Bizim işler yolunda


– Tayyip ve çetesi “resmen” ülkenin idaresinde iken, ABD ve İngiltere’nin kuklası olan Yunanistan ile bir harbe girmeyeceğiz.

– Şu anda en öncelikli işimiz sözde mültecilerin ülkemizden topluca ve hak ettikleri sert tavırlarla gönderilmesi. Bunu yaparken işin sonunda iktidarın da danışıklı muhalefetin de paketlenmesi.

– Bu süreçle eş zamanlı olarak ABD’de de iktidar değişecek. Orası da en az Türkiye kadar “büyük” karışacak. Bu da hemen beraberinde dünya genelinde lehimize onlarca gelişmenin yaşanmasına sebep olacak.

– Kraliçe onlarca sene önce öldü ama görünürde yeni ölmüş daha doğrusu tarafımızdan öldürülmüş oldu. Kendilerini dünyanın ağası, paşası gören satanist mason büyükbaş kişiler var. İntikam almak teşebbüsünde bulunmaları beklenir. Biz her türlü ihtimale her zaman hazırız. Kimin boynu bıçaklık olmuşsa, kimin eli ya da dili Türk kılıcına değmeye başlamışsa, çalarız bıçağımızı da kılıcımızı da alırız canlarını. Büyükbaş demeyiz, hiç kimseden çekinmeyiz. Lakin sahada bütün grupların bu ihtimallerden haberi olmalı ve daha önce “defalarca” ikaz ettiğim hususlara çok dikkat edilmeli.

– Suriyeliler başta olmak üzere on milyondan fazla sözde mülteciyi sınır dışı ettikten sonra zaten İran işgali altındaki güney Azerbaycan’da da sıkıntılar devleşecek. Haklı ve hukuka uygun sebeplerle 45 milyon Türkün imdadına ordumuzla koşacağız. Onları kurtarırken, milyonlarca sözde mülteciyi güney Azerbaycan’dan da öte tarafa süreceğiz. Geldikleri yerlere kadar gidecekler, dönecekler. Sonra sıra Irak ve Yunanistan’a gelecek. Zaten İran’da ve Irak’ta şu anda bile gerçek bir devlet otoritesi yok. İranlıların da neredeyse tamamı, başlarındaki İngiliz kuklası hainlerden, sözde mollalardan nefret ediyorlar. Türkiye ile iyi geçinmek, bunun için gerekiyorsa çok büyük tavizler vermek istiyorlar.

– İngiltere Kraliçesi güya ölmüş olabilir ama Kraliyet ailesinin biyonik robotları hala sahadalar. Elizabeth’in içindekinin Kral Charles’ın içine girdiği de ciddiyetle konuşuluyor. Mücadelemiz bitmedi, devam ediyor ve Londra merkezli “çökük” dünya düzenine en son ve bitirici darbeleri de vurmaktan geri durmayacağız.

– Kraliçe’nin bir okus pokustan da ibaret olsa güya ölmesi, gerçekte neler döndüğü açıkça anlatılamayacak olan dünya genelindeki pek çok Hristiyan, Mason, Satanist çevrelerde büyük sorunlara sebep olacak. Yunanistan denilen sözde ülkenin içinde hiçbir zaman dirlik, birlik yoktu, artık hiç olmayacak.

– Eskiden, NATO denilen ve Kraliçe’nin sisteminin emrinde olan bir milletler arası işgal, katliam, sömürü, hırsızlık, yağma, işkence, kara para teşkilatı vardı. Henüz Kraliçe ölmeden önce bile hükmünü yitirmiş, bitmiş, tükenmiş halde olan NATO, biz bir bir hedeflerimize yürüdükçe karşımızda, meydanda olamayacak. Birkaç “numaradan” çıkış yapsalar da arkasını getiremeyecekler. Getirmeye kalksalar da hoş, yine bizim işimize yarayacak. Eş zamanlı olarak NATO’yu zahirde/görünürde de bitirmiş olacağız.

– Adnan Oktar da aslında çoktan öldü ve sahada biyonik robotları var. Lakin o da tıpkı Elizabeth gibi, biyonik robot yetişmeyen/dayanmayan, ayrıca içine uzaylı dayanmayan bir halde… Demiştim, biyonik robotlar ve içine giren uzaylılar, bundan sonra sinyallerimiz karşısında çok daha savunmasızlar. Aciz ve çaresiz haldeler. Bu gün yarın Adnan’ın da benzerlerinin de öldüklerine dair haberler gelebilir. Biyonik robotlarla yerlerine geçilmiş olan etkili ve/veya yetkili kişilerden çok sayıda kişi dünya genelinde kısa sürede ölürlerse, hiç şaşırmayacağız. Artık korona yalanları da yok, kısa sürede çok sayıda ölümü nasıl sebeplerle açıklayacaklar bakalım…

– Cemaatimiz hususunda üst üste yeni darbelerle ortamı kasten çok gereceğim. Somut deliller de paylaşmaya başlayacağım. İnceldiği yerden kopacak. Ben bu hususta da çok uzun zamandır tekrarla ikazlar ettim ama onların tercihi bu oldu. Cemaatimiz içinde ve başında da biyonik robotlar var. Onları da kısacık sürede oyundan düşüreceğiz. Zaten elleri ayakları tutuşunca, kendileri de kısa süreler içinde çok sayıda kişiyi öldürerek, darbelerimiz karşısında zararlarını, riski asgariye indirmeyi deneyeceklerdir.

– Eş zamanlı olarak Suriye’deki güya briket ev projesinin arka planını, daha önceden haber verdiğim gibi ifşa edeceğim. Bu ifşa dünyanın dört bir yanına bağlanacak. Çok sayıda sözde yardım kuruluşları, dernekler, meşhur kişiler, patronlar, siyasetçiler kaçacak delik arayacaklar. Sadece sözlü anlatımla ve isimler anmakla sınırlı kalacak bir ifşa olmayacak. Asıl bu hususta dünyayı karıştıracak somut deliller, bağlantılar, insanlık dışı vahşi işler meydana saçılacak.

Özetle, bizim işler yolunda ve bunca ikazlardan ve verilen fırsatlardan nasiplenmeyerek kendilerini bu günlerde bu hallere getirmiş olanların ise canları cehenneme… Umurumuzda bile değiller.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

GDO kapsamına girmiş hayvan ırklarından uzak durulmalı

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Süte proramlanmış, ete programlanmış, yüne programlanmış, bu maksatlarla genetik kodlarına müdahale edilmiş besi hayvanları cinsleri var. Hiçbiri sağlıklı değiller, eziyetler, ağrılar, sızılar, sorunlar içinde yaşıyorlar.

Bu müdahaleler yapılırken insani, vicdani, tıbbi, hukuki sınırlar da gözetilmemiş. Böyle hayvanların tamamından uzak durulmalı. Dediğim gibi, bunları İblis batı alemi üzerinden dünyanın geriye kalanına yaymış, yayıyor. Bu, bütün devletlerin resmi politikası olmalı. Genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) bitkilerden nasıl uzak duruluyorsa GDO kapsamına girmiş hayvan cinslerinden de uzak durulmalı.

Ülkemizde hem kanatlılarda hem küçükbaşlarda hem de büyükbaşlarda hala yerli ırktan olanlar, ayarı/genetiği bozulmamış olanlar var. Besiciler kandırılmış, kıymet verilmez, iyi görülmez, ikinci sınıf görülür olmuş bu yerli cinsler… Oysa en tabii olanları, en sağlıklı olanları bu cinsler… Söz konusu sağlıklı yerli cinslerin kıymeti gözler önüne serilmeli, besiciler bilgilendirilmeli. Üniveristeler, akademisyenler artık masonluk üzerinden İblis’e değil, şu vatandaşlarımıza ve dünya insanlığına hizmet etmeli.

Ayrıca, bir hayvanın daha fazla et, süt, yavru, yumurta vermesinin yolu, onun genetiğini değiştirmek, vücudunun işlerliğini dengesiz şekilde bozmak değil, o hayvanın konforunu sağlamaktır. Hareketli olmasını, hastalıklardan uzak olmasını, temiz ortamlarda bulunmasını, ilaçlardan uzak durmasını ve tertemiz/sağlıklı gıdalarla bolca beslenmesini sağlamaktır.

Besiciliği yapılan hayvanların hiçbiri kendi idrarı ve dışkısı üzerinde sağlıklı yaşayamaz. Bu, teknik olarak mümkün değil. Buna rağmen, hayvanları kendi idrarıyla, dışkısıyla, vücutları dışkı kaplamış hallerde yaşatmanın yasaklanması ve hayvan konforunun, sağlığının üzerinde durularak insan sağlığının düzeltilmesi gerekiyorken, bunun yerine ayrıca bir şeytanlık daha yapılıyor ve pislik içinde yaşatılıp da sürekli hasta olan hayvanlara toplamda onlarca sözde ilaç ve aşı müdahalesi yapılıyor.

Hayvancılıktaki sorunların en temeli hiç tartışmasızdır ki temizlik sorunu… Temizlik yoksa insan da hayvan da sağlıklı yaşayamaz. Türlü hastalıklara yakalanır. Temizlik sorunu düzeltilmeyince, ilaçlarla sorun aslında çözülemez. İlaçların yan ekileri de ayrıca zararlar vermeye devam eder.

Ayrıca bu yolu seçmek, besicilerin maliyetini artırır. Gereksiz ve büyük ilaç/veterinerlik masrafları yapmalarına da sebep olur. Hayvan kayıplarına da ayrıca sebep olur. Bu da besicilerin masraflarını, maliyetlerini iyice artırır. Neticesi olarak et, süt ve bunlardan mamül şeyler gereksiz şekilde pahalanır. Bu da hayat şartlarını çok zorlaştırır. Geçim zorlaştığı gibi sağlıklı beslenmek, vücut için gerekli olan protein ve vitaminleri alabilmek de çok zorlaşır. Zaten deccalin ve İblis’in bir maksadı da bu… Dünya insanlığının sağlıklı ve güçlü olmasını istemiyor. Oysa sağlam kafa (akıl, mantık, muhakeme, hafıza) bile sağlam, iyi beslenmiş, sağlıklı vücutta bulunuyor.

Ben çok kısa süre sonra ülkenin idaresini resmen de elime alınca, ilk olarak temizliğin ve sağlığının temelden tavana sistemiyle sağlanması yönünde “sarsıcı” kararlar alacağım.

Çoktan ilan etmiştim ki sağlığa zararlı her türlü sabun, şampuan, detarjan ve benzeri kimyevi maddeleri yasaklayacağım gibi, kapalı/bağlı sistemle hayvan yetiştirenlere seçenekler sunacağım.

“Ya mera imkanı bul, gerekiyorsa ortaklık yaparak imkanlarını genişlet, gerekiyorsa ve sana da düşüyorsa devletten kredi al ve açık merada yetiştir hayvanlarını… Ya da bir şekilde kapalı mekanda hayvanlarını tertemiz, sağlıklı ve hareketli tutmanın yolunu bul… Ya da sen bu işi yapamayacaksın ve bırak.” diyeceğim. Bırakmazsa ağır para cezaları keseceğim ve hayvanlarını değil, mekanını da satsa anca o cezaları ödeyebilecek. Netice yine değişmemiş olacak ve bırakmış olacak. “Ne hayvanlara eziyet etme, zarar verme hakkın var, ne de hayvanlar üzerinden insanlara eziyet edip zarar verme ve sağlık bozma hakkın var.” diyeceğim.

Temizlik şartlarını yerine getirmeyen, hayvan konforunu sağlayamayan hiç kimseye hayvancılık ruhsatı vermeyeceğim. Bu sahada denetlemeler çok sık ve ağır olacak, asla tavizler de verilmeyecek ve rüşvet alan bir devlet memurunun hayatı kararacak.

O piliçler ilaç deposu gibiler. O tarzda tavukçuluk yapılmasına asla izin vermeyeceğim.

Türkiye’nin her yeri boş arazi. Ucuza alsınlar, biraz paralara kıysınlar, çiftliklere masraf etsinler, rekabetin tadını da kaçırmasınlar ve doğru düzgün iş yapsınlar.

Hem temiz ve bol para kazansınlar hem de hayvanlara da insanlara da zarar vermesinler.

Hep dediğim gibi, işini dürüst yapan her kimse yanında devleti bulacak. İşini yanlış, art niyetle yapan her kimse karşısında devleti bulacak. Bu ülkenin ve milletin sorunları en temelden düzeltilecek.

İlaçlara gelince… Hiç kimse ilaçlara, aşılara, tıbba, teknolojiye karşı değil ama öncelikle hastalıkların önüne geçilmesi yönünde irade sergilenecek, bu kapsamda kararlar alınacak, yönlendirmeler yapılacak ve devletin bu kararlarının uygulanması sağlanacak. Yine de az sayıda da olsa hastalı vakaları görülüyorsa onlar için “güvenilirliği doğrulanmış” ilaçlar ve aşılar “zaruret kadar” kullanılacak. Görülecek ki bunun neticesi olarak insanlık da ilaçlardan kısacık sürede ve büyük oranda kurtulacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

At ve eşek eti yemek haram değildir

Hayır mahzuru yok, eşek eti yemek dahi haram değil mekruh. Mekruh olmasının sebebi de günlük hayatta ve harp esnasında kritik ehemmiyete sahip olması. Hep elde at ve eşek bulunmasının müslümanları güçlü yapmasıydı. Bu nedenle mekruh dediler yenilmesine ama yine de haram denilmedi.

Orta asyada müslüman türklerde at yeniyor çünkü orada aşırıya gitmediler, buralarda fetvada aşırıya gidildi, haram gibi kabullenilir oldu.

At da eşek de inek kadar koyun kadar temiz hayvanlar, etleri de temiz ve dahi artık harp vasıtası ve günlük hayatın vazgeçilmez parçası değiller yani yemek mekruh bile değil, sütleri de haram değil.

Zebra yenir mi, bazı geyik türleri eşekten iri, neredeyse at kadar, yenir mi, onlar yenirse eşek ya da at neden yenmez?

Biyolojik olarak, temizlik olarak bakılınca aralarında bir fark var mı? At ya da eşek eti yediği için ölen oluyor mu? Dermansız bir hastalığın sebebi at ya da eşek eti yemek olarak mı tespit edilmiş ?

Şu anda Türkiyenin ya da dünyanın herhangi bir yanında bir kişi at ya da eşek çiftliği kursa, bunları eti ve sütü için besleyip çoğaltsa ve satsa kimse ona mani olamaz ve “haram iş yapıyorsun” diyemez. Ondan ürün alarak yiyenlere de kimse “haram yiyorsun” diyemez

Devlet sistemi, bu gibi müteşebbislere mani olamaz. Ben devletin başında resmen olsam, hemen at ve eşek çiftliklerinin yaygınlaşmasını sağlarım. Domuz çiftliklerine verilen devlet teşviklerini hemen kaldırır ve o destekleri de at, eşek, zebra, geyik çiftliklerine veririm.

Bu hususta şu da bilinmeli ki dört mezhepte de “haram” diyenler değil “helal” diyenler çoğunlukta.

Hanefi mezhebinde, imam ı azam ın iki büyük talebesi vardı. içtihat makamındaki iki büyük talebeleri olan İmam ebu Yusuf ve İmam Muhammed de haram demedikleri gibi mekruh dahi demediler. Mübah dediler. Bu iki imama “imameyn” denilir ve bir meselede İmam ı azamın içtihadı farklı, imameynin içtihadı farklı ise fetva imameyne göre verilir. Bu kısımları iyice kavrayıp müslümanları her devirde sevk etmek ise “hakiki” müftülerin vazifesidir. Bir de mekruh denildiğinde tenzihen yani helale yakın mekruh mu yoksa tahrimen yani harama yakın mekru mu meselesi var.

At eti için hanefi mezhebinden olup mekruh diyenler tenzihen mekruh demişler yani helale yakın mekruh. Bu hususta mesned/kaynak kabul edilen hadislere bakılınca da hz. peygamberimizin at keserek etini yemeyi harp sırasında men ettiği anlaşılıyor, .sefer/harp sırasında fetvalar başkadır, hazerde yani normal zamanda fetvalar başkadır

Eşek yenir mi kısmında ise herkes daha da bir geri tutmuş kendisini ve hala öyle yapıyo. Bu da ilim adamlarının yapmaması gereken bir şey. Elbette Allahtan korkulacak ve fetva vermede istekli olunmayacak ama onlar vebal endişesiyle fazlasıyla geri durduklarında işler bu kadar karışıyor ve asırlarca doğru fetva ve amel üzerinde ittifak edilemiyor.

Eşek eti de helal ve dahi eşekle atın cinsi birleşmesinden oluşan katırların etini yemek de helal. Çünkü, ikisi de yenmesi helal olan hayvanın cinsi birleşmesinden oluşan hayvanın eti de helaldir.

Şurası da bilinmeli ki pek çok alim evcil at ve eşeklerin etlerinin yenilmesini yasakladı. Baştan yazdığım gibi, müslümanların hayatındaki dengeler hesap edilerek böyle fetvalar verildi ve bir de zaten peygamberimiz (sav) harp sırasında bile evcil olmayan at ve eşeklerin yenmesini yasaklamadı.

On yıldan fazladır aynı hususları anlatıyorum. Müzik konusunda da bizi men eden onca hadis i şerifler ve bunlara dayanarak fetva vermiş alimler var lakin o hadis i şerifler, kadınların hatta yarı çıplak kadınların söylediği, yanında içkilerin içildiği, sözlerinde küfürler hakaretler ya da dinen sakıncalı kısımlar bulunan müzikleri yasakladı.

Koca koca ehl-i sünnet alimlerinden hatta hakiki mürşidi kamillerden, bunları göz önünde bulundurarak, “sınırları gözetilerek müzik çalmaya ya da dinlemeye” helal diyenler çok oldu. Müziğin her türlüsü her şartta haram olmadığı gibi, at ve eşeklerin etlerini yemekten ve sütlerini içmekten de her şartta men edilmedik. Hanefi mezhebinde olanlar için evcil ya da vahşi, tabitta ya da çiflikte yetişmiş at ve eşeklerin etlerini yemek de sütlerini içmek de serbest.

Diğer üç mezhebe gelince… Artık bu hususta da gerçekçi olmak ve ameldeki bu üç hak mezhebin de artık unutulan, yok olan mezheplerden olup olmadıklarını seviyeli şekilde tartışmak lazım.

Zira bu mezheplerin hakiki müçtehid olan imamlarının peşinden giden hakiki alimler asırlardır yok. Maliki ve Hanbeli olanları geçtim, günümüzde Şafii mezhebine tabi olanlar bile bir çıkmazın içindeler, açıkça gözler önündeki bocalıyorlar. Çünkü tabi oldukları o hak mezhebe tabi olmuş hakiki mezhep içi imamlara, fetva makamında müftülere ihtiyaçları varsa da dünya genelinde tarama yapılsa bile söz konusu alimlerin “hakiki” olanından yok. Kendisinin ne kadar eksik vaziyette olduğunu bilse de o makamda imiş gibi gösterenleri var ama onların ise kendilerien bile faydaları yok.

Bu üç mezhebin içtihatlarından kaynaklara/kayıtlara geçen ve elde olan kısmı da bu mezhepleri ayakta tutmaya, var saymaya yetiyor mu, bunlar tartışılmalı.

Elde mevcut muteber kaynaklara göre, Şafii, Hanbeli ve Malikiler için de at eti yemek ya da sütünü içmek mübahtır. Mübah yani o işi/şeyi yapmaya izin verilir, yaparsan sevabı da yok günahı/azabı da yok demektir. Daha açık şekli ile at eti yemenin sevabı da yok, günahı da yok demektir.

Netice olarak, asırlardır dünyanın dört bir yanındaki müslümanlar at, eşek, katır, zebra ve daha pek çok hayvanı yemekten geri durdular, endişelendiler. Oysa bunların yenilmesinde mahzur olmadığına dair mezhep imamları gerekli fetvaları çoktan vermişlerdi ve kayıtlara da geçmişti. Asırlar boyunca bu hususlardaki “hatalı” geri duruş ve “aşırıya kaçma” hallleri, müslümanlara fayda değil, zarar verdi. Pek çok zor/elverişsiz coğrafyada bile at, eşek, katır, zebra ve benzeri hayvanların çiflikleri tesis edilebilirdi, pek çok “zor, yarı kurak” devirlerde bu davranış hayati faydalar sağlayabilirdi. Önümüzde yine zor ve yarı kurak ya da tamamen kurak devirler, coğrafyalar olacak. Bu hususların şimdiden sonra bile doğru anlaşılması çok faydalar sağlayacak.

Bence bu hususta da İblis’in çok “sinsi” oyunları olmuş. Alimlere de çok musallat olunmasını sağlamış, onların vesveselere düşmesini sağlamış. Elinden geleni ardına komamış ve bunca tertemiz, yenilebilir, sağlıklı, eti-sütü faydalı hayvanlar varken bütün dünyanın o pislik ve hastalık kaynağı domuz çiftlikleri ile dolmasını sağlamış.

Bu gün dünya insanlarının başına bela olup duran pek çok fiziki ve ruhi hastalığın kaynağı hep domuzlar ve dolayısıyla domuz çiftlikleri.

Bu kadar temiz hayvanlar varken insanların domuz yemesi için çok sinsi oyunların hem İblis hem deccal tarafından eş zamanlı olarak oynanadığı anlaşılabiliyor. Lakin dünya insanlığının hemen üzerine düşmesi gereken başka sarsıcı gerçekler de var. Dünyada, son zamanlarda genleri ile oynanarak türetilmiş inek ve koyun cinsleri var.

Söz konusu inek ve koyun türlerine türlü isimler konulmuş ve İblis ile deccalin kontrolünde olan batı aleminden doğu alemine doğru bu cinsler büyük bir hızla yayılmış ve hala daha fazla oranda yayılmaları sağlanıyor.

Devletlerin kontrolünü ele geçirmiş masonlar üzerinden de güya bilimsel kararlar ve tıbba uygun, akla ve mantığa uygun kararlar gibi gösterilerek ayrıca oyunlar oynanıyor. Bu sayede de söz konusu sonradan türetilmiş cinslerin hızla yayılması sağlandı, sağlanıyor.

Oysa söz konusu sonradan türetilmiş cinslerde, genetik kodlara sinsice müdahale edilmiş. Bunlara domuz genleri dahi katılmış.

Bir yandan domuzlar gibi pisliğe, kendi gübresine dayanıklı olsunlar, sürekli hastalanmasınlar ve kayıplar azalsın istenmiş ama bir yandan da hala domuz yediremedikleri ve domuz yediremedikleri için insanlıktan çıkartamadıkları insan topluluklarını hedef almışlar

Eş zamanlı olarak bu hayvanlar üzerinden, bunların etlerini yiyen ve sütlerini içen insanların da sağlıklarını bozmaya kastetmişler.

Söz konusu sonradan türetilmiş cinslerden olan hayvanlara da hayatları boyunca türlü türlü sözde aşılar vuruluyor.

Bu sözde aşıların, hayvanların sağlığı için olduğu söyleniyor ama bu hususta mason, yahudi, satanist kontrolünden çıkartılmış, hainlerin elinden alınmış bir devlet idaresinin “hakkaniyetli” bir çalışma yapması gerekiyor.

Bu cinslerden olan hayvanlarla tam olarak neler hedeflenmiş, ne seviyeye kadar kastedilmiş.

Sözde aşılar da üzerine gelince o hayvanların bünyelerinde, etlerinde, genlerinde neler oluyor.

Bunları yiyenlerin, ya da bunlardan sağılan sütleri içenlerin ya da söz konusu sütlerden imal edilen süt ürünlerini tüketenlerin vücutlarında neler oluyor.

Bunların bir an bile kaybedilmeden soruşturulması, araştırılması gerekiyor ki her köşe başının hastahane, her evin hasta dolu olduğu şu “vahşi” zamanın son bulması sağlansın.

Merada ya da tabiatta serbest şekilde yetişen, istediği kadar hareket edebilen, koşabilen at ve zebranın etinde yüksek protein var. Özellikle çocuklara zebra eti yedirilmesi son derece isabetli bir karar olacak. Bağlanmadan, serbest şekilde ve sağlıklı şartlarda yetiştirilen zebraların etleri, inek etlerinden daha sağlıklı, daha besleyici ve daha çok proteine sahip.

Yine tavşan etinin yaygılaştırılması ve merada ya da tabiatta istediği kadar hareket ederek ve sağlıklı beslenerek yetişmiş tavşanların etlerinin öncelikle çocuklara yedirilmesi de bir kırılma noktası oluşturacak. İnsanlığın sağlığını baştan ayağa düzeltmesine vesilelerden biri olacak. Tavşan etinde de yüksek protein var.

Domuz eti ise şimdiye kadar sayısız kere incelendi de temiz olmadığı, sağlığa zararlı olduğu gözler önüne çıktı. Tıpkı eşcinsellerin AİDS yaydıklarının görmezden gelinmesi gibi, söz konusu mason, yahudi ve satanist idarecilerin elinde olan devletler, domuz etinin sağlığa zararlı olduğunu da görmezden geldiler, geliyorlar. Çünkü hem deccal hem de İblis onlardan böyle davranmalarını istiyor. Çünkü tam kadro olarak insalığın düşmanı olan bir teşkilat bu Ankebut Ağı…

Şu geyiklerin, yüksek protein dolu olan etleri tam bir şifa kaynağı… Yine nispeten yüksek proteinli olan geyik sütü ise ayrıca şifa kaynağı. İstenseydi dünyanın pek çok yerinde geyik çiftlikleri dolardı. Eti ayrı, sütü ayrı, derisi ayrı, boynuzları ayrı değerlendirilirdi. Yaygınlaştıkça fiyatları da düşerdi ve bu da insanlığa yararlı olurdu. Kuzey ülkelerinden, yıllık hasılasının epeyi kısmını geyikten elde eden ülkeler olurdu. Yetiştirip de dünyaya bol bol satarlardı. Bunlara hep kasıtlı olarak mani olunuyor. Böyle şeyler yapılıyormuş, serbestmiş gibi gösterilse de gizli gizli, sinsi sinsi önleri kesiliyor. Yaygınlaşmasına izin verilmiyor.

İblis az önce Asya ülkeleri tarafına koştu, gitti. Yazılarım oralardaki ülkelerde bulunan yüksek sayıda kişi tarafından tercüme ediliyor. Üzerinde tartışılıyor, kararlara tesir ediyor yazdıklarım. Bu hususta yazdıklarımı anlayamasınlar, topluca yanlış anlasınlar, idrakleri kapansın, daralıp bunalıp konuyu bıraksınlar diye İblis onlara kendi elleriyle topluca büyüler yapıyor şu anda… Emrindeki cinlerini sevk ediyor İblis o Asyalı insanların üzerine… Çünkü en çok da Asya tarafından gıda/yiyecek hususunda ayarı bozmuş, insana yakışmayan şeylerin yenilmesini sağlamış o İblis…

Ve insan ne yerse yesin, yediklerinin hem bedenine hem de ruhuna tesiri vardır. Manevi/metafizik tesirleri vardır. Vakti gelince, geniş bir zamanım da olursa yenilenlerin metafizik tesirlerini de açar izah ederim

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Üstazımızın gerçek ailesi değiller

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Artık şu kısımları da anlatmanın vakti geldi, zemini oluştu

Asıl hikayeyi anlatayım sen de rahatla, bunca kardeşlerimiz de rahatlasınlar.

Sene 1950 olmadan önce gerçek üstazımız hicret etti. Hiç kimseye hiçbir şey söylemeden, anlatmadan hicret etti.

Durmaksızın üzerine gidenler, onu imha edebilmek için devletler arası seferberlik ilan edenler, kendi devletinin bütün kurum ve kuruluşlarını üstazımızın imha edilmesi için seferber eden o kriptolar, o hainler, neye uğradıklarını şaşırdılar. Onca şeye rağmen öldürülemeyen hazretimizin öldüğüne kanaat edecekler, edemediler, geri gelir dediler ama zaman geçtikçe gelmediğini gördüler.

Verdiği mücadelenin, tesis ettiği temelin devam etmesini, kriptolar olarak bu sistemin kontrollerine girmesini çok istediler.

Ortada hazretimiz yoktu, onu tanıyanlar da hep soruyorlar, merak ediyorlardı. Evrak oyunlarıyla ve millete söylenen yalanlarla, ikamet adresini Şehzadebaşı’ndan Kısıklı’ya taşıdılar.

Bu da evrakta sahtecilikle yapılan bir şeydi. O tarihlerde henüz yerine dublör hazırlayamamışlardı.

Üstazımız yıllarca maaşını da çekmedi, tek bir resmi işlem de yapmadı, yaptırmadı, çünkü ortada yoktu. Sene 1956 olana kadar hiç ortada görünmedi.

Sonra birden o Akçelioğlu Ermenisi üzerinden hamleler yapıldı, güya muhtarlıktan “hayatta olduğuna dair” resmi evrak alındı.

Geçen paylaştığım muhtarlık evrakındaki resmi gördünüz, o kişi yıllarca eğitilerek üstazımız gibi davranması istenen kütük gibi bir herifti, lakin genel hatlarıyla üstazımıza benziyordu, andırıyordu.

Zaten devletin bütün kurum ve kuruluşlarını çoktan kriptolar ele geçirmişler, zaten devletimizin istihbarat teşkilatlarını ele geçirmişler, zaten İngiltere kraliyet ailesi ne emrederse onu yapıyorlar.

Cumhuriyet diye bir ihanet sistemi kurmuşlar, tasmalarını İngilizlere vermişler, bir çekinceleri yok, evrakta sahtecilik, yalan, dolan, üçkağıt, cinayet, fitne, fesat, her şey bunlara serbest ve çekinmiyorlar.

Müslüman Türk rolü oynayarak az Müslüman öldürmediler. Çok kan döktüler çok.

Lakin üstazımızı öldüremeyince, ne olduğunu bilemeyince, yıllarca geri gelmeyince, bu yolu bitirmediler, kendilerince devam ettirdiler.

O dublörün yanına, bir süre sonra, eşi ve kızları denilerek birileri getirilmiş. Resmi evrakların, resmi kayıtların hiçbirinin sıhhati yok. Her hususun ayrıca doğrulanması gerekiyor. Kesin olan, o kişi üstazımız değil de dublör. Dublörün yanına getirilen kişiler ise dublörün gerçek eşi mi çocukları mı bu bile net değil. Yine kesin olan, o eşin ve çocukların gerçek üstazımızın eşi ve çocukları olmadıkları…

Eşi görünen kişi de gizli Ermeniymiş ve Yahudilik tarzı karışmış olsa da daha çok Ermeni/Hristiyan gibi yetiştirmek istemiş kızlarını.

o kadın gerçek üstazımızın eşi değil, onun yanındaki kızlar da üstazımızın kızları değil, gerçek üstazımız hiç evlenmedi, hiç dikkat etmedin mi?

Üstazımızın kronolojisinde, köyü Ferhatlar’a son defa gidip 40 gün kaldığı bilgisi bile var ama evlilik tarihi? Nerede evlendiğine dair kayıt? Onlar yok. Eşi diye gösterilen, anlatılan kişiye dair ne biliyorsun? Cemaatimizdeki gerçek Süleymanlılar, bu hususta ne kadar bilgiye sahip olabilmişler? İşte dikkatle üzerine düşülmesi gereken yerlerden bir yer de burası.

Yani üstazımızın eşi de yok, çocukları da yok. Kemal Kacar diye bir damadı yok ki kemal kacar soyu gözler önünde olan Sabetaycı bir Yahudi… Kemal Kacar ve Hüseyin Kamil, üstazımızın kızları gibi gösterilmiş kişilerle evlendiler.

Kemal Kacar

Hüseyin Kamil de kripto ve soyu Osmanlı’ya en büyük ihanetleri yapıp içerden deviren kadronun önde gelenlerinden biri olan Mustafa Reşid paşa hainine dayanıyor.

Buna göre, üstazımızın torunları diye bilinen Arif Ahmet Denizolgun, Mehmet Beyazıt Denizolgun, Gülderen Kuriş gibi kişiler de gerçek üstazımızın hiçbir şeyi değiller.

Gülderen Kuriş’in oğlu Alihan Kuriş de gerçek üstazımızın hiçbir şeyi… Fatih Süleyman Denizolgun da aynı.

Bak, Süleyman Demirel gibi, Bülent Ecevit gibi, Devlet Bohçalı gibi Kemal Kacar’ın da çocuğu yok. Gerçekten bir aile hayatı yok. Sabetaycılar, Kemal Kacar’ı dava diyerek bu yola adamışlar. Sorunsuz yol alabilsin diye onun erkekliğini elinden daha çocuk yaşlarda almışlar. İsteseydi de çocuğu olmazdı. Belki firari eşi de bu nedenle başka birine kaçtı.

Bak sahte üstazın kızına verilmiş isim Ferhan, evlenince Ferhan Denizolgun oluyor.

İnternete yaz, kendin arat.

Ferkan Denizman kimdir de.

Selanik kökenli güya Türk, aslında Yahudi dönmesi bir ailenin meşhur edilmiş bir evladı.

Neden öyle bir isim ve soy ismi var?

Çünkü hem ismi hem de soyismi kriptoloji/şifreleme ürünü, gizli yahudilerin birbirlerini tanıması için konulan şifreler ve bir de ibranice olan gerçek isimleriyle mana ya da telaffuz olarak benzesin diye güya türkçe denilerek böyle isimler kullanıyorlar.

Bu Denizolgun diye bilinen hain soyda zaten geçmişte de denizcilik işleri var.

Soy adı kanunu çıktığında deniz geçen soy adı alırken, Türkiye’deki gizli Yahudilerin ve Ermenilerin yaptığı gibi -ol ve -gun eklerini de ekletiyor, hani şu meşhur hain kişilerin başol, ongun, ergun gibi kişilerin isimlerindeki şifreleme ile bu şifrelemeler tamamen aynı temele dayalı…

Bir ara, anlamak isteyenlerin anlayacağı şekilde anlatmıştım.

Şu kabri şerifte de dublör yatıyor ve onu kendi elleriyle öldürmüş olabilirler, öldüğünde yanında yine kripto ermeniler ve yahudiler var.

Cesedi usulden yıkanırken yıkayan kişi yine Akçelioğlu soy adındaki gizil Ermeni kişi. Bir de yanında meşhur Mehmet Emre var, hani şu ahir ömründe hatırat yazan, birbirine tezat şeyler yazan ve Kemal Kacar tarafından cemaatten uzaklaştırılan Mehmet Emre…

Mısırlı Mason Cemaleddin Afgani’yi islam alimi olarak göstermeye cüret etmiş ve saymakla bitmez hainliği somut şekilde gözler önünde olan, saatlerce anlatılabilecek olan Mehmet Emre…

O Mehmet Emre de çok büyük hainlerden, hikayenin aslını bilenlerden, rolünü onlarca sene oynayanlara, onun da akrabalarını kendin bile, kendi dar imkanlarınla bile bulabilirsin, hep kriptolar. Ersan gibi soyadları bile var, tutmuşlar sahte üstaza bir de kabr-i şerif yapmışlar.

Mason usulüyle yedi tane sütun kullanmışlar.

Bak ne diyeceğim, şu sıralarda cemaatimizin mecmualarında sık sık reklam veren firmalar bile kriptoların, hainlerin firmaları onlar bile, dahası da var ki o firmaların çoğu eş zamanlı olarak kara para işleri de yapan firmalar, bazıları doğrudan Adnancıların paravan firmaları.

Devletimizin Emniyet Teşkilatı’nın mali suçlarla mücadele birimi olan MASAK bile birkaç gün gerçek soruşturma yapsa, her şeyi çözer, görür.

MİT’in yapmasına gerek bile yok, MASAK bile yeterli, lakin…

MASAK’ın başındakileri, MİT’in başındakileri de Kraliyet seçiyorsa, bizler adalet sistemine başvurduğumuzda muhatabımız olan savcılar, hakimler bile Kraliyetin sistemine çalışan mason, gizli ermeni, gizli yahudi kişilerse, sistem birbirini kollaya kolaya çalışan farklı kollar halinde ve devlet içinde farklı devlet teşkilatı halinde, gerçek bir paralel devlet teşkilatı halinde işliyorsa ki öyle, işte sorun burada.

Bizim de gerçekçi tavrımızı anlayamayanlar, biraz fazla sert bulanlar, bu kısmı göz önünde bulunduramıyorlar.

Biz hukuk yoluna gitmeyi defalarca denedik, neticede suçlu biz çıktık.

Karşımızda devletimizin adalet sistemi değil, masonların hakimleri, savcıları, doktorları ve ceza evi müdürleri ile infaz memurları vardı. O ceza evinin müdürü bile ben oraya konuldum diye peşimden oraya getirildi ve o da Sabetaycı bir gizli Yahudi. Sözde mahkemelerde karşıma çıkanlardan meşhur ettiğim Fatih Erdem’i de sabetaycı Yahudi. Ceza veren mahkemelere itiraz dilekçesi yazdım, onlar bile işleme girmedi, yok edildi. Hastahane süreci altı ay uzatıldı, günü birlik git gel, git gel, git gel ama bir şey yapamıyorlar. Ortada sorun yok. Ellerinde binden fazla yazımın bulunduğu dava dilekçelerinin kopyaları var, birini bir gün olsun açıp “Bunu nasıl yazdın” diye soramıyorlar. Anlatmakla bitmez skandallar. Ceza evi süreci boyunca Adnancıların benden davacı olduğu ve yıllardır süregelen iki tane davaya beni çıkartmıyorlar. İkisinin de ikişer duruşması ben içeride iken yapılıyor, devletin elindeyim ama beni duruşmalara çıkartmıyorlar. Her şeye rağmen akıl sağlığı raporu veremiyorlar, hukuk olsa hepsi toplanıp alınacaklar, onlarca açık daha vermişler, yüze yaklaşan şahit sayısı da ayrı ama hala rapor verilmiş gibi devletin sistemi, adalet sistemi işletilmek isteniyor. Hepsi ile tek tek Mehmet Haberal, Adnan Oktar, Bohçalı, Soysuz, Tayyip ve daha kalabalık bir kadro ilgileniyor. tepeye bakınca yine karşımıza Kraliyet ailesi çıkıyor. Fitnenin eskiden de şimdi de kraliyet ailesi. Yakında patlayacak ve herkes görecek, bu dava sürecinde, haksız mahkumiyet ve ceza evi sürecinde İngiltere’nin kraliyetin rolünü, payını…

Şu anda bile gerçekten bir hukuk devleti olsak, şu ana kadarki dosyalarım zaten ortada ne hükumet, ne MİT, ne Alihan, ne Adnancılar diye birilerini bırakır.

Daha o Mahmutçular, Menzilciler ve diğerlerinin de üst isimleri toplanıp alınır. Direnmeleri bu yüzden ama öyle ya da böyle sona gelindi daha fazla direnmelerine imkan olmadığını kendileri de görüyorlar.

Şimdi o Alihan, o Gülderen, O üstazımızın sözde talebelerinden kripto Seyfettin Alkan gibiler… Ayrıca Behlül Karak gibiler, Zeki Çalışkan gibiler, neye, nerede, nasıl cevaplar verebilecekler? Neler uydurabilecekler? Bu iş buraya kadar gelmişken, direnseler bile ne yapabilecekler?

Aklın yolu bir, görülüyor ki daha şimdiden temelden çöktüler, bittiler.

Hani araştıran oldu mu AAD’nin yurt dışındaki gayr-i müslim eşini?

Basına medyaya yansımış onca skandalı bile araştırmamışlar, somut delillerle, evraklarla zaten gözler önünde olanları bile dikkate almamışlar.

Hala itirazlar ediyorlar güya, neden? Kadın zaten Adnancı? Zaten kara paracı, zaten büyücü.

Süleymanlılık yalan. Ya da herif, bunca şeye rağmen itiraz ediyor, nasıl?

Zaten Adnancı… Zaten gizli Ermeni, Zaten gizli Yahudi, zaten gizli Mason, zaten karşımızdaki teşkilatın bir mensubu sizin sorununuz bu. Hala onları Türk, Müslüman, Hocaefendi, hocahanım zan etmeniz, hala tertemiz niyetler mevzulara bakmanız. Karşınızda çakallar sürüsü var.

Bunların kim bilir kaç kuşak geriden beri dedeleri, dedelerinin dedeleri bile böyle yaşadılar. Evet, bizim aramızda Müslüman Türk rolü oynadılar, şimdi ise her şeyleri ile gözler önündeler, ifşa oldular, çöktü ler, isterlerse dirensinler. Kim takar onların direnmelerini? Hangisi ne zaman benim karşıma geçebilmişler?

Anlamadınız hala beni açıkça, net bir şekilde yasaklamama sebeplerini?

Bir kere bile benle, Akademi Dergisi ile alakalı konularda mindere gelmemelerini?

Bir tek açık verseler yerden yere vuracağımı, her şeylerini gözler önüne sereceğimi, iplik söküğü misali olacaklarını bildiklerinden geri durdular bunca senedir, durdular da ne oldu?

Netice değişmedi. Daha da bir şey anlatmadım. Bunları da acı acı yutkunarak kardeşlerimiz bir sindirsinler, ben kim nereden koşuyor, nasıl taklalar atıyor, isimler, firmalar, bağlantılar, mafyalar, localar, kayıt numaraları, Adnancılar ve diğerleri,hükumetler ve gizli servisleri, her şeyi anlatacağım ve ispat edeceğim.

Sonra da bir tek savcı ya da hakim hala onları kollamaya çalışsın, bir tek idari yetkili bile hala onları kollamaya çalışsın, bütün milletin gözleri önünde aldıracağım, sıktıracağım.

Kanun, devlet ben olacağım. Adalet ben teşkilatımla ve milltimle birlikte dağıtacaım. Bu, hakimi bir hürriyeti mücadelesi ve bunda silah kullanmak hak değil, vazife, şart, zorunluluk. Silahtan, kurşundan, atardan, yatardan, düşman korkan geri dursun. Biz hep ileri gideceğiz.

Bu hususta da son derece ciddiyim samimiyim.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi