabeth’te geçirmek zorunda kalmıştı.
NATO’nun amiral gemisi olması beklenen uçak gemisi, pervane şaftında ciddi bir sorun yaşadı ve şimdi daha fazla onarım için Rosyth’e döndü.
Mart ayına kadar tersaneyi terk etmesi beklenmiyor.
Savunma Bakanlığı rakamlarının analizi, uçak gemisinin Aralık 2019’da Deniz Kuvvetleri’ne göreve başlamasından bu yana denizde 267 gün geçirdiğini ortaya koyuyor.
Noel arifesi, onarımdan geçtiği 268. gündü. HMS Queen Elizabeth, uçak gemisinin sekiz aylık turlarda değişmesi gerekmesine rağmen, denizaşırı konuşlandırmalarda HMS Prince of Wales’in yerini aldı.
Savunma analisti Francis Tusa: “Pervane mili ile ilgili bir sorun önemsiz değil. Yedek yoksa, yapılması en az altı ay sürecek.” Tusa, Queen Elizabeth’in Kraliyet Donanması’nın kardeş gemisi onarılırken sürekli kullanılmasına karar verilmesi durumunda daha hızlı yıpranacağını da sözlerine ekledi.
Pervane şaftının inşasından sorumlu şirket olan Babcock’un Sözcüsü:
“Sorunun nedenini anlamak için çalışmalar devam ediyor ve Babcock onarımı tamamlamaya odaklanmaya devam ediyor.” İşçi Partisi, hükümeti HMS Prince of Wales’in suya ne zaman döneceği konusunda dürüst olmaya çağırdı.
Gölge Savunma Bakanı John Healey: “Tehditler arttığında ve Donanma gemilerinin sayısı düştüğünde, filomuza limanda sıkışıp kalmadan, denizde ihtiyacımız var. HMS Prince of Wales bir NATO amiral gemisidir ve bakanlar sorunların silahlı kuvvetlerimizin ortak tatbikatlara öncülük etme yeteneğini zayıflatmasına izin veremez.” Kaynaklar: The Times
“Soylu’nun da hiçbir zaman bilemeyeceği gerçekler var. Soylu’nun kendisine ait tüm banka hesapları bizim… Tapusu kendisine ait diye bildiği belgeler sahte. Ne salak bir İçişleri bakanı yahu kendisinden haberi yok. Hahahaaa”
“Allah belamı versin bu Araplar mfs’ye atla koşar. Ne İngiltere tanırlar ne de İsrail. Bunlar şerefsizin önde gideni. Nerede para varsa bunlar oraya koşar. İsrail de her türlü pisliğin cehennemi. Bize sesleri gür çıkar ama mfs’ye seslerini çıkaramazlar. Ama iyi oluyor o İsrail’e, onların hakkından bi mfs gelir.
Meral sürekli İsrail’e silah gönderiyor. Soylu uyuşturucu için parayı onlardan alıyor. Bu İsrail’in en azılı büyücülerini bile mfs öldürdü, korkarlar tabi, İsrail de biliyor başına gelecekleri.
Biz Meral’in çok işini bozduk ama salak kadın, bizim yaptığımızı hiç anlamadı. Hep arası başkalarıyla bozuldu. Hahahaaaa.”
Zamanlaması manidar ve çok dikkat çekici bir açıklama…
İran denilen suni devletin sözde Genelkurmay Başkanı, “Bize yönelik herhangi bir askeri saldırıya yanıtımız, saldırganı ve saldırının başlatıldığı ülkeyi içerecektir.” demiş.
Kolunu kaldırıp taş atmaya bile mecali kalmamış yaşlı, hasta, korkak, zavallı bir bekçi misali ama konuşuyor işte… Sırada Yunanistan var, dengeler değişti, kararlarımız da değişti, İran sırasını bekleyecek.
İran işi zaten kesinleşti, işi de bitti ve buradan dönüşü, kurtuluşu yok.