Yuh olsun

İnsan “yuh olsun” diyor, her şeye rağmen “yuh olsun” diyor… Biliyorum ki zaten Behlül Karak müslüman değil, yaptığı işler şeytanca işler ama yine de sarsıyor insanı…

Beni kurstan kovmuşmuş… O kursta beni, kendisi başta olmak üzere herkes el üstünde tutardı. Farklı görürdü, bunu da belli ederlerdi hatta açıkça yüzüme konuşanları olurdu. Behlül Karak da beni farklı bir talebe olarak görürdü, kurstan ayrılmamı hiç istemezdi. Benim kurstaki normal sürem bitti ve “Burada kalayım, ilim tahsili yapayım” dediğimde Halil Çolak “Behlül ağabeye sormak lazım” dedi. Birkaç gün sonra Behlül Karak kursumuza yani Kırklareli Lüleburgaz’daki Sokullu okul ve kurs talebelerine yardım derneği bünyesindeki Sokullu öğrenci yurduna geldi.

Daha önce de bahsettiğim bahçedeki kameriyede idi. Ayaktaydı ve Halil Çolak yanına gitti. Bu meseleyi orada konuştular. Halil Çolak sürekli başıyla onaylama tavırları sergiledi, fazlaca konuşmadı ve ben yaşananı bina içinden, camdan bakarak baştan sona izledim.

Halil Çolak sonra içeri geldi ve bana “Behlül ağabey onay verdi, bundan sonra da kursumuzda kalabilirsin.” dedi. Ayrıca Karak’ın “Ne gerekiyorsa bakın, o kardeşimize destek olun her hususta” dediğini de peşine ekledi, bana aktardı.

Sonrasında da ben kursta hiçbir şekilde hiçbir sorunun parçası olmadım. Herhangi bir mesele çıkmadı ve kurstan ailevi sebeplerle ayrıldım. Hatta ailevi meselelerimi bile Halil Çolak, Halil Yurtsever, Süleyman Pembe (Mersinli), Behlük Karak, aşçılık hizmeti veren Yakup Özpolat ve daha birkaç kişi biliyorlardı. Kısmen bilseler de ne kadar ciddi seviyede ailevi sorunlar olduğunu, bunların aslında şahsi sorunlarım olmadığını yani yaşanan sorunların bir parçasının bile ben olmadığımı, sorunların ailenin diğer fertleri arasında yaşandığını biliyorlardı. Bu sorunlara kayıtsız kalamayıp evime döndüğümü de biliyorlar.

O kursun yemekhanesinde aşçılık vazifesi yapan Yakup Özpolat ile çok çok yakındım. Her fırsatta, bulabildiğim boşluklarda yanına gider yemek işlerine de yardımcı olurdum. Bunu tamamen gönüllü ve sık olarak yapardım. Her gün az ya da çok, bir arada vaktimiz geçerdi. Öyle bir gün Halil Çolak geldi yemekhaneye… Ben varım, aşçı Yakup var ve çok beklemeden mevzuya girdi. “Abi” diye diye konuşan bir tarzı vardı. Halil dedi ki “Abi, ben senin yerinde olsam dönmem evime, tahsilime bakarım. Kal burada. Tahsilini tamamla. Gerekiyorsa sana iş de bulalım. Hatta seni buradan evlendirelim” dedi.

O an ve sonraki yıllar boyunca pek çok farklı anlarda aklıma geldikçe hep düşündüm. Bu Halil Çolak, kursta kaldığım normal süre içinde, birkaç defa bana farklı biri olduğumu fark ettirmek isteyerek yönlendirmeler yapmıştı. “Abi, çık, sen buralarda takılma. Bak dışarıda da hizmet edecek kardeşlerimiz lazım. Siyasete atıl. Bak bizim falanca vardı, o da çok iyiydi, zekiydi, kabiliyetliydi, harcadı kendini” dedi. Ben “ihvan arasında, saçları olmayıp peruk takan bir genç” diyeyim de falancanın kim olduğunu zaten bilenler bilecekler.

Ben hep Halil Çolak’ın tavırlarında bir “sıkıntı” görüyordum. Şimdi anlatması çok uzun gider, zamanı gelince o kısımları da detaylı şekilde anlatırım ama mesele şuydu. Orada gerçekten müslümanca yaşayacak, kendini geliştirecek, yükselecek, bu davaya hizmet edecek hiç kimseyi tutmak istemiyorlardı. Benden yana endişeleri de çoktu ama “Bu genç bize uyarsa çok işe yarar” diyen yanları da kararlarını etkiliyordu. Yoksa beni de orada tutmazlardı, türlü oyunlarla ve sakince uzaklaştırırlardı. Lakin ben oradan “kal burada, kal burada” taleplerine hatta ısrarlarına rağmen “tamamen kendi kararımla” ayrıldım. Son seviyede güzel bir şekilde ayrıldım.

Çok çok fazla kısmından ele alarak bu meselede Behlül’ü hemen ve hiç zorlanmadan yalancı, müfteri çıkartabilirim. Şimdilik şunu da yazayım. Ben her şeye rağmen “gidiyorum” deyince, çok üzüldüler. Halil Yurtsever tam ayrılma vakti yanına uğradığımda ki yurdun idari personellerinin odasıydı orası, herkesin arasında ve duygulu bir sesle “Keşke hiç tanışmasaydık” dedi. Beni de çok duygulandırdı ve gözlerimin dolduğunu hatırlarım. Bu insan şeytanlarını, bu hainleri bile sarsacak kadar asilce bir tarzda yaşadım ben o kursta…

Sürekli talebeye örnek gösterildim. Yüzüme karşı da övüldüğüm çok oluyordu. Ben oradan ayrıldıktan yıllar sonra bile talebeye anlatılıyordum, örnek gösteriliyordum ve bunlar kulağıma geliyordu, duyuyordum.

Kursta kaldığım süre boyunca talebe arkadaşlardan da ahlakımı, samimiyetimi, iyi niyetimi ve üzerine manevi gayretimi görüp şaka ile karışık şekilde de olsa “uçtu ya” diyenler oluyordu. Bunu da yüzüme söyleyenler oluyordu.

Ben oradan ayrılacakken, o vakit hala Allah dostu gibi gördüğüm, büyük bir alim gibi gördüğüm ama ne zaman yüzüne baksam kapkara gördüğüm ve içimin sıkıldığını bildiğim Behlül Karak’a da zaten uğrayacaktım. Yine de kurstan beni yönlendirdiler “Behlül ağabeye uğramadan gitme sen” dediler. “Olur mu hiç öyle, elbette uğrayacağım” dedim.

Lüleburgazın çarşısında İslam Kültür Araştırma Vakfı (İKAV) isimli vakfa gittim. Orada duruyordu Behlül Karak… O gün öğleye doğru yanına uğradım. İçeri girdiğimde kuşluk namazı kılıyordu. Ben ömrümde o kadar uzun süre kuşluk namazı kılan, kıyamda ve son oturuşta o kadar uzun duran, okuyan biri daha görmemiştim ve hala görmedim. O vakit aklımdan hiçbir kötü şey de geçmemişti ama sonra anlayacağım ki Behlül ileri seviyede cinci, büyücü, medyum bir kişi imiş… Kursta kaldığım süre boyunca sürekli bana keramet gibi haller göstermeyi de denemişti ve ben bunlara hiç kıymet de vermemiştim. Sırf görüntü vermek için ve ben gidiyor olsam da kendisini büyük göreyim/bileyim ve temasım devam etsin diye kırk dakika kadar namaz şovu yapmış. Ben trenle dönecektim İstanbul’a, tren kaçacak diye endişe ettim. Bana o kadar güzel davrandı ki anlatması uzun gider. Çıkartıp bir de talebeyim diye cebinden illa ufak meblağda da olsa para verdi. Kabul etmemek için ısrarcı oldum ama o da almam için ısrarcı oldu. Hatta hatırlarım “Öyle ise kitap almak için bu parayı kabul edeyim” dedim içimden ve evime döndüğümde Pendik’te kitapçıdan tarihe, siyasete, ilmi meselelere dair kitaplar aldım o parayla… Behlül bana “Neden trenle dönüyorsun” dedi. “Daha rahat ve daha uygun maliyetli” dedim. Bir şey demedi. Rol de yapsa, duygulanmış, üzülmüş bir hal orada da görüldü ve bu şekilde ayrıldım.

Sonrasında da orayla temasım kesilmedi. Cep telefonu ve sabit numaradan defalarca görüşmelerim oldu. Halil Çolak’a ilmi bazı meselelerde görüş almak için dönüşlerim oldu. Çolak beni, Ahmet Yaşar Patır diye talebelikten arkadaşı olan, İstanbul’da güya hizmetine devam eden hocaya yönlendirdi. “İyidir, iyidir” dedi. Çolak kendi el yazısı ile Patır’a mektup yazdı ve bana “Bunu al Soğanlık kursumuzda talebe arkadaşım olan Ahmet Yaşar Patır’a ilet. O sana yönlendirme yapacaktır” dedi. Elimde o mektupla Soğanlık kursumuza gittim, bir baktım, Ahmet Yaşar kara suratlı biri. Aldı o Osmanlıca Türkçesiyle yazılmış mektubu, okudu ve neredeyse “Seni ne gönderdi bana” diyecekti. O kadar soğuk durdu. İlk bakışta bile benden haz etmedi. Ben de ondan etmedim. Lakin senelerce Ahmet Yaşarla da hukukum oldu. Daha sonraki yıllarda bir kere cemaatten uzaklaştırılmış, Veli Genç ismiyle bilinen kişi şefaatçi olmuş ve tekrar cemaate güya yazı hocası diye kabul edilmişti. Ben Halil Çolak’la telefonla görüşürken bir seferinde ana konu Ahmet Yaşar Patır olmuştu. “Hocam, bu şahısta çok sıkıntılar var. Nöbete durduğu gecelerde beni çağırıyor, gel oturur sohbet ederiz, çay içerizi diyor. Ben gidemeyeceksem kursun sabit telefonundan cep telefonumu arıyor, saatlerce konuşuyor. Bu faturaları bu gariban millet ödemiyor mu? Bu gibi tavırları beni rahatsız ediyor.” diyordum. “Yaaaa, abi işte böyle, demek boşuna uzaklaştırılmış.” diyordu. Şimdi sadece Ahmet Yaşar Patır’dan söze bir girsem, tekamül kurslarının haline bir temas etsem, kitap hacminde yazmam lazım. O seviyede berbat bir vaziyette… Rezilliğin, ihanetin, yiyiciliğin hepsi bir arada…

Sokullu kursunun sabit numarası ezberimdeydi. Mümkün oldukça arar Halil Çolak’la, Süleyman Pembe ile, aşçı Yakup Özpolatla ve denk gelen kimse varsa, kurstan tanıdığım diğer kişilerle görüşürdüm. Hallerini sorardım. Bayramlarda, mübarek gün ve gecelerde SMS’ler atar, karşılık olarak SMS mesajları alırdım. Birkaç kere de o Sokullu kursuna gittim ve bu kadro ile görüşmelerim oldu. Gittiğim bir seferinde kursta birkaç gün de yatılı misafir kaldım. İsminde Nur geçtiği için ismi değiştirilmiş ve Nusret denilen bir hoca vardı ve daha başka başka şahitleri de var. Hatta bir seferinde çarşıdaki camide Halil Yurtsever’e de denk geldim. Kursta değildi, çarşıda denk gelebilmiştim.

Şimdi İstanbuldaki arkadaş çevremden, aile çevremden ve o kurstaki talebe çevremden, hangilerinden ayrı ayrı doğrulamamı istiyorlarsa, benim için mesele bile değil. Hemen doğrularım bunları ve çok daha fazlasını…

Daha hiçbir şey de anlatmadım bu hususta ve neler neler var. Lakin güya Allah dostu, cemaatimizin en meşhur ve sevilen hatiplerinden, güya kerametler sahibi, bunca çile çekmiş ve hizmet yolunda mücadele etmiş Behlül Karak, şimdi ne diyor… Allahsızlık derecesi bu… Allah’a hakikaten inanan kişi, hala azıcık bir yanı insan kalmış bir kişi, gizli bir Hristiyan bile olsa, şu şartlarda şu adilik seviyesine düşemez. Şu sergilediği dereke, şeytanlık, satanistlik derekesi… Hiçbir sınır tanımama derekesi… Esfel-i safilinden olmanın emaresi. Vaktim dar, meşguliyetim çok. Elbette bu hususları geniş vakitlerde de anlatmaya devam edeceğim.

Şayeettt… Behlül Karak’ın telefon görüşmelerinde ifade ettiği gibi ben o kurstan kovulmuşsam, bu yola, bu dine en ufak bir zarar verme kastım varsa, mason isem v.s…. Allah bana lanet etsin. Burayı okuyan herkes de amin desin. Allah beni bu gecenin sabahına çıkartmasın. Aksi geçerli ise ve hainlik yapan, şeytanlık yapan, yalan söyleyen, iftira atan Behlül Karak ise Allah ona ve ona bu hususlarda yardımcı olan herkese lanet etsin. Allah’ın, meleklerin, peygamberlerin, sıddıkların, şühedanın lanetleri üzerlerine olsun. İbret-i alem olsunlar.

Kim de yüzleştirmek istiyorsa işte ben buradayım. Yıllardır cep telefonu kullanmam ama 0554 360 56 66 numaralı telefonumu bütün dünya bilir. Bu numarayı Telegram uygulamasından ekleyen herkes bana saniyeler içinde ulaşabilir. Daha neleri neleri isimlerle, şahitlerle, detaylarla anlatıp ispat edebilirim, görebilirler.

Mfs – Ezber bozan

Seyfettin Alkan ve Behlül Karak’ın hezeyanları

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında takipçileri ile yazışmalarının yayınlanmış halidir)

Akademi Dergisi takipçisi Abdurrahman: Hocam aradım Seyfettin Alkan’ı, adam konuşma fırsatı vermiyor. “Sen Kur’an hizmetinden misin?” diye sordu. “Şu an kurslara gitmiyorum” dedim. “Kuran hizmetindekiler arasın” dedi. “Sen ne arıyorsun? Beni mi muhakeme ediyorsun?” dedi. “Siz hz. üstazımızın talebesi değil misiniz? Ondan soruyorum” dedim. Cevap vermedi. Sabahta sordular bunları, müsait değilim deyip durdu. Soracağımıda soramadım, geçiştirdi. Hep arkada bir bayan sesi geldi. “kapat kapat” diye. “Onun muhattabı ben değilim” dedi sizi kastederek. “Mahkemede var avukatlarım takip eder” dedi.
“Siz eskiden de takip ederdiniz o zamanlar birşey demiyordunuz” dedim. “Hasbunallah” deyip durdu. dakikada bir, “Allaha havale ediyoruz böylelerini” dedi sanırım sizi kastederek. Zaten zor konuşuyordu. İşim var dedi. Sinirlendi gerildi. İyi günler deyip kapattım.

Mehmet Fahri Sertkaya: Şu anda da bir şey diyemiyor zaten. Mfs şöyle şöyle kötü biridir, Akademi Dergisi yayınları yolumuza, dinimize uygun değildir, diyebiliyor mu?

Beraber vatana ihanet ettiği ve kara para işleri çevirdiği çevrenin içinde istihbaratçılar var.

Kim bilir kaç kere sordu “Yok mu hala mfs’yi bitirebileceğimiz bir açık?” dedi.

Allah bilir…

Elinde bir malzemesi olsa bu kadar senedir sadece susup kaçar mı hiç… Sayar dökerdi. Hiç değilse şimdi sayardı.

Akademi Dergisi takipçisi Abdurrahman: Hiçbir şey diyemedi. Adınızı bile söylemek istemedi.

Mehmet Fahri Sertkaya: Bir Müslüman kişinin bu meseleleri sorması için cemaatimizin mensubu olması şart mı?

Bu konular sadece cemaatimizin mensuplarını mı alakadar ediyor?

Bu meseleler, devletimizin milli güvenliğini bile alakadar etmiyor mu?

Heriflerin “tek bir meselede tek bir kelime bile etmemek” üzerine sanki karar almışlar gibi davrandıkları çok açık değil mi?

Bir tek kontrolsüz, hesap edilemeyen hareketleri, çorap söküğü gibi sökülüp dağılmalarına sebep olacak.

Sizler aramadan önce de bunlar kendi aralarında takip ediyorlar yayınları, dertleşiyorlar, ne yapabileceklerine bakıyorlar.

Hiç bir şey yapamayacaklarını anladıkları için hala ısrarla susuyorlar.

Demin başka bir takipçi Behlül Karak’ı aramış

Bana aktarılana göre Behlük Karak benim hakkımda konuşurken, “Burada talebeydi. Ben onu kovdum. Onun yarası var. O mason, o deli” mealinde cümleler kurmuş.

Bu kadar zavallı hale düştüler. Ben o kursta kovulmadım. Bunun onlarca şahidi hala var. Ben o kursta hiçbir zaman “sorunlu bir talebe” de olmadım.

Anlattığım o talebeler arası sıkıntılı zamanlarda bile ben asilce davranışlar sergiledim.

Hiç biri çıkıp bana bir kelime bile edemedi. “Sen hatalıydın” bile diyemediler.

Şimdi alemin önünde şu Behlül’ün kendini düşürdüğü hale bak. Yalan olduğu sadece dakikalar içinde meydana çıkartılabilecek iftiraların arkasına sığınmaya çalışmış.

Bir de en sınır tanımaz tavırlarla “deli o” demiş.

Ne kadar karaktersiz olduğunu gözler önüne kendisi sermiş.

10 yıldır benim karşıma kim çıkabilmiş, hangi yayınım yalanlanabilmiş?

Son çare olarak “deli” demekten başka ne çıkar yol bulabilmişler?

Bu dünyaya gelmiş bütün peygamberlere ve mürşidi kamillere hep hayatlarında “deli, şair, mecnun” demişler.

Ayet-i kerimelerde de hz Allah bunları haber vermiş.

Çünkü aciz kalmışlar. Dosdoğru duran, hep hakikati söyleyen ve yaşayan insanlara nasıl bir kulp takacaklar, mümkün mü bu?

Hz. üstazımız “Ehl-i küfr, müslümanlar karşısında, ilim, hikmet, ispat karşısında her devirde aciz kalır ve silaha sarılır” buyurmamış mı?

Ben isim soy isimlerle, hadiselerin yaşandığı yerleri detayları ile de tarif ederek türlü ihaneti, kalleşliği anlatmadım mı?

Halil Çolak, Halil Yurtsever ve başkalarının isimlerini de vermedim mi?

Talebelerin isimlerini de vermedim mi?

Bunların hepsi uydurma mı diyecek, dese ne olacak?

İhanetleri, adilikleri, sefillikleri, iki yüzlülükleri, çift kimlikli yaşadıkları, dolandırıcılıkları, iftiraları, cinayetleri, doğudaki terör örgütleri ve aşiretlerle bağlantıları hep meydanda…

MİT başta olmak üzere türlü gizli servisler üzerinden de zaten terör örgütleriyle ve misyonerlerle ve mafyalarla ve devlet kurumları içindeki adamlarıyla bağlantılılar.

Bu şartlarda çıkıp ne diyebilecek?

Seyfettin. Behlül’den daha zeki, kararlı ve siyaset bilen bir kişi olduğu için hiç aleyhimde konuşmuyor. İşte Behlül’ün “ben onu kurstan kovdum” yalanı hemen gözler önüne çıkıyor.

Akademi Dergisi takipçisi Abdurrahman: Haklısınız hocam herşey dediğiniz gibi…

Adınızı anmaya bile çekiniyorlar ama Seyfettin Alkan siyaset yapıyordu.

Mehmet Fahri Sertkaya: Selam aleyküm

Akademi Dergisi takipçisi (Salim Yoldaş): a.selam

Mehmet Fahri Sertkaya: Ben anlayamadım, sen kimi aradın, kiminle konuştun, ne dedi, ses kaydı yapmadın mı?

Akademi Dergisi takipçisi (Salim Yoldaş): ilk önce Seyfettin alkanı aradım dedimki telegram akademi dergisinde karaca ahmette ustazımızın olmadığını 1950 de ustazımızın Merih gezegeni veya başka müslümanların olduğu gezegene hicret ettiğini 1950 den 1956 kadar gaipligin oluştuğunu ve cemaate kripto Ermeni özel yetiştirilmiş masonun atandığını hiç evlenmedigini evlatları olmadığını anlattım bunların hepsi uydurma diyor uydurmasa..demeye çalışıyorum evladım ben çok yorgunum müsait değilim uydurma bunlar…orda tepem attı ..bu işin artık suya sabuna sürülecek tarafı yok bu saatten sonra… madem uydurma torunları ve sen kamuoyuna biz DNA testi yaptıracağız deyip açıklama yapın dedim …DNA kelimesinden sonra kapatmış dinliyor musunuz beni diyorum baktım yüzüme kapatmış

Daha sonra Behlül karakı aradım selam verdim isim onayından sonra internette dolaşan haber iddiaalardan haberiniz varmı dedim ne iddiası dedi (ilk defa haberi varmış gibi) Telegram akademi dergisi ve mfs.tv adresindeki iddialar ne iddiası dedi …sitede telofon numaranız yazıyor dedim oradan aldım numaranızı dedim benim haberim yok dedi ..sonra devam ettim ben ..1950 de ustazımızın Merih gezegeni veya başka müslüman gezegene hicret ettiği götürüldüğü 1950 den 1956 ya gaipligin olduğu ve 1956 da kripto Ermeni birinin cemaatin başına getirildiği hiç evlenmedigini torunu olmadığını söylüyor dedim ..gayet sağlıklı bir şekilde dinledi alkan gibi hemen yüzüme kapatmadı…senin ve Seyfettin Alkan’ın herşeyden haberi olduğunu söylüyor dedim ..bunların hepsi düzmece bu adam mason bizi masaya çekmeye çalışıyor aklinca cemaati karıştırmaya çalışıyor dedi madem düzmece hocam torunları o zaman dna testi için savcılığa müracaat etsin dedim o kısım beni aşıyor dedi


bu adam bizim kurstaydi ben bu adamı kurstan bazı hataları yüzünden attım benden intikam almaya çalışıyor dedi deli muptezelin teki söylediği şeylere inanmayın dedi onun iddiası varsa beni arasın onun sorucagi soruların cevabı bende var dedi ..tekrar konu DNA testine geldi o konu beni aşıyor dedi hayırlı akşamlar deyip kapattı

yani ikiside kaçıyor

Alihan kuriş de yarın kendine yeni bir hat alır eski telefonunu kapar bundan emin olabilirsiniz

bir süre böyle devam etselerde bu işin patlayacagının herkes farkında belki kuris ve beraberindekilerin bir kaçış planı bile vardır..Göturebildikleri yere kadar götürecekler baktılar kurtuluş yok kacacaklar..bir tane solcu kanalda mason kanalında bununla ilgili haber yok …hiç mi olmaz ….?

ilgimi çekti bunlar böyle haberlere bayılırlar bir tane mason kanalında bu konuyla ilgili haber yok

hepsininde senden haberi var yayınlarından haberi var

Mehmet Fahri Sertkaya: Teyit etmek için soruyorum. Behlük Karak “Ben bu Mfs’yi bu kurstan kovdum” mu dedi? Üstüne bir de “deli ve mason” mu dedi?

Akademi Dergisi takipçisi (Salim Yoldaş): evet

hayır hiçbir şekilde sorun olmaz

ne konustuysak yazdım en ilgimi çeken Behlül barakın rahat olması Seyfettin in kaçması

Seyfettin hocamızın insiyatif alıp insanlarla müslümanlarla muhatap olucagi yerde …yorgunum…meşgulüm…müsait değilim diye kaçmasi

en fazla zoruma giden o oldu

Biliyordu


“Dava muvaffak olsun da varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.”

diyen kişi, gerçek Süleyman Hilmi Tunahan hazretleriydi.

Kendisine, hizmet etme sahası/imkanı verilmeyen şu alemde, Yahudilerin, Satanistlerin, misyonerlerin, masonların, İngiliz casuslarının, kendi yolunu devam ettireceklerini hatta kendisi gibi gösterilen dublörler kullanacaklarını da biliyordu.


“Elimden gelen her şeyi denedim. En sonunda Çatalca’da çiftlikte gizlice talebe okutmak bile istedim, ona da izin verilmedi. Kendi devletimde, iktidarı ele geçirmiş başta Sabetaycı gizli Yahudiler olmak üzere türlü keferenin zulmü ve kastı altında yine de mesafe aldım. Müslümanları da gayrete getirmek istedim ama hep korktular, geri durdular. Zahiri planda, elimden başka bir şey gelmesi artık mümkün değildi. Hiç hareket sahası kalmamıştı. Peygamberlerin sünnetinde olduğu gibi, hicret etme vaktiydi. Şu şiddetli küfür zamanında şu dava, şu hizmet var olsun, benim hicretimden sonra da devam etsin, ben bu hususta da üstüme düşeni yaparım ve arkada da kalırım.” demek istedi. Öyle de yaptı…

Lakin cemaatimizi ele geçiren Londra merkezli malum sistem, gerçek üstazımızın bu sözünü de başka manaya çekerek hakiki kardeşlerimize aktardı. Gerçek Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), tarikatının başını masonlar, kripto kimlikli kişiler tutacak olsa da kendisinden sonra çok büyük hizmetler nasip olacak kişilerin, hakiki evlatlarının yine de olacağını/geleceğini/yetişeceğini, ahir zamana dair hadis-i şeriflerden bile bilebilirdi ama Divan-ı Salihin’e zamanın sahibi olarak katılan bir hakiki mürşid-i kamilin bu bilgiye ve daha fazlasına ulaşması işten bile değildi. Şimdi, hazret-i Mehdi zamanını anlatan sahih hadislerde geçen ve Cehcah, Kahtani gibi isimlerle kendisinden bahsedilen kişileri/hususları araştırmanın vakti… Şimdi, sadece yolunu sapıtmış Şiilerde var zan edilen, Şia itikadı zan edilen “Mehdi’nin gaybet devri”nin yani bir süre insanlar arasında görünmediği devrin araştırılmasının vakti.

Bu günlerde, üzerlerine gidildiği halde konuları tartışamayan, izah edemeyen, telefonları bile kendilerini açıkça rezil ederek ve kaçarcasına kapatan sefiller, gerçek üstazımızın talebeleri değiller. Onların hepsi de Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerine benzeyen dublörler zamanında, İngiltere casuslarının idareyi elde tuttuğu zamanda okudular. Sözde talebeler hatta sözde damat Kemal Kacar dahi, hoca görünen gizli Ermeni ve gizli Yahudi kişilerce okutuldular.

Üstazımız hicret etti ama çok defa yolunun hakiki mensuplarını yani hakiki talebelerini/evlatlarını ziyaret etti. Onlardan himmetini esirgemedi.

| Mfs – Ezber bozan

Artık herkes mindere çekilsin


Seyfettin Alkan’ı cep telefonundan arayarak, isimler, mekanlar, tarihler, fotoğraflar vere vere anlattığım bunca iddialarımı sormak isterseniz (ki artık soruşturmak, araştırmak vazifeniz), gizli Hristiyan ve kara paracı Seyfettin Alkan’a şu şahsi numarasından ulaşabilirsiniz: 0530 205 47 17

Gerçek bir Süleymanlıya yakışır gibi efendice, samimi tarzda, sakince sorun sorularınızı ve görüşmeleri de kayıt edin. Hakkımda herhangi bir şey söyleyebiliyorsa da bana cevap hakkı doğsun, hemen gereken karşılıkları vereyim. “Telefonda bu konuları konuşamam” şeklinde mazeretlere sığınırsa “Hemen yanına gelelim” deyin. Alihan’ın neden sustuğuna, bu güne kadar cemaatin ya da cemaatteki ilgili kişilerin neden bir kere bile benden davacı olamadığına kadar, şu anlarda tam kadro halinde neden susup kaldıklarına kadar sorun. Kıvırıp kaçmalarına izin vermeyin, üzerlerine gidin sorularınızla…

Artık herkes mindere çekilsin. Ben dimdik sahadayım, her ne iddia etmişsem arkasındayım. Bu sessizlik, bu oyalama, bu geçiştirme devam edecekse, gerekiyorsa gerçek Süleymanlılardan teşekkül etmiş kalabalıkla birlikte o merkez kursu bile basar, orada da hakikatleri anlatır, ispat eder ve meselenin adalet sistemine taşınmasını sağlarım. Devlet gücünün, çok yapılması lazım gelen ama yapmadığı operasyonları yapmasını sağlarım.

Haydi, herkes hakikatleri arasın, soruştursun. İşe de Seyfettin Alkan’a sorular sorup cevap hakları vererek başlasın.

(Behlül Karak’ı da şu cep telefonu numarasından arayabilirsiniz: 0532 254 40 75)

| Mfs – Ezber bozan