“Öldüğü halde kalbi atmaya devam eden Süleymanlı”nın gerçek hikayesi

B. T. T. (Akademi Dergisi takipçisi)

– Esselam aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu hocam. Üstazımızın vefat raporunu veren doktorun bu sıradan bir insan değil, kalbi atıyor ama öldüğü kesin deyişi. Kemal Kacar ile bir tanıdık yol kenarında bir camiye gitmişler farklı bir semadaki bir camii miş, sonra o camii aramışlar bulamamışlar gibi sesli anlatımlar var, neredeyse şahitli. Bunu nasıl uyduruyorlar…

– V.a.s. Hikayesi mevzu edilen “Ölmüş ama kalbi durmamış” denilen asıl kişi hz. üstazımız değil, Hüseyin Bakır…

Cemaatimiz içinde bazı hadiseler, hatıralar ve bazı ilmi meseleler kasıtlı şekilde olduğundan farklı anlatılmış, bazıları ise kulaktan kulağa aktarılırken, kasıt olmadan aslından bozulmuş. Hüseyin Bakır, intihar ettiği iddia edilen, Sabetaycı derin devlet ve MİT tarafından öldürüldüğü halde ölümünün üstü hukuksuz surette kapatılan bir kişi. Aksihar, Balıkesir, Manisa bölgelerinde kız ve erkek yurtlarının sözde idarecisiydi. 1985 yılında öldürüldüğünde 49 yaşındaydı. Hayrettin, Hilmi ve Tuba isimli üç çocuğu vardı. Hanımının adı ise Hafize… Daha sonrasında Hüseyin Bakır’a Bursa idareciliği de verildiği söyleniyor.

Hüseyin Bakır

MEB’e bağlı devlet okullarında hiç okumamış, tahsili yok. Okuma yazmayı dahi kendi gayretleriyle öğrenmiş. Balıkesir’de, fabrikatör Zeki Uslu olarak bilinen kişinin, kendisine ve Sabetaycı gizli Yahudi Kemal Kacar’a tahsis etmiş olduğu altlı üstlü dairelerde ikamet ediyorlardı. Kacar’ın çok yakınlarında bulunabilen, türlü ihanet, cinsi sapıklık, cinayet, hırsızlık, kara para, büyücülük işlerini, MİT ve mafya bağlantılarını bilen, ne kadar insanlık dışı işler döndüğüne şahit olan, bu türlü işlerin bir kısmına yardım ve yataklık eden ve payını da alan bir kişiydi. Hüseyin Bakır da hiç düzgün biri değildi ama hala insan kalmış bir yanı yine de vardı. İnsani/vicdani sınırları vardı ve gördüğü bazı şeylere çok şaşırıyor, inanamıyor, kabullenemiyordu. İçine çekildiği şeytanca sisteme tam olarak ayak uyduramıyordu. Psikolojisi iyice bozuluyordu. Her günün her saati aşırı sert, öfkeli ve şüphe çekici davranışlar sergiliyordu. Zaten ölümünden bir süre öncesinde Kemal Kacar’ın talimatlarıyla Hüseyin Bakır’a da sürekli ağır büyüler, sürekli ölüm büyüleri yapılıyordu. Büyülerin tesirinden de kurtulamıyordu.

Söz konusu binanın en üst katına Kemal Kacar, daha sonra nikahı altında iken firar eden eşi Kezban ile yerleşmişti. Bir alt katta Hüseyin Bakır ailesiyle ikamet ediyordu. Daha alt katta ise fabrikatör Zeki denilen şahıs ikamet ediyordu. Zeki’nin yurtlara çokça maddi yardımlarda bulunduğu biliniyordu.

Hüseyin Bakır vefatından üç gün önce Balıkesir’den yola çıkarak, akrabalarının bulunduğu Manisa/Turgutlu tarafına gidiyor. Annesi vefat etmiş, babası ise o zamanda hayattaymış. Sonrasında hanımını Akhisar kız yurduna bırakıyor. Kendisi de erkek yurduna geçiyor. Kız yurdunun adresi o zamanlar Efendi mahallesi, 267. Sokak, no 244 olarak biliniyor.

Köyünden geldiği aynı gün içerisinde ikindiden sonra kız yurduna geliyor. Kuran-ı Kerim hatminde kaldığı cüzü söyleyerek tamamlamalarını istiyor. “Bu gece bitirin, mutlaka bu gece bitmeli” diye tembihte bulunuyor. Halini görenler etrafını göremez gibi, çok endişeli, çok sıkıntılı olduğunu anlayabiliyorlar. Kırmızı Mercedes arabasına doğru ilerlerken geri dönüyor ve vazifeli hocahanıma, “Bir tane de benim için tevhid hatmi yapar mısınız?” diye söylüyor ve kız yurduna da yakın olan erkek yurduna geri dönüyor.

Erkek yurdunda, hatimden sonra sohbet veriyor. İçeri girdiğinde ayağa kalkan hocaefendilere dönerek “Yoksa benden korktuğunuz için mi ayağa kalktınız?” diye soruyor. Onlar da “Hürmetimizden kalktık” diye cevap verince “Benden korktuğunuz için saygı göstermeyin, ben de sizin gibi bir insanım.” mealinde konuşuyor.

Sohbetinde kıyamet gününden bahsediyor. Akabinde helallik istiyor. Bir çoğuyla da helalleşiyor. Erkek yurdundan çıktıktan sonra 23:30 sularında kız yurduna gidiyor. Gece vakti kendisinin kız yurduna geldiği daha önce hiç görülmemiş. Yine telaş ve endişeyle “Uyudunuz mu?” diye soruyor, hızlıca içeri giriyor. Vazifeli hocahanım etrafı önceden kontrol edemeden, Hüseyin Bakır kız yurdunda eşinin yanına, üst kata çıkıyor. Kızı da o yurtta hocahanım olarak vazife yapıyor.

Birkaç hocahanım, hanımı ve kızı yanına geliyorlar. Kızına iki kez elini öptürüyor ve onu gözlerinden öpüyor. “Bu ikinci el öpmen de arkadaşların için olsun”diyor. “Allah rahatlık versin” deyip dualar ederek yurttan çıkıyor. Ve hemen bahçesinde bulunan misafirhane denilen mekana geçiyor.

O zaman bölge idarecisi olan Hüseyin Bakır, kız ve erkek yurtlarının idarecisi olan Halit Karabıyık’ın evinin bitişiğinde bulunan misafirhaneye geçiyor. Mekana bahçeden ve Halit karabıyık’ın salonundan girilebiliyor.
Kız yurdundan, misafirhanenin ışıkları gözüküyor. Yurttan bakılınca, teheccüt namazı vaktinde ayakta olduğu, banyo ışığının yandığı görülüyor. Hanımı da “Gusül abdesti alarak vazifesini/rabıtasını yapar bu saatlerde” diyor ve ışıklar birkaç saat boyunca açık kalıyor.

Saat sabah 8:00 sularında Balıkesir’e dönmek üzere hanımı, hazırlanarak kız yurdundan misafirhaneye eşinin yanına geçiyor.
Eşinin vazife/rabıta yaptığını düşünerek yanına oturuyor. Boynundaki birbirine düğümlenmiş ipi görüyor. Sarsıyor, Hüseyin Bakır, hanımının üzerine doğru düşüyor ve hanımı bağırarak Halit Karabıyık’ın eşi Şadiye’ye sesleniyor.

O esnada tavanda bir küçük salıncak kancası, birbirine düğümlenmiş kuvvetsiz ipler, tavandan sarkan bir ip ve Hüseyin Bakır’ın boynunda kopmuş olan ip görülüyor. Kendisi, koltuğa yaslanmış ve dizüstü şekilde oturur halde bulunuyor.

Şadiye (ki dişi insan şeytanlarından biri), misafirhaneden çıkarak kız yurduna koşuyor. Telaşlı bir hal ile “Hüseyin hoca intihar etti” diye oradaki hocahanıma haber veriyor. Bu sıralarda Şadiye’de şok hali, korkmuşluk, üzüntü görülmüyor. Kendisi ile ilk karşılaşan vazifeli, halini gerçekçi bulmuyor fakat haberin telaşı ile misafirhaneye gidiyorlar.

Hüseyin Bakır’ın hanımı Hafize (ki o da dişi insan şeytanlarından biri) eşine böyle bir ölümü yakıştıramayarak, MİT ve Emniyet teşkilatı dahil devletin bütün kurumları içinde çok çok derin bağlantıları olan kara paracı ve Sabetaycı gizli Yahudi Kemal Kacar’ı arayıp akıbetinden sual etmek istiyor. O esnada Kemal Kacar’ın yurtdışında olduğunu söylüyorlar. Bir süre sonra arıyor. Hafize ile konuşuyorlar. Hafize görüşmede kendisine “Korkmayın o imanlı gitti” dendiğini aktarıyor.

Yurt idarecisi Halit Karabıyık hızlıca Emniyet teşkilatını arıyor, polis ve jandarma araçları yurda geliyorlar. O esnada yurdun yanında bulunan evlerden ihvan, ehavat da hadisenin cereyan ettiği mekana gelmiş oluyorlar. Hüseyin Bakır’ın bulunduğu odanın kapısı kapatılıyor ve Emniyet teşkilatı mensupları işlerini yapmaya başlıyorlar.

Emniyet teşkilatı mensuplarının işi mekanda kısa sürüyor. Fakat Hüseyin Bakır’ın ölmediğini, kalbinin attığını söylüyorlar. Halit Karabıyık “Alim zatların kalbi kıyamete kadar ölmez” gibi son derece sorunlu, art niyetli sözlerle, çıkışlarla polisleri oyalamaya ve yönlendirmeye çalışıyor. Polisler otopsi yapılması için izinler alacakları sırada karşı çıkıyor. Hüseyin Bakır’ın hanımı Hafize de izin için imza atmıyor ve polisler gittikten kısa süre sonra cenaze defin işlemleri başlatılıyor.

Gelen Emniyet teşkilatı yetkilisinin Halit’e, Hüseyin Bakır’ın duvardaki resmini göstererek, “Resmini buraya astın, kendisini de ipe mi astın?”dediğini duyanlar oluyor. Halit Karabıyık’ın, o zamanlarda Emniyet ve Jandarma teşkilatı mensuplarıyla iyi ilişkileri olduğu ve her sene onlara yurtta yemek verdiği, ziyafet sofrası denilebilecek şekilde ikramda bulunduğu biliniyor. Yine Halit’in Mehmed Emre ve çevresini çok muteber bulduğu, Seyfettin Alkan misafir olarak geldiğinde hususi ilgilendiği biliniyor. Kemal Kacar’ın misafirliği ile de Hüseyin Bakır’ın hususi ilgilendiği ve Kemal’in Halit’i birkaç kez azarladığı biliniyor. Cemaatimizin idaresini eline geçirmiş ve Türk/Müslüman rolü oynayan kişilerin, ilk zamanlardan beri kendi aralarında gruplaştıkları, iç çekişmeler yaşadıkları biliniyor. Bazı iç çatışmalar gizli Yahudi, gizli Hristiyan/Ermeni çekişmesi iken, bazıları da Mason iç çatışması olarak yaşandı, yaşanıyor. Bu şekilde çekişmeler, çatışmalar olarak görülen hadislerin daha derinine bakılınca da asıl kavganın kara paraları, makamı, yetkiyi, şöhreti paylaşamamak olduğu hep görülüyor.

Öldürüleceği kendisine söylenmiş gibi ya da söylenmediyse de kendisi bunu kesinlikle anlamış gibi tavırlar sergileyen, bir an önce ölüp kurtulmak isterken bir yandan da son derece telaşlı şekilde kendini öldürülmeye hazırlayan Hüseyin Bakır, öldürme teşebbüsünden sonra bile belki de saatlerce kalbi atmaya devam ettiği halde “öldü” denilerek defin ediliyor. Kemal Kacar’ın firari eşi olarak bilinen Kezban’ın, Hüseyin Bakır’ın ölümünden bir süre önce, ondan kendisine araba kullanmayı öğretmesini istediği… Hüseyin Bakır’ın arabasında birkaç kez bir arada görüldükleri hatta fotoğraflandıkları… Hüseyin ile Kezban arasında gayr-i meşru bir ilişki bulunduğu iddiaları da hep konuşulmuş, yayılmış.

Paraya tapan, para için Kemal Kacar’ı ve çetesini çok sıkıştıran Hüseyin Bakır meselesinin üzerine, hem de şu saatten sonra gidilse bile, Kemal Kacar başta olmak üzere, üstazımızın ailesi, evlatları, torunları denilen kişilerin asıl kimlikleri, gerçek milliyetleri, gerçek dinleri, gerçek ve gizli bağlantıları ile hedefleri ta İngiltere Kraliyet ailesine kadar çözülebilir. İsteyenler bu meseleyi hemen şimdi gizli Hristiyan Behlül Karak’a sorabilirler. Onun hala İngiltere’ye kadar da uzanan gizli Hristiyan ve kara paracı bağlantıları var. Ben Hüseyin Bakır meselesini çok önceden çalıştırmıştım. Dosyası hazırdı. Hala asıl gerçekleri bu yazışmada aktarmadım. Pimi çekme vaktini bekliyorum.

| Mfs – Ezber bozan – Akademi Dergisi

Dünya üzerinde bazı suni tektonik plakalar oluşturuldu/oluşturuluyor

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Bu türlü soruların gelmesini bekliyordum. Aslında soruların cevapları çok basit ve soranlardan bile bazıları cevaplarını buldular.

Tektonik plaka denilen şeylerin hepsi de tabii değil. Sorunun bir cevabı bu kısımda…

Yer altındaki plaka hareketleri olarak anlatılan şeylerden bazıları, gece vakti anlattığım, metal kutu sistemi dediğim dev gibi yaşama alanlarının hareketi olmasın?

Koca koca bilim adamları da bunlara takılıyorlarsa, hala ufuklarını açmamak için direniyorlarsa, Mfs ne yapsın? Bence onların art niyetli olabileceğini değerlendirmek vaktidir.

Şimdi, bizim dünyamızda, gizlice aramızda bulunan uzaylı tarafların sinsice engelleme çabalarına rağmen, epeyi bir bilim ve teknoloji seviyesine ulaşıldı.

Bu gün bizim yani dünya insanlığnın sınırlandırılmış, engellenmiş bilim ve teknoloji seviyesinde bile yerin altı çok derinlere kadar taranabiliyor, toprak ve kaya çeşitleri belirlenebiliyor, magma, yanardağ kısımları tespit edilebiliyor. Hatta bunlar çok uzun süre önce faaliyeti sona ermiş yanardağlar olsa bile bizim teknoloji seviyemizle bile artık yanaradağa atsan yanmayacak ve bütünlüğünü koruyacak, içine yakıcı seviyede ısı geçirmeyecek araçlar yapılabiliyor.

Gezegenin tabii dengesine dair de çok şeyleri artık biliyoruz. Rüzgarları, gazları, manyetik alan dengelerini, biyolojik çeşitliliğin bu dengelere göre yaşamasını, yön bulmasını, şekillenmesini, yayılmasını da keşfettik çoktan, benim anlattığım sistem tek çeşit değil.

Bazı suni adalar ya da suni kıtalar tamamen bir deniz ya da uzay aracı gibi yapılırken, bazıları ise yerinden bir daha hareket etmeyeceği baştan kararlaştırılarak farklı tekniklerle yapılan bir nevi doldurma teknikleri ve hep ifade ettiğim gibi, söz konusu geçmiş teknoloji çağları, şu andaki bilim ve teknoloji seviyemizle kıyas bile götüremeyecek kadar ileri seviyedeydi.

Yani söz konusu işler yapılırken maddeye, ışığa, taşa, toprağa, canlıların vücutlarına, şu anda baktığımız gözle bakılmıyordu, devasa ağırlıkları kaldırmak çocuk oyuncağı gibi olmuştu.

Yapay zekalar şu anda bile zekamızı aşıyorlar ama o zamanlar daha da uçuk seviyedeydiler ve gözünüzde büyüttüğünüz gibi milyarla insan çalıştırılarak, çok büyük emekler verilerek, çok fazla zaman harcanarak yapılmadı bu sistemler. Ona göre bilim teknoloji ve araçlar vardı.

Şimdi sorunun diğer kısmının cevabına geçelim. Bu gün bile bir arazide büyük bir çalışma yapılacaksa, oraya devasa bir tesis kurulacaksa, deprem bölgesi olup olmadığına, magma hareketleri olup olmadığına, ve daha pek çok şeye bakılmıyor mu?

O zamanlar bu sistemleri kurabilenler hiç bu yönlerden bakmadan böyle bir işe girişirler mi?

Elbette yerinde sabit duran, dıştan bakınca tabii görünen ve büyükçe bir suni ada yapacaklarsa, metal kutu gibi yaşama alanını yerleştirirken bazı incelikler yapacaklar, bazı bölgeleri kapatmayacaklar.

Oradan tabii şekilde yukarı doğru çıkacak olan magmanın suni adanın en tepesine kadar çıkmasını sağlayacaklar ve o teknoloji seviyesindeki kişiler için bu, işten bile değil.

Bu nedenle, Japonya ya da falanca adada yoğun magma hareketi var, yanardağlar var, oralar nasıl suni adalar olabilir demek gereksiz. Şimdi bu izahtan sonra, dikkati yine ABD’ye çekmek gerekir.

Dünyada bilim adamlarının yakından takip ettiği bazı tektonik plaka/levha hareketleri var. Bunlardan bazıları da Oregon ve Washington sahillerinde yaşanıyor.

Şimdi dünyadaki “gerçek” ve dürüst bilim adamları bu konulara bu gözle baksalar, her şeyi hemen kavrayacaklar.

Hatta kendi uzmanlık alanları bu olduğu için, bu meseleleri hemen benden de daha isabetli, detaylı bir şekilde anlatabilir olacaklar.

Gece paylaşılan yazışmalarımda da geçtiği gibi Amerika kıtasının sahillerinde ve özellikle ABD’nin sahillerinde suni kısımlar, suni plakalar ya da doğru ifade ile altına metal kutu gibi yaşama alanları yapılmış, üstüne çok yüksek şekilde kayalar ve topraklar doldurulmuş kısımlar var. İşte ben bunları anlattım. Bunların kontrolünü kaybediyorlar. Bunların çoğunu zaten kendileri yapmadılar. Teknolojileri yetmedi şu anda bunların içinde yaşayan pek çok uzaylı türün… Hazır buldular, yerleştiler çoğunlukla.

Şimdilerde ise göz göre göre yaklaşan felaketlerine karşı işe yarar tedbirler bile alamıyorlar.

Bu onlar için büyük bir tehlike olduğu kadar, bu doldurulmuş suni sahillerin üzerine yaşayan insan toplulukları için de büyük bir tehlike.

Mayaların 2012’de Kıyamet kopacağına inandıkları hep konuşuldu. 2012 isimli meşhur bir deprem/afet filmi de çekildi.

O filmde ABD’nin sahilleri tıpkı dengesiz yüklenmiş dev gemilerin bir yana doğru yatması misali okyanusun sularına yatıyorlar, batıyorlardı.

Belki de Mayalar’ın arasında istisna seviyede işinde iyi olan metafizikçiler vardı.

Bir gün dünyanın dört bir yanında, en çok da ABD’de bu filmdeki sahnelere benzer afetlerin yaşanacağını gördüler.

bu kadar büyük kara parçlanmalarının ve afetlerin depremlerle, fırtınalarla mümkün olmayacağını düşünüp de “olsa olsa kıyamet kopmasıdır bu, başka türlü bu gezegende böyle şeyler olmaz” dediler.

Bu son yazdıklarım bir zan ama üzerinde durulması, istişare edilmesi gereken bir zan.

Belki de söz konusu metafizikçileri, tarih belirleme hususunda da çok yaklaştılar ama tam isabet edemediler.

2012 dediler ama 2022’de yaşanacağını bilemediler

belki de 2023 ya da 2024’te ya da 2030 da yaşanacak böyle şeyler ve tarihini tespit etme ve gördükleri şeyin ne olduğunu anlayıp değerlendirme kısmında ufak hatalar yaptılar.

Nitekim, şaşırtıcı şekilde pek çok bilgiye sahip oldukları, hala sırları çözülememiş ilginç bir topluluk oldukları halde, onların tespit ettiği tarih olan 2012’de kıyamet kopmadı.

Pek çok hususta şaşırtıcı şekilde isabetli olan Mayalar, bu hususta neden isabetsiz çıktılar, bunu da oturup bir konuşmakta fayda var.

Bir de yeraltındaki plaka hareketleri denilen şeyler, bazı yerleşme alanlarının bazı kısımlarının artık yaşanamaz hale gelmesi neticesinde uzaylı türler tarafından kısmen imha edilmesi olabilir mi?

Bu hızlı değişmeler, söz konusu plakaların çok hızlı şekilde küçülmesi olarak yorumlanıyor ve hata ediliyor olabilir mi?

Hatta bazı uzaylı türler de yaşama alanlarının bazı kısımlarını zamanla genişletiyor olabilirler mi? Dünya insanlarından olan bilim adamları, bunları bilmedikleri için isabetsiz yorumlar yapıyor olabilirler mi?

Bir de şu kısmı var. Geçmiş teknoloji çağlarında bu gibi yer altı yerleşme alanları yapılırken magma faaliyetlerinin olduğu yerleri öncelikle tercih etmiş olabilirler mi?

Magmayı enerjiye/yakıta çevirmiş olabilirler mi?

Dünyada kıtaların sahil kısımlarında değil, epeyi iç kısımlarındaki bazı yanardağlar bile suni yanardağlar olabilirler mi?

Bunların ne zaman lav püskürteceğine, bunları yapan ve kullanmakta olan uzaylı türler karar veriyor olabilirler mi?

Dünyada pek çok farklı noktada, farklı kişiler tarafından, yanardağın içine hızlıca giren UFO’lar kayda alındılar. Bu UFO’lar, neden yanardağların içine giriyorlar?

Oradan nereye gidiyorlar, hep geri mi çıkıyorlar?

İşte ben bu yüzden bildiğim pek çok şeyi anlatmayı onlarca sene sonrasına bıraktım ama şu kadarını da artık anlatalım. Zaten bizim dünyamızın bilim ve teknolojisi ile bile benzerleri yapılabilecek sistemler bunlar.

Bunlar artık “olamaz, mümkün olamaz, uçuk bir iddia bu” denilebilecek şeyler değil. Dünya insanları daha çok araştırsalar, araştıranlar ve konular hakkında konuşanlar daha dürüst olsalar bu gibi konuları daha da kısa süre içinde ve daha detaylı şekilde anlatırdım. Aksi halde anlatmanın faydası olmadığı gibi, zararları bile oluyor.

Şimdi aklıma geldi, bunu da eklemem gerekir. Yanardağlar bir yönden daha ihtiyaç duyulan şeyler. Çevresindeki toprağın gübrelenmesini ve çok iyi seviyede ziraat yapılmasını sağlayan şeyler. Şu dünyada gerçek/dürüst bilim adamları kaldıysa, çıkıp zaten bunları bilimsel seviyede detayları ve görseller/canlandırmalar ile anlatacaklardır.

Ayasofya İblis’in mekanıdır, vakti gelince yıkılacak

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Bu gece çok şeyleri anlatasım var ama hakikatleri birden anlatmak doğru olmuyor. Madem sordun, genel çerçevede bilgiler vereyim.

Ayasofya ne Hristiyanların bir mabedidir, ne de Müslümanların bir mabededir.

Ayasofya İblis’in projesidir. İblis’in sistemine tabi olmuş uzaylı türlerin işidir.

İstanbul’un fethi ile Ayasofya’nın bir alakası da yoktur. Ayasofya, İstanbul’un hakimiyetinin temsili/sembolü de değildir.

Öyle kabul edenler de bilmeliler ki Ayasofya geçmişte hiçbir zaman Hristiyanlara ya da Müslümanlara “gerçekten” ait olmadı.

Sahte Fatih’in, sahte fetihten sonra Ayasofyayı tam bir camiye çevirmemesi bile İblis’in kararıdır.

Güya Hristiyanlıktan, aslında Satanistlikten kalan çizimler, semboller de bu emir icabı kazınmamış, tamamen yok edilmemiştir.

Hadis-i şeriflerde, sahabenin izahlarında, Hz. Osman’ın izahında, gerçek İslam alimlerinin izahlarında hep anlaşılır şekilde İstanbul’un ahir zamanda hz.Mehdi tarafından fethedileceği ifade edilmiş. Sonradan malum teşkilatlar bu kabullenişi aksi propaganda ile değiştirmişler.

İstanbul’un haber verilen fethi çok yakında gerçekleşecek ve o vakit Ayasofya ibadete açılmayacak, yıkılacak.

Evet, yıkılacak ve İblis’in mekanı, onun hakimiyetini temsil eden o mabed tarihin karanlık sayfalarına karışacak, lakin yıkılmadan önce detaylı şekilde görüntüleri alınacak, altındaki satanistlere ait gizli mabedler, tüneller, semboller, tünellerin çıktığı yerler tarihe geçecek. Bu hususlarda gerekli soruşturmalar adli makamlarca yapılacak, dünyaya da şeffafça her husus anlatılacak, gösterilecek, hiçbir şey gizli kalmayacak.

Milletler arası yargılamalar zaten pek çok konudan ötürü yapılıyorken, araya bu Ayasofya yargılamaları da dahil olacak.

Şimdilerde birden birden Kız Kulesi’nin tadilata alınması, bu bahane ile büyük kısmının yıkılması, büyük bir inşaat/tadilat/moloz işine girişilmesini de manidar buluyorum.

Çünkü bir süredir bahsettiğim, Ayasofya’nın altına da çıkan tünellerle, vahşet mekanlarıyla Kız Kulesi denilen mekanın da bağlantıları var

Belki birileri bunları çok hızlı bir şekilde imha etmek, tünellerin içindekileri de çok hızlı şekilde yok etmek istiyorlardır.

Öyle ya da böyle, kısa süre sonra zaten İstanbul boğazı tıraşlanarak genişletilirken, tarihi yarımada da denilen o kısım tamamen tıraşlanacak.

Ne Ayasofya, ne kriptoların yaptığı Sultan Ahmed sözde camii, ne o satanist piramitleri ve sütunları, ne diğer satanist mabedleri, ne Topkapı Sarayı kalacak. Hepsi tarihin lanetlerle anılacak. Tarihin karanlık sayfalarında yerlerini alacaklar.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

İkinci Abdülhamid basit bir piyondu

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

İşte Osmanlı’nın son zamanında neyin neden yaşandığını, kimin aslında neye hizmet ettiğini bilebilmek, bulabilmek de söz konusu tarafları, dengeleri bilmekle bağlantılı.

İkinci Abdülhamid bile bu dengeler arasında kullanılan çok çok basit bir piyondu. Değil İslam’la, insanlıkla bile bağı yoktu.

Taraflardan/gruplardan biri Osmanlı’ya dair planlar yapıp uygulamak isterken, diğer grup ise onlara karşı hamleler yapıyordu. Görünürde Osmanlı koflaşıp yozlaşıp içten çöküyordu.

Bu da doğru ama daha derinden bakılınca Osmanlı, İngiltere’ye çalışan masonlar tarafından kasten içten çökertiliyordu. Bu kısmın içinde de Hristiyanlar, Yahudiler ve daha farklı taraflar, grupların anlaşmazlıkları neticesinde yaşanan karmaşık hadiseler de var ama daha da derinden bakılınca, uzaylılar Osmanlı üzerindeki emellerini uyguluyor ya da uygulamak isteyenlere karşı siyaset sergiliyorlardı.

Abdülhamid gençlik yıllarından beri, bize anlatılanların tam aksine bir kişiydi.

Yahudi ve Ermeni tüccarlarla, kara paracılarla, hainlerle kaynaşmış, kenetlenmiş bir kişiydi.

Güya Osmanlı’yı “her şeye rağmen” ayakta tutmak için yaptığı siyaset, kendi kararlarına, kendi istihbaratına dayanmıyordu. Arka planda onu yönlendiren gizli adamlar vardı, bunların da bağlantıları İngilere’ye, Yahudilere, Ermenilere/Hristiyanlara çıkıyordu

Abdülhamid, sahada yaşanan karmakarışık dengeler arasında kendince safını belirlemiş ama kesinlikle Türk/İslam safını seçmemiş bir kişiydi.

İddia edilenin ve zan edilenin aksine Ermeni düşmanı değildi. Ermenileri hep çok sevdi, sinsice kolladı. Bunu artık görmemek için kör olmak ya da hakkaniyet nedir bilmeyen, Allah’tan da korkmayan bir münafık olmak lazım.

Gerçek üstazımız, ikinci Abdülhamid’i tasvip eden ve öven sözler de söylemedi, onlar da hep uydurma, cemaatimizi en tepeden ele geçirmiş olan kriptoların uydurmaları.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Adolf Hitler biyonik robottu, Müslüman olmadı

(Bu yayın, Mehmet Fahri Sertkaya’nın sosyal medya uygulamasında bir takipçisi ile yazışmasının tek taraflı olarak yayınlanmış halidir)

Artık bazı şeylerin bilinmesinin vakti geldi, böyle karşılıklı yazışmalarda bile açıkça sarsıcı gerçekleri herkese yazıyorum.

Cemaatimizde bize anlatılan Hitler hikayeleri de hep uydurma.

Hitler Müslüman olmadı. Biyonik robot oldu.

Griler tarafı İngiltere, Almanya ve resmen ilan etmek üzere oldukları İsrail merkezli olarak yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışıyorlarken, Yeşiller ve onlarla beraber hareket eden diğer uzaylı türler ise buna mani olmak, kendilerince bir dünya düzeni tesis etmek istiyorlardı.

Dünyada daha çok Antarktika bölgesinde yer altında yaşayan başka uzaylı türler de bu mücadeleye biraz dahil oldular. Hitler suretinde imal edilmiş biyonik robot da bunların kontrolündeydi. İçinde ne yeşillerden ne de grilerden olan bir uzaylı vardı. Lakin bu tür daha çok Yeşillere yakın duruyordu.

O sıralarda da tıpkı “İstanbul’un fethi tiyatrosu” sırasında olduğu gibi çok çok karışık ve her an değişebilen dengeler varken pek çok mühim hadise yaşandı.

Dünya insanlığına her şey farklı gösteriliyor ama perde arkasından uzaylı türler birbirleri ile mücadele ediyorlardı.

Hitler suretinde imal edilmiş biyonik robot, daha çok Yeşillere çalışıyordu. İsrail’e, İngiltere’ye, İngiliz Kraliyet ailesine yani deccaliyet sistemine karşı mücadele veriyordu.

İsrail’in resmen kurulması için İngiltere ve kraliyet ailesi üzerinden planlar kurulmuş ve sahada uygulanıyordu. Başlarda Almanya da bu plan çerçevesinde yeniden şekillendirildi. Hızla ve Yahudi paraları ile daha arka plandan ise grilerin müdahaleleri ile güçlendirildi.

Almanya, tarihte yaşananın aksine olarak, batıya doğru değil, doğuya karşı bir savaş verecekti. Batıda yeşillerin kontrolünde olan birkaç yeri ezip geçecekti sadece.

Sonrasında yeşiller, bazı diğer uzaylı türlerle de anlaşarak bu savaşta baskın gelmeye başladılar, Almanya’da dengeleri ele aldılar, gücü ele aldılar.

Griler, onlarla birlikte hareket eden uzaylı türler ve onların elinde oyuncak olmuş dünya insanı yahudiler, masonlar, satanistler, ortada kalacak gibi oldular, neye uğradıklarını şaşırdılar. Son bir hamle ile Almanya planını iptal ettiler ve yerine ABD’yi güya süper güç ilan ettiler

ABD’yi “normal şartlarla izahı mümkün olmayacak şekilde” ve çok kısacık sürede güçlendirdiler, donattılar, gerektiğinde biyonik robot bilim adamları üzerinden güya yeni keşfedilmiş bilimsel teknikler verdiler, sonra ABD üzerinden bu savaşa devam ettiler.

Hikaye çok çok uzun ve hakikaten çok karmaşık ama Hitler mağlup edilemeseydi ya da son zamanında farklı anlaşmalar yapılıp da mücadelesini bilerek zayıflatılmasaydı, bizden ihanetlerle ve uzaylı oyunlarıyla alınan Filistin’de İsrail denilen sözde devlet, gerçekte o terör teşkilatı tesis edilemeyecekti, İsrail resmen var olamayacaktı, İngiltere muhtemelen tamamen yok edilecek, yeni siyasi haritalar belirlenecekti. Dünyanın süper gücü de ABD değil Almanya olacaktı.

O tarihten bu güne kadar dünya tarihi çok başka akacaktı. “Hitler Türkiye’yi neden işgal etmedi” sorusu karşısında Yahudi/Mason İlber Ortaylı ve dünyadaki benzerleri dahi ıkınıp duruyorlar, ne diyeceklarıni bilemiyor, izah edemeyecekleri dengeler olduğunun farkındalar ama o sorunun cevabı bile bu anlattığım dengelerin doğru anlaşılabilmesi ile verilebilir.

Şimdi de dünya üzerindeki pek çok meselenin doğru düzgün izah edilemeyişinin arkasında bu gerçek var. Uzaylı türlerin, biz dünya insanlarından mümkün olduğunca gizleyerek kendi aralarında savaşmaları ya da danışıklı dövüşmeleri var.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi