Tayyip telefona sarıldı

İran’ı aradı, kaale bile alınmadı. Türkiye’de ve dünyada baş döndürücü bir hızla neler yaşandığını Tayyip telefona sarıldı İran’ı aradı, kaale bile alınmadı. Türkiye’de ve dünyada baş döndürücü bir hızla neler yaşandığını geçtim, kendini bile tam bilemez haldeydi. Uzaylılar sinyali verip deprem yaptılar, korku hakim olsun istiyorlar. Herkes herkesi arıyor. Konuşanların çoğu da aslında neler olduğunu ve neler olacağını bilmiyorlar. Kısa sürede ne çok şey oldu, oluyor. 

Tayyip artık en hakikisinden etkisiz eleman… İran, doğalgazı kendi iradesiyle kesmedi. İran’a o gazı kestirdiler. İran’ın kendi iradesi ile o gazı açma lüksü yok. “Kapat” diyenlerin, “Tamam aç” demeleri lazım. Derler mi… Derler belki ama uzun sürmez, yine keserler. Sürekli bu kartı oynarlar. Ya da hemen şimdi büyük tavizler alırlar. Bundan sonra Türkiye nasıl bir taviz verebilir, Katar ve BAE gibi kara para ve terör devletçiklerine her gün peşkeş çekilen, peşkeş çekilecek pek bir şeyi kalmayan, ihtiyaç duyduklarında emirlerine amade askeri birlikler ve binlerce polis bile gönderen bir ülke Türkiye…

Futbol turnuvasında güvenliği sağlayacak kadar siyasi otoritesi, devlet sistemi, eğitimi, yeterli memuru ve polisi bile olmayan ama devlet olarak kabul edilen tırnak kadar bir yer, hain Tayyip ve çetesi yüzünden koca Türkiye’ye kene gibi yapışıp kanını, iliğini emmeye devam ediyor. Daha fazla birilerine taviz verilmesi de dibe vurmak demek, taviz vermemek de dibe vurmak demek. O küçücük aklıyla bu şartlarda bir de olmadık işlere girişip Ukrayna ile Rusya’nın arasını sözde bulmaya, hiçbir riske girmeden Ukrayna’yı kollamaya kalkıyor. Muhatap alınmıyor, diplomatik nezaket sınırları içinde ağır cümleler kuruluyor karşısında ve kendini iyice bitiriyor. Yine de uslanmıyor. Zira utanma duygusunu yitireli belki elli yıl olmuştur ve bir de bitmiş, çaresiz halde… Ukrayna ile o kadar kara para işleri yapıyor, onlar da kesilirse, kesecek ve organlarını alacak insanları nereden bulacak.

Yani sözü uzatmaya ve tekrarlara girmeye gerek yok, Türkiye’nin sanayicisinin, tüccarının, büyük sermaye sahiplerinin, bankacılarının, borsacılarının aşırı dikkatli ve gerçekçi olmaları lazım. Keskin kararlar almaları lazım. Yoksa Türkiye ve Tayyip ile birlikte onlar da savrulup dibi görecekler. Bir de keneye üç bin küsur polis ve özel ekipler göndermekle övünebilecek kadar hayasızlaşmışlar, zıvanadan çıkmışlar, bununla övünecek kadar laçkalaşmışlar. Bunlara laf mı anlatılır, bunlarla yola mı gidilir, bunların sözüne mi itibar edilir. Adalet sistemini keyiflerince kullanarak, birkaç tanınmış kişiyi içeri aldırarak halka korku verecekler de aç kalmış on milyonlarca kişinin karşısında hala iktidarda kalabilecekler. Boş avuntu bunların yaptığı…

Şimdiden, “Müslüman rolü oynayan bir münafık ve çetesi Türkiye’yi, 20 yılda, maddeten ve manen nasıl batırdı, bitirdi.” konulu yazılar yazılabilir. Kitaplar yazılabilir. Belgeseller hazırlanabilir.  “Bir devrin sonu. Sonu Menderes gibi, Çavuşesku gibi mi olacak” diye çok sarsıcı ve tesirli yazılar da yazılabilir ve videolar hazırlanabilir. Çünkü buradan sonra istesem ben bile Tayyip’i iktidarda tutamam. Böyle demişken aklıma geldi “Onun yerinde öküz bile olsa, onca kere fırsat verdiğinde, Türkiye ve dünya siyasetini onun lehine hazırladığında MFS’yi dinlerdi. Ortak menfaatlerde birleşirdi. Bu nasıl bir ahmaklık, nasıl bir cahillik, nasıl bir hırs” konulu yazılar da şimdiden yazılabilir. 

Yazmak, anlatmak isteyenler için ciltlerce yer tutacak kadar yazılası ve sarsıcı hakikat var. 

Haydi şimdiden Ba’de harab’ül Türkiye…. Yaşasın İsrail, yaşasın Çin, yaşasın Katar, yaşasın BAE…

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Ne diyorsunuz?

Sedef Kabaş’ın paylaştığı ve tek başına hiçbir suç unsuru bulunmayan atasözünü, gerçek manasına çekme imkanı bulunmayan bir teşbihi, hep beraber paylaşalım mı? Kaç yüz bin Türkiye vatandaşını daha keyfi/hukuksuz şekilde gözaltına aldırabileceklerini ve alabilirlerse o kişilere ne yapabileceklerini bir test edelim mi?

Onlara, hiçbir güce sahip olmadıklarını, asıl gücün millete ait olduğunu, ordunun ve emniyet teşkilatının da milletin teşkilatları olduğunu ve milletin fertlerinden teşekkül ettiklerini ve millet karşısında çaresiz olduklarını iyice bir gösterelim mi?

Her yere #DevletBizimMilletBiziz yazalım mı?

Yavaş yavaş geldi mi o vakit, ne diyorsunuz?

Tayyip de büyük hain Tokayev gibi, zulme ve ihanete daha fazla tahammül edemeyen koca bir milleti terörist mi ilan eder, Rusları mı çağırır? Çağırsa Ruslar gelebilir mi, gelseler Tayyip’i ve çetesini koruyabilirler mi ve ülkelerine geri dönebilirler mi?

İyice haddi aşmakta olan hain idari kadroya, Türkiye’nin kaç köşe, kaç bucak olduğunu artık gösterelim mi?

İnsanların işi yok, karınlarında aş yok, geçinmeye imkanları yok, önünü görebilen yok, ülkede adalet dağıtan mahkemeler yok, gerçekleri anlatan basın ve medya yok, ruh sağlığı yok, beden sağlığı yok… Binbir türlü yolsuzluk, soygun, sömürü, haksızlık, ihanet ispatlarıyla anlatılsa ve suç duyuruları yapılsa bile değişen bir şey yok. Bu milletin boğazına kadar geldiği bir zamanda, bir de hakikatleri az çok anlatanların karşısında devlet gücü su-i istimal ediliyor.

Oh ne güzel memleket… Bunca yerde vazifelerini yapmayacaklar, yaptırmayacaklar, aleni şekilde çalıp çırpıp ihanet edecekler, istediklerine istedikleri gibi sövecekler, sayacaklar, sonra biri bir teşbih yaptı diye yeri göğü inletmeye oynayacaklar. Yok öyle bir memleket… Tokayev önce yüreklenip sonra nasıl da sert şekilde geri vitese taktıysa, o paylaşımlarını nasıl da sildiyse, Türkiye’deki hainlerin organize şekilde ve devlet gücünü/makamını kullanarak attıkları o paylaşımları da yalata yalata sildirirler onlara… Üç beş tane insanlıktan çıkmış hainin koca millete, milletin gücüyle/devletiyle kök söktüremeyeceklerini gösterirler onlara…

O Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, adalet bakanı olduğunu şimdi mi hatırlamış? Açsın baksın benim dosyalarıma, biliyor zaten neyin ne olduğunu ve kendisi de suç ortağı ama bilmiyor olsaydı bile açıp inceledikçe onlarca vahim usulsüzlüğü/hukuksuzluğu görebilecek. Haktan adaletten bahşediyor, çıksın karşıma istediği kanalda, ben ona hakkın, adaletin ne olduğunu ve kendisinin nasıl bir zalim, hain ve yalancı olduğunu en somut şekilde ispat edeyim. Memlekette insan kalmış olmak, haktan, adaletten bahseder olmak, devletin ve milletin iyiliğini istemek, sorunların çözülmesini ve peşkeşin, sömürünün sona erdirilmesini istemek, ilan edilmemiş bir suç olmuş. Eşkıya baş olmuş, milleti eşkıya ilan eder olmuş. Mahkemeler hainlerin, mafyaların kontrolüne girmiş.

Yok öyle bir Türkiye, herkes haddini bilecek. Çoluk çocuk kan ağlıyor. Açlık, sefalet, zulüm, gözyaşı, hastalıklar, intiharlar, kavgalar, cinayetler iyice yayılıyor. Çekilmekte olan acıların haddi hesabı yok. Memleketi kasten bu hale getiren ve sonlarının geldiğini de gören alçakların, hainlerin, iyice despotlaşmalarına, daha da şeytanlaşmalarına kesinlikle izin vermeyeceğim. Kaç tekrarla yazdım, bu hainlerin yardımına koşan, bunlardan talimat alarak milleti gözaltına alan, millete cezalar yağdıran ve cezaevlerine dolduran savcıları ve hakimleri Türkiye’nin en işlek caddelerinde iplere dizdireceğim. Hepsini bütün dünyaya canlı yayınlatacağım ki diğer milletlere/ülkelere de örnek olacak.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

Be vigilant, be careful, do not be deceived

While I was a student in an institution affiliated with our community, there was a Halil Yurtsever who served as an institution manager there.

Halil Yurtsever was a person whom none of the other people to our cooks, who served for the sake of Allah, for the happiness of our nation’s children in this world and the hereafter, did not like and could not get along with, from the very beginning. I would have seen the benefit of these attitudes, but I would often get harm. Because he would also have decisions, behaviors and injustices that would make me question his sincerity.

Even when I questioned the background of his decisions and behavior in my early teenage years, I was used to worry myself. I did not see a believer attitude. I could never see fear of Allah, concern for reckoning, an effort to follow the shari’a, or a state of embarrassment from people. He always had behaviors that oppressed and hurt people and focused only on his own interests. The style of administration was also very rude, unspiritual, hurtful and destructive. He was exiled to another place a year or two after the time I mentioned.

He had invited me to join him while he and the duty masters(hodjas) were in the gazebo in the garden of the establishment. It was not even possible to understand why he made me summon, his purpose, what he wanted to achieve. I went, got no benefit, got no benefit, and saw disgraces that I will never forget for the rest of my life. While the teachers next to him were looking at him with disgust, he took off one of his shoes and put it on the wooden table to paint, while holding his mobile phone with one hand, he continued to talk to us from time to time. Although he was a person who performed ablutions, prayed and participated in talk shows every day, he had no light in his face. There was no sincerity, sincerity or decency in his demeanor. It is one of the places in my life where I have experienced the state of being “shame for someone else” most strongly, there were those moments. Similar to this, many times people say, “What kind of inner world does this man have. What acceptances and goals does he have? How did he end up evolving. How did he stay on this path that was built on the basis of science(wisdom) and morality, became a hodja and later became the manager of an institution”. I’ve seen a lot. That year, a new establishment was being built in that county. Sometimes we would go there at the weekends and even help with technical work for the sake of Allah. He had a kitchen system built there that the whole group kept saying, “Is there such a system in such a place?” Because it had a style similar to places called American bars. At a time when the establishment had a lot of debts and technical problems, and the Ikhwan(Muslim brotherhood) had a hard time maintaining its services and carrying the financial burden, that manager Halil Yurtsever made extremely unnecessary and wasteful expenditures and made many people waste their time. He had the terrace on the fifth floor of the establishment covered with iron joinery and had an extremely costly, unnecessary and wasteful decoration made inside. It was too exaggerated. Even the Ikhwan who worked on its construction were working hard. Expensive stone floors, very special and ostentatious wooden tables and seats, and of course the parts needed for barbecue enjoyment… While the refrigerator in the cafeteria of the establishment needs maintenance and expense, even the meat that is put in is wasted, there are problems in the waste water part and it is often carried to the basement floor. While there was a disgraceful situation and there were many parts that needed urgent intervention, he always made such decisions and always led everyone, including me, to question “What kind of behavior is this?”

Deficiencies, mistakes, flaws, and grave situations that could not be told to the nation were not to be counted. One of the chief responsible for this was the administrator Halil Yurtsever. Even the religious lessons that the students had to attend on a daily basis were often not held and were empeached. Actually, I was not going to stay in that institution where there is such intolerable insincerity and injustice, and I would not go to that university. One person overturned my decision.

Even though he did not give me any advice or advice on these issues, it happened. Master Behlül Karak, whom everyone knows well, was thankfully there. He was the administrant of the province. If he had not come and talked to us once a week, if he had not been sincerely committed to this path, and his good morals, justice, love of knowledge, love of service had not flowed even from his actions and decisions, I would not have been able to even see how great this road I had just found was. However, even though they had such an administrator and tried hard to solve the problems, the institution I stayed in was still in such a deep state. Because there were very shocking truths at the root of the problem.

I tried to make up for this deficiency with my personal effort. Not only in religious matters, but also in political, historical and intellectual matters, I worked hard without getting tired and sleepy.

At that time, the internet, blogs, social networks, video platforms, educational sites, e-books and all kinds of information sources did not exist as they are now. I would continue on my way with a limited number of books and a newspaper that I bought and followed daily. Finding that newspaper in that neighborhood was also a problem, and I would suffer every day to find it. Even at that age and in those circumstances, I had unraveled the truth behind many issues, even though it was not explicitly stated in the newspaper and in the books in question. On top of that, I had deciphered crypto-Jews and crypto-Armenians. I had also figured out what actually happened in the recent past and what kind of tales were told to us.

But… I’m past figuring out that these have infiltrated our path to a considerable extent, I couldn’t even guess. Although my possibilities expanded and I learned much more about these issues in the following years, I did not think that they had infiltrated into our congregation, even to the top. When we started to fight in an organized way in the field of politics and intelligence, then we saw and accepted these shocking facts bitterly. We have always understood and known what our deceased elders went through, the background of some of their decisions that could not be understood at first glance, and what kind of policy they followed.

During that studentship I mentioned, we even figured out that behind the strange and contradictory decisions and behaviors of that Halil Yurtsever, the fact that Halil Yurtsever is also a crypto. What kind of encryption is the name of the patriot?

We also figured out how this person and his likes, while displaying very different attitudes towards my face, dug wells behind me, ranting endlessly and always wishing for evil…

Nowadays, as my name, my publications, my influence/power in Turkey and world politics are discussed more, and my publications revealing that there are many crypto traitors in our community, we see that the traitors with crypto identity are in a very, very difficult situation. We see them bragging about me, taking shelter in slanders as soon as possible, and struggling as if they have lost their control out of panic. We know them by name, object and object. Our feet are on the ground. We are not in a hurry, we are dealing with a policy as ingenious as our deceased elders. In these matters, the environment we want has been well established and is being formed. It’s almost time and we’re going to drop them all at once. They are also aware of this, they can’t afford it, they can’t find a way out and they panic. They can’t do anything right now except slander.

That’s why I say, ask for proof from wherever, whoever, whatever claims are made about me, wait for me to use my right of defense, bring us face to face and do not immediately give credit to what is said about me.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Magazine

Uyanık olun, dikkatli olun, aldatılmayın

Uyanık olun, dikkatli olun, aldatılmayın

Ben cemaatimize bağlı bir müessesimizde talebe olarak kalırken, orada müessese idarecisi olarak vazife yapan bir Halil Yurtsever vardı.

Aşçılarımıza kadar, müessesede Allah rızası için, milletimizin evlatlarının dünya ve ahiret saadeti için vazife yapan diğer kişilerin hiçbirinin sevmediği, geçinemediği bir kişiydi Halil Yurtsever… En başından beri beni samimi görmüş, farklı görmüş ve desteklemek ister gibi tavırları da vardı. Bu tavırlarının faydasını gördüğüm de olurdu ama sık sık da zararını görürdüm. Çünkü samimiyetini sorgulamama sebep olacak kararları, davranışları, adaletsizlikleri de olurdu.

Onun kararlarının, davranışlarının arka planını o ilk gençlik yıllarımda sorguladığımda bile kendi kendime endişelenirdim. Mü’mince bir tavır görmezdim. Hiç Allah korkusu, hesap endişesi, şeriata tabi olma gayreti, insanlardan haya etme hali göremezdim. Hep insanları ezen, kıran, sadece kendi menfaatlerine odaklanan davranışları olurdu. İdare tarzı da çok kaba, maneviyatsız, kırıcı, yıkıcı tarzdaydı. Zaten bu anlattığım zamandan bir iki sene sonra başka bir yere sürüldü.

Müessesenin bahçesindeki çardakta, kendisi ve vazifeli hocaefendiler varken, beni de yanına çağırtmıştı. Ne için çağırttığını, maksadını, neye ulaşmak istediğini anlamak bile mümkün olmamıştı. Gittim, hiçbir fayda sağlamadım, hiçbir fayda elde etmedim ve hayatım boyunca unutmayacağım rezillikler gördüm. Yanındaki hocaefendiler ona tiksinerek bakarken, o ayakkabısının birini çıkartıp ahşap masanın üstüne koyarak boyamaya, bir yandan da bir eliyle cep telefonunu tutarak konuşmaya, bir yandan da arada bizlere bir şeyler konuşmaya devam etti. Her gün abdest alan, namaz kılan, sohbet programlarına katılan birisi olmasına rağmen yüzünde hiç nuru yoktu. Tavırlarında hiç samimiyet, ihlas, edep yoktu. Hayatımda “Başkasının yerine utanmak” denilen hali en kuvvetli şekilde yaşadığım yerlerden bir yer de orası, o anlar oldu. Bunun benzeri çok kere “Bu adamın nasıl bir iç dünyası var. Nasıl kabullenişleri ve hedefleri var. Nasıl olmuş da tekamül bitirmiş. İlim ve ahlak temelinde yükselen bu yolda nasıl olmuş da barınmış, Hocaefendi olmuş ve sonra bir de bir müessesenin idarecisi olmuş” dedirten hallerini çok gördüm. O sene, o ilçede yeni bir müessese de yapılıyordu. Bazen hafta sonları gider orada Allah rızası için teknik işlere bile yardımcı olurduk. Oraya bir mutfak sistemi yaptırmıştı ki bütün ihvan “Yahu böyle bir yere, böyle bir sistem mi olur” deyip duruyordu. Çünkü Amerikan bar denilen yerlere benzeyen bir tarzı vardı. Müessesenin çok borçlarının ve teknik sorunlarının olduğu ve ihvanın hizmetleri devam ettirmekte, maddi yükü taşımakta çok çok zorlandığı bir zamanda, o idareci Halil Yurtsever, son derece gereksiz, müsrifçe harcamalar yaptırır ve bunlarla çok kişinin mesaisini boş yere harcatırdı. Müessesenin beşinci katındaki terasın üzerini demir doğrama ile kapattırıp, içine son derece masraflı, gereksiz ve müsrifçe bir dekor yaptırmıştı. Çok abartılıydı. Yapımında çalışan ihvan bile söylene söylene çalışıyordu. Pahalı taş döşemeler, ahşaptan gayet özel ve gösterişli masa ve oturaklar ve tabii ki mangal sefası için gereken kısımlar… Müessesenin yemekhanesinde buzdolabının bakıma ve masrafa ihtiyacı varken, konan etler bile heba olup atılıyorken, atık su kısmında sorunlar olup sık sık bodrum kata taşıyor ve rezil bir hal oluşuyorken, daha bir çok acil müdahale gereken kısımlar varken, o hep böyle kararlar da alıyor ve hep ben dahil samimi herkesi “Bu nasıl bir davranış tarzı” diye sorgulamaya sürüklüyordu.

Eksikler, hatalar, kusurlar, millete anlatılamayacak vahim durumlar saymakla bitecek gibi değildi. Bunun baş sorumlularından biri de idareci Halil Yurtseverdi. Talebelerin her gün düzenli olarak görmesi gereken dini dersler bile çoğunlukla yapılmaz, aksatılırdı. Ben aslında orada, tahammül edilemez o kadar samimiyetsizliğin ve adaletsizliğin hakim olduğu o müessesede kalmayacaktım ve o üniversiteyi de okumayacaktım. Bir kişi bu kararımın bozulmasına sebep oldu.


Bana bu hususlarda hiç tavsiye vermediği, nasihat etmediği halde oldu. Herkesin iyi bildiği Behlül Karak Hocaefendi çok şükür ki oralardaydı. O ilin idarecisiydi. Haftada, on günde bir gelip bize sohbetler etmeseydi, bu yola samimiyetle bağlı olmasaydı ve güzel ahlakı, adaleti, ilim sevdası, hizmet sevdası davranışlarından, kararlarından bile akıyor, coşuyor olmasaydı, ben yenice bulduğum bu yolun nasıl büyük bir yol olduğunu bile göremez anlayamazdım. Lakin böyle bir idarecileri bulunmasına rağmen, sorunları çözmek için çok çabalamasına rağmen işte benim kaldığım müessese yine de bu kadar dip hallerdeydi. Çünkü sorunun temelinde çok sarsıcı hakikatler vardı.

Ben, şahsi gayretimle bu eksikliği tamamlamaya çabalardım. Sadece dini hususlarda değil, siyasi, tarihi, fikri hususlarda da adeta yorulmak ve uyumak bilmeden çok çabalardım.

Şimdiki gibi internet, bloglar, sosyal ağlar, video platformları, eğitim siteleri, e-kitaplar ve binbir türlü bilgi kaynağı o zaman yoktu. Sınırlı sayıda kitaplar ve günlük satın alıp takip ettiğim bir gazete ile yoluma devam ederdim. O gazeteyi o civarda bulabilmek de dertti ve her gün onu bulabilmenin çilesini çekerdim. Gazetede ve söz konusu kitaplarda açıkça yazılmadığı halde bile, o yaşta ve o şartlarda bile, bir çok meselenin arkasındaki hakikati çözmüştüm. Üstüne, kripto Yahudileri ve kripto Ermenileri çözmüştüm. Yakın tarihte aslında neler yaşandığını, bize nasıl masallar anlatıldığını da çözmüştüm.

Lakin… Bunların yolumuzun içine dikkate alınacak oranda sızdıklarını çözmeyi geçtim, tahmin bile edememiştim. Sonraki yıllarda imkanlarım genişleyip bu konularda çok daha fazla bilgi edindiğim halde, bunların cemaatimizin içine hatta tepe noktalarına kadar sızmış olduklarını düşünmemiştim. Ne zamanki siyaset ve istihbarat sahasında teşkilatlı bir şekilde mücadele vermeye başladık, o zaman bu sarsıcı gerçekleri acı acı görüp kabullendik. Merhum büyüklerimize neler neler çektirdiklerini, onların ilk bakışta tam anlaşılamayan bazı kararlarının arka planlarını, nasıl bir siyaset izlediklerini hep anladık, bildik.

Bahsettiğim o talebelik zamanımda o Halil Yurtsever’in sürekliliği devam eden tuhaf ve tezat dolu kararlarının, davranışlarının arka planında, Halil Yurtsever’in de kripto olması hakikati bulunduğunu bile çözdük. Yurtsever isminin nasıl bir şifreleme olduğunu da…

Bu şahsın ve benzerlerinin yüzüme karşı çok başka tavırlar sergilerken, arkamdan nasıl kuyular kazdıklarını, sınırsızca atıp tuttuklarını ve hep kötülüğü istediklerini de çözdük…

Şimdilerde cemaatimizin içinde adım, yayınlarım, Türkiye ve dünya siyasetindeki tesirim/gücüm daha çok konuşuldukça, cemaatimizin içinde çok sayıda kripto hain bulunduğunu göz önüne seren yayınlarım konuşuldukça, kripto kimlikli hainlerin çok çok zora düştüklerini de görüyoruz. Hakkımda atıp tuttuklarını, olur olmaz iftiralara sığındıklarını, panikten kontrollerini kaybetmişcesine çırpındıklarını görüyoruz. Biz ise bunları isim isim, cisim cisim biliyoruz. Ayaklarımız da yere basıyor. Çok acele etmiyoruz, merhum büyüklerimiz kadar dahiyane bir siyasetle muamele ediyoruz. Bu hususlarda da istediğimiz ortam iyice oluştu, oluşuyor. Az kaldı ve bunların hepsini birden oyundan düşüreceğiz. Onlar da bunun farkındalar, güç yetiremiyorlar, çıkar yol bulamıyorlar ve panikliyorlar. İftira atmaktan başka şu sıralarda hiçbir şey yapamıyorlar.

Bu nedenle diyorum ki, hakkımda her nereden, her kim, her ne iddialarda bulunursa ispat isteyin, benim savunma hakkımı kullanmamı bekleyin, bizi karşı karşıya getirin ve hakkımda söylenenlere hemen itibar etmeyin.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi

..

Boşuna uğraşıyorlar

Taşıma su ile değirmen dönmez. Türkiye’nin maliyesi çökmüştür. Memuruna maaş verebilecek kadar, iç ve dış borçlarını ödeyebilecek kadar bile gücü bulunmuyor. Hazineye nakit girişi sağlamak için olmadık yollar denemenin, kanunlar çıkartmanın, arka plandan gizli anlaşmalar yapmanın, peyderpey ve kısıtlı miktarda paraları hazineye eklemenin kimseye faydası yok.

Türkiye, hak ettiği o büyük mali krizi yaşayacak. Çok ama çok ağır olacak. Sadece Türkiye’de değil, ABD’de, Japonya’da, Almanya’da, Rusya’da, Çin’de de çok büyük mali krizler peş peşe patlayacak. Türkiye’yi ve daha pek çok ülkeyi kanına, iliğine kadar sömüren batı ülkeleri de yıkıcı krizler yaşayacaklar. Kara paraları daha da kesilecek. Son çare olarak ve organize şekilde kurdukları, kara para akışını artıracak projelerinin önüne set olmaya da devam edeceğim. Neticede onlarca ülkenin içlerinde türlü kargaşalar, çatışmalar, yağmalar, halk hareketleri, millet darbeleri, askeri darbeler, iç savaşlar da çıkacak ve aynı anlarda ülkeler arası çatışmalar ise yeni bir dünya savaşını başlatacak. Aç kalan batılılar, bu güne kadar sömürü ile başka milletlerin kanlarından beslenenler, hiç tereddüt etmeden yeni sömürgeler elde etmek isteyecekler. Bir çok milletin yeraltı ve yer üstü zenginliklerine hatta organları dahil her şeylerine kastedecekler. Bunu daha kısa sürede, daha ezici şekilde, daha açıkça yapmak zorunda olduklarından, ülkeler arası çatışma/savaş ve neticesi olarak dünya savaşı kaçınılmaz olacak.

Hala bu hakikatleri kabullenmeyen ve buna göre hareket etmeyen büyük sermaye sahipleri, ellerinde ne varsa kısa sürede kaybedecekler, piyasadan silinecekler. Hala Ankebut Ağında kalmak isteyen hükumetler, holdingler, patronlar, kısa sürede yok olacaklar.

Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi