Çok çok kısa süre sonra Güney Azerbaycan’ın Türkiye’ye dahil olmasına şimdiden her yönüyle hazırlanmalıyız. Şu anda bile İran’da otorite iyice sarsılmış vaziyette. Birkaç hafta içinde yeşillere çok daha büyük darbeler vuracağım ve Biden, Şi, Putin çetesi gibi İran da büyük darbeler alacak. İşgal altındaki topraklarımızın Türkiye’ye bağlanmasına karşı durabilecek güce sahip bir güç unsuru kalmayacak.
Türkmenistan’ın idari kadrosu da şimdiden iyice ölçüp biçip karar vermeli. Hızla tesis etmekte olduğum yeni dünya düzeninden yana mı olacaklar yoksa acınası hallere düşmüş Türk/İslam düşmanlarının yanında olmaya devam ederek yok mu olacaklar…
Daha şimdiden Güney Azerbaycan Türkleri ile Türkmenistan Türkleri arasındaki manileri kaldırmaları gerekiyor. Türkmenistan’ın uyguladığı bütün kararlar, Türk koridoruna mani olmaya dönük kararlar. Ülkede çok uzun zamandır İslam’a saldırılar, milletin itikadını bozmaya dönük uygulamalar da yapıldı ve bunlar da artık iyice can sıkıyor. Türkmenistan da Türk dünyasının bir parçasıdır. Ne biyonik robotlara ve uzaylı taraflara bırakırım ne de gölgesinden bile korkan satanist kara paracılara bırakırım.
Evet, dünyanın gözleri önünde tehdit ediyorum. Türkmenistan’ın idarecilerine beş gün veriyorum. Bu günü de sayıyorum. Beş gün içinde bu yanlış uygulamalar düzeltilmiş olacak. Türkmenistan’da bundan sonra Biden’ın, Şi’nin, Putin’in hükmü geçmeyecek. Açıkça ya da sinsice Türk ve İslam karşıtı olarak uygulanan hiçbir kanun, karar, uygulama olmayacak. Yoksa çatışmamız başlayacak. Çok da şiddetli olacak ve çok da kısa sürecek. Dünya devi denilenlerin topluca çoktan diz çöktüğü şu dünyada o Türkmenistan’ın başındakileri bir kaşık suda boğabilirim. Şimdiye kadar sorunlu bölgelere çoğunlukla metafizikçi komandoları ve özel operasyonlar için eğitilmiş adamlarımı gönderdim ama çok yakında dünyanın pek çok bölgesine ordumla değil, ordularımla müdahale edeceğim. Herkes bunu şimdiden bilsin.
“Beş bin yıllık alternatif Çin tıbbı” ya da “Beş bin yıllık geleneksel Çin tıbbı” diye bir şey yok. “Geleneksel Hint tıbbı” diye bir şey de yok. “Geleneksel Japon tıbbı” diye bir şey de yok.
“Zülkarneyn tıbbı” diye bir hakikat var. Çinliler, Japonlar, Hindistanlılar ve bu hususlarda ismi anılan/bilinen diğer milletler, o şifalı bitkiler kültürünü günümüzden yaklaşık 7-9 bin sene önce, dünya tek devlet iken ve hazret-i Zülkarneyn bütün dünyanın hükümdarı iken, Müslüman Türklerden öğrendiler. Sadece Çinliler, Hindistanlılar, Japonlar değil, diğer bütün milletler de o devirde Türklerden öğrendiler. Bu güne kadar nesil nesil aktarabilenler aktardılar, aktaramayanlar unuttular. Aktarabilenler ise tam ve doğru şekliyle aktaramadılar. Bütünüyle yok edemese ya da bozamasa da İblis sürekli oyunlar kurdu ve her nesilde/devirde inançları ve usulleri bozabildiği kadar bozdu. Durmuyor hala daha bozmaya uğraşıyor. Bozdukça, bozuyor…
Sadece “şifalı bitkiler” hususlarında değil, iğne batırmaya (akupuntur), hacamata (kupa çekme) kadar daha pek çok hususta, çok faydalı bilgiler bütün dünya insanlığının duyup öğreneceği, uygulayıp istifade edeceği şekilde Türklerden yayıldı. O devirde internet yoktu, çok daha ileri haberleşme/iletişim teknolojileri vardı. Bir bilgiye ulaşmak için bir insanın bilgisayara ya da telefon cihazına ihtiyacı yoktu. Ekranı ve klavyesi olan cihazlara ihtiyaç yoktu. Devrin teknolojisi, herhangi bir dünyanın insanlığının ulaşabileceği en yüksek teknoloji seviyesindeydi ve dışarıdan gelmemiş, dünyamızda gelişmişti/oluşmuştu.
Zülkarneyn a.s. bu sayede zaten Ye’cüc ve Me’cüc isimli uzaylı iki millete set çektiği gibi, gezegenimizi korumak için de etrafına şimdilerde Van Allen radyasyon kuşağı denilen ve uzaylıların saldırmasını engelleyen koruma kalkanını çekti. Şayet hemen peşinden gelen Süleyman a.s. devrinde bilim ve teknoloji kasıtlı olarak kaldırılmasaydı, dünya insanlığı en iyi ihtimalle kendi gezegenini ya da bütünüyle kendi güneş sistemini yok edecek şeyler yapacaktı. Bir ihtimalde de kıyametin kopmasına sebep olacak teknolojik bir müdahaleyi yapacak, bütün uzayın ve hatta uzayın üstündeki sema katlarının bir anda gayb/yok olmasına, kıyametin kopmasına sebep olacaktı.
Yoga ya da meditasyon denilen, daha çok Çin ve Hindistan taraflarından dünyaya yayıldığı zan edilen şeylerin aslı da rabıta… İslam dininin mensuplarından tasavvuf yolunu tercih edenlerin yaptığı rabıta… Günümüzde hala mutasavvıf müslümanların yaptığı ve kıyamete kadar da yapılacak olan rabıta…
Hazret-i Zülkarneyn devrinde ve hemen peşinden yaşanan Hazret-i Süleyman devrinde, rabıta bütün dünya insanlığı tarafından bilinen ve çok yüksek sayıda insan tarafından yapılan günlük bir ibadetti. Zamanla İslami ilimler unutuldu, rabıtayı aslından bozanlar, daha değişik inançlarla, maksatlarla ve daha değişik şekillerde yapanlar çıktı, yayıldı… Zaten yoganın, meditasyonun, reikinin kökenlerine… Ayrıca geleneksel Çin, Japon, Hint, Kore tıbbının kökenlerine bakıldığında, hiçbirinin kökeninin bilinemediği, anlatılamadığı açıkça gözler önünde… Dünyada çok çok az insan bunların kökenini biliyor ama anlatmak istemiyorlar. Çünkü dürüst, ahlaklı, namuslu değiller. İnsanlığın iyiliğini istemiyorlar.
Hep anlatırım, hazret-i Adem’den bu güne ve kıyamete kadar gelmiş bütün peygamberler İslam dininin peygamberleridir. Din tek, devir devir peygamberleri çoktu. Her devirde gelen peygamberler, hep İslam dinini tebliğ ettiler ve bütün peygamberler de rabıta yaptılar. Peygamberler, kendilerine inanan insanlar oldukça da onların arasından rabıta yapmaya uygun gördükleri kişilere rabıtayı tarif ettiler, yaptırdılar. Rabıtalı müslümanlara, rabıtasız müslümanlara öğrettiklerinden çok daha derin ilimler ve sırlar öğrettiler.
Bu hususlarda ve benzeri hususlarda artık bir genel bilgilenme/bilinçlenme oluşmalı ki ardından kısa süre sonra dünyayı sarsacak gerçekleri birer birer anlatacağım. Günümüzde hala insanlığın gözleri önündeki bazı yapıların, kazılarda bulunmuş heykellerin ya da el işi aletlerin, bazı kitabelerde anlatılmak istenenlerin hakikatlerini de anlatacağım.
Bu arada, Sümerlerde de Müslümanlık çok yaygındı. Zan edildiği ya da iftira edildiği gibi Sümerlerin fahişeleri değil namuslu hanımları başörtüsü takarlardı. Sümerler, biz müslümanlar gibi ellerini açarak dua ederlerdi, abdest alırlardı, namaz kılarlardı, bizler gibi sakal bırakırlardı. Takke takarlardı, sarık sararlardı, tesbih çekerlerdi. Bu husus aslında bilimsel bulgularla çoktan ispat edildi. Evet, arkeolojik bulgular bu gerçeği çoktan ispat etti ama Ankebut Ağı bunları da anlattırmıyor. İçimizdeki Türk ve Müslüman görünümlü kriptolar da Ankebut Ağının ayak takımını teşkil ediyorlar, Ankebut Ağının basit piyonları olarak yaşıyorlar ve o kişiler de Sümerleri bize yani Müslüman Türklere çok başka türlü anlatıyorlar. Bunların çoğu zaten Mason yapılmış kişiler ve Ankebut Ağı hemen her insanlık dışı faaliyeti Mason tarikatı üzerinden yaptığı gibi, bu türlü yalan yanlış bilgileri, fikirleri, inançları da Mason tarikatı üzerinden yayıyor.
Bu kişilerin tamamına yakını Sümerlerin gerçeklerini bilmedikleri, kendilerine anlatılan yalanları gerçek zan ettikleri için öyle anlatıyorlar. Sayıları çok az da olsa bunların bazıları ise Sümerlere dair gerçekleri de biliyorlar ama kendi tabanlarını oluşturan kişileri de topluca aldatıyorlar. Bu gerçekleri anlatırlarsa ortada bir Ankebut Ağı kalmayacağını, Satanistliğin hatta Yahudiliğin/Museviliğin kalmayacağını, Mason tarikatının ve İsrail işgal devletinin kalmayacağını biliyorlar.
Öyle ya da böyle, günümüzde Müslümanlara, en çok da Müslüman Türklere saldırmak ve onları çağdışı, yobaz göstermek için… Kendilerini soylu, medeni, zeki, akılcı ve üstün göstermek için… Ayrıca Müslümanların anlattığı “dünya/insanlık tarihi”nin ya da diğer ifadesiyle “peygamberler tarihinin” aksine bir tarih anlatımı yapabilmek için malzeme edilen Sümerler bile aslında Müslümanlar.
Dahası var, iki asırdan fazla süredir dünyanın farklı farklı milletlerine mensup ilim adamlarınca iddia edildiği gibi Sümerler aslında Türkler… Evet, her zaman her hususta olduğu gibi son derece ciddiyim ve samimiyim. Sümerler Müslüman Türklerdi. Hz Zülkarneyn devrinde dünyanın merkezi şu günümüzde Anadolu denilen, bazılarınca Rum, Yahudi, Ermeni, Ezidi, Süryani vatanı zan edilen topraklardı. Dünyanın başkenti ise günümüzde İstanbul denilen ve ayet-i kerimede “iki denizin birleştiği yer” diye tabir edilen şehirdi. Yani biz Müslüman Türkler on bin seneden çok çok uzun bir zamandır buralardayız ama aynı zamanda on bin seneden fazladır, şu günümüzde Mezopotamya denilen yer de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde, her diyarındayız. Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman devirlerinde İstanbul, Anadolu ve Mezopotamya, Türklerin çok yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdi. Günümüzde Türklere/Müslümanlara karşı bayrak çekmek, mücadele etmek için alet edilen, dillerden düşürülmeyen tarihteki pek çok millet de hem müslüman, hem de Türktü… Sümerler bunlardan sadece biri… Sadece bu kısımlara dair cilt cilt eserler yazarak anlatmak lazım.
İblis’in teşkilatının yani Ankebut Ağının elinde bundan böyle fikri/itikadi planda da hiçbir şey kalmıyor, kalmayacak. Her sahada yıkılacaklarını çoktandır yazıyordum ve işte böyle son darbeleri de vurmak kaldı.
Sümerlerin Sami halklardan olmadıkları… Kendileriyle aynı çağda yaşayan pek çok farklı milletle çok çok benzer bir hayat tarzında yaşadıkları… Çok dindar insanlar oldukları ve maneviyata çok ehemmiyet verdikleri anlatılır da çok net şekilde keşfedip anladıkları hakikatleri açıkça anlatmazlar, anlatmadılar. Hala “Sümerler Türk müydü?” sorusuna, çoktan kesinleşmiş bilimsel temelli gerçek cevabı vermiyorlar. Vermek istemiyorlar. Hatta konuya girmek ve tartışmak bile istemiyorlar. Bu konudan uzak durabilmek için büyük bir çaba sarf ediyorlar. “Bu hususta bazı tarihçilerin dikkat çekici iddiaları bulunuyor. Sümerce ile Türkçe arasında yedi yüz kadar ortak kelime bulunuyor. Bütün bunlara rağmen Sümerlerin Türk olduklarına dair kesin bir delil bulunmuyor.” diyorlar, diyebiliyorlar.
Oysa şöyle demeleri gerekiyor: “O devirde dünya tek devletmiş. Tek bir hükümdarın idaresi altındaymış ve ilim/bilgi, fikir, kültür, sanat, teknoloji dünyanın her yerinde yaygınmış. Sümerler, dünyada o devirde yaşayan diğer milletlere yazıyı, astronomiyi, tıbbı, alternatif tıbbı, matematiği, metafiziği ve diğer sahalardaki bilgileri/ilimleri öğreten Türklerden başkaları değiller. Zülkarneyn’in bütün dünyanın hükümdarı olduğu zamanda Sümerler yani Türkler, her türlü ilmi dünyanın her yerine yaydılar. O devirde insanların metafizik konulara dair bilgileri de çok ileri seviyedeymiş. Sümerlerin/Türklerin o devirde bile hilal sembolünü kullandıklarını çok net anlayabiliyoruz. Günümüzde en çok da Müslüman Türkler arasında yaygın olan nazar boncuğu da ta o devirde varmış. Sümerler bu nazar taşlarını, insanların nazarlarıyla/bakışlarıya gönderilen metafizik enerjiyi vücutlarına çekmemek ve o enerjiyi nazar taşları vesilesiyle kırmak için kullanmışlar. Sümerler, doğal/şifalı taşlara dair de çok ileri seviyede bilgiye sahiplermiş. Maddenin, atomun sırlarını bizden çok çok daha ileri seviyede çözdüklerine dair hiçbir şüphemiz kalmadı. Sümerlerin bilinen ilk nesilleri, günümüzden yaklaşık 7 bin sene önceki nesilleri, günümüzdekinden çok daha yüksek bilim ve teknoloji çağında yaşamışlar ve sonraki nesillerde teknoloji ilerlememiş, aksine hızla gerilemiş. Anlaşıldı ki Sümerler dediğimiz Türk kavmi, o devirde sadece Mezopotamya’da yaşamamış. Çok kolay ve hızlı bir şekilde dünyanın dört bir yanına gidip geliyorlarmış. Hatta Sümerlerin dünyanın dört bir yanında yerleşik şekilde yaşadıkları başka şehirler varmış. Dünyanın doğusunda, batısında, kuzeyinde, güneyinde, her yerde yaşamışlar. Sümerlerin eserlerinin, sanatının, yazısının dünyanın farklı farklı yerlerinde de bulunmasının, görülmesinin sebebi de buymuş. Dünyanın çok farklı yerlerinde şu anda bile kullanılan yüzlerce yerleşim yeri ismi hep Sümerler diye bildiğimiz millet tarafından yani Türkler tarafından konulmuş. Bakın, Kızılderili tıbbı/şifacılığı diye bir şey de yok. Onlara bile tıbbı, alternatif tıbbı, metafiziği, hikmeti, ahlaki değerleri öğretenler Türkler… Hatta Türkler onlarla da akraba oldular. Evlilikler oldu ve ortak genetik kodlar oluştu. Artık hiç şüphe yok ki Sümerler hem Müslüman hem de Türklermiş ve bütün dünyaya hakimlermiş. Artık bu kadar somut bulgular elimizdeyken, tarihi yeniden yazmayı gerektirse de bu kadar sarsıcı bir gerçeği inkar edemeyiz. Hiçkimsenin hiçbir mazeretle bu gerçeği dünya insanlığından gizlemeye hakkı yok. Bizler bilim adamlarıyız, ahlaksız, karaktersiz ve tarihe kara leke olarak geçecek insanlar değiliz.”
Şu dünyada her devirde ilim, fikir, sanat, adalet/hukuk, teknoloji, sağlık ve hayırlı, faydalı, iyi olan her şey peygamberler vesilesiyle öğrenildi, yayıldı. Şu dünyada çobanlık yapmamış tek bir peygamber bile yaşamadı. Peygamber efendimiz (s.a.v) bile çobanlık yaptılar. Hayvanların, bitkilerin, madenlerin, maddelerin ne olduklarını bile insanlık her devirde peygamberlerden öğrendi. Günümüzde “metafizik” denilen şey nedir, ne değildir, metafizik kabiliyetler nasıl kullanılmalıdır, bunları da hep peygamberler öğrettiler.
Direnmenin kimseye faydası yok. Dünya üzerindeki bütün taraflar, gerçek dünya tarihiyle yüzleşmeye hazır olmalılar. Son darbeleri almakta olan Ankebut Ağı, bütün insanlığın düşmanı olan İblis’in kendilerine anlattırdığı yalanları daha fazla ayakta tutamayacak.
Öyle bir dünya ki şu dünya, Türkler tarafından adaletle idare edilmemiş, Türklerle akrabalık tesis etmemiş tek bir millet bile yok. Kendilerini kadim Avrupa ya da Asya milletleri zan etmeye devam eden pek çok milletin bile aslı/kökeni Türk… Zaten bazı Avrupalılar “Biz Sümerlerin devamıyız. Atalarımız Sümerler. İlk defa yazıyı biz bulduk. Yerleşik hayata biz geçtik, medeniyeti biz kurduk. Astronomiyi, tıbbı ver her şeyi biz geliştirdik” diye övünüp durdular. Bunu yaparken farkında olmadan doğruyu söylemiş oldular, “Bizim kökümüz de Türk” diye ilan etmiş oldular. On seneden fazladır anlatıyorum ki şu bizim devrimizde kendilerini Yahudi zan edenlerin bile en az yüzde doksan beşi Türk…
Bulgarlar büyük çoğunlukla Türkler… Macarlar da Türkler… Gürcü diye bir millet hiç yok, tamamı Türkler… Binlerce sene öncesinden bu güne doğru bakarsak, günümüzde yaşamakta olan Almanların, İngilizlerin, İsveç ve Norveç halklarının bile büyük çoğunluğu Türk kökenliler… Çok şiddetli Türk ve İslam düşmanı haline getirilmiş olan Sırplar bile çoğunlukla Türk kökenliler. Slav milletlerinin neredeyse tamamı Türk kökenli… Evet, evet, hemen aklınıza o soru gelmiştir, Ruslar bile çoğunlukla Türk kökenliler. Hep denildiği gibi, Tarihten Türk milletini çıkartırsanız, ortada tarih diye bir şey kalmaz.
Bunları doğrulamak mesele bile değil. DNA testleri ile kökenler, ortak kodlar hemen göz önüne çıkartılabilir. Lakin, bu dediğim çoktan yapıldı. Dünyanın doğusunda ve batısında yaşayan, Ankebut Ağının idari kadrosunda en üst seviyelerde bulunan satanist kişiler arasından bu gerçeği bilmeyen, bu DNA sonuçlarını bilmeyen hiç kimse yok. Hatta bu kişiler, geçen binlerce sene boyunca İblis’in emriyle uzaylıların nasıl da dünyada genetik saldırılar yaptıklarını da biliyorlar. Yani, binlerce sene boyunca dünya milletlerinin pek çoğunun genetik kod sorunları yaşamasına kasten sebep olunduğunu da biliyorlar. Bu türlü saldırıların hala devam ettiğini de biliyorlar. Her nerede genetik kodları düzgün bir millet/topluluk/soy varsa, kodlarının bozulması için hala sinsi sinsi mücadele ediyorlar. Son zamanlarda genetiği değiştirilmiş gıdalar sorunu dünyada açıkça yaşanıyor ama genetiği kısmen de olsa değiştirilmiş milletler sorunu yeni yeni tartışılacak.
Nasip olursa eğer, birkaç asır sonra dünyada kızıl derili ve kara derili hiçbir millet/ırk kalmayacak. Sürekli sinirli, sürekli saldırgan milletler de normale dönecekler. İdrakleri aşırı derece kapalı olup da son birkaç bin senedir isimleri terörle, çatışmayla anılan milletler de normalleşecekler. Kod bozukluklarından kaynaklanan dev gibi sorunlar hep çözülecek. Asya ülkelerinde aşırı sıklıkla görülen ayak, topuk, çarpık bacak, keyifsizlik, mutsuzluk, dalgınlık sorunları bile kalmayacak. Asyalılarla Avrupalıların genel görünüşleri birbirlerine çok daha yakın olacak.
İki satır ön bilgilendirme yazacaktım, bu kadar uzadı ama bu kadarı bile anlatılması gerekenin yanında çölde kum tanesi misali kalır.
İklimleri değiştiren, hava sıcaklıklarını ve yağış şartlarını değiştiren, tarlalardaki ekinleri yakan, hızla kuraklaşmaya neden olan, suları kurutan, orman yangınları çıkartan, depremler dahil türlü suni afetlere sebep olan…
İnsanların, hayvanların, bitkilerin biyolojik yapılarını ayrı ayrı sıkıntılara düşüren her türlü enerji ve manyetik alan silahlarına/saldırılarına karşı çok yakında Türkiye’de tedbirler alacağız.
Bu türlü insanlık dışı saldırılara karşı ülke genelinde koruma sağlayan teknolojik sistemler kuracağız. Türkiye’ye bu saldırıları yapan ve onlarla aynı grupta yer alan taraflara/ülkelere de aynı silahlarla karşılıklar vereceğiz. Türkiye’yi, iklim/enerji silahları ile saldırıların yapılamayacağı, hava sahasında izinsiz bir UFO’nun dahi uçamayacağı, uzaydan hiçbir uzay aracı ile de saldırının yapılamayacağı bir ülke haline getireceğiz.
Bununla eş zamanlı olarak bazı Afrika ve Güney Amerika ülkelerinden, ülkemizdeki kuraklığı daha hızlı çözebilmek için canlı ağaçlar ve ayrıca hayvancılığı hızla ayağa kaldırmak için ağaç yaprakları satın alacağız. Ülkemizdeki hayvan çeşitliğini artırmak için bazı hayvan türlerinden de satın alacağız. Parasını vererek canlı hayvanlar, canlı ağaçlar ve yemlik yapraklar alacağımız gibi, söz konusu koruma sistemini bu ülkelerden dost gördüklerimize vermenin karşılığı olarak da canlı hayvanlar, canlı ağaçlar ve yapraklar alacağız. Biz, dünyanın hiçbir ülkesini sömürmeyeceğiz, hiçbir ülkesine ve toplumuna haksızlık ve hukuksuzluk yapmayacağız.
Şu anda Rusya Federasyonu sınırları dahilinde olsa da yakında hürriyetine kavuşacak ya da Türkiye’ye bağlanacak yerlerden de canlı ağaçlar ve yapraklar alacağız. Suriye’yi, Irak’ı, güney Azerbaycan’ı ve Türk dünyasını da hızla koruma altına alarak yeşillendireceğiz.
Bu güne kadar hiç düşünülememiş yüksek teknolojili sistemlerle, yarı kurak ya da tamamen kurak topraklarda bile kolayca ve bol bol bitkiler yetiştireceğiz. Bunu yapmak için oralarda kuraklığın yenilmesini, toprağın şartlarının değişmesini beklemeyeceğiz. İstersek tamamen çöl şartlarında bile ziraat yapabilir ve dünyanın en verimli topraklarında yetişmiş bitkiler kadar kaliteli, sağlıklı bitkiler hasat edebiliriz. Daha şimdiden bu teknolojilere sahibiz ve durmadan daha da geliştiriyoruz. Üstelik, kastettiğim şey toprakta ziraat yapmak… Topraksız, sulu ziraat tekniğini sözümün geçtiği her yerde kesin şekilde yasaklayacağım. İnsanların sağlığının daha fazla bozulmasına izin vermeyeceğim.
Eş zamanlı olarak her türlü teknoloji sahasında en güzel, en sağlam, en sağlıklı, en uzun ömürlü, en iktisatlı ürünlerin üretilmesini sağlayacağım. Hayat pahalılığına, geçim zorluğuna sebep olan her ne sorun varsa onları yok edeceğim.
İyice anlaşılmalı ki sadece Türk ve Müslüman unsurları değil, şu dünya üzerinde medenice yaşamak isteyen bütün milletleri memnun edecek, huzura kavuşturacak sistemler tesis edeceğim. Türkiye’nin, İstanbul’un “gerçekten” dostu olanlar, her zaman kazananlar kulübünde olacaklar.
Bilinmesini isterim ki şu anda Ankara hükumeti ile anlaşabilmiş değilim. Ne yapacakları hala belli değil ve çok fazla da beklemeyeceğim. Benimle birlikte yollarına devam etmek isterlerse İstanbul hükumeti, bir gölge hükumet olarak kalacak. Şu yanlış duruşlarında ısrar ederlerse devrilecekler ve İstanbul, Türkiye’nin resmen başkenti ve hükumeti olacak.