İran’ın nüfusunun yarıdan fazlası Türktür.

Güney Azerbaycan Türklerinin nüfusu 25-30 milyon olarak tahmin edilmektedir.

Tebriz, Hoy, Erdebil, Urmiye, Selmas, Maku, Meraga, Astara, Culfa, Merendi, Halhal ve Soğuklu Güney Azerbaycan’daki belli başlı Türk yerleşimleridir. Azerilerden sonra İran’daki ikinci büyük Türk topluluğu, Horasan’da yaşayan Türkmenlerdir.

İran’daki üçüncü büyük Türk topluluğu Kaşkaylardır. 2 milyona yakın bir nüfusa sahip olan Kaşkaylar, Güney İran’ın Fars eyaletinde yaşamaktadırlar.

Büyük bir kısmı Güney Azerbaycan’da yaşayan Şahseverler 500.000 civarındaki nüfuslarıyla İran’daki bir diğer Türk topluluğudur. Bu ülkede daha küçük sayılara sahip Bayat, Afşar ve Halaç gibi Türk toplulukları da vardır.

Kuzey Azerbaycan’daki Rus işgaline karşı 20. yüzyılın başlarında gelişen tepki bir müddet sonra Güney Azerbaycan’a da sıçramıştır. Muhammed Hıyabani’nin liderliğindeki isyan hareketi sonucunda, 1920 Nisanı’nda Güney Azerbaycan’da Azadistan Otonom Hükümeti kurulmuş, Türkçe eğitim veren okullar kurulmuştur.

Otonom Azadistan Hükümeti kısa bir süre içerisinde İran’daki Pehlevi hükümeti tarafından bastırılmıştır. Takip eden yıllarda Pehlevi hükümeti başta Türkler olmak üzere ülkedeki bütün azınlıklara karşı son derece sert ve hoşgörüsüz yaklaşmıştır. Azeri Türkleri, 1930’lu yıllardaki İran petrollerinin paylaşılma kavgalarından istifade ederek, Azerbaycan’a otonomi ve bu bölgede kendi dillerinde eğitim verecek okulların açılmasını talebiyle İran yönetimine yine isyan etmişler ve Ekim 1945’te Otonom Azerbaycan Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır.

Azerilen taleplerini kabul eden İran, 14 Haziran 1946’da Otonom Azerbeycan Cumhuriyeti ile bir anlaşma yapmak zorunda kalmıştır. İran yönetimi, söz konusu Atlaşma’nın imzalanmasından kısa bir süre sonra, 14 Aralık 1946 tarihinde yakında yapılacak seçimlerin emniyetini bahane ederek Güney Azerbaycan’ı işgal etmiştir.

İran, Güney Azerbaycan’da otonomi isteyen Azerilerin ileri gelenlerini hapisler atmış, İran’ın başka taraflarına sürmüş, onların mallarına el koyarak İranlılara vermiştir. İranlıların Azeri Türklerini İranlılaştırma politikası Şahlık dönemi boyunca devam etmiştir. Şah yönetiminin devrilip İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasını takip eden dönemde Azeriler önceki yıllardan daha iyi şartlarla karşılaşmışlardır.

İran’ın bilinen en eski ataları Pers, Furus, Fars ve Parsovalılardır. Firdevsi ünlü destanı Şehnamesinde ve 10 yy’da İRAN- TURAN savaşlarını anlatırken bölgedeki Türk varlığına değinir. 11. yy’ın ilk yarısından itibaren ”Yıva” boyundan kalabalık bir Türkmen grubu İran’a yerleşmiş; 12. yy’da ise Solgurlarla birlikte Avşarlar, Huzistan’ı yurt edinmişlerdir.

10 yy’dan sonra ise yoğun biçimde Türk savaşçıları (Gazneliler, Selçuklular) ve sayısız Türk boyları Orta Asya’dan Ortadoğu’ya ve İran’a akın akın gelmişler ve Güney Azerbaycan’a yerleşmişlerdir. Dil olarak Batı Oğuz Türkçesi’ni kullanmışlar, Arap alfabesiyle yazmışlardır. Ancak 1925-1979 yılları arasında Pehleviler döneminde Türklere zorla Farsça öğretilmek istenmiş ve Azerbaycan Türkçesi yasaklanmıştır.

İran, tarih boyunca Doğu Türklüğü ile Batı Türklüğü arasında bir duvar ve engel oluşturmuştur.

Türklerin yoğun olduğu Tebriz önemli. bir ticaret merkezi ve İran’ın dördüncü büyük kentidir. İran Türkleri şiidirler. Erkekler genellikle işçi ve memurdur. Türk kadınları ise ev işleriyle uğraşır. İran, tarih boyunca Doğu Türklüğü ile Batı Türklüğü arasında bir duvar ve engel oluşturmuştur. Devam eden bu politikalar karşısında İran Türkleri’nin durumu, her dönemde sıkıntılı olmuştur.

Başta Azerbaycan Türkleri olmak üzere Türkmenler, Kaşkaylar, Horasan Türkleri, Halaçlar, Sungurlar, Ebiverdiler, Kazaklar ve Özbekler gibi Türk halkları İran’ın belirli bölgelerinde yaşamaktadırlar. Bugün İran’da popüler konuşmada Tork sözü Türkî (Turkic) ve Türk (Turkish) kelimelerinin her ikisine işaret eder. İran’da Azeriler en büyük Türk grubudur ve Farsçadaki İran Türkleri adı öncelikle Azerbaycan Türkleri için kullanılmaktadır. Tebriz, İran Türklüğünün siyasi ve kültürel merkezidir.

Türkmen Sahra bölgesinde yaşayan Türkmenler, İran’da “Türklüklerini” en fazla koruyan toplum olarak bilinmektedirler. Çalışmalarını İran’daki Türk dilleri üzerine yoğunlaştıran Türkolog Gerhard Doerfer İran’ı Türk dili açısından şöyle değerlendirmiştir: İran günün birinde eşit haklara sahip olacak dilleri ve kültürleriyle doğunun İsviçre’si durumuna gelebilir, işte o zaman oradaki milletleri bütün yönleriyle iyice araştırmanın vakti gelmiş olacaktır. Böylece, filoloji bilimi ve Türkoloji bugünden tahmin edilmeyecek bir ölçüde zenginleşecektir.

İran ve Türk kelimeleri yanyana geldiğinde sıkça İran ~ Turan ikilemesi kullanılır. Turan adı verilen coğrafya Türklerin ve Türklerle akraba diğer kavimlerin üzerinde yaşamış oldukları, İran ve Çin arasında kalan ve hatta Horasan’ı içerisine alan kısımdır. İran ise Aryen kavimlerinin üzerinde yaşamış olduğu ve Turan ile Mezopotamya arasında kalan toprakların adıdır. Çoğu zaman İran’dan kastedilen Farslar ve Turan’dan kastedilen de Türkler olduğu düşünülür. İranlılar doğularında yaşayan kavimleri Turan olarak adlandırmışlar ve Ceyhun Nehri’nin kuzeyinde yaşayan bütün kavimleri bu isimle adlandırmışlardır. Buna göre, İran ve Turan arasındaki doğal sınır Ceyhun Nehri’dir.

1939 yılı bilgilerine esasen İran’da nüfus sayısı 16. 6 milyon idi. Bunların 5.5 milyonu Güney Azerbaycan’da yaşamaktaydı.

Azerbaycan’ın en büyük şehri olan Tebriz’de 300 bin kişi yaşıyordu. Genellikle Güney Azerbaycan nüfusunun %20’si şehirlerde, %80’i ise köylerde oturuyordu. Azerbaycan bütün İran’da nüfusun en yoğun yaşadığı bölge idi. Nüfus sayımı ile ilgili olarak 1937-1938 yıllarında Sovyet Azerbaycanı’ndan 50 bin insan Sovyet vatandaşı olmadığı için eski İran tebaları gibi Güney Azerbaycan’a sürgüne gönderildiğini belirtmek gerekir.

İkinci Cihan Savaşı yıllarında Güney Azerbaycan’da 90 sanayi kurumu, 25 küçük elektrik enerji santralı vardı. Sene içerisinde 1 milyon ton buğday, 256 bin ton çeltik, 24 bin ton nohut, 135 bin sentner pamuk toplanmaktaydı. 30. yılların sonlarında Azerbaycan’da 7 milyon küçükbaş, 720 bin büyükbaş hayvanın 15 bini katır, 15 bini deve vb. olduğu belirtiliyor.

Mehmet Fahri Sertkaya

Kod uyumsuzluğu…

Sorunların en temelinde bu da var; Kodlar uyuşmadı…

Nuh aleyhisselamı dinlemediler ve sonunda DNA’lar çakıştı, sorunlu melez ırklar oluştu.

On binlerce senedir bu kod uyumsuzluğu düzeltilemedi.

Melezler…

Bu yazacaklarım, ırkçılık, düşmanlık, ayrıştırmak ve aşağılamak gibi görülmesin. Çok sayıda hükumetin, liderin ve etkili kişinin bu gerçeği fark etmesini ve kabullenmesini çoktan sağladım, artık insanlık da bunları bilsin…

Çinliler, Japonlar ve siyahiler… Bu ırklar, tam olarak bu dünyanın insanı değiller, melezler… On binlerce sene önce dünyamızda yüksek teknoloji çağı yaşanıyorken, onlarca farklı uzaylı insan türü, dünyamıza gizlenmeden geliyordu. Bizim dünyamızın insanları da onların dünyalarına gidiyordu. Bu süreçte, Nuh aleyhisselam yasaklamış olmasına rağmen türler arasında cinsi münasebet kuruldu.

Bizden daha uzun boylu, güçlü ve açık tenli bir uzaylı insan türü ile bizim dünyamızın insanlarının cinsi münasebet kurması ile melez bir tür olan siyahiler/zenciler meydana geldi.

Daha başka bir uzaylı insan türü sayesinde Çin ırkı, başka bir uzaylı tür sayesinde de Japon ırkı meydana geldi.

Nuh aleyhisselamdan sonraki yüksek bilim ve teknoloji devrinde, bazı yetkili kişiler, kod uyuşmazlığını düzeltmek istediler.

Çok denemeler yaptılar, sonuca yaklaştılar ama tam sonuca ulaşmadılar. Çinlilerin, Japonların ve siyahilerin genetiğine yapılan bu müdahaleler sırasında, başka bir ara ırk da oluşmadı.

Tartışmasız bir gerçek var ki kod uyuşmazlıkları düzeltilebiliyor. Başkaca dünyalarda da benzer sıkıntılar yaşandı ve genetik bilimindeki gelişmeler sayesinde düzeltildi. Zaten bu kadar ilerlemenin ardından da gerçek insan derisine, gerçek insan saçına, gerçek insan dokularına sahip robotlar yapılabilir oldu. Ve derinin/dokunun bir anda ayrılıp sonra birleşip iz bırakmadan kaynaşması mümkün oldu.

Nuh aleyhisselamın oğullarından Yafes de başka dünyaya gitti ve orada melez bir türün oluşmasına sebep oldu. Nuh tufanı sırasında da zaten Nuh’un gemisi başka bir dünyaya gitti. Sonra o yüksek teknoloji ürünü gemi kullanıldı, bir zaman sonra eskidi ve sökülüp parçalandı.

Mehmet Fahri Sertkaya

Bazı devletler, geçen sene verdiğim bu bilgileri bilimsel zeminde doğruladılar. Ben, manevi usullerle elde edilmiş bir bilgiyi paylaşmıştım ama artık bu bilgi bilimsel temeli olan bir bilgi…

(2 Ağustos 2020 tarihinde soysal medyada paylaşılan MFS notu)

Nihayet soruşturma başlatıldı

Bakalım gerçek bir soruşturma ve yargılama mı olacak yoksa savcılar, hakimler yine Tayyip’in emrini mi dinleyecekler.

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, gazeteci Fatih Tezcan hakkında, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ ve ‘halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit’ suçlarından soruşturma başlattı.

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gazeteci Fatih Tezcan ile ilgili olarak bir açıklama yapıldı.

Açıklamada “Fatih Tezcan adlı şahsın halkın bir kısmını hedef alarak tehdit içerikli bir video yayınladığına dair 11 Mayıs tarihinden itibaren çeşitli internet siteleri ile sosyal medyada haber yapıldığının belirlenmesi üzerine 5271 Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesi gereği işin gerçeğini araştırıp yasal gereğine tevessül etmek amacıyla adı geçen hakkında ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ ve ‘halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit’ suçlarından resen soruşturma başlatılmıştır” denildi.

“Keriz bunlar, ahmak bunlar yaa… Öl desem ölecekler”

Cübbeli’nin içki alemlerinde iken ve kafası hafif güzelken, içini dışına vurduğu konuşmaları var.

Peşinde sürüklediği, maddeten ve manen sömürdüğü kişileri kastederek “Keriz bunlar, ahmak bunlar yaa… Öl desem ölecekler” dediği görüntüler bile var.

Bu görüntüler Tayyip’in elinde de var. Bu gibi görüntüler haricinde zaten istedikleri anda Cübbeli’yi içeri atıp bir ömür çıkartmamaya yetecek deliller var. Ellerinde oynatıp her türlü ihanetlerinde kullandıkları şu Cübbeli, tam bir insan şeytanı. Tam bir suç makinesi. Tam bir münafık soytarı. Dosyaları o kadar kabarık ki bir patlasa, millet şunun yüzüne tükürmez bile… Hatta boğup bir kenara atanlar olur.

Mehmet Fahri Sertkaya

Kadir Mısıroğlu’nun nasıl bir münafık İslam düşmanı olduğunu anlatmaya devam edeceğim.

Bu belgeseli dikkatle izleyin, konulara biraz aşina olun, ben sonra detaylara gireceğim ve karısının bile kendisi gibi Sabetaycı kökenden gelen bir münafık olduğunu ispat edeceğim.

TRT Avaz’da yayınlanan bu belgeselin adı: Kıssa -i Canan 11. Bölüm (Aynur Mısıroğlu)

Münafıklığı apaçık surette gözler önünde olan Kadir Mısıroğlu, çok zor duruma düşmüştü. Artık hareket sahası bulamaz olmuştu. İyice ifşa oldu, renk verdi. Art niyetli olduğu, kasten aldattığı iyice meydana çıktı. Karşımda çok çaresiz kaldı, artık yayınlarımı okuyup da kendisine soranlar yüzünden Cumartesi sohbetlerini bile yapamaz oldu ve bıraktı/sonlandırdı. Konuları kıvırmaya, Müslümanları aldatmaya, insan şeytanı Tayyip’in, BOP’un, AKPKK’nin peşinden koşturmaya yol kalmamıştı. Bir de Ankebut Operasyonunun bu kadar güçlenerek ilerlemesi ve daha yüzlerce haini birden ifşa etmesi, oyundan düşürmesi de üstüne gelmişti.

Endişeliydi, sıkıntılıydı. İspatla anlattığım gerçekler iyice sahaya hakim olmuştu, yalancılığı, münafıklığı iyice gözler önüne çıkıyordu. İşte ondan sonra çaresizce Cumartesi sohbetlerini sonlandırdı ve içindeki sıkıntıdan dolayı hastalıkları da şiddetlendi, kötü oldu. Kısa süre sonra da hastahanelik oldu. Gerçekten çok çok büyük acılarla inleye inleye öldü. İbret-i alem oldu.

Süreci yakından takip ediyorduk. Dinlemeler de yapıyorduk.

Sabetaycı gizli Yahudi olup ömrü boyunca kendisi gibi Müslüman rolü oynamış olan karısı Aynur ile sıkıntılarını paylaşırken Kadir, birkaç kere sözü bana, Akademi Dergisi’ne, yayınlarıma getirdi.

Beni kastederek karısı Aynur’a “Bu, bu güne kadar karşımıza çıkan diğer yazarlar gibi değil. Bu farklı. Yıllardır çok sıkıntı verdi, her şeyi ifşa etti ve durdurulamadı. Bir gün artık sansürlenemeyeceği, sesini herkese duyuracağı, işin buralara geleceği belliydi.” dedi.

Daha önce anlatmıştım, Yakamoz isimli boğaza nazır ve 10 milyon dolar değer biçilen mekanı bile, Sebil dergisinde gerçek bir Müslüman vatanseveri hedef gösterip lince tabi tuttuğu için Kadir’e vermişlerdi. Kadir, onca atıp tutmalarına, şovlarına, konuşmalarına ve samimi görünmek istediği tiyatrolarına rağmen büyük bir münafık ve haindi.

Benden önce de çok kişiler onun kalıbının adamı olmadığını, nifak sergilediğini çözmüştü ama onların hep hakkından gelindi. Kadir, bunu bir başına yapamazdı ama İngiliz gizli servisinden CIA’ya, MOSSAD’dan MİT’e ve Masonlardan Sabetaycı gizli Yahudi cemaatine kadar herkese çalışıyordu ve onlardan da güç buluyordu. Aylar, yıllar geçtikçe bu konular da iyice açıklığa kavuşacak.

Kadir Mısıroğlu’nun karısı Aynur’un kızlık soy adı Aydınarslan…

Aynur Aydınarslan, 1937’de İstanbul Çengelköy’de doğdu. Babası Vasıf Aydınarslan 1895 Selanik doğumlu bir Sabetaycı gizli Yahudi idi. Annesi Huriye ise 1900 Selanik doğumlu bir Sabetaycı gizli Yahudi idi. Sabetayist, CHPKK’li, damarlarındaki kana kadar Türk/İslam düşmanı bu hain gizli Yahudi aile, önce 1924’de Mübadele yasası ile Tokat’a yerleştirildi. Sonra 1927 yılında İstanbul’a göç etti. Aile Tokat, Merkez, Soğukpınar nüfusuna kayıtlı.

Kadir Mısıroğlu ile Aynur Aydınarslan’ın, İstanbul Hukuk Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarında 1961’de tanıştıkları ve evlendikleri anlatılır. Bu da resmi anlatımdır ve doğru değildir. Kadir ile Aynur’un tanışıklıkları Sabetaycı olan ailelerinin zaten irtibatlı oluşuna dayanır.

Yahudi dönmeleri yani Sabetaycı gizli Yahudiler, dışarıya kız vermezler ve dışarından kız almazlar. Aynur ve ailesi, Kadir’in ve ailesinin de Sabetaycı olduğunu zaten biliyordu. Kadir ile ailesi de Aynur’un ve ailesinin Sabetaycı olduğunu biliyordu.

Kuruluşundan bu güne kadar ve bu gün de dahil Sabetaycı gizli Yahudilerin çiftliği olan, Sabetaycıların her dönemde çok büyük vurgun vurdukları ve bedavadan yaşamalarını sağladıkları kurumlardan biri olan ve bu nedenle Türk milletinin elektrik faturalarına hukuksuz surette eklenen haraçlarla ayakta tutulmaya çalışılan TRT’nin “Kıssa -i Canan 11. Bölüm (Aynur Mısıroğlu)” ismini verdiği belgeseli izlediniz.

Söz konusu belgeseli hazırlayanlar arasında da Sabetaycı gizli Yahudiler dolu, bu da bir yana ama belgeselin bu bölümünde, Aynur’un en yakın arkadaşlarından biri olduğu için Aynur hakkında konuşturulan Saime Erülgen bile Sabetayist bir gizli Yahudi.

Gerçek hayatında, Müslümanlarla selam alış verişi bile olmayacak derecede Türk/İslam değerlerinin karşıtı olan Sabetaycı Saime, Sabetaycı Aynur ile hiç sorun yaşamamış, yaşamıyor.

İngiltere bağlantısı…

Özet halinde ve hızlıca geçtiğim için detaylara girmeyeceğim. Konu hakkında bilgisi olmayanlar, Akademi Dergisi’nin on yıllık yayın geçmişinde, fotoğrafını gördüğünüz sözde İslam alimi Hamidullah’a dair yayınları bulabilirler.

Kadir gibi bir münafık olup hala karşımda sesini çıkartamamış ve hala kendisine yazdıklarımı soran onca insana cevap vermemiş olan Mehmet Şevket Eygi’nin yazdıklarına bakarsanız, Kadir hayatı boyunca ehl-i sünnet çizgisinde yaşamış bir samimi müslüman ve mücahitti.

Oysa Kadir’in mücadelesi, kitapları, Sebil dergisi, konferansları, ehl-i sünnet düşmanı hatta münafıklıkları somut şekilde ispatlı sözde alimlerin isimleri, sözleri, bozuk fikirleri/görüşleri ve methedilmesi ile doludur.

Kadir’in ve karısı Aynur’un ısrarla methettiği sözde alimlerden biri de Hamidullah’tır. Nazım Kıbrısi meselesinde olduğu gibi, aslında itikadi sapıklığı apaçık surette gözler önünde olduğu halde onlarca senedir bir türlü gerçek yüzünü göremedikleri(!) kişilerden biridir Hamidullah. Samimi Müslümanlar için en fazla iki günlük iştir ve daha fazla tartışılacak bir yanı yoktur aslında… Art niyetli oluşu, aldatıcı oluşu, gerçekte Müslüman olmadığı, açıkladığı itikadına bakılırsa Müslüman bilinemeyeceği, Müslümanları kasten sonsuz cehenneme sürüklemek istediği somut ispatlarla gözler önündedir. Merhum Ahmet Davutoğlu hoca, Hamidullah’ın bu gerçek yüzünü hemen çözmüş, talebelerinden birini Hamidullah’ın Türkiye’deki konferansına göndermiş, önceden hazırladığı birkaç soruyu bu talebesi üzerinden Hamidullah’a herkesin önüne sordurmuştu. Bu talebenin yaptığı birkaç dakikalık yorum ve ardından gelen birkaç sual ile, sadece birkaç dakika içinde Hamidullah bir münafık, bir İslam düşmanı olarak ortada kalmıştı. Bu yaşanan çok da ses getirip konuşulmuş ve Hamidullah bir daha Türkiye’ye hiç gelmemişti.

Lakin Kadir ve Aynur için mesele başkadır. Arka planda dönen ise şudur: Hamidullah da Kadir ve Aynur gibi İngiliz gizli servisi ile bağlantılıdır.

Belgeselde izlediniz. Aynur, Kadir’e sözünü geçirmiş, Almanya’da kalmayıp İngiltere’ye yerleşmişler. Ve yine belgeselde gördünüz, İngilizlerin okullarını ve Hıristiyanları yere göğe sığdıramıyor.

Aslında bunların hepsi bir silsile halinde birbiri ile bağlantılı kararlar, eylemler, söylemler… Aynur’un babası Sabetaycı gizli Yahudi Vasıf, askerdi. Türk ordusunda bir Topçu Yüzbaşı olsa da hakkında İngiliz casusu olduğuna dair söylentiler çıkmıştı, bu epeyi duyulmuştu ve hatta bu bazı yazılı kaynaklara geçmişti. Zaten o dönemde ordumuzdaki Sabetayistler, sonraki dönemde olduğu gibi ABD ile değil İngiltere ile paslaşıyorlardı. Onları o dönemde İngiltere arkalıyordu. 1945’ten sonra, Hitler Amcanın ezip geçtiği İngiltere’nin yerini, Ankebut Ağı tarafından yeni süper güç yapılmak istenen ABD aldı. Zaten münafık Kadir, ahir ömründe ABD’ye, CIA’ya da çalıştı. BOP’u olduğundan farklı anlatması için ve bir CIA projesi olan AKPKK’yi olduğundan farklı göstermesi için, Türk milletini felakete sürükleyen konuşmalar, yönlendirmeler yapması için CIA’dan çok paralar aldı.

Kadir ve Aynur Mısıroğlu çiftinin üç çocuğundan biri olup 1963 doğumlu olan Abdullah Sünusi, Aslı Güner ile evlendi ve sonra boşandı.

Bu Sabetaycı hain çiftin Fatıma Mehlika ve Mehmet Selman isimli diğer iki çocukları gibi Abdullah da Sabetaycı gizli Yahudi olduklarını biliyordu. Abdullah, evlendiği Aslı Güner’in de Sabetaycı gizli Yahudi olduğunu biliyordu. Aslı’nın gerçek kimliğini, Kadir dahil bütün aile fertleri biliyordu.

Abdullah ile Aslı, geçinemediler, ayrıldılar. İstanbul Özel Alman Lisesi’nden mezun olan Aslı Güner, Abdullah’tan boşandıktan sonra Alexander Bierstedt isimli bir Evanjelist Alman ile evlendi. Zaten Müslüman değildi, rol yapıyordu. Özüne döndü, gayr-i Müslim olduğunu gözler önüne serdi. Alman vatandaşı oldu ve Almanya’ya yerleşti. Halen Almanya’da ikamet ediyor.

Aslı Güner, Aynur’un Sabetaycı çevresinden tanıdığı bir ailenin kızı olduğu için tercih edilmişti.

Belgeselde Aynur Mısıroğlu’nun bahsettiği Salih Tuğ da herhangi birisi değil.

Marmara İlahiyat Fakültesi’nin kurucu dekanı Salih Tuğ da bir Sabetaycı gizli Yahudi. Hem de Aynur ve Kadir gibi Salih Tuğ da Sabetaycıların Kapani kolunun bir mensubu.

Salih Tuğ da bu millete/devlete çok büyük ihanetler yaptı. Salih Tuğ meselesi de ayrıca konu edilmesi gereken geniş bir mevzu…

Hamidullah aslında gizli bir Hıristiyandı. Hamidullah üzerine detaylı çalışan çok sayıda kişi bu gerçeğe ulaştı. Bu gerçeği, çokça araştırmadan/soruşturmadan bilenler de vardı ki bunlar gizli Hrıstiyanlar ve gizli Yahudilerdi. Kendi aralarında bu gerçek hep biliniyordu. Gizli Yahudiler olan Kadir ve Aynur da bu gerçeği baştan beri biliyordu. Böyle hain olduklarından, elli yıl önce bile gerçek yüzü somut deliller ile meydana dökülmüş olan Hamidullah’ı, bir ömür savunup Müslümanlara örnek gösterdiler.

Gizli bir Hıristiyan ve Misyoner olduğunu kesin surette bildikleri Nazım Kıbrısi’yi de inatla bir ömür savundular ve desteklediler.

Gerçek yüzü, münafıklığı, itikadi ve cinsi sapıklığı, yalancılığı, aldatıcılığı somut delillerle onlarca senedir meydanda olan Nazım Kıbrısi’yi bir de göklere/semalara çıkartan haince bir kitap yayınladılar.

Kadir’in kızı Fatıma Mehlika Mısıroğlu imzası ile neşredilen bu kitabı, aslında Kadir kendisi yazdı. Kızının, kitap yazabilecek bir vasfı yok.

2010 ve 2011 yılında, Nazım üzerine çok oynadılar. Nazım projeleri neredeyse tutacaktı. Sosyal medyada çok büyük bir rüzgar/akım oluşturdular. Akıl almaz büyüklükte bir ihanet projesine giriştiler. Yeniden Osmanlı, Son Osmanlı Şehzadesi Selim Han, Nakşibendi Hakkani ve daha muhtelif söylemlerle, hem Osmanlıyı ve şanlı tarihimizi alet ederek hem de dinimizi alet ederek Müslümanları yoldan çıkartmaya ve BOP’a hizmetkar etmeye oynuyorlardı. Ben Akademi Dergisi üzerinden bunların bu ihanetlerine büyük darbeler vurdum diye Kadir, kızının imzası ile “Semamızda bir yıldız” isimli şu haince kitabı yazdı ve neşretti.

Her şeyi baştan beri biliyordu.

Kadir, Mut’a nikahına bile cevaz verip Müslümanları küfre düşüren “İslam Aile Hukuku” isimli kitabı, on sene boyunca inatla yayından çekmedi.

Bu kitap hakkında onu defalarca en güzel şekilde ikaz ettik, 2004 yılında bir kitap fuarında mut’a nikahına bile cevaz verilen kısmı açtık, kendisine gösterdik. O da “Aaa gözden kaçmış bu…” deyip geçiştirdi. Üstüne on sene geçtiği halde bile umursamamıştı, hala satıyordu. Benim de artık sosyal medya paylaşımlarım çok tesirli oluyordu. Bir de sosyal medyadan ve gerektiği gibi çok sert şekilde vurdum.

Eski takipçilerim bilir. O gün geldiğinde ben artık büyük gürültü çıkarttım. “Bu nasıl Müslümanlık, bu nasıl ehl-i sünnet olmak. Bu nasıl bir duruş, bu nasıl bir samimiyetsizlik” diye çok sert vurdum. Sonra da hemen gereğini yapmak yerine Facebook’taki Akademi sayfamı, kendilerinin bir milyon takipçili sayfalarında hedef gösterdiler. Üstelik yalanlarla, iftiralarla ve fitnecilikle hedef gösterdiler. Bana “Akademi sayfasının Kudurmuşçasına saldıran yöneticisi” dediler. Şikayet yağmuruna tutturdukları için sayfam hemen kapatıldı. Gerçek sahibi CIA olan Facebook’un işine geldi. Kim haklı, kim haksız diye bakmadı bile… Daha ötesi de oldu ve binlerce kişi tarafından tehdit edildim. Küfür ve hakaretlere maruz bırakıldım. Silahına sarılıp üzerime gelmeye teşebbüs edenler bile çıktı. Bu kadarına sebep olsa olsa ancak bir pislik insan şeytanı sebep olabilirdi.

Kadir, İslam Aile Hukuku isimli bu kitabın baştan ayağa bozuk olduğunu zaten hep biliyordu. Benim ya da başkalarının ikaz etmesine gerek bile yoktu. Onlarca sene önce de biliyordu. Biz ikaz ederken de biliyordu ve rolünü oynadı. Sonra gürültü çıkartıp baskı altına aldım, yine de direndi ve yayından kaldırmadı. Son nefesine kadar da kaldırmadı.

Bu kadar inatla direnirken hedefi, para değildi. Kitabın yazarı olan Ömer Ferruh’un Lübnanlı bir gizli Hıristiyan olduğunu biliyordu. Hatta bu gizli Hıristiyan Ömer Ferruh’un bir de Misyonerlere dair kitap yazıp sözde Müslümanları ikaz ettiğini, rolünü kendisi gibi çok iyi oynadığını da biliyordu.

İslam Aile Hukuku isimli bu haince kitabın tercümanı Yusuf Ziya Kavakçı’nın da gizli Hıristiyan ve gizli Yahudi karışık soydan ve bağlantılardan geldiğini de kesinlikle biliyordu Kadir Mısıroğlu…

Daha önceki senelerde, Merve Kavakçı’nın babası olan Yusuf Ziya Kavakçı’nın ve Kavakçı ailesinin gerçek kimliğine ve bağlantılarına dair yayınlar yapmıştım.

Mehmet Fahri Sertkaya