Hızır (a.s.), yüksek teknoloji, ölü balığın dirilmesi ve Kehf Suresi

Ezber bozandan yeni ve sarsıcı bilgiler…

Akademi Dergisi (Mfs/Ezberbozan) taklidi yaparak Youtube için video hazırlayanlar, televizyon kanallarında açık oturum yapanlar, muhtelif mecralarda köşe yazıları yazanlar ve ayrıca kitaplar yazanlar, son zamanlarda sanki biraz yavaşladılar. Ayrıca ufuklarını genişlettiğim bilim adamları da etkili ve yetkili kişiler de bu konularda daha çok şey öğrenmek istiyorlar. Anlaşılan o ki bütün bu insanlığa artık bazı şeyleri daha da açık şekilde anlatmanın vakti gelmiş.

Türkiye ve dünya siyasetinin bir süredir aşırı gergin olduğu şu zamanda, zihnim bunca gergin meselenin arasında dinlensin ve söz konusu kişilere de yeni tartışma/araştırma konuları çıksın ve bazı soruların da artık cevapları net olarak verilsin diye, ana hatlarıyla da olsa bazı sarsıcı gerçekleri yazayım…

– Yıllar önce yazmıştım ki çok kaliteli/gerçekçi biyonik robotlar, sadece insan suretinde değil, köpek, kedi, kuş ve diğer hayvanların suretlerinde de imal edilebiliyorlar. Yine tekrarla yazmıştım ki dünyamızda on bin seneden fazla süredir biyonik robotlar yani hem mekanik aksamı bulunan hem de biyolojik dokuları bulunan ve yapay zeka ile yönetilen robotlar yapılabiliyor. Karada ve havada yaşayan canlıların suretinde biyonik robotlar yapılabildiği gibi, denizlerde, okyanuslarda ve akarsularda yaşayan canlıların suretlerinde de biyonik robotlar on bin seneden fazladır yapılıyorlar. Şu anda bile dünyanın muhtelif denizlerinde ve okyanuslarında dolaşmakta olan Yunus balıklarının, köpek balıklarının, balinaların ve daha başka başka balık türlerinin aralarında, çıplak gözle bakılınca gerçeklerinden asla ayırt edilemeyecek biyonik robot balıklar da dolaşıyorlar. Dünyadaki devletlerin, en çok da mavi balina ya da gök balina denilen, ağırlığı 150 tona ulaşabilen balinalara dikkat etmesi gerekiyor.

– Yunus Aleyhisselam’ı bir balık yutmuştu ve balığın karnında bir süre yaşamıştı. Aslında o şey, balık suretinde imal edilmiş, canlı dokularla da kaplanmış, büyükçe bir biyonik robottu. O biyonik robotun içinde, başka bir uzaylı insan türünün insanları vardı. Günümüzde olduğu gibi o zaman da gerçek bir balık gibi görünerek gizlice görev yapmaya imkan sağlayan araçlar vardı.

– Uzun zaman önce yazmıştım. Hızır Aleyhisselam ile Musa Aleyhisselam’ın buluştuğu ve “iki denizin birleştiği yer” denilen o yer, Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştiren İstanbul Boğazı… Bu buluşmanın bir kısmına kadar Musa Aleyhisselam’a yardımcı olan genç de Yuşa Aleyhisselam… Orada söz konusu olan ölü balığın dirilmesi de yine konumuzla alakalı. O balık da gerçek bir balık değil, tamamen gerçek bir balık gibi görünen bir biyonik robottu. Çalışmasına mani olan, kontrol edilmesini tamamen imkansız kılan bir sorun oluştu. Tehlikeye düştüler ama bir kayalığa sığınmayı başardılar. O gergin anlarda, balık da denilen o aracı düşünemediler. Musa (A.S) değil ama Yuşa (A.S.) kısa bir süre sonra balığın tekrar çalışır hale geldiğini hatta kendi kendine oradan uzaklaştığını gördü. Bunu Musa Aleyhisselam’a söylecekti, yanına vardığında unuttu.

Musa Aleyhisselam’ın, kendinden daha alim bir zat olduğunu duyduğu ve çok da merak ettiği Hızır Aleyhisselam ile buluşma, konuşma arzusu çok yüksekti. Bunu can-u gönülden istiyordu. Görüşebilmek için büyük zahmetler çekmeye ve risklere girmeye bile hazırdı. Musa (A.S.) ve Yuşa (A.S.) gibi, peygamber olmanın yanında, aynı zamanda idarecilik/hükümdarlık/komutanlık da yapan kişilerin, yanlarına koca askeri birlikler ve çok sayıda askeri araçlar almadan çok uzak diyarlara gitmeleri son derece riskliydi. Bu nedenle, o devirde kullanılan çok çok özel araçlardan birini tercih ettiler. Bu araç, binlerce millik mesafeyi, kendilerini hiç fark ettirmeden ve gizlenerek gidebilecekleri, denizin içinde ve balık sürülerinin arasında dahi yol alabilecekleri bir araçtı. Balık da denilen, balık hareketlerini tamamen taklit eden, çıplak gözle bakınca gerçek balıktan ayırt edilemeyen, yüksek teknoloji ürünü ve biyolojik dokularla kaplı aracı kullanarak gittiler.

Günümüzde İstanbul dediğimiz yere geldikleri gibi balık öldü yani bozuldu. Sistemleri, göstergeleri/ekranları tamamen devre dışıydı. Hiç enerjisi/gücü kalmamış ve nötrlenmiş gibiydi. Balık imal edilirken düşünülen acil durum teknikleri kullanılarak karaya varılabildi ve kayalık bir yere zor zahmet de olsa çıktılar. Kayalığa çıkarken de çok gergin anlar yaşadılar. Balık aslında ölü değildi. Çalışabilir haldeydi. Lakin Hızır Aleyhisselam’ın güvenliği yüksek seviyedeydi. Kendisinin bulunduğu o bölgede, çıplak gözle görülemeyen bir güvenlik kalkanı çalışır vaziyetteydi. Kaf Dağı yani Van Allen Kuşağı’nın benzeri şekilde, düşman araçlarını/UFO’larını, düşmanın imal ettiği biyonik robotları ya da biyolojik dokuları bulunmayan şekillerde üretilmiş tamamen mekanik robotları içeri geçirmeyen bir kalkandı bu… Daha sonra Hızır Aleyhisselam’ın müdahalesi ile Musa ve Yuşa peygamberlerin hiç beklemedikleri şekilde, bu balığın/aracın arızalı hali düzeldi, balık onların kontrolünün dışında denize doğru ilerledi.

Genç adam yani Hz. Musa’ya yardımcı olan Yuşa aleyhisselam bu nedenle “Kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.” dedi. (Kehf Sûresi, 63. Ayet-i kerimesi) Bu nedenle, bu sözün karşısında Musa (A.S.) da “İşte aradığımız zaten buydu” dedi. (Kehf Sûresi, 64. Ayet-i kerimesi) Yani “Doğru bölgedeyiz, gitmemiz gereken yöndeyiz. Bu yaşanan hal beni çok sevindirdi. Bu balığa Hızır Aleyhisselam müdahale etti, bizi buraya çekti.” manasına söyledi. Aracın ellerinden çıkmasına hiç üzülmedi. Sonra tekrar kayalık yere geldiklerinde Hızır Aleyhisselam’ı orada buldular, görüştüler ve balık da çalışır vaziyette oradaydı.

– Yer yüzünde ab-ı hayat yani hayat suyu var. Bu da efsane değil, gerçek. Hızır Aleyhisselam da bu sudan içti, çünkü bunu kendisi buldu. O kadar yüksek ilmi var ki ölümsüzlüğe yani yaşlanarak ölmeye mani olacak bir sıvı üretti. Buna ab-ı hayat deniliyor. Tam manasıyla ölümsüzlük yok ve hiçbir zaman olmayacak, bulunamayacak. Bu suyu içenler bile ağır kaza geçirseler, ölümcül silah darbeleri alsalar ve benzeri haller olsa, bedenin pek çok mühim yerinde eş zamanlı ve ağır darbeler olsa, ölüyorlar. Lakin bu su, yaraları çok hızlı iyileştirdiği gibi zarar görmüş organı da hızlıca yenilediği için, bu suyu içenin ölme ihtimali çok çok düşük oluyor.

– Hızır (A.S.) uzay teknolojisi kullanıyor ama akla hemen uzaylılar gelmesin. Yeşiller, Griler ve benzerleri gelmesin. Onların teknolojileri, Hızır (A.S.)’ın sahip olduğu teknolojinin yanında oyuncak misali kalıyor. Dahası, bu teknoloji bu dünyaya, başka dünyalardan nakil edilmedi. Tamamen dünyamızda gelişmiş bir uzay teknolojisi bu…

– Tabut-u Sekine yani Ahid sandığı, Musa (A.S.)’dan önce de vardı ve Hızır Aleyhisselam’daydı. Şu devirde de hala Tabut-u Sekine Hızır Aleyhisselam’da. Hz. Mehdi yani Süleyman Hilmi Tunahan k.s. da ab-ı hayat içti. Daha önce sesli olarak da detaylı anlatmıştım ki hz. Mehdi yani üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, bir anda ortadan kayboldu, hicret etti. Vefat ettiği zan edildi, İngiliz istihbaratı ile bağlantılı gizli Ermeniler, gizli Yahudiler, masonlar, güya Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin kıymetli talebeleri, bir vefat tiyatrosu sergilediler. Kabr-i şerif olarak bildiğimiz sözde makamı inşa ettiler. Bir Sabetaycı gizli Yahudi hainin, arasına bol bol ilmi tuzaklar yerleştirdiği güya İslami yazılarını, üstazımızın mektupları, risaleleri olarak kabullendirdiler, okuttular.

Hz. Mehdi’nin hadis-i şeriflerde haber verilen talebesi Kahtani/Cehcah isimli kişi, dünyanın siyasi, askeri, dini şartlarını iyice ayarladıktan sonra, Hz Üstazımız yani Hz. Mehdi, hicretinden geri dönecek. Hizmetine yine devam edecek. Daha çok Şia bölgelerinde yaygın olan “Mehdi’nin gaybet dönemi” denilen şeyin aslı da bu… Öyle, bin sene önce mehdi geldi de sonra ortadan kayboldu da ahir zamanda yeniden gelecek diye bir şey yok. Aslı bu… Ahir zamanda gelecekti, geldi. Ahir zamanda ortadan kaybolacaktı, öyle oldu ve yakında yeniden gelecek. O Tabut-u Sekine’nin çok yüksek teknolojisine dair daha önce de uzun izahlar, yayınlar yapmıştım. Onlara da http://www.mfs.tv adresinden bakılabilir…

Atalarımız “Ata bin dinlen, attan in dinlen” demişler. Yani, “At sırtında uzun süre gitmek hem seni hem de atı yorar. Ara sıra in, atla birlikte yürü de hem at hem de sen dinlen. Lakin bu dinlenme sürecinde bile yol almaya devam et.” demişler. Benimki de öyle oldu. Ben yazarken çok dinlendim, çok iyi geldi. İnşaallah okuyanlara da şifa olur. Hakikati göre göre iman etmeyeceklere de kahrolmalarına vesile olur. “Müslümanım, Süleymanlı evladıyım, nasıl bir zamanda yaşadığımızı, hizmetimizin ve cihadımızın ne kadar büyük ve kritik ehemmiyette olduğunu biliyorum.” dediği halde hala yerinde oturanlara, hala insanların kınamasından, dışlamasından, tepkisinden, tehdididen çekinelere de titreyip kendilerine gelme vesilesi olsun.

Mehmet Fahri Ezberbozan | Akademi Dergisi

Bir Yorum Yazın