Zihniyet değişmeli

Zihniyet değişmeli…
Bunlar, çok yanlış olan iş yapma usulleri…

Ben bu işleri böyle yapmazdım

Önce dev gibi bir deniz platformu yapardım. En az 2×1 km ölçülerinde dümdüz, sapasağlam bir platform olurdu bu… Mümkün oluyorsa 2×3 km ölçülerinde de yapardım.

Platforma para gömmekten hiç çekinmezdim.

Platformun üzerinde sök-tak sistemiyle kısa sürede imalathaneler kurmak ve istendiğinde sökmek mümkün olurdu. Bunun türlü yolları var. Belli ölçüde bir platformun üst yüzeyine geçmeli ya da vidalamalı yuvalar koydururdum.

İstediğimde hazır duvarları kısa sürede getirtir ve hiç kaynak, taşlama, betonlama, sıvama, kaplama işleri olmadan yerlerine montajlatırdım. İstediğimde binaların sayılarını, yüksekliklerini ya da genişliklerini değiştirebileceğim, lego benzeri bir sistem olurdu bu…

Platform üzerindeki binaların, imalathane kısımlarının çatılarında, gün ışığını içeri aktaran ama soğuğu ve sıcağı pek geçirmeyen sistemler de olurdu.

Sonra koca koca makineleri, imalat bantlarını ve hatta vinçleri bile bu binaların içine yine kaynaksız ve kolayca, sök-tak sistemiyle sabitlerdim.

Sonra da platformu, çalışma bölgesine götürürdüm. Nerede çok büyük bir çalışma yapılacaksa, büyük limanlar, büyük dalga kıranlar, büyük iskeleler, büyük çapta deniz doldurma işleri, suni ada yapma işleri ve benzeri işler yapılacaksa, istediğim zaman platformu oraya deniz yoluyla ve bedavaya yakın bir maliyetle götürürdüm.

Bedavaya yakın dedim, çünkü bu kadar büyük platform yapınca dört bir yanına büyük rüzgar türbinleri yerleştirirdim. Çok yüksek güçte elektrik enerjisini çok ucuza ve sürekli olarak üretirdim. Bu enerji sayesinde hem plaftormun çok büyük güçteki ve çok sayıdaki motorlarını besleyerek denizde yol almasını sağlar, hem de üzerindeki çok sayıda makinenin enerji ihtiyacını karşılardım. Hatta üzerindeki binaların aydınlatma, ısıtma, soğutma için kullanılan enerjisini de bedavaya yakın maliyetle sağlardım.

Sadece rüzgardan enerji üretmezdim. Platformun bir yanında güneş küreleri ya da güneş ocakları bulundururdum. Bunlar vesilesiyle deniz suyunu gün içinde binlerce dereceye getirip oluşan buharla da devasa jeneratörleri çevirirdim. Ayrıca elektrik enerjisi üretirdim. Bu, işleri yaparken maliyetlerimi çok çok düşürürdü.

Bu temsili bir resim…
Birebir, gerçekçi bir çizim değil. 3B uygulamasında kendimce kısa sürede bunu yaptım.

Bunlar ortalama bir TIR dorsesi büyüklüğünde olan çelik balonlar…

Plaftormun altına bunlardan binlerce adet takardım. Tam orta/merkez kısımlarında taşıyıcı ayak olurdu. Çok sağlam ayakların üzerinde de platform inşa edilirdi. Ayaklar plaftorma sabit olurdu ama çelik balonlar taşıyıcı direklerde hareket edebilir vaziyette olurdu.

Dalgalanma oldukça iki ucu da dalgaya göre ve sırayla yükselir ve alçalardı. Bu özellik sayesinde, dev gibi plaformun altındaki binlerce çelik balon da çok çok yüsek güçte ve gece gündüz elektrik üretmeye başlardı.

Söz konusu resim

Çelik balonları, kalın paslanmaz çelikten yapardım. Balonların içine de çelikten örülmüş duvarlar yapardım. Neticede şu resimdeki kutunun içi gibi, çelik balonun içi de bölüm bölüm olurdu.

Çelik balonlardan herhangi birine ya da aynı anda birçoğuna delici bir şeyler isabet etse, yine de hiç sorun olmazdı. Çünkü çelik balonlarda açılan herhangi bir delik, sadece küçük bir bölümünün su almasına sebep olurdu. Geriye kalan büyük kısımları batmadan yine iş görürdü.

Bu teknik sayesinde dev gibi platformun denizin içinde kalan kısmı çok az/kısa olurdu. Derin olmazdı. Devasa platform sahile çok çok yaklaşabilirdi. Hatta pek çok çalışma yerine sıfır noktaya kadar sorunsuzca gelebilirdi. Hatta taşlı/kayalı olmayıp da kumsal olan yerlerde, platformun bir yanının kumsala saplanmasından bile çekinmezdim. Kumsala isteyerek saplar da sabitler, daha rahat çalışırdım

Bazen büyük bir köprü projesinde, bazen büyük bir deniz doldurma işinde, bazen çok sayıda gemiyi/tekneyi ya da kara aracını ya da iş makinesini tek seferde kıtalar arası taşıma işinde… Bazen denize kazık çakma işlerinde, bazen kayalı-taşlı sahili kumsala çevirme işlerinde bu platformu kullandırdım.

Bazen üzerindeki binaları ve makineleri kısa sürede söktürüp hemen platformu seyyar bir tersaneye bile çevirirdim. 10-15 tekneyi aynı anda plaform üzerinde imal eder, sorunsuz şekilde denize indirirdim.

Bütün bu süreçlerde elektriği bedavaya yakın masrafla karşıladığım gibi çalışanların hayatını da kolaylaştırırdım

Çünkü gerekli gördüğüm zamanlarda sök-tak binalardan bazılarını çalışanlara tahsis ederdim. Oralarda kalırlardı. Plaftorm gerektiğinde başka bir şehrin ya da ülkenin ya da kıtanın sahiline giderken, çalışanlarını sorunsuzca, konforlu şekilde yanında götürürdü.

Gerektiğinde platform üzerindeki binaları yerinde bırakır, o andaki ihtiyaca göre makineleri değiştirirdim. Gerekiyorsa sektör bile değiştirirdim.

Hatta platform günlerce, haftalarca sürecek uzun yola gidiyorsa, çalışanlar mesaiye devam ederlerdi. Yolda geçen süre boyunca bile, gidilen yerde lazım olacak parçaları imal ederlerdi. Ya da teknik ekip son planlamaları, son araç gereçleri hazırlardı. Böyle bir plaftormun zaten ihtiyaç duyduğu makineleri, aparatları, cihazları kısa sürede ve profesyonelce imal eden kısımları da bulunurdu.

Çalışma alanına gelindiğinde, ihtiyaç duyulan hammadelerin platforma getirilmesini sağlardım.

Mesela şu videodaki gibi işler yapılacaksa… Kumun, mıcırın, inşaat demirinin, çimentonun ve ihtiyaç duyulan diğer şeylerin kocaman gemilerle, toplu halde plaftorma getirilmesini sağlardım.

Bu sayede hem ham maddeler temin edilirken hem de üretilen ürünler yerlerine konurken muazzam bir tasarruf sağlardım. Binlerce kamyonun, on binlerce kere sefer yapmasına gerek kalmazdı. Binlerce kamyona, kamyon şoförüne ihtiyacım kalmazdı. Her safhada maliyetler çok çok büyük oranda düşerdi. Bunca kamyonun, iş makinesinin kullancılarına, yakıtlarına, bakımlarına, tamirlerine, lastiklerine, yedek parçalarına, ustalık kısımlarına, sigortalarına devasa meblağda paralar vermezdim.

Şu helikopter tekniğini geliştirirdim. İki motorlu ve pervaneli halden, mesela sekiz ya da on dört motorlu ve pervaneli hale getirirdim. Çember şeklinde, iç kısmında çelik örgü olan ama tamamen dolu dolu olmayan bir ana gövde yapar, motorları eşit aralıklarla dış çembere yerleştirirdim.

Bütün motorlar/pervaneler tek merkezden komut alırdı. Aracın yatayına ya da dikine hareket etmesi gereken zamanlarda hepsi olması gerektiği gibi hareket ederlerdi.

Aracın pilotu olmazdı. Uzaktan kumandayla kontrol edilirdi. Platformun üzerinden kalkınca, üretilmiş olan devasa taş bloğu ya da köprü ayağını ya da dev gibi bir iş makinesini de kaldırır, az ötedeki sahile ya da az daha içerideki yola ya da belirlenmiş yere bırakır geri dönerdi.

Üretilen ve taşınması güç olan ürünleri de platformda üretilmemiş ama taşınmış olan çok büyük ve ağır ürünleri de kolayca karaya bırakabilirdi.

Söz konusu çember şekilli hava aracını yaparken, dış çemberin alt kısımlarına, belirli aralıklarla ve büyük büyük ve içleri boş çelik toplar sabitlerdim.

İçleri boş ama malzemesi kalın olan bu paslanmaz çelik toplar, aşırı bir ağılık oluşturmazlardı ama istenilen bir anda ya da acil durumda aracın batmadan denize konmasını sağlarlardı. Hatta buradan kafa çalıştırılıp bir ilerlense, günümüz deniz araçlarının temel teknikleri bile değişir.

Fosil yakıtlı motorlar yerine, çok özel ve güçlü elektrik motorlarla da şu çember şekilli uçan aracı bir denerdim. Sonuçlar olumlu olursa, kesinlikle onu elektrik kablosu ile beslerdim.

Bu da işten bile değil… Dev gibi platformun dört köşesine birer tane büyük kablo makarası taksam… Gerektiğinde kabloyu/makarayı serbest bıraksa, gerektiğinde düzgün şekilde sarsa işimi görürdü. Kabloyu da uygun kalitede ve özelliklerde yaptırırdım ve üzerini ince ve paslanmaz çelik tel örgülerle sardırırdım.

Bu kısımda bile onlarca farklı ihtimal var. Hiç bunlarla uğraşmayıp da ağır yükleri manyetik alandan istifade ile de karaya kolayca çıkartacak bir sistemi platforma uygulatırdım.

Yalnız çember şekilli uçan araç, suni adalar yaparken, çok büyük beton blokları ya da kayaları, kısa sürede, insanları riske atmadan, düşük yakıt masrafıyla denize bırakmak için çok faydalı olurdu. Zaten aracın gelişmiş elektronik kontrol, konum belirleme, fotoğralama ve daha başka özelikleri de olurdu. Bir operatör, platformdan inmeden, kendini ya da başka birini riske atmadan tehlikeli işleri çok hızlıca ve tam isabetle yapabilirdi.

Böyle işlere ihale ile girilecekse, kimse benim verdiğim teklifi veremezdi. İşleri kesinlikle ben alırdım. Üstelik sözleşmedeki şartlara tamamen bağlı kalarak hatta oradaki şartlardan daha iyi iş çıkartacak hak edişimi alırdım.

En kötü senaryoyu çalışsak, yeni ihaleler alamamış olsam… Çekerdim platformu uygun bir yere, tersane olarak kullanırdım ya da başka başka şeyleri imal etmekte kullandırdım. Bu platform sahile yakın bir yere sabitlenince de türlü yollardan enerji üretirdi, temiz su üretirdi, ihtiyacımın binlerce kat üzerinde olan o enerjiyi ve suyu satardım.

Hiç olmadı platformu peşin paraya satardım ve kesinlikle kısa sürede yüzlerce alıcısı çıkardı. Hiçbir şekilde zarar etmezdim.

İlk bakışta böyle bir platform tekniği çok çok yüksek maliyetli ve riskli olarak görülebilir ama hiç öyle değil… Bu platform da sadece bir kaç sene içinde kendini amorti eder. Kullanıldıkça bedavaya gelir hatta birkaç kopyasının da kısa sürede yapılmasını sağlar, masraflarını karşılardı.

Bu öyle bir şey ki istendiğinde dört yanına çok sayıda kepçe kolu takılır ve aynı anda çalışır. Ya da kepçe değil de taşı/toprağı tıraşlama ya da delmeye yarayan uçlar takılır. İstendiğinde aynı anda çok sayıda vinç kolu çalışır. İstendiğinde kendini karaya, deniz dibine bile kollarıyla sabitler.

Ben olsam, söz konusu platformun orta kısmına şöyle de bir delik açardım. Bu da olursa, değişen şartlara ve mekanlara göre, bu kısım da çok farklı farklı maksatlarla kullanılabilir.

Hatta böyle bir platform yapıp balıkçılığa girişenler, uçuşa geçerler. İstedikleri kısımlara hemen binaları istedikleri ölçülerde kurarlar. Sonra binaların içlerine makineleri ve imalat bantlarını tesis ederler. Sonra da kurutulmuş balık, işlenmiş balık, konserve balık, hızlı dondurulmuş balık ve hayvan yemleri üretirler.

Balık sezonunda bunu yaptıktan sonra, diğer balık sezonuna kadar da platformun üzerini dönüştürürler ve başka projeleri yaparlar.

Sistemin sök-tak sistem olması, doğru malzemelerin tercih edilmesi, detaylarda isabetli olmak, sonuçta çok büyük kazançlar sağlar.

Dahası da var.

Yine 3B uygulamasında dar vakitte çizdim. Yeni öğreniyorum zaten çizmeyi ve temsili bir resim olduğu göz önünde bulundurulsun. Gerçeğine uygun bir resim değil bu…

Bu mantıkla, söz konusu platforma üst katlar yapardım. Hem kullanma alanı çok artardı hem de platformun herhangi bir yerinden ayrılma, kırılma ihtimali ortadn kalkardı. Zemin katı otuz metre yükseklikte yapar, diğer katları daha düşük yapardım.

Sonra iş buradan devasa tatil adası projesine kadar giderdi. İlk yapılan plaftormlarda iyice tercübe kazanılır, detaylar görülür, değerlendirmeler yapılırdı ve sonraki projelerde tatil adasını yaparken, yüksek sayıda insanı bunlarda konuk ederken hiç iç sıkıntısı yaşamazdım. Her türlü ihtimali görmüş, çalışmış, dikkate almış, gerekli tedbirlere uymuş olarak kullanıma sunardım.

Tatil adası yaparken de zemin katıyla üst kat arasına otuz mt Yüksekliğinde onlarca apartman yapardım. Bütün apartmanların bir yüzü denize dönük olurdu.

Apartmanları hem çok hoş görünüşle, mimariyle, renk tercihleriyle yapardım hem de bol çelik kolon desteğiyle yapardım. Böyelikle çelik örgü görüntüsü ortada kalmadan üst katları bu apartmanlar taşırlardı.

Her bir kat, altındaki kata kıyasla içeri çekilmiş ve kenarları daha içeride olacağı için, her katta yanlardan epeyi güneş ışığı alınırdı. Lakin ben üst katlardaki gün ışığını alt katlara aktaran sistemleri de bol bol kullanırdım. Yine de yetersiz kalacağı noktalar olursa oralarda da elektrikli aydınlatma çalıştırırdım. Onlar da otuz mt yukarıda ve gün ışığı veren lambalar oldukları için, insanları hiç rahatsız etmezdi. İnsanlar sanki üstlerinde bir tavan yokmuş gibi hissedebilirlerdi.

Bu kısımlarda ve devamındaki kısımlarda hep farklı farklı tercihler yapılabilir ama neticede öyle bir suni ada meydana getirirdim ki dünyanın en güzel şehri diye bilinen yerler bile yanında sönük kalırlardı.

Her katın kenar kısımlarında geniş alanlar gerçek kumsal kumuyla kaplanır, toplamda yüzlerce büyük havuz da bulunurdu. Katlarda içeri, merkeze doğru gidildikçe de çok gelişmiş, yüksek teknolojili ama bir yandan da sanat eseri gibi, tablo gibi güzel, rengarenk duran bir şehir görürlerdi. Yolların iki yanında da kafeler, restoranlar, güzellik merkezleri, mağazalar vb. olurdu. Bu suni adada alış veriş çok yüksek seviyede olurdu.

Her yerinde gerçek toprakta gerçek bitkiler, çiçekler, ağaçlar olurdu. Bol bol çocuk parkları da bulunurdu.

Ne temiz su sorunu, ne atık su sorunu, ne enerjji sorunu, ne sıcak ya da soğuk hava sorunu yaşanırdı. O kadar bol elektrik enerjisi olurdu ki en düşük ücretli odada bile klima bulunurdu. Dahası, yine de çoğu kişi klimaları kullanmazdı. Çünkü binalar çok özel bir ısı ve ses yalıtması ile inşa edilirdi. Bunları da özel malzemeler sayesinde, zan edilenden çok uygun maliyetle yapardım.

Üst katlara doğru gidilikçe apartman şekilli binalar yerine müstakil, bahçeli, deniz manzaraları mekanlar olurdu. Belki en üst kata da Tac Mahal mimarine benzeyen bir mimari ve renk terciyleriyle kocaman bir saray yaptırır, odalarını yüksek ücretle kiralardım.

Suni adalar ayrı bir konu… Ön bilgi olarak arada bunları yazdım ama şu çember şekilli araç üzerine gereğince çalışılırsa, kısa süre sonra denizcilik/gemicilik baştan ayağa değişir. Dalgalarda hiç sallanmayan tekneler, yatlar ve orta boyda gemiler bile yapılabilir. Üstelik hem sallanmıyorken hem de kendine çarpan dalgaları elektrik enerjisine çevirir. Elektrikle çalışır, yüksek hızda ağır yükler taşır, maliyetleri çok düşürür ve iş üstüne iş almayı sağlar.

Ben zaten orantısız güç, tekelleşme gibi saçmalıklara ömrümce hiç itibar etmedim. Bana göre, çalışan kazanır. Hak ediyorsa dev olur, hak ediyorsa tek olur.

Mühim olan hukukun üstünlüğüdür. Hukuk üstünse ve güçlü olanın değil de haklı olanın yanındaysa, birilerinin devleşmesi ya da tekleşmesi/tekelleşmesi hiçbri sorun çıkartmaz.

Çünkü devleşen ve tekelleşen taraf da karşısında adalet sistemini, devletin gücünü bulur ve hemen yanlışından döndürülür. Dönmüyorsa zorlamayla döndürülür.

Hiç hazırlık yapmadan, bir yandan metafizik çatışmalara devam ediyorken öyle yazdım geçtim. Eminim ki yazmam gerekirken yazmadığım pek çok yanı kalmıştır. Müsait zamanımda okurum, gerekiyorsa yazıda düzenlemeler yaparım ya da yeni yazılarla ek bilgiler veriririm. Soruları olanlar da profilime özelden mesajlar atarak (@mfsertkaya) sorabilirler.

Sansürcü Telegram, profilime gönderilen mesajları bile bana göstermiyor ve sansürlüyor olabilir. Buna rağmen göndericiye, mesajı gördüğüme dair bir işaret gösterebilir. Bunlar işten bile değil… Muhtemelen senelerdir bunu da yapıyordur. Bu nedenle, “Kesinlikle geri dönüş yapmalıydı. Gördü ama neden dönmedi” dediğiniz haller yaşadıysanız ya da yaşarsanız, bilin ki orada bir işler dönmüş ya da dönüyor

Çünkü ben gecikmeli de olsa bütün mühim mesajlara olumlu-olumsuz geri dönüşler yaparım, yapıyorum.

| mfs

Ahmet Davutoğlu cüce gibiydi – Rüya tabirleri

Son uykuda Davutoğlu’nu görmüştüm. Cüce gibiydi boyu, cüce dediysem en fazla iki karış kadardı. Enine de o nispette küçücüktü. Konuşuyor hatta bağırıyordu ama hiç sesi çıkmıyordu, çok zavallı haldeydi.

Uyanınca hemen onun bir anda çok büyük güç kaybedeceğine yormuştum. İşte şu son yazım, ermeni teröristleri, kara paracıları çok büyük darbeleyecek ve en başta gelenlerinden biri olan Davutyan da fena çuvallayacak.

O pisliğin, o büyük teröristin, o büyük hainin idamı sırasında sandalyesine kendi ayağımla vuracağım günü çok bekledim ama az kalmış gibi görünüyor.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Türkiye’deki gizli Ermeni paralel devlet çöküyor – 1

Ak-deniz Er-baş

Tipik bir gizli Ermeni şifrelemesi… Türkiye’deki gizli Ermeni ve omurgasız hainlerin… Her türlü pisliğin, ihanetin ve terörün başını çeken pisliklerin, en çok kullandığı şifrelerden birkaçı bunlar…

-er
-han
-tan
-kan
-baş
-ak
-kara
-sarı
-deniz
-taş
-kaya
-oğlu
-gil
-soy
-ay
-öz
-can
-ön
-şen
-ışık
-top
-gün
-al
-tekin
-fidan
-gül
-demir

diye uzayıp gidiyor liste…
Erol Taş Ermeni…
Ahmet Kaya Ermeni…
Abdullah Gül Ermeni…
Hakan Fidan Ermeni…
Metin Akpınar Ermeni…
Halit Akçatepe Ermeni…
Meral Okay Ermeni…
Öztürk Serengil Ermeni…
Sadri Alışık Ermeni…
Seyfettin Alkan Ermeni…
Kalaycı hocaefendi, şucu bucu hoca efendi diye bilinenler hep Ermeni…
Mahmut Ustaosmanoğlu dahi Ermeniydi.

Meral Akşener, Aytun Çıray ve çevrelerindeki yüzlerce kişi Ermeni… Sözde Türkçü/milliyetçi olan sözde İyi parti, tıka basa gizli Ermeni, terörist, kara paracı, hain tiplerle dolu… MHPKK, CHPKK, HDPKK, AKPKK de hep bunlarla dolu… Bu ülkede hiçbir zaman demokrasi de cumhuriyet de olmadı. Hala da yok.

Abdullah Gül, Kemal Kılıçdaroğlu, Ahmet Davutoğlu, Temel Karamollaoğlu, Ali Babacan, Gültekin Uysal ve altılı çetedeki üst isimlerin tamamına yakını Ermeni… Bu çeteye açıkça dahil olmaya çalışan Haydar Baş’ın oğlu Hüseyin Baş da Ermeni… Tek o Haydar Baş’ın gerçekte kim olduğu, neler yaptığına bakılsa bile çoğu insanın psikolojisi zorlanır. Sıkıntılar yaşar.

Ermeni olsalar da soylarının bir yanı Rum, Yahudi ya da başka bir şey olanlar da var. Bu nedenle isim ve soy isimlerinde gizli Ermeni şifrelerinin yanında aynı anda gizli Yahudi şifreleri kullananlar da var.

Zamanım da yok, çok da yer alıyor. Siyasetten, iş dünyasından, eğitim camiasından, tıp dünyasından, adalet sisteminden, barolardan, terör örgütlerinden, cemaatlerden, mafyalardan, spor camiasından ve her bir yerden saymaya devam etsem, on binle kişinin şuraya listelenmesi lazım. Her yer gizli Ermeni dolu ve bu nedenle bu ülke bu halde… Bu nedenle bu ülke ilan edilmemiş bir İngiltere sömürgesi vaziyetinde… Bu nedenle bu ülkede ahlak ve namus tamamen yok edilmek üzere… Şu Ay-demir Ak-baş bile bir Ermeni…

Bu ülkede bunlar ahlakı ve namusu kasten yok etmeye oynarken, bir yandan da müslümanları gerici, kendilerini medeni göstere göstere yol aldılar. Bir de kendilerini sanatçı, bilim adamı, yardım sever iş adamı, sivil toplum gönüllüsü, değerli siyaset ve hizmet adamı v.s. olarak kabullendirdiler. Basın ve medya bunlarla ve gizli Yahudilerle dolu. Şu anda Youtube da sözde soysal ağlar da bunlarla dolu. Memleketteki Türk/Müslüman unsurların oralarda varlık göstermesine bile izin verilmiyor. Çok yüksek sayıda temiz niyetli insan buralarda güzel işler yapmak istiyor, başlayan kısa süre sonra pes ediyor. Çünkü ne takipçisi artıyor, ne paylaşımları yayılıyor.

Türkiye’deki gizli Ermenilerin bir kısmı ülkücü/Türkçü rolüne bürünüyorlar, bir kısmı da Kürtçü/bölücü/terörist rolüne bürünüyorlar. Bir kısmı müslüman din adamı hatta tarikat şeyhi rolüne bürünüyorlar. Menzil şeyhi denen cinsi sapık ve büyücü kişi de Ermeni ve Ermeni Hakan Fidan’la da akraba…

Gizli Ermeniler Türkiye sahasında büyük oranda birbirleriyle danışıklı dövüşürlerken (çok az sayıda gerçekten dövüşenleri var ve o da menfaat çatışması) Türkü Kürde, Kürdü Türke kırdırıyorlar. Kardeşi kardeşe kırdırıyorlar. TSK’nin üst kademeleri de gizli Ermeni ve gizli Yahudi dolu. Hayatım boyunca askerlerimizin teröristlere nasıl yem edildiğini dinleyerek büyüdüm ben. Bunlara sebep olanlar, işte bu hainler…

Türkiye’deki gizli Ermeniler, bütün bunları hep Londra’nın emir komutasında yapıyorlar. Bu sırada da insan, organ, uyuşturucu, silah kaçakçılığından tutun da akla gelen her türlü kara ve kanlı para işlerini yapıyorlar.

İsmailağa cemaatinin idari kadrosu da bunlarla dolu… Şu anda Süleymanlılar cemaatinin idari kadrosu da bunlarla dolu… Açıkça hukuk ayaklar altına alınarak ve koca toplumun tepkisi görmezden gelinerek o cinsi sapıklar kollanıyor. O pis işleri yapanlar, o sapıklar gerçek Türk ve Müslüman kişiler olsalar, dakika durulmaz, ayaklar altına alınırlar.

Hep kendi sistemlerinin adamları oldukları için, devletin, adalet sisteminin vazifesini yapmasına mani olunuyor. Çünkü iktidardakiler ve sahadaki pek çok sözde İslami cemaat, pek çok sözde İslami terör örgütü ve solcu/Kürtçü görünen terör örgütleri hep beraberler. Arka plandan zaten hepsi birden cinsi sapıklık, tecavüz, cinayet, insan ve organ kaçakçılığı, sübyancılık işleri yapıyorlar, yaptırıyorlar da bunlardan para kazanıyorlar. Gerçekten hukuk işletilse, sistemlerinin mensubu olan kişileri korku saracak, kara para gelirleri azalacak. Aralarında husumetler oluşacak, bir dünya sıkıntı…

Süleymanlılar cemaatindeki “deniz-ol-gun” da “Ak-deniz Toros” da hep bu şekilde şifrelemeler. Hatta Ali Erhan ya da Alihan bile bu bakış açıları ve bu temelde seçilmiş isimler… Gülderen de öyle…

Şuradan konuyu sesli anlatmaya başlasam, hiç abartısız, onlarca saatte anca anlatabilirim. İsmini geçirdiğim binlerce etkili, yetkili, ünlü kişi ise gık diyemez. Her zaman olduğu gibi derin sessizliğe gömülürler. Çünkü yapabilecekleri hiçbir şey yok.

Bu oyun bitti ve kapana kısılmış av misali toplanıp alınmayı bekliyorlar. Hatta bazıları beklemek isterken aniden, anlaşılmaz şekilde ölüyorlar.

Kimse Türk ya da Müslüman olmak zorunda değil ama böyle millet de olunmaz, böyle din mensubu da olunmaz, böyle dava mensubu da olunmaz, böyle insan da olunmaz. Böyle bir harp hukuku da olamaz. Tartışılacak bir yanı yok ve bu, toplu bir şekilde şeytanlaşmak ve dünyayı İblis’in ve Deccal’ın istediği kadar cehenneme çevirmek. Başka bir şey değil

Lanetullahi teala aleyim ecmain

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Zaten set var


İstanbul boğazının iki girişinde gemilerin birikmesine sebep olan asıl sorun sigortasızlık değil… O, gerçek sorunu gizlemek için bir kılıf…

Tahıl koridorunu kara para akışına, insan ve organ kaçakçılığına, uyuşturucu ve silah kaçakçılığına, petrol kaçakçılığına çevirmelerine izin vermeyeceğimi en baştan beri tekrarla yazmıştım. Buna rağmen beni dinlemediler, İstanbul’a rağmen her haltı yapabileceklerini zan ettiler. Bir süredir sert kayaya çarpıyorlar.

Son süreçte İstanbul boğazında sık sık gemi kazaları yaşanmasının sebebi de kara para işlerinde kullanılan gemilerin boğazda iken arızalar yapması, kontrolün kaybedilmesi…

Son on gün içinde ise boğaza çektirdiğim seti güçlendirdim. İşleri iyice zorlaştı ve yakıt gemilerini geçirmekten korkar oldular. Bu geceden itibaren işleri daha da zorlaşacak.

Bundan böyle Ankebut Ağının doğudaki ve batıdaki piyonları, danışıklı dövüşe dövüşe İstanbul boğazından ya da Çanakkale boğazından ya da Süveyş kanalından ya da Cebel-i Tarık boğazından ya da Panama kanalından kara para işlerine kullandığı gemileri ya da denizaltıları geçiremeyecek.

Askeri ya da sivil hava araçları ile geçirmesine de tam olarak mani olmuyordum, bundan sonra hava sahasını da dünya genelinde kara para işlerine/akışına kapattım. UFO’larla çocuk, bebek, kadın, organ, uyuşturucu, silah ve diğer şeyleri kaçırmayı/taşımayı deneseler, ona bile izin vermeyeceğim.

Dünyadaki bütün uzaylı türler bile bir araya gelip ittifak etseler, bu işte kullandırdığım teknolojiyi çözemezler ve yok edemezler. Yerin üstünde bu çatışmalar, bu sorunlar devam ettikçe, ben yerin üstünden daha çok yerin altındaki gizli uzaylı şehirlerini hedef alacağım. Hem çok yüksek teknoloji ile hem de çok yüksek seviyede metafizik darbelerle… Dünyayı asıl karıştıran kişileri, şehirleri, yerin üstündeki acıyı ve kayıpları bir kenarda zevkle izler halde bırakmayacağım. Tetikçilerden, piyonlardan çok, azmettiricileri imha edeceğim.

Bütün dünya çok büyük şoklara, krizlere, çöküşlere, batışlara, savaşlara, yok oluşlara hazır olmalı. Bu dünyayı cehenneme çevireceğim, bana inat işler yapıldıkça… Sözde mülteci on milyon kişi buralarda durdukça… Güney Azerbaycan işgal altında kaldıkça… Irak işgal altında kaldıkça… Suriye’de yabancı unsurlar kaldıkça… Türk ordusu kara para işlerinde kullanıldıkça… Türkiye’de organ ve zorla fuhuş işleri yapıldıkça… Cemaatime hukukun gereği olan operasyonları yaptırmama karşı duruldukça…

“Yakarsa dünyayı mfs yakar” demiştim. Şu andan itibaren yakıyorum ve haydi dostlarımı da düşmanlarımı da göreyim.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Kapatıyorum


Şu andan itibaren İstanbul boğazını, Çanakkale boğazını, Cebel-i Tarık boğazını, Süveyş kanalını ve Panama kanalını her türlü kara para işlerine kapatıyorum. En basit bir kaçakçılık faaliyetine bile kapatıyorum.

Bunu, dünyadaki uzaylı tarafların bile elinde bulunmayan ve çözemeyecekleri kadar ileri teknoloji ile yapıyorum. Ayrıca metafizikçi ekiplerim de buralara, buralardan gemilerle ya deniz altılarla kara para işleri yapmaya çalışan gruplara/şirketlere/mafyalara/hükumetlere metafizikle büyük taarruzlar yapacaklar. 7/24 kesintisiz devam edecek bu taarruzları… Masumlara zarar verilmeyecek ama suçlular sivillerse hatta kadınlarsa bile imha edilecekler.

Hedefim en kısa sürede dünyanın tamamını kilitlemek ve ordumla Melhame-i Kübranın merkezi olan Suriye’ye inmek. Bütün çevreyi, Türk ve İslam dünyasını hürriyetine kavuşturmak.

Bu dünya, İstanbulla restleştiği her an dibe vuracak. Dikkat edilsin, artık sessiz kalan ülkeleri bile dibe vurduracağız. Bu seviyede bir şeytanlaşmaya ve şeytanca işlere tepkisiz kalabilenler de dilsiz şeytanlardır.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi